• ÇOCUKLARIMIZ VE SORUMLULUKLARIMIZ

    Hemen tüm anne ve babaların bu soruyu kendilerine -değişik biçimlerde de olsa- sık sık sordukları biliniyor. “Çocuğumu nasıl yetiştirmeliyim? Ortama uyum gösterecek şekilde mi yoksa evrensel doğru-iyi-güzel ölçülerine göre mi? Ben uzman olmadığıma göre bu konuda kime güvenmeliyim?” ve benzer birçok soru.

    Pedagoji bu soruların daha çok “nasıl” kısmıyla ilgili. Bir bakıma “ne”ler öğretileceği belli, “nasıl” öğretileceği konusu işin güç yanı imiş varsayılıyor.

    Pedagoglar bu “öğretme” işiyle uğraşadursunlar, “neler” öğretileceği işin en karışık tarafı oluyor. İşte eğitim sistemi burada devreye giriyor ve tüm yurttaşlara -ilköğretim sırasında- şu öğreti ezbere belletiliyor: aklınıza gelenler -her neler ise- doğrudur; onları sorgulamayın ve sorgulatmayın; bunları çocuklarınıza da ezbere belletin!

    Bunun yalnız ülkemize has bir insan hakkı ihlâl türü olduğu sanılmasın. En medeni sayılan ülkelerde de bu paradigma böyledir. Örneğin 2.5 milyon ev okulunda (home schooling) eğitim gören ABD’li çocukların neler öğreneceklerine ebeveynleri karar verir. Danimarka’da örgün eğitim almak istemeyenler evlerinde eğitilebilirler ve onların neler öğreneceklerine yine aileleri karar verir.

    Buradan, ailelerin kategorik olarak yanlış şeyler öğrettikleri yargısı çıkarılmamalıdır. Böyle bir şey istatistik bilimine aykırıdır. Değerli mankenlerimizin sunduğu kültür ve magazin programlarından dahi doğru birşeyler öğrenilebilir.

    Şu birkaç öneri, “acaba neleri nasıl öğretsem ve neleri nasıl öğrenmese” çelişkisi içindeki anne ve babalara yardımcı olabilir. Böyle bir kuşkusu bulunmayanlar içinse zaten sorun yoktur.

    o        İnsanlar (ve tek hücreliler dahil tüm canlılar), ana rahmine düştüğünden itibaren -belki de daha önce- öğrenmeye başlayan birer süper öğrenme makinesidirler. Neleri nasıl öğreneceklerini herkesten iyi bilirler. Ondan sonraki tüm “öğretme” girişimleri bu yeteneği giderek azaltır.

    o        İnsanlar dışındaki tüm canlılar, türlerinin bu müthiş yeteneğinin farkına varmışlardır. Yalnızca insan, o çok övündüğü aklı sayesinde “öğretme” denilen zihinsel dondurma metodunu keşfetmiş, sonra da bunu akademik bir disiplin haline getirerek sorgulama dışına çıkarmıştır. Tanrının sorgulandığı günümüzde  tek sorgulanmayan kesim eğitim akademisyenleridir.

    o        İnsan dışındaki canlılar ve onlara bakmayı akıl edebilen çok az sayıdaki insan, yaşam sürdürme sırasındaki sorun çözme girişimlerinin izlenip, henüz o beceriyi kazanmamış yavrularca (yani çocuk ve gençler) tekrarlanmasının “öğrenme” olduğunu keşfetmiştir.

    o        Bunu keşfedememiş olanlar ise, , “yapılmasını istedikleri şeyleri sürekli söylemek ve bir yandan da onların aksini yapmak” gibi bir yolun “öğretme” olduğunu sanırlar.

    o        Öğrenme konusunda anne ve babanın birkaç sorumluluğu ise şunlardan ibarettir:

    ·         Çocuğunuz, ihtiyaçlarını saptama ve bunları çevresine iletme konusunda doğuştan bir uzmandır; bu iletim becerisini -korkutma, hoşnutsuz tavır takınma vb yollarla- köreltmemeniz yeterlidir. Bu nedenle onun adına ihtiyaç varsaymayın, sadece ilettiklerini anlayabilecek şekilde kendi iletişim becerinizi geliştirin.

    ·         Öğrenme ortamları hazırlayınız, doğrudan öğretmeye çalışmayınız. Yaşamın her saniyesi bir öğrenme ortamıdır. Çocuklarınızın, sizi her an izlediklerini, yaptıklarınızı, yapmadıklarınızı, tavırlarınızı, hattâ duygu ve düşüncelerinizi okuyarak, sizin yaşamınızı sürdürme yolunda akılcı, ahlâklı ve güzel davranmakta olduğunuzu varsaydıklarını biliniz. Komşuya söylediğiniz küçük yalanın, içtiğiniz sigaranın, yüzünüzdeki ya da sesinizdeki gerginliğin hep “yaşam sürdürme” gereği olduğunu varsaymakta ve onları -olağanüstü bir başarıyla- öğrenmektedirler. İşte bütün bu anlar onlar için birer öğrenme ortamıdır.

    ·         Oluşturduğunuz öğrenme ortamları ile öğretmeye kalkıştıklarınızın çelişmesi ise bütünüyle yanlıştır. Söylediği ile yaptığı uyuşmayan insanlar ancak böyle yetiştirilebilir. Bunun için her an ne yapıp ne söylediğinize dikkat edin. Ayrıca da az söyleyin.

    ·         Kendi özlemlerinizi, tutkularınızı, beğeni ya da nefretlerinizi kendinize saklayın, çocuklarınıza da benimsetmeye çalışmayın. İdeolojik tercihlerinizin yalnız size ait olduğunu açıkça belirtin, çocuklarınızın farklı tercihlerde bulunmalarını güçleştirici ortamlar hazırlayarak dolaylı benimsetme yoluna sapmayın.

    ·         Çocuklarınızı yaşamın çeşitli güçlükleri karşısında çaresiz bırakmak istiyorsanız onları gereğinden çok koruyunuz. Unutmayınız ki onları risklerden korumanın en iyi yolu kontrollu risk ortamlarıyla tanıştırmaktır (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=631). Sorunlardan uzak tutulan çocuklar korkak, çaresiz ve dolayısıyla da saldırgan olurlar.

    ·         Yaşadığınız dönem ebeveyninizinkinden daha hızlı, daha müşkülpesent, daha yarışımcıdır. Her şeyi onlardan daha hızlı ve daha iyi yapmak, daha çok rekabet etmek zorunda olduğunuzu biliyorsunuz. Anne veya babanız bir yabancı dili şöyle böyle bilebilir, ama siz daha iyi bilmek zorundasınız. Onların zamanında en karmaşık alet daktilo idi. Siz bilgisayar kullanmak zorundasınız.

    Çocuklarınız ise sizinkinden daha hızlı, daha iyi ve daha yarışımcı olmayı gerektiren bir ortama doğdular. Bu gerçeği kavrayın ve öğrenme ortamlarını ona göre oluşturun.

    Bu bağlamda önünüzdeki en büyük engel, sahip olunması gereken becerilerin (yabancı dil, bilgisayar vbg) adlarıyla oynaşıp içeriği ile ilgilenmeyen yüzeysel yaklaşımlardır. Bu kargaşa içinde çocuklarınız için tatminkâr birer öğrenme ortamı oluşturmanız güç olabilir. Ama biliniz ki onları bekleyen yaşam ortamı sizin sahip olduklarınızdan daha fazlasını isteyecektir.

    Çevrenizdeki yapaylıklar, yüzeysellikler, üstünkörülükler sizi kızdırabilir, hattâ bu becerilere karşı antipati duymanıza neden olabilir. Bu tür duygularınıza dikkat ediniz. Çocuğunuzun geleceğine antipati duyamazsınız.

    ·         Çocuğunuz hangi yaşta olursa olsun, en iyi öğrenme ortamları onlara sorumluluk vererek yaratılabilir. Bunun için tüm imkânları kullanıp sorumluluk yükleyin. Aksi halde yaşamı boyunca sadece talep eden, kendi dışındaki dünyayı kendisine refah ve mutluluk sağlamaya zorunlu sayan, ama kendisinin hiçbir vecibesi bulunmadığına inanmış bir kişilik ortaya çıkacaktır.

    o        Bütün bunlar çok karmaşık ve güç geliyorsa kondom kullanınız!

  • Teşvik ve destek: İki yanı keskin kılıç..

    Yalnız teşvik değil hemen her şeyin, iyi kullanıldığı takdirde iyi, iyi kullanılamadığı takdirde de kötü sonuç(lar) üretmesi, değişmez bir kural gibidir.

    Rekabet gücümüzün artırılmasında kilit noktalardan birisi olan “Teşvik ve Destekleme Yönetimi” konusunda düşüncelerimi aktarmak istiyorum.

    “Teşvik” ve “destekleme”, kavramsal olarak şu şekilde anlaşılmalıdır: Mevcut olmayan bir tutum, davranış ya da eylemi mevcut kılabilmek için, bunları caydıran neden(ler)in ortadan kaldırılması ya da etkilerinin azaltılmasının sebep olacağı maliyetin “bir bölümünün” karşılanmasına “teşvik (özendirme)” denilmelidir.

    Bir mal ve/ya hizmet üreticisinin ülke dışından maruz kalacağı ve bir başka yolla -uluslararası rekabeti sağlama anlaşmaları, diplomasi, karşılıklılık, baskı gibi- giderilemeyen haksız rekabet koşullarının etkilerinin yine “bir bölümünün” devletçe karşılanması ise “destekleme” olarak anlaşılmalıdır.

    Burada kullanılan “bir bölümü” deyimi son derece önemlidir. Çünkü hangi nedenden doğmuş olursa olsun, teşvike ihtiyaç duyulan olgunun maliyetinin yüksekliğine neden olan unsurlarla mücadele için bir dürtüye ihtiyaç vardır. Maliyet artırıcı etkilerin “bir bölümü” yerine “tamamının” tazmin edilmesi halinde bu dürtü ortadan kalkmış olacaktır. Maliyet artırıcı etkinin ne kadarlık bölümünün tazmin edileceği yani teşvik oranı, bu bakımdan son derece önemli bir konudur.

    Bu yaklaşım, geleneksel teşvik anlayışından -ödüllendirme yoluyla harekete geçirme- farklıdır. Geleneksel “ödüllendirme” anlayışı, “olması istenilen”i engelleyen neden(ler) ile ilgilenmediği için çoğunlukla “imajiner (hayali)” oluşumlara yol açmaktadır. Çünkü engelleyen neden(ler) sürmekte, fakat ödüller de özendirmektedir. İmkansızlık ve ödülün tahrik ediciliği birleşince “imajiner” olgular kaçınılmaz olmaktadır.

    İki örnekle bu tanımı somutlaştırmak gerekirse:

    ÖRNEK 1- İşsizliği azaltmak için kuruluşların daha çok eleman çalıştırması isteniyor ise nasıl bir teşvik sistemi tasarlanabilir?

    Kuruluşları eleman istihdamından caydıran sebepler gözden geçirilirse;

    1. Elemanın sebep olduğu vergi ve sigorta gibi mali yükler,
    2. Elemanın sebep olduğu kıdem tazminatı yükü,
    3. Belirli çalışan sayısına ulaşıldığında doğan yasal vecibeler (kreş, spor sahası vb.),
    4. Elemanların ortalama beceri düzeylerinin düşüklüğü nedeniyle ilave elemanın fayda / maliyet oranının düşüklüğünün yarattığı caydırıcılık.

    Bu faktörlerden bir kısmı için indirim uygulanabilir, bir kısmı için yasal vecibeler hafifletilebilir, bir kısmı için de beceri kazandırma vb. doğrudan destekler sağlanabilir. Görülmektedir ki, hepsinin olumsuz etkilerini ortadan kaldırabilecek tek cins bir mali telafi (beher çalıştırılan kişi başına prim gibi) aracı işe yaramayabilecektir.

    ÖRNEK 2- Kuruluşları ihracata yöneltmek için nasıl bir teşvik sistemi uygulanabilir?

    Kuruluşları ihracattan caydıran sebepler saptanmaksızın yalnızca prim vermek yoluyla istenilen artış sağlanamayacağına göre öncelikle olası caydırıcı sebepler belirlenmelidir. Örneğin:

    • İhracat yapılabilecek pazarların bilinmeyişi
    • Meslek kuruluşlarının yetmezliği
    • Mevzuat yetmezliği
    • Politik müdahaleler
    • Kuruluşların bilgi eksiği
    • Bu pazarlarda yer tutmuş rakiplere göre daha pahalı ve/veya düşük kaliteli üretim yapılması
    • İşçilik girdilerinin pahalı oluşu
    • Kuruluşun sorumluluğundaki sebepler; (iş standardı uygulanmayışı, ücret sistemi bozukluğu, verimsizlik,
    • Planlama yetersizliği, lojistik yetmezliği nedeniyle boş geçen süreler vb..)
    • İdarenin sorumluluğundaki sebepler
    • Vergi ve sigorta yükleri
    • Yasal vecibeler (kreş, spor sahası vs.)
    • Yetersiz beceri dokusu
    • Bürokratik sistemin yetersizliğinin sebep olduğu maliyet
    • Kural kirliliği
    • Bilgisi yetersiz bürokratik kadroların sebep olduğu maliyet
    • İyi tasarlanmamış sistemlerin sebep olduğu maliyet
    • Rüşvet vb. yükler
    • Kalabalık kadro = düşük nitelik = düşük ücret döngüsü
    • İş ahlakının yetersizlikleri
    • İş sahibinin bilgi eksiği
    • İş sahiplerinin olası ahlaki sorunları
    • Malzeme girdilerinin pahalılığı
    • Gümrük ve fonlar
    • Taşıma maliyetlerinin pahalılığı
    • Enerji, su, vb.. girdilerin pahalılığı
    • Finansmanın pahalılığı
    • Kredi faizleri yüksekliği
    • Yüksek enflasyon
    • Bankaların yüksek maliyetleri
    • Batık kredi fazlalığı
    • Devlet bankacılığı
    • Projelerin yetersizliği
    • Projelerin iyi incelenemeyişi
    • Devlete ödenen payın yüksekliği
    • Finansal enstrümanların yetersizliği
    • Mevzuat yetmezliği
    • Araştırma eksiği
    • Yüksek vergiler
    • Yetersiz vergi yönetimi
    • Teknoloji yetmezliği
    • diğer sebepler

    Bu basit analizden dahi görülebileceği üzere, bu unsurların etkilerini yok edecek ya da azaltabilecek önlemler tek tek alınmadan, yalnızca ihracat teşvik pirimi ile ihracatı tam olarak özendirmek imkânsızdır.

    Faktörlerin bir kısmı prim ile telafi edilebilirken, geri kalanları primle giderilemez. Örneğin teknoloji yetmezliğine, iş ahlakı eksiğine ya da kural kirliliğine karşı prim ödemenin yararı yoktur.

    Gerçekte de ihracat teşvik primleri yoluyla ihracat bir miktar artmış, daha fazla zorlanınca ve diğer unsurlar düzeltilemediği için teşvikler suistimale (hayali ihracat) dönüşmüştür.

    Sonuç olarak uygun bir teşvik sistemi, teşvik edilmek istenilen “şey”i caydıran unsurları giderecek bir önlem paketi olmak zorundadır. Yani teşvik, tek kalemden oluşan (prim gibi) bir enstrüman olamaz.

    Teşvik paketleri, bir defada bir mevzuat vazetmekle uygulanamayan, bir bölümü zaman içine yayılmak zorunda olan paketlerdir. Çünkü bazı tedbirler birer projedir. Bu özelliği dolayısıyla, her programda olduğu gibi teşvik paketlerinin de yönetilmeleri gerekir.

    Bütün bu programların uygulanmasına rağmen, elde olmayan nedenlerden dolayı (bir ülkenin bir pazara coğrafi olarak yakınlığı, bazı hammaddelerin varlığı, önceden beri o pazara hâkim oluşu vb..) rekabet gücü yine de düşük kalıyorsa, o takdirde prim yoluyla destekleme yapılabilir ve yapılmalıdır.

    (1996)

  •  İş Yaratma için Politika Belgesi

    (Beyaz Nokta© Gelişim Vakfı Politika Belgesi Serisi v3.1, 19.04.2003)

    1. Giriş

    İş  Yaratmak, alışık olmayana garip gelen bir deyimdir. Genellikle, ihtiyaç olmamakla birlikte, zorunluk dolayısıyla tanımlanan işler için kullanılmaktadır.

    Buradaki şanssızlık, hem ve hem de yaratmak sözcüklerinin, çok farklı ve ters anlamlarda  kullanılabilmesinden doğmaktadır. “Başa iş çıkarmak“, “başa iş açamak“, “başka işi olmamak“, “bu iş burada biter“, “iş yok“, “işimiz iş” gibi  deyimlerdeki iş’in, burada kullanılan ve bir kişiye gelir sağlayan olmadığı, ancak bu şekilde açıklamalarla anlaşılabilmektedir.

    Aynı şekilde yaratmak sözcüğü de birbirinden farklı anlamlara işaret edebilmektedir. “Fırsat yaratmak“, “sebep yaratmak” gibi deyimler de, aslında ihtiyaç olmayan ama bir başka nedenle ortaya çıkarılan “fırsat” ve “sebepler”i anlatıyor.

    Ancak İş Yaratmak  burada, bu deyimlerdeki anlamları taşımamaktadır. Tıpkı bir eser yaratmak deyimindeki fayda ve gerekliliği vurgulamaktadır.

    Bir iş, gerçekten “yaratılabilir mi?”

    Bir şeyin yaratılabilmesi, genellikle “yoktan varetme” ile eşanlamlı kullanılır. İş Yaratma deyiminde ise, gereken şartlara sahip bir ortam içindeki zaten mevcut bileşenlerin bir araya gelmesinin temini yoluyla bir işin oluşturulması kastedilmektedir. Bu bileşenler zaten mevcut olmalıdır ve ancak bir araya gelmesi için ortam koşulları uygun hale getirilmelidir.

    Buna göre İş Yaratmak denilen süreç aslında, bir uygun ortam oluşturma sürecidir. Öyle bir ortam ki, iş’i meydana getirebilecek parçalar, bir mıknatısın demir tozlarını çekmesi gibi birbirlerini çeksin ve bir bütün olsunlar.

    İş elle dokunulur bir nesne değildir. Dolayısıyla bütün elle dokunulamayan şeyler gibi ancak etkileriyle anlaşılabilir.

    Yer çekimi, insan hakları gibi kavramlar da benzer şekilde etkileriyle anlaşılabilir. Bir cismin yere düşmesini sağlayan etki yer çekimi, bir kişinin fikrini ifade edebilmesini sağlayan etki insan haklarıdır.

    İş in varlığını belli eden etki de, bir kişiye gelir sağlamasıdır. Bu gelir az ya da çok olabilir. Buna göre iş de değişik isimler alır. Yüksek gelir getiren iş lere iyi iş, az çabayla yüksek gelir getiren işlere tatlı iş, ancak yüksek çaba ve risk gerektiren işlere de zor iş denilmesinin nedeni budur.

    Bir uğraşın bu teknik tanıma uyması ayrı, yasal ve ahlâki normlara uygunluğu ise tamamen ayrı bir konudur. Uyuşturucu madde ticareti ne yasal ne de ahlâki olmamakla beraber, yapana gelir sağladığı için teknik tanım dolayısıyla bir iştir.

    Bazı iş ler bir kişinin ailesiyle birlikte yüksek standartta yaşamasına imkan verebilecek bir gelir sağlayabilirken, bazı iş ler ancak ek gelir sağlayabilecek niteliktedir. Ama tanım itibariyle hepsi iştir.

    Gelir sağlamayan, ancak duygusal tatmin yaratan çabalara ise iş yerine, mesela uğraş vs demek daha doğrudur.

    2. İşin Bileşenleri

    Bir işin oluşması için biraraya gelmesi gereken 3 bileşen mevcuttur. Bunlar:

    1. Henüz kısmen veya tamamen tatmin edilmemiş ve edilebilmesi mümkün olan bir ihtiyaç,
    2. Bu ihtiyacın yerine getirilebilmesi için gereken beceri,
    3. İhtiyaçlar ve beceriyi, iş ortamının şartları içinde birleştirme becerisi demek olan girişimcilik.

    Bu üç bileşen, iş ortamı denilen ve belli koşullara sahip bir ortam içinde biraraya gelirse iş doğmuş (veya yaratılmış) olur. Bu ortam, şu koşulları sağlamalıdır:

    • Kamu yönetiminin ihtiyaç gördüğü şartlar, iş leri yapacak olanları caydırabilecek ağırlıkta olmamalıdır,
    • İşin gerektirdiği kaynaklar mevcut olmalıdır,
    • Girişimcinin bu kaynaklara ulaşabilmesi, pratik olarak mümkün kılınmış olmalıdır.

    Aşağıda, önce işin 3 bileşeni ve daha sonra da iş ortamının 3 şartı incelenmektedir.

    2.1.   Tatmin Edilmeye Hazır İhtiyaç

    Bir iş in vazgeçilmez parçasıdır. Bu ihtiyaç, dünyanın herhangi bir yerindeki ihtiyaç olabilirse de pratik olarak, girişimcinin yakın çevresindeki ihtiyaç ön planda gelir.

    Bu bazen kısmen tatmin edilmekte bulunan, fakat tatmin boşlukları bulunan bir ihtiyaç olabilir. Bir yerdeki insanların ihtiyacı olan ekmekleri sağlayan, fakat miktar, kalite ya da zamanlaması bakımından yetersiz fırınlar, tam karşılanamayan ihtiyaca örnektir.

    Ya da bu ihtiyaç henüz hissedilmeyen, fakat tanıtma yoluyla ortaya çıkarılabilecek bir gereksinim olabilir. Birçok yeni tüketim malı buna örnek olabilir.

    Girişimci, her iki tür ihtiyacın tesbiti için çeşitli yollar kullanabilir. Soruşturma, ürünün piyasaya az miktarda verilip deneme yapılması, uzman önerisine başvurma gibi yöntemler kullanılabilir.

    Bu amaçla kullanılan bir metod da “Bunu Yapabilir misiniz Sergileri“dir. Bir sergi düzenlenir, kişi ve kurumlardan ihtiyaçlarının birer örneğini sergide teşhir edip tanıtmaları istenir. Sergiyi dolaşan girişimciler, buradan çeşitli iş fikirleri üretebilirler. 1974 Kıbrıs harekâtından sonra TSK tarafından düzenlenen bu tür sergiler, günümüz KOBİ’lerinin temelini oluşturmuştur.

    Bir diğer yöntem, belli bir çevredeki insanların sorunlarını saptayıp, bu sorunlar üzerine iş fikirleri inşa etmektir.

    Örneğin, bedensel özürü bulunan insanların ulaşım ihtiyacı bir sorundur. Bir girişimci, bu kişiler için bir taşıma imkanı yaratıp, bir miktar maliyetinin de yerel idare ya da bir gönüllü kuruluş tarafından karşılanmasını istese, buradan bir iş imkânı doğabilir. Ya da görmeyen insanların günlük gazete okumaları bir sorun ise, bir girişimci bir okuma servisi kurarak bundan para kazanabilir.

    Veya işsizliğin kendisi bir sorun olduğuna göre İş Yaratmak bir girişimci tarafından ele alınabilir (bu dokümandaki yöntemler kullanılarak). İngiltere’de bir kuruluş (JCL Ltd.) bunu yapmıştır.

    Özet olarak, tatmin bekleyen ihtiyaçlar, işlerin kaynağıdırlar.

    Girişimcinin ilk niteliği, bir gözlemci olması, çevresindeki sorunları, tatmin bekleyen ihtiyaçları görebilmesidir. Girişimcinin başarısı, bu saptamayı yaparken gösterdiği gerçekçiliğe bağlıdır. Gelir düzeyi yeterli olmayan bir ortamda kedi bisküviti satmaya kalkan bir girişimci sonuçta, kendisini bisküvitleriyle doyurmak zorunda kalabilir.

    Tatmin bekleyen ihtiyaçlar bazen garip görünüşlü, çevre tarafından yadırganan sorunlara dayalı olabilir. Başarılı girişimcilerin çoğu da böyledir. Örneğin, büyük hesap tablolarının yatay ve düşey toplamlarının tutturulması sorunu, 1978 yılında Visi Calc  adlı bilgisayar programını yazan genç çocukları dolar milyarderi yapmıştır.

    Ya da, bir çok yere mektup yazmak isteyen kişilere adres satmanın düşünülmesi de böyledir. Egzos gazını temizleyerek çevre kirliliğinin önlenmesi yine bir sorun yoluyla para kazanmanın örneğidir.

    Bir yörede iş yaratılacağı zaman kullanılan bir yöntem de, o yöreye yöre dışından giren mal ve hizmetlerin tesbitidir. Eğer o mal ve hizmet(ler)in yöre içinden temini, maliyet, teslim süresi, kalite vs yönünden kolaylık sağlıyorsa, bir çok iş fikrine ulaşılmış demektir. Bunu Yapabilir misiniz Sergileri bu amaçla da kullanılabilir.

    İş yaratma organizasyonları (genellikle Girişim Destekleme Ajansları –Enterprise Agency– olarak adlandırılır) tarafından düzenlenebilecek bu tür sergiler, bir çok yeni işin kaynağı olurlar.

    Sonuç olarak denilebilir ki, bir ortamda yaratılabilecek iş sayısı, bu ortam içindeki kişi ve kuruluşların ihtiyaç potansiyeli ile doğru orantılıdır. O halde kişilerin,  ihtiyaçların farkına varması sağlanmalı (eğitim, tanıtma vb yollarla) ya da henüz oluşmamış ihtiyaçlar tahrik edilmelidir.

    Girişimcilere, hangi alanlara bakmaları gerektiğini hatırlatmak üzere -o alanlarda mutlaka ihtiyaç var demek değildir-, potansiyel iş fikirlerini açıklayan yayınlar mevcuttur. (BNGV kütüphanesinde 1000 dolayında iş fikrini içeren Potansiyel İşler Kılavuzu bulunmaktadır).

    Bir Girişim Destekleme Ajansı’nın önemli işlevlerinden birisi, ait olduğu yöre için geçerli olabilecek iş fikirlerinin derlenip yayımlanmasıdır.

    2.2.   İhtiyacı Tatmin Edebilecek Beceri

    Bir işin ikinci önemli parçasıdır. Bir toplumdaki insanların becerileri ne kadar gelişmişse, yaratılabilecek işlerin hacmi de o denli fazladır. Bir kişiye kazandırılan beceri, o kişinin yeni mal ve hizmetler arzetmesine, onu pazarlamasına, dolayısıyla çevrenin o mal veya hizmete ihtiyaç duymasına sebep olabilir.

    Örneğin bebek bakıcılığı becerisi kazanan bir öğrenci derhal bu becerisinden etrafını haberdar etmeye kalkacak ve belki o güne kadar böyle bir hizmet olmadığı için bu hizmeti kullanmayanlar da talepte bulunmaya başlayacaklardır. Vitrinlerde pazarlanan yeni ithal edilmiş mallara, bir çeşit “ithal beceri” gözüyle bakılabilir. Bunların alıcı buluyor olması, bu güne kadar bu ihtiyaçların tatmin edilmeyi beklediğini gösterir. Beceri öylesine sihirli bir kavramdır ki, kendi ihtiyacını kendi yaratan bir mal gibidir. Dolayısıyla İş Yaratmanın en kolay yollarından birisi, kişilere yeni beceriler kazandırılmasıdır.

    Kazandırılan beceri ne kadar karmaşık (sofistike) ise sağlayabileceği gelir de o denli yüksektir. Tabii ki o becerinin, gerçekten duyulan -ya da hatırlanabilecek olan- bir ihtiyaca karşı gelmesi şartıyla!

    Bir toplumdaki iş hacmi, o toplumdaki kişilerin ortalama beceri düzeylerine –beceri dokusu denilebilir- bağlıdır.

    Belirli bir beceri düzeyine sahip bir kişinin sağlıyabileceği gelir, bu düzeye bağlıdır.

    Eğer kişi -ya da toplum- herhangi bir yolla, sahip olduğu beceriye karşı gelen gelir düzeyinden daha yüksek bir gelir elde ediyorsa bunun anlamı, diğer bazı kişilerin de hak ettiklerinden daha az kazanıyor olmalarıdır. Yani bir çeşit haksız kazanç vardır.

    2.3.   “İhtiyaç”larla “Beceri”yi Birleştirme Yeteneği = Girişimcilik

    Bir işin üçüncü, ama en önemli parçasıdır. Girişimciliğin en önemli unsuru ise, etrafına bakmayı bilme yeteneğidir. Buna yetenek denilebileceği gibi, sonradan kazanılabilecek bir beceri de denilebilir. Çevresindeki sorunlara birer iş  imkânı olarak bakabilen, kişi ve kurumların dile getirmedikleri ihtiyaçlarını saptayabilen kişiler gerçek girişimcilerdir.

    Yolları su bastığı zaman, ayakkabısının ıslanmasını istemeyenleri bakışlarından tanıyıp onları sırtta karşıya geçirenler, basit de olsa birer girişimcidirler. Ya da insanların şehirlerin havasından bunaldığını tahmin ederek dağ yürüyüşü turları düzenleyenler de yine girişimcilerdir. Benzer şekilde, şehirlerin kalabalığı dolayısıyla kurye işlerinin aksadığını görüp, motosikletli öğrenciler tarafından paket ulaştırma servisi veren kişiler de girişimcilerdir.

    Sorunları birer imkân haline dönüştürmek, bir kişinin en değerli niteliğidir. Aynı olgu, toplumlar için de geçerlidir. Yüksek işçi ücretleri sorununu bir avantaj gibi kullanarak, Dünyanın en gelişmiş robot endüstrisini kuran ve işçilere de bunların tasarım, üretim, programlama ve bakım işleri gibi daha üst fonksiyonları yapabilecek becerileri kazandırıp, verdikleri yüksek ücretlerin bu defa tam karşılığını almayı becerebilen Japonlar bu duruma en iyi örnektir.

    Girişimciliğin bir diğer özelliği riske katlanabilmektir. Sürekli ve fakat düşük bir gelire katlanmak yerine kendi işinin sahibi olarak bazen düşük (hatta hiç) ama bazen de yüksek gelir riskini üstlenebilmek, bir girişimcinin değişmez özelliğidir.

    Bu açıdan bakıldığında, sürekli gelir sağlayan işler, bir bakıma o işlerde çalışanların en önemli kaynağını (risk alma yeteneğini) sürekli aşındıran birer törpüdür. Özellikle kamu görevleri, bu bakımdan kayda değerdir.

    Bu önemli sakıncayı ortadan kaldırmak için önlem geliştiren ülkelerde, girişimciyi cesaretlendirmek için belli bir süre (1 yıl gibi), sabit bir ücretle desteklemek gibi yöntemler kullanılmaktadır (İngiltere’deki Enterprise Allowance Scheme  gibi).

    Girişimciliğin bir bölümü aileden ve sosyal çevreden gelirse de bir bölümü eğitimle pekiştirilebilir. Özellikle İş Yaratmayı bir iş haline getirmiş ülkelerde bu amaçla uygulanan programlar mevcuttur. (A.B.D.’de kullanılan PACE- Program for Acquiring Competence on Entrepreneurship – Girişimcilikte Yeterlik Kazandırma Programı).

    2.4.    İş Ortamı

    İşi oluşturan bu 3 unsur –ihtiyaç, beceri ve girişimcilik-, iş ortamı adı verilen bir ortam içinde bulunur. Eğer bu ortam uygunsa iş oluşur, değilse oluşmaz. İşin doğması için bu ortamın yerine getirmesi gereken 3 koşulun durumuna gelince:

    2.4.1.  Kurallar Caydırmamalı

    Kamu yönetimi, kamu düzenini sağlayabilmek için bazı kurallar, sınırlamalar koymak zorundadır. Eğer bunlar çok fazla, girift ve uygulamaları keyfiliğe açıksa girişimciler iş kurmaktan vazgeçerler.

    İş kurma sırasında alınması gerekli izinler, ruhsat işlemleri ile iş lerin yürütümü sırasındaki vergi, beyanname vb işlemler girişimciyi caydıran engellerdir.

    Uygun bir iş ortamının en belirgin özelliği, girişimcinin önündeki engellerin azlığıdır. Özellikle kamu görevlilerinin, kendilerini girişimcilerin denetçisi veya amiri gibi değil, onların işlerini kolaylaştırıcı yardımcılar olarak görmesi son derece önemli bir ihtiyaç hatta bir zorunluktur.

    Bu çerçeve içinde işareti gereken ve son derece yaygın olarak yapılan bir yanlış vardır: Kamu adına kural koyanlar genellikle, bazı suistimalleri önlemek, kötü niyetli bazı girişimcilerin kuralların boşluklarından yararlanarak haksız kazanç sağlamalarına engel olmak için, işleri zorlaştırıcı ek kurallar koyarlar. Bunlar delindikçe yeni ek kurallar getirilir. Bunlar, kötü niyetlileri engelleyemez. Çünkü onların işi kuralları kötüye kullanmaktır. Ama diğer yandan dürüst girişimciler bundan büyük zarar görürler, bir kısım girişimciler de tamamen cayarlar. Özet olarak, İş Yaratma konusunda uygun ortam oluşturmak için, girişimcilerin önlerindeki engeller kaldırılmalıdır (Müteşebbisler Klübü (derneği)nün yayımlamış olduğu GİRİŞİMCİLİĞİN ÖZENDİRİLMESİ  adlı çalışma dokümanı, bu alanda yapılması gerekenlerin başlıklarını sıralamaktadır.)

    2.4.2. Kaynaklar Mevcut Olmalı

    Uygun ortamın ikinci koşulu, gerekli kaynakların mevcut olmasıdır. Bir iş in gerektirdiği kaynaklar çok sayıdadır.

    İlk bakışta kaynak denilince para akla gelirse de bu doğru değildir. Hattâ para, kolay temin edilebildiği takdirde, girişimciyi yanıltan, diğer gereklerin yerine getirilmesini ihmal ettirebilen bir unsurdur. Bir girişim parasız başarılı olamaz. Ama yalnız para ile de kati surette başarılı olunamaz. Paradan başka hiçbir kaynağa ihtiyacı olmadığına inanmış bir girişimciyi batmaktan koruyabilecek tek şansı, arzuladığı parayı bulamamasıdır.

    Bununla beraber, finansman kaynakları mevcut, fakat belli şartlar -gerçekçi bir iş planı gibi- yerine gelmemişse erişilemez olmalıdır. İyi bir girişimci, ihtiyaç olan diğer kaynaklar gibi parayı da bulabilen girişimcidir. Bir iş plânı için aranan para bulunamıyor ise ilk kuşkulanılması gereken, paranın yokluğu değil, para arama becerisinin yokluğu ya da bu değilse bizzat iş planının yetersizliği olmalıdır.

    Girişimci için önem taşıyan kaynakların bütününe  ÇOK YÖNLÜ DESTEK (ÇYD) denilebilir. Bunun içinde, işini doğru yönetebilmesi için bilmesi gerekenleri öğrenebileceği eğitim kaynakları, teknolojik desteği alabileceği kaynaklar (patent kütüphaneleri, bilgi erişim imkanları, teknik danışma hizmetleri gibi), tek başına istihdam edemeyebileceği uzman personeli temin edebileceği bir sistem yer almaktadır. Çok sayıda uzman kişi çalıştıran ve bu kişilerin bazı boş zamanlarını, girişimcilere yardım (ücretsiz ya da düşük ücretle) olarak sağlayan büyük kuruluşlar yoluyla sağlanması, gelişmiş ülkelerde alışılmış bir yoldur (secondment).

    Girişim Destekleme Ajanslarının bir fonksiyonu da bu ÇYD ortamını oluşturmaktır. Her yörenin ihtiyaç profili ve girişimci profili birbirinden farklı olduğu için, tüm ÇYD unsurlarının tek kuruluş (ve özellikle bu işle görevlendirilmiş bir kamu kuruluşu) tarafından karşılanmaya çalışılmaması  hayati önem taşımaktadır. Aksi halde bu, hiç bir destek sağlamamaktan daha kötüdür.

    ÇYD ortamının vazgeçilmez -ama çok dikkatli kullanılması gereken- kaynağı paradır. Girişim Sermayesi (venture capital), düşük faizli kredi ve hibe gibi mali imkanlar, kurulacak işlerin yakıtı durumundadır.

    2.4.3. Kaynaklar Erişilebilir Olmalı

    Nihayet uygun iş ortamının üçüncü koşulu, bu ÇYD kaynaklarının pratik erişilebilirliğidir.

    Tüm koşulları kağıt üzerinde sağlanmış olan, fakat pratikte kullanımı uzun formalitelere ya da uygulayıcıların keyfiliğine bağlanmış bir ÇYD sistemi yok demektir. İş Yaratmak için yukarıda sıralanan ve 3+3 şeklinde formüle edilebilecek unsurlar toparlanırsa:

    İhtiyaç – Beceri – Girişim ve
    Az engel – Kaynakların varlığı – Kaynakların erişilebilirliği

    olarak özetlenebilir,

    3.      Bu Yolla Yaratılan İşin Yaşama Şansı

    Bir işin yaratılması ile yaşaması iki ayrı özelliktir. Her yaratılan iş, yaşayabilir demek değildir. Nitekim bütün ülkelerde, yaratılan işlerin bir bölümü batmaktadır. Önemli olan yaratılan “net iş” sayısıdır.

    Yaratılan bir işin batmaması için ise gereken iyi yönetim ve uygun ortam şartları, ÇYD ortamının birer tabii sonucudur. Bunun dışında bir öğe ise nihai olarak bir işin ayakta kalıp kalamıyacağını belirlemektedir: Innovation  yani  buluşçuluk!

    Bir anlamda sürekli olarak yeniye doğru değişme demek olan innovation, bir girişimin ayakta kalıp kalamıyacağını belirleyen önemli bir faktördür. Innovation, genellikle teknolojik alan için geçerli sanılırsa da burada kastedilen her alanda sürekli iyiye doğru değişimdir. Yönetimde, teknolojide, pazarlamada, ilişkilerde velhasıl iş ile ilgili her şeyde!

    Başkalarının daha iyi yaptığı bir işten hiç kimse para kazanamaz, kazanmaması doğrudur da. Bir işi başkalarından daha iyi yapmanın yolu ise sürekli iyiye doğru değişmeden geçmektedir. Yani  innovation‘dan!

    4.      İş yaratma araçları

    Yukarıda açıklanan genel çerçeve içinde şu soru’nun yanıtı arandığında, birbirinden farklı ve birbirlerinin boşluklarını örtebilecek şekilde çeşitlendirilmiş “iş yaratma araçları”nın oluşturulması ve oluşturulanların da bir birbirleriyle uyum içinde kullanılmaları gerekir. Soru şudur: “kimler için iş yaratılmak isteniliyor?”

    Soru derhal, yaratılacak işlerin -dolayısıyla da bunları yaratma araçlarının geniş bir alana yayılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Örneğin bir yanda yaşlı, bedensel özürlü ve bir becerisi bulunmayan insanlara, diğer yanda ise yüksek teknoloji konusunda eğitim görmüş, yüksek katma değer üretebilecek gençler için işler -daha doğrusu iş yaratabilme ortamları- yaratılmalıdır.

    Buna göre aşağıdaki başlıklar -Ekim 1987’de Devlet Bakanlığı tarafından yayımlanan İstihdam Politikası’nın revize edilen dizin kısmından alınmıştır- bu çeşitli alanlar için araçların neler olabileceğini göstermektedir:

    4.1.      Mali teşvik araçları

    4.1.1.    Ek istihdam için ücret sübvansiyonu

    4.1.2.    Küçük girişimci vergi yükünün azaltılması

    4.1.3.    Risk sermayesi

    4.1.4.    Bankaların iş kurma kredisi sistemi oluşturması

    4.2.      Organizasyonel araçlar

    4.2.1.    İstihdamı Geliştirme Yüksek Koordinasyon Kurulu teşkili

    4.2.2.    İş Vakfı kurulması

    4.2.3.    Çalışma Genel Müdürlüğünün reorganizasyonu

    4.2.4.    Küçük Girişimler İdaresi kurulması

    4.2.5.    Girişimciler Klübü kurulması

    4.2.6.    Üniversitelerde girişimcilik klüplerinin kurulmasının özendirilmesi

    4.3.      Uluslararası işbirliği araçları

    4.3.1.    OECD ile işbirliği

    4.3.2.    BM ile işbirliği

    4.3.3.    Avrupa Konseyi ile işbirliği

    4.4.      İstihdam bilinci geliştirme araçları

    4.4.1.    Kamuoyunun doğru kavramlar çevresinde yönlendirilmesi

    4.5.      Mevzuat araçları

    4.5.1.    İstihdam ortamının geliştirilmesi için mevzuat

    4.5.2.    Küçük girişimlerin tabi olduğu mevzuatın basitleştirilmesi

    4.5.2.1.   Ruhsat mevzuatı basitleştirme

    4.5.2.2.   İşletme mevzuatının basitleştirilmesi

    4.5.3.    İstihdamı güçleştiren mevzuatın değiştirilmesi

    4.6.      Nitelik geliştirme araçları

    4.6.1.    Mevcut işsizlerin niteliklerinin yükseltilmesi yoluyla istihdam imkanlarının artırılması

    4.6.1.1.   Beceri Kazandırma Programları (BKP)

    4.6.1.1.1.  Devlet eliyle yürütülecek olan BKP

    4.6.1.1.2.  Özel girişimciler eliyle yürütülecek olan BKP

    4.6.1.1.3.  Özel sektörün düzenleyeceği BKP

    4.6.1.2.   BKP için görsel-işitsel eğitim araçları geliştirilmesi

    4.6.1.3.   Bedensel engelliler için meslek merkezleri kurulması

    4.6.1.4.   Çekirdek beceriler (core skills) programı

    4.6.2.    Çalışanların niteliklerinin yükseltilmesi için BKP

    4.5.4.    Bilgisayar Destekli Eğitim (BDE) yoluyla eğitimin yaygınlaştırılması ve kalitesinin geliştirilmesi

    4.7.      İstihdam rehberliği araçları

    4.7.1.    Meslek seçimi için rehberlik sistemi kurulması

    4.7.2.    İş aramada rehberlik sistemi kurulması

    4.5.5.    İş ve işçinin buluşturulması sisteminin geliştirilmesi

    4.8.      İş kurma araçları

    4.8.1.    Girişimcilik eğitimi

    4.8.2.    Girişim Destekleme Ajansları (şirketleri)

    4.8.3.    Tekno-parklar kurulması

    4.8.4.    Kamu kurum ve kuruluşlarının Kendi İşini Kurmak (KİK) isteyenleri desteklemeleri

    4.8.4.1.   KİT’lerin destek sağlamaları

    4.8.4.2.   Belediyelerin KİK isteyene destek sağlamaları

    4.8.4.3.   Valiliklerin (İl Özel İdareleri) KİK isteyene destek sağlamaları

    4.5.6.    Franchising (imtiyaz) sistemi

    4.9.      İstihdam anlaşmaları

    4.5.7.    Özel sektörle yapılacak iş yaratma esaslı anlaşmalar

    4.10.   Emek-yoğun istihdam anlaşmaları

    4.10.1. El halıcılığının geliştirilmesi

    4.10.1.1.Türk El Halıcılığı (TEH) Geliştirme Projesi

    4.10.1.2.Türk Halıcılık vakfı

    4.10.1.3.Devlet Bakanlığı- Kültür ve Turizm Bakanlığı TEH Projesi

    4.10.2. Kürk hayvancılığının geliştirilmesi

    4.10.2.1.Kürk hayvancılığının özendirilmesi

    4.10.2.2.Kürk dikiminin özendirilmesi

    4.10.3. Kıymetli taş işçiliğinin geliştirilmesi

    4.10.4. Mermerciliğin geliştirilmesi

    4.10.5. El sanatlarının geliştirilmesi

    4.10.6. Özel bayındırlık projeleri

    4.10.7. Yol yapımında parke taş kullanımının özendirilmesi

    4.10.8. Yazılım ihracının özendirilmesi

    4.5.8.    Emek yoğun uğraş köylerinin kurulması

    4.11.   İşgücü piyasası bilgi sistemi araçları

    4.5.9.    İşgücü piyasası bilgi sistemi kurulması

    4.12.   Tasarruf araçları

    4.12.1. Ucuz konut yapımının özendirilmesi

    4.12.2. Çok amaçlı mobilyanın özendirilmesi

    4.12.3. Beslenme bilinçlendirilmesi

    4.12.4. Isı tasarrufu projeleri

    4.12.4.1.Yüksek verimli soba projesi

    4.12.4.2.Konutların ısı yalıtımlarının özendirilmesi

    4.12.4.3.Sanayide enerji tasarrufu

    4.12.4.3.1. Atık ısı geriye kazanma

    4.12.4.3.2. Atık enerjinin tarifeye bağlanması

    4.12.5. Tasarruf bilincinin geliştirilmesi

    4.12.6. Parasal tasarrufların özendirilmesi

    4.12.6.3.Pozitif faiz uygulanması

    4.12.6.4.Sermaye piyasasında “rating” (derecelendirme) merkezinin oluşturulması

    4.13.   İstihdamı koruma araçları

    4.13.1. İşsiz kalmak durumnda olan kişilere kendi işlerini kurabilecekleri bir ortamın yaratılması programı

    4.13.2. Yönetim teknikleri eğitimi

    4.13.3. Audit (denetim) şirketleri kurulması

    4.13.4. İşgören-teşebbüs ortaklığı projesi

    4.13.5.Kriz yönetimi şirketlerinin kurulması

    4.14.   Bilgi toplumu oluşturma araçları

    4.14.1. “Bilgi” hakkında genel bilinç yaratılması

    4.14.2. Bilgisayar piyasasının liberalizasyonu

    4.14.3. Enformasyon Teknolojisi Merkezi (TETM)

    4.14.4.Uluslararası bilgi ağlarına bağlanmak

    4.15.   İstihdam konularına bilgi desteği sağlama araçları

    4.15.1. Yabancı ülke yayınlarının izlenmesi

    4.15.2. Üniversitelerin istihdam konularına yönlendirilmesi

    4.15.3.İstihdam bilgileri dokümantasyon sisteminin oluşturulması

    4.16.   Enformasyon desteği sağlama araçları

    4.16.1. Türkiye hizmet envanteri sistemi kurulması

    4.16.2. Patent arşivleri sistemi kurulması

    4.16.3. Üniversite mezunları için iş arama rehberi oluşturulması

    4.16.4.Destek literatürünün getirilmesi

    4.17.   Hızlı nüfus artışı ile ilgili araçlar

    4.17.1.Hızlı nüfus artışı nedenlerinin analizi ile bu nedenlere yönelik bir çözüm paketinin geliştirilmesi

    4.18.   Rekabeti önleyen unsurların giderilmesi için araçlar

    4.18.1. İthalatta korumacılık yönetimi

    4.18.2.Belli iş kollarında iş yapmayı yasaklayan hususların giderilmesi

    4.19.   Enflasyon ile mücadele araçları

    4.19.1. Genel araçlar (bkz. BNGV Politika Dokümanları dizisi: Enflasyonla Mücadele)

    4.19.2. Spiral etki (Çığ Etkisi) araştırması (bkz. https://tinaztitiz.com/3847/3847/ )

    4.20.   Bilim ve Teknolojiyi geliştirme araçları

    4.20.1.Bilim ve Teknoloji Politikası dokümanının onaylanması

    4.21.   Üretimin teşviki araçları

    4.21.1. Kapasite kullanımının artırılması

    4.21.1.3.kapasite kullanımını sınırlayan nedenlerin analizi

    4.21.1.4.Pazarlamanın geliştirilmesi

    4.21.1.5.vardiyalı çalışmanın özendirilmesi

    4.21.2. verimlilik ve üretkenliğin artırılması

    4.21.2.3.İş tanımları ve iş gereklerinin hazırlanması

    4.21.2.4.Planlı bakım-onarım faaliyetlerinin özendirilmesi

    4.21.2.5.İş standartları bilgi bankasının kurulması

    4.21.2.6.Teşvikli ücret sistemlerinin özendirilmesi

    4.21.2.7.verimlilik, eğitim ve danışmanlık şirketlerinin özendirilmesi

    4.21.2.8.Hizmet içi eğitim sistemlerinin kurulması ve işleyişinin özendirilmesi

    4.22.   Bölgesel potansiyellerin harekete geçirilmesi araçları

    4.22.1.Yerel potansiyel değerlendirme sisteminin kurulması

    4.23.   Küçük girişimlerin özendirilmesi araçları

    4.23.1. Yurtdışı müteahhitlik firmalarının yurt içinden alım yapmalarının özendirilmesi

    4.23.2. Sanayi sitelerinde  Yönetimi sağlanmış İşyerleri (managed workshops) kurulması

    4.23.3. Küçük girişim vergi yükünün azaltılması (bkz. 4.1.2)

    4.23.4. Küçük girişimin tabi olduğu mevzuatın basitleştirilmesi (4.5.2)

    4.23.5. İş kurma araçları (4.8)

    4.23.6. İşsiz kalmak durumunda olanlara kendi işlerini kurabilecekleri ortamın yaratılması (4.13.1)

    4.23.7. Patent arşivleri kurulması (4.16.2)

    4.23.8.İş yapmayı sınırlayan hususların giderilmesi (4.18.2)

    4.24.   Ekonomik büyüme araçları

    4.24.1.Genel ekonomik büyüme araçları

    4.25.   Yatırımların hızlandırılması araçları

    4.25.1. Yatırımların ek finansman yolu ile hızlandırılması

    4.25.2.Proje zamanlama ve izleme sistemi kurulması

    4.26.   İşgücü piyasasının esnekleştirilmesi araçları

    4.26.1. Kişilerin iş değiştirmelerinin kolaylaştırılması

    4.26.2.Çalışmakta olanlara kendi işini kurma yardımı yapılması

    5.      Sonuç

    Bir iş in yaratılması için gereken koşullar buraya kadar özetlenmiştir. Görüleceği üzere bu süreç basit değildir. Bu süreci karmaşık ve meşakkatli bularak reddedenler bulunabilir.  Bunların bir bölümü başka yollarla gelir sağlayabilirler de!

    Ancak bir toplum için, bugünün acımasız rekabet dünya’sında varlığını sürdürebilmenin bundan başka yolu mevcut değildir.

    Azgın deniz dalgalarıyla başa çıkmanın en kolay yolu onlara direnmek değil, onunla birlikte hareket etmeye çalışmaktır. Bugün, ister kişiler ister toplumlar düzeyinde olsun bu gerçeğin farkında olanlar ayakta kalacaklar, farkına varamayanlar ise varlıklarını sürdüremiyeceklerdir. Tarih bunu doğrulamaktadır. (Rev. 2.1, Nisan 2003)

  • türban

    Başörtüsünü, kendilerinin “doğru”,”iyi” ve “güzel” değer yargısı tercihlerini “sergilemeyi” ifade eden bir ideolojik simge olarak kulanabilmek için, aynı başörtüsünü ideoloji dışındaki amaçlarla –inancı gereği saçını göstermemek,soğuktan korunmak, saç dağınıklığını gizlemek ve bu gibi-kullananların arasına karışanlar, yarından itibaren bu “perde kullanma” yönteminden vazgeçseler ve belirli bir formdaki -mesela-“yüzük”leri kullanmaya başlasalar acaba neler olur? Bu konuda ne Anayasa Mahkemesi kararı ve ne de üzerinde uzlaşılmış bir “bu, şu demektir?” yargısı bulunmadığına göre, bu “tanıma yüzükleri“ni yasaklamak ya da en hafifinden tavır koymak mümkün olamayacaktır. Hattâ daha ileri giderek, olası bir yasaklama halinde simgeyi değiştirip bir yenisini -mesela rozetleri sağ yakaya takmak, kafa tokuşturarak selamlaşmak gibi- ortaya sürmek de mümkün olabilecektir. Kolayca anlaşılabileceği gibi bu tür simgelerle başa çıkmanın -zora başvurmaksızın- bir yolu yoktur. Peki, düşünce ve inançlarını simgeler yoluyla açığa vurma isteğinin altındaki -bu denli mücadeleyi besleyebilen- güçlü neden nedir? Bu soru’nun yanıtı, çok aşına olduğumuz bir kavramla ilgilidir: “koşullandırma”!. Bir ideolojinin simgelerinin yeterli sıklıkta tekrarlanması, giderek ideolojinin özünün de benimsenmesine yol açmaktadır. Tarihte hemen tüm ideolojiler bu tür simgesel koşullandırma aracını kullanmışlardır. Simgeleri -isteyerek ya da görüntüyü kurtarmak amacıyla- kullanmayı seçenler, direnenler ya da kararsızlar için önemli bir baskı aracı olabilmektedir. Güçlüden yana olmak insanoğlunun önemli bir zafiyetidir. Dolayısıyla, bir ideolojiyi yaymak isteyenlerin ilk adımı onun simgeleri konusunda koşullandırma yaratmaktır. Ama bu kesinlikle bir nihai hedef değildir, hatta nihai hedef açısından komik denecek kadar anlamsızdır da. Esas satılmak istenilen ideolojinin özüdür ve bu öz satılmadıkça -ya da bu yolda çaba harcanmadıkça- simgelerle uğraşmak aptalcadır. Başörtüsüne karşı olanların gerçekteki endişesi ise tabii ki başörtüsünün kendi olmasa gerekir. Gerçek endişe, “kimsenin kendi inancını başkasına kabul ettirmeye -hiç bir yolla- zorlamadığı” bir ortak yaşam biçimi olan laik yaşamın bir yolla -kanlı ya da kansız- değiştirilmesidir. Son derece esnek bir ideolojik koşullandırma aracı olan simgelerle -orta ve uzun vadede- başa çıkılamayacağına göre, bu simgelerle atbaşı yürütülen “öze ilişkin çabalar“a dikkat edilmelidir. Simgesel çabalar aslında bu “öze ilişkin çabalar” için mükemmel bir perdeleme yaratırlar. Öze ilişkin çabalar, simgesel çabalar gibi “ince” değildir ve tarihteki tüm ideolojik mücadeleler hep aynı şu kaba aleti kullanagelmişlerdir: kendi düşüncesini dayatmak! Bu ise ya doğrudan ya da aşamalı -önce tek tip düşünme biçimi sonra tek tip düşünce- olarak yapılmaktadır. Başarılı(!) totaliter ideolojilerin hemen hepsi bu “aşamalı” yöntemi kullanmışlardır. Buradan, totaliter rejim çabalarına karşı uygulanabilecek hemen hemen tek mücadele yöntemi de ortaya çıkmaktadır. Bu, hangi yolla olursa olsun ve ne denli sevimli ve çağdaş olursa olsun tek tip düşünme ve tek tip düşüncenin dayatılmasını reddetmektir. Dini ya da siyasi hangi ideoloji olursa olsun, tek tip düşünme ve düşünceyi ister simgesel koşullandırma ister siyasi dayatma ister kanlı ister kansız olarak sevdirmeye, ikna etmeye, alıştırmaya, zorlamaya çalışmamalıdır. Toplumumuz, birkaç ana fay hattı boyunca kamplara ayrılmışlardır. Bunların başında da “laikler” ve “dindarlar” gelmektedir, daha doğrusu kendilerine bu adları vermektedirler. Her iki kesim de küçük(!) bir farkla yukarıdaki satırlara yürekten katılacaklardır: “bizim gibi düşünmek kaydıyla kimse kimseyi zorlamamalıdır, çünkü bizim doğrularımız, iyilerimiz ve güzellerimiz, onlarınkinden daha doğru, iyi ve güzeldir!”. Peki şimdi bir soru: simgelerle başa çıkmanın güçlüğünü, başörtüsünün ardında belirli bir dünya görüşünü yaymanın esas hedef olduğunu, esas mücadele edilmesi gerekenin “düşünme biçimi ve düşünce dayatması” olduğunu, başörtüsüne karşı olanlar bilmiyorlar mı? Başörtüsüne karşı olanlar tek kişi değildir. İçinde bunu düşünememiş, sadece göbeğini açamayacak olmanın endişesini taşıyanlar da bulunabilir. Nitekim laikliğin talihsizliği denilebilecek bu kişilere göre şeriat düzeninin kaybettireceği, meyhanelerin, genelevelerin ve porno TV kanallarının kapatılacak olmasından ibarettir. Ama laik kesim içinde yukarılardaki basit akıl yürütmeyi yapabilenlerin çoğunlukta olduğu da neredeyse kesindir. Peki o zaman niçin başörtüsü gibi, Batılıların deyimiyle bir “hayalet sorun” ile uğraşıyorlar da, tek tip düşünme biçimi ve düşüncenin öğretildiği ve öğretilen insan sayısı arttıkça da başarı kazanıldığının sanıldığı alana, yani eğitim alanına gözlerini çevirmiyorlar? En çağdaş öğretimlerin yapıldığı söylenen okullarımızda, üniversitelerimizde öğretilenlerin doğruluğundan kuşkulanan insan sayısı acaba kaç kişidir? Bu soru’nun yanıtı pek basit değildir. “Bizi yönetenler düşünen insan istemiyor” ya da “biz soran sorgulayan çocuklar yetiştiriyoruz ama vs” kolaycılıklarını bir kenara bırakıp bu soruyu düşünelim. Tekrar soralım. Bu soru ile oynayalım. Bu soruyu gerçekte hiç sormadığımızı söyleyenler olursa onlara kulak verelim. Kendi doğru, iyi ve güzel değerleri yolunda çocukları koşullandırmanın ne demek olduğunu ve nelere yol açtığını görmeye çalışalım. Ve lütfen, “peki ama nasıl?” diye sormayalım. Önce, doğru zannederek bugüne kadar yapmaya çalıştıklarımızın ve yapmaya halen devam ettiklerimizin aslında mücadele ettiğimizi sandığımız bağnazlıkları besleyen esas yakıt olduğu trajedisine yüreğimizi dayandırmaya çalışalım.

    25 Mayıs 2012

  • SORULAR YANITLARDIR!

    ·         Sorular cevaplardır..Yeter ki doğru sorulsunlar.

    ·         “Soru sormak” ile ilgili kimi sözler:

    • Kişi, sorabilmek için okumalıdır. Franz Kafka
    • Doğru soruları bulunuz. Cevapları icadetmenize gerek kalmayacak, mevcut cevapları bulacaksınız. Jonas Salk
    • Sorma eğilimi edinmiş kişiler ve sorma kültürü yaratabilmiş kurumlar başarılı olacaklardır. Anonim
    • İş idaresi okulları ve sayısız kitap, istatistik, örgütlenme, değişim yönetimi gibi konuları öğretirken, soru sorma sanatı hakkında çok az işe yarar görüş kazandırılar. Anonim
    • Aşikar olanın irdelenebilmesi için çok sıradışı bir akıl gerekir. A.N.Whitehead
    • Önemli olan sorgulamayı kesmemektir. Merak, varoluş için kendinin sebebidir. A.Einstein
    • Bilmemek kötüdür, bilmeyi arzu etmemek daha da kötüdür. Nijerya atasözü
    • Sağduyulu bir soru bilgeliğin yarısıdır. F.Bacon
    • İyi sorular kolay cevaplardan üstündür. P.Samuelson
    • Etkili lider doğrudan emir vermez soru sorar. Dale Carnegie
    • Cehalet asla soru üretmez. B.Disraeli
    • Hiç kimse, sormayı durdurana kadar gerçek bir aptal olmaz. Charles Steinmetz
    • Akıllı bir kişinin soruları, yanıtların yarısını içerir. Solomon Ibn Gabirol
    • İfade ettiğim her cümle bir belirtim olarak değil bir soru olarak anlaşılmalıdır. Niels Bohr
    • Bir insanın zeki olup olmadığını yanıtlarından anlayabilirsiniz. Onun bilge olup olmadığını ise sorularına bakarak söyleyebilirsiniz. Naguib Mahfouz
    • Yanıtlarım için sorularınız var mı? H.Kissinger

    ·         I.Q.Q.= Intelligent Questioning Quotient… Artık “zeka” yerine, Soru Sorma Zekası kavramı kullanılıyor..

    ·         Doğru soruların neler olduğunu bulabilmek hemen hemen sorunu çözmek demektir.

    ·         Bir soruna nasıl yaklaşacağımızı bilemediğimiz zaman ilk yapmamız gereken, cevaplarını bilebileceğimiz bazı basit sorular bularak ilerlemeye çalışmaktır.

    ·         Çünkü, soruların yanıtları kendi içlerinde saklıdır. Sorular sorarak onları ortaya çıkarabiliriz.

    ·         Hattâ diyebiliriz ki: sorular yanıtlardır!

    ·         İşte size bazı sorunlar ve doğru sorulmamış -kısır- sorular:

    • “Bu işin sonu n’olacak?”
    • “Ben şimdi n’apim?”
    • “Bu işin çaresi nedir?”
    • “Sorunlarımı kim çözer?”
    • “Nasıl iş bulurum?”
    • “Bana kim iş verir?”

    ·         “Kısır” sorular yol kaybettirir; “yol açıcı” sorular yol buldurur..

    ·         “Yol açıcı” soruların 3 ortak özelliği şunlar olmalı:

    • Tekil (singular) olmalı; Yani, birbirinden farklı cevapları olabilecek sorular birleştirilmemeli
    • Belirli (definite) olmalı; Yani, muğlâk -açılmaya muhtaç- kavramlar kullanılmamalı.
    • Net (clear)  olmalı; Yani, ne söylenip yazıldığı tam anlaşılmalı.

    Salı, 4 Haziran 2002

  • KÖKÜ DERİNDE BİRHASTALIK

     

    1996 yılında yazmış olduğum bir yazıyı, içeriğindeki soru, varsayım, gözlem, yargı ve önerileri ayırarak aşağıdaki gibi yazınca, ne denli çok varsayım ve onlara dayalı yargıda bulunduğumu ve ne denli az soru sorduğumu anladım. Köşe yazılarını, TV tartışmalarını, doğruluğundan kuşku duymadan sorunlara çözüm önerenleri böyle bir sistematikle izlemek çok ilginç oluyor. Deneyin göreceksiniz. Pazartesi 24 Haziran 2002

     

    sıra

    Sorularım

    Varsayımlarım

    Gözlemlerim

    Çıkarım, tahmin ve
    yargılarım

    Önerilerim

    1

     

    Ülkemizde 35 milyon erişkin var. Bunların
    yalnızca 10 milyonunun  her gün 1 saat Türkiye sorunları
    üzerinde konuşup kafa yorduğunu varsaysak,  harcanan toplam
    kaynak her yıl 150 milyon adam.gün eder.

     

     

     

    2

     

     

     

    Bu müthiş bir rakamdır. Bir kişinin yarım milyon
    yıl ya da yarım milyon kişinin bir yıllık beyin enerjisine karşılık
    gelir.

     

    3

     

    ülke sorunlarına kafa patlatan bu insanların bir
    bölümünün konuşmalarının dedikodu düzeyini aşmadığı varsayılsa
    dahi……

     

     

     

    4

     

     

     

    ……mertebe o denli büyüktür ki,
    yararlanılabilir beyin enerjisi yine de muazzamdır.

     

    5

     

    Ama, bu büyük potansiyel çeşitli nedenlerle pek
    işe yaramaz.

     

     

     

    6

     

     

     

    Çünkü bir defa, bu enerjiyi harcayan akıllar
    bir  “ortak akıl” durumunda değildir.

     

    7

     

     

     

    İnsanlar, toplu halde -örneğin toplantı, panel,
    seminer gibi- bir konu üzerinde çalışsalar dahi ortak akıl
    üretemeyebilirler.

     

    8

     

    Herkes tek tek, bir diğerinin ürettiği bir fikri
    daha ileri götürebilecek biçimde fikir üretmediği
    sürece,……..

     

     

     

    9

     

     

     

    ……..iki kişinin ortak çalışmasından, iki
    kişilik akıldan daha büyük bir “ortak akıl” ortaya
    çıkmaz.

     

    10

     

    Harcanan beyin enerjisinin önemli bir yarar
    sağlayamamasının…….

     

     

     

    11

     

     

     

    ……….bir diğer nedeni ise, düşünme
    biçimimizin neden-sonuç ilişkilerine değil, evvelce belirlenmiş
    bulunan kalıplara  dayalı oluşudur.

     

    12

     

    Ama bütün bunlardan başka bir neden daha
    vardır….

     

     

     

    13

     

     

     

    ……..ki işte o, üretilen düşüncelerin büyük
    ölçüde kirlenip işe yaramaz hale gelmesine neden olmaktadır.
    Düşünceleri enfekte eden bu neden, değer ölçülerimiz içindeki
    “virütik değerler”dir.

    Bunlar, ilk anda fark edilmeyen, fakat birlikte
    kullanıldığı “sağlam” değerleri bozup dejenere eden değer
    ölçüleridir. “Bana ne“, “sana ne“, “hele önce …
    düzelsin
    “, “ama o benim hemşehrim – okuldaşım – meslektaşım
    – partilim
    “, “idare ediver“, “bu defalık
    oluversin
    “, “esas mesele“, bu tip değer ölçülerine
    birkaç örnektir.

     

    14

     

    Bunların ortak özelliklerinden biri, düzgün değer
    ölçüleri kümesine göre imkânsız olanı mümkün kılmalarıdır. İkinci
    ortak özellikleri ise, düzgün değer ölçülerinden, hiçbir yolla
    türetilemeyişleridir.

     

     

     

    15

    Bu virüsler, düşünce sistemimize nasıl
    girmiştir? Bunları temizlemesi gerekirken bunu yapamayan
    sistem(ler) hangileridir? Bunların düşünsel kirleticilik yaratma
    derecesi nedir?  Bunlardan nasıl kurtuluruz?

     

     

     

     

    16

     

     

     

    Bu ve bunlar gibi bir dizi soru,
    yanıtlanmalıdır.

     

    17

     

    Değer ölçülerimiz içine bulaşmış olan bu
    virüsler,…………

     

     

     

    18

     

     

     

    …….yalnızca düşünsel
    enerjilerimizi emen, onlarla daha yüksek düşünce ürünleri
    üretmemize engel olan ögeler değildir.

    Bunlar, gündelik yaşamımızdan devlet idaresine
    kadar geniş bir alana etkileri olan, çoğu olumsuzluğun içine ana ya
    da yardımcı madde olarak karışmış unsurlardır.

     

    19

     

     

    Resmî bir bayram tatili ile hafta tatili arasına
    sıkışmış 1 günlük bir çalışma gününü “idari izin” saymayı makul
    gören binlerce memur ve idare,………..

     

     

    20

     

     

     

    “idare et” adlı düşünsel virüsün yaşamı
    kolaylaştırıcılığından yararlanmaktadır.

     

    21

     

     

    Tüm ülke hizmeti için kullanması gereken
    kaynakları, seçilmiş olduğu il için kullanan bir bakan ve o ildeki
    yurttaşlar,…

     

     

    22

     

     

     

    …….bu defa “ama o bizim hemşehrimiz”
    virüsünü kullanmaktadır.

     

    23

     

    Sabancı cinayeti içinde rol alan kızın güvenlik
    açısından fazla irdelenmeden işe alınmasındaki neden
    de….

     

     

     

    24

     

     

     

    ……yine bu “ama o bizim hemşehrimiz”
    değeridir.

     

    25

     

     

     

     

    Sorunlarımızı çözmeye başlamamız, değer
    ölçülerimizi berraklaştırmaya, sonra da onları kirleten virüsleri
    fark etmeye (ve daha sonra da ayıklamaya) başlamakla mümkündür.
    Salı, 16 Ocak 1996

     

    .

     

     

  • RESESYON’A TEŞEKKÜRLER !

    Ümit kadar iki yanı keskin bıçak yoktur. Yaşamın, bazen çekilmez hale gelen güçlüklerini, felaketlerini hep birşeyler ümit ederek aşarız. Ümit olmasaydı, en küçük güçlükler bile insanları intihara sürükleyebilirdi.

    Ama aynı ümitler, birçok fırsatın heba edilmesine de yol açar. Daha iyi bir eş bulmak ümidiyle evlenmemiş bekar, daha iyi bir iş bulmak ümidiyle iş tekliflerini geri çevirmiş işsiz ya da kendiliğinden geçer ümidiyle doktora gitmeyip yatağa düşmüş hastayı o hallere düşüren de yine aynı ümit değil midir?

    Bu olumsuzluklara yol açan ümitlerin sönmesi, bu bakımdan insanoğlu için bir şans ya da yeni bir ümit, ama bu defa yüz güldürebilecek bir ümittir.

    Ekonomik çöküntülerin olumsuz yanları yanında yeni atılımlara gebe oluşunun nedeni işte bu “yanıltıcı ümitler” in bitişidir.

    Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik krizin faturaları tabii ki ödenecektir. Bunların keyif verecek bir yanı yoktur. Ama, bir uzun rüyadan uyanıp gerçeklerin soğuk yüzüyle karşılaşmanın verdiği bir güven hazzı da yok mudur?

    Evet, artık aklı başında olanları yıllardır korkutan “üretmeden tüketme” rüyası bitmek üzeredir. Bitmek “üzeredir”, çünkü hala tam bitmemiştir ve işin kötü yanı da burasıdır.

    Hala, filan ülkeden gelebilecek bir borç, fişmanca borsada satılacak devlet garantili tahvil vs’nin uyuşturuculuğu altında, hala aynı imkansız rüyayı sürdürme peşinde olanlar ya da buna inananlar bulunabilir. O ümitler de tükendiği gün, toplumumuz gerçek sağlığına kavuşma şansını elde etmiş sayılmalıdır.

    The Day After”da ne yapılmak gerektiğine gelince;

    İlk yapılması gereken, bizleri bu rüyaya sürükleyen anlayışların derin beton çukurlara gömülmesi ve bir nükleer artık gibi hiçbir yolla tekrar yaşam zincirimize girmeyeceğine emin olunmasıdır.

    Çünkü bu yapılmadığı takdirde, aynı rüyanın tekrar gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Zira o filmi tekrar tekrar oynatmak isteyenlerin bulunacağından kimsenin şüphesi bulunmamalıdır.

  •  

    Perşembe, 15 Ağustos 2002

    Değerli dostlarım,

    Bu kişisel mektubu, aşağıda açıklayacağım konu ile Türkiye’nin sorunlar yumağının sıkı ilişkisini doğru takdir edebilecek, sonra da gereklerini yapabilecek kişilere hitaben yazıyorum.

    Oldukça uzun bir süreden-1994’den- bu yana, Ezbersiz Eğitim adı altında haberdar olduğunuzu tahmin ettiğim proje üzerinde, BEYAZ NOKTA® VAKFI şapkasıyla çalışıyorum.

    Ezbersiz Eğitim başlangıçta yalnızca, eğitim hayatımıza -birkaç yüzyıldan beri- musallat olmuş olan ve “büyük olarak nitelediği kişi ve kurumların öğretilerini sorgulamadan benimsemek” hastalığı ile mücadeleyi, bu hastalığın dondurduğu  “merakı ve onun doğal uzantısı olan sorgulamayı” tekrar canlandırmayı amaçlamış bir proje idi.

    Kısa bir süre içinde hastalığın sadece bu “aklı dışlayıp kalben benimseme1″ ile sınırlı olmadığı, eğitim sürecinin her yanını -bir tümörün metastazları gibi- sardığı ortaya çıktı.

    Bu noktadan itibaren de Ezbersiz Eğitim projesi -adını yine koruyarak-, müfredat tasarımından sınav sistemine, kendi kendine öğrenmeden akreditasyon sistemine kadar öğeleri içeren bütünleşik bir hale kavuştu. Bunun, bugünkü eğitim sisteminin gerçekçi bir alternatifi olduğunu söyleyebilirim.

    Muhtemelen tahmin edebileceğiniz gibi, böyle bir sistemin karşısındaki direnç sistem dışından değil,  o sistemi tasarlayan, yöneten, uygulayan ve hattâ kısmen de olsa bizzat o sistemden zarar görenlerden (öğrenciler ve velileri) geliyor.

    Bu gözleme dayanarak bizler de Ezbersiz Eğitim projesinin ya hep ya hiç şeklinde savunulmasını terkedip, yerine, zamanına, hedef kitlesinin durumuna göre uygun olan parçalarının2 yerleşmesi yönünde çaba harcamaya başladık.

    İşte, bu mektubumda size sözünü edeceğim parça, bu modüllerden bir tanesidir ve Türkiye’mizin bugün geldiği noktada kritik bir önem taşımaktadır. Bu, öğretme yerine öğrenme ya da kamuoyuna sunulacak adı ile Kişisel Gelişim Platformumodülüdür.

    Gerek okul kurumu, gerekse onun dışındaki yaşam çevreleri, çocuk ve gençlerimizin doğuştan sahip oldukları bazı yeteneklerinin donmasına sebep oluyor. Donan bu yetenekler, yaşamın güçlükleriyle bizzat mücadele etmek, kalıtsal miras olarak sahip olduğu yetenekleri bu yolda harekete geçirebilmek kabiliyetleridir.

    Bu doğal yeteneklerin başında da “öğrenme” gelmektedir. Öyle bir “öğrenme” ki, yaşamının her saniyesindeki her durumdan -iyi ya da kötü- ders almak ve bu yolla ana programı olan yaşamını sürdürme (survival) programına sadık kalmak.

     

    (1)Kalben benimseme = yürektenlik (Türkçe) = by heart (İng.) = par coeur (Fr.), ezber (Fars.)

    (2)Ezbersiz Eğitim projesinin modülleri şunlardır: Ezbersizlik, öğretme yerine öğrenme, senaryo temellilik, gelişkin Türkçe, derin algılamaya dayalı yabancı dil, gözetimsiz sınav (onur sistemi), doğrulama (akriditasyon sistemi).

     

    Bu ana program,
    ihtiyaçlarının karşılanması senin değil çevrendekilerin
    sorumluluğudur; sen sadece isteyebilir ya da şikâyet edebilirsin;
    zaten istesen de bir şey yapamazsın
    ” mesajlarıyla
    donmaktadır.

    Aslında bu donma da, onun
    olağanüstü öğrenme yeteneğinin bir sonucudur. Çevresindeki, güven
    duyması gerektiği öğretilen kişi ve kurumların bu örtülü
    mesajlarını -ki açık mesajlar tam tersine olsa dahi- süratle
    almakta ve ana programını ona göre değiştirmektedir.

    Bazı küçük sorumluluklar
    taşıyabileceği ilk çocukluk yıllarından itibaren, ihtiyaçları
    çevresindekilerce karşılanmış -ya da karşılanması gerektiği telkin
    edilmiş- olan çocuk, hayata atılması gereken yıllara geldiğinde iş
    bulmayı da kendi dışındakilerin bir sorumluluğu olarak
    görmektedir.

    Çocuk ve gençlerimiz
    genelde:

    ·       
    çevrelerinin
    hangi uzaklıklara kadar uzandığını anlamaya çalışmak,

    ·       
    o çevrelerin
    iş iklimlerini incelemek,

    ·       
    o iklimlerin
    gerektirdiği bilgi-beceri-tutum-davranışların neler olduklarını
    incelemek,

    ·       
    onları
    kazanmaları gerektiğini idrak etmek,

    ·       
    arzuları ve
    gerçeklerin her zaman bağdaşmayabileceğini anlamak

    gibi yükümlülüklerini
    üstlenmek yerine sadece istemekte ve de şikâyet etmektedirler. Buna
    “öğrenilmiş çaresizlik” de denilebilir.



    İşte Kişisel Gelişim
    Platformu
    (kısaca KiGeP) olarak adlandırılan
    program, gençlerin çevrelerine bir sanal duvar gibi örülmüş bulunan
    bu çaresizliği yıkarak, yaradılışlarının onlara vermiş olduğu doğal
    yeteneklerin harekete geçmesine imkân yaratmayı
    amaçlamaktadır.

    Söz
    konusu platform, bir dizi parçadan oluşuyor. Şöyle ki:

    1.     
    Aşağıdaki
    modüllerden oluşan,
    2 tam günlük bir
    seminer
    :

    1.1.         
    Modül
    1

    Kişilerde farkındalık yaratmaya ve içlerindeki potansiyelleri
    harekete geçirmeye yardımcı olabilecek 10 adet sunum ve sunumlar
    üzerinde tartışmalar:

    1.1.1.            
    Sunum 1 –
    KiGeP genel tanıtımı

    1.1.2.            
    Sunum 2 –
    Platformun neler kazandırabileceğinin açıklaması

    1.1.3.            
    Sunum 3
    –  Kişinin, kontrolunu, kader rüzgârlarından kendi ellerine
    alabileceği

    1.1.4.            
    Sunum 4 –
    Olumluluğun başlı başına bir güç olduğu

    1.1.5.            
    Sunum 5 – Tüm
    yaşamın sadece öğrenmeden ibaret olduğu

    1.1.6.            
    Sunum 6 –
    Zihinsel zincirlerimizin düşünce ve eylemlerimizi nasıl
    sınırladığı

    1.1.7.            
    Sunum 7 –
    Doğru sorulacak soruların aslında aranılan yanıtlar
    olduğu

    1.1.8.            
    Sunum 8 –
    Çevremizin öğrenme imkânlarıyla dolu olduğu

    1.1.9.            
    Sunum 9 –
    Aslında her sonucu bizim tercih ettiğimiz

    1.1.10.        
    Sunum 10-
    Amaçlarımızı gerçekleştirmek üzere bir Bireysel Öğrenme Plânının
    nasıl hazırlanabileceği

    1.2.         
    Modül
    2

    Kişilerin, çevrelerindeki duvarların sınırlarını farketmelerine
    yardımcı olabilecek bazı
    testler:

    1.2.1.            
    Öğrenme stili
    testi (görsel, işitsel, dokunsal-kinestetik stillerin
    ağırlıkları)

    1.2.2.            
    Çoklu zekâ
    profili (MI) (matematik-lojik, görsel, sözel, kinestetik, içe
    dönük, ilişkiye dönük, müzik, doğa, felsefe zekâlarının
    ağırlıkları)

    1.2.3.            
    Girişimcilik
    özellikleri

    1.2.4.            
    ADD
    (Attention Deficit Disorder) (Dikkat Dağınıklığı) sorununun
    düzeyi

    1.2.5.            
    Zaman
    kullanımı konusundaki varsayımlarının doğruluğu

    1.3.         
    Modül
    3

    Modül 1 ve 2’yi kullanarak, kişilerin kendileri için
    belirleyecekleri:

            
    İş
    bulma,

            
    Bir mal ve/ya
    hizmet üretimi yapıp onu satmaya dayalı olarak kendi hesabına
    çalışma,

            
    Bir ek gelir
    yaratabilecek bir faaliyeti organize etme

    yolunda
    belirleyecekleri hedeflerini gerçekleştirmek üzere birer

    Bireysel
    Öğrenme Plânı
    hazırlamaları

    2.     
    Bilgi
    kaynaklarının adreslerini, internet erişimini sağlayan
    bilgisayarları, bazı referans dokümanlarını, mentor adreslerini,
    daha önce KiGeP’ten yararlanmış olanlarla ilişki kurabilmek için
    onların iletişim bilgilerini, görsel ve işitsel öğrenme
    malzemelerini izleyebilecek donanımı ve benzer malzemeyi içeren
    bir
    Öğrenme Kaynakları
    Merkezi
    .

    3.     
    Benzer
    öğrenme amaçları bulunan kişilerin oluşturdukları
    Öğrenme
    Çemberleri
    (Learning Circles)
    oluşturulması,

    4.     
    KiGeP
    katılımcılarına mentorluk yapmayı kabul eden kişilerden oluşan
    bir
    Mentor Grubu,

    5.     
    KiGeP
    katılımcılarının yararlanabileceği imkânlar için yapılmış

    anlaşmalar. Örneğin:

    5.1.         
    Düzenleyeceği
    eğitim faaliyetlerinden KiGeP katılımcılarının belirli bir
    kontenjanla yararlanmasına izin veren kurumlarla yapılan
    anlaşmalar,

    5.2.         
    Bilgi
    kaynaklarından (basılı, görsel, işitsel, elektronik, web)
    yararlandırmayı kabul eden kurumlarla yapılan
    anlaşmalar,

    5.3.         
    Mesaisinin
    tamamından yararlanılmayan uzman personeli bulunan kurumlarla
    yapılan “uzman personel yararlandırma” anlaşmaları,

    5.4.         
    Fiziki
    imkânlarından (konferans salonu, toplantı salonu, sosyal tesisler,
    kütüphane vbg) yararlandırmayı kabul eden kurumlarla yapılan
    anlaşmalar,

    5.5.         
    İstihdam
    ihtiyaçlarından KiGeP katılımcılarını öncelikli olarak
    yararlandırmayı kabul eden kurumlarla yapılan
    anlaşmalar,

    5.6.         
    Özel belge
    havuzundan yararlandırmayı kabul eden kişilerle yapılan
    anlaşmalar.

    Şu ana kadar, bu platformun
    yukarıda sayılan parçaları hazırlandı ve 2 grup gençle de test
    edildi. Her ikisinden de oldukça iyi sonuçlar alındı.

    Ayrıca, bu platformları Türkiye’nin
    herhangi bir yerinde oluşturabilecek az sayıda da kolaylaştırıcı
    (moderatör) yetiştirildi.

    Şimdi sıra, bu platformların
    çoğaltılmasına geldi. Bunu 2 şekilde yapmayı
    düşünüyoruz:

    (1)  
    Yetiştirdiğimiz moderatörler
    aracılığıyla oluşturulacak yeni platformlar,

    (2)  
    Bu know-how’ı
    kullanmak isteyen gönüllü, akademik ve/ya ticari kuruluşlar ile
    birer
    İmtiyaz Anlaşması (franchising)
    yaparak.

    Gördüğünüz gibi Türkiye’deki
    eğitimli gençlerin işsizliği ile başa çıkabilecek bir proje sessiz
    sedasız hayata geçiyor. Üstelik, her yöremizde mevcut olduğunu
    bildiğimiz önder kişi veya kuruluşlara, projeyi kendi yörelerinde
    -ve de kendi özgün imkân ve ihtiyaçlarına uygun olarak- tekrarlama
    olanağını da sunarak..

    Bu projenin, yukarıdaki yolların
    ikisini de kullanarak yaygınlaştırılması için maddi desteğe
    ihtiyacımız var.

    Toplumumuz, sorunlarına çare
    olabileceğine inandığı projelere dişinden tırnağından kesip destek
    oluyor. Bütün mesele, bu sorunlara gerçekten çare olabilecek
    projeler üretebilmekte.

    Bu desteğin harekete
    geçirilebilmesi için reklâm kanallarını kontrol edebilecek maddi ya
    da bir tür öz-güce sahip değiliz. Bunu ancak sizler aracılığıyla
    yapabiliriz.

    Şimdi sizlerden isteğim, bu
    “gerçekçi” projeyi sahiplenmenizdir. Bu deyimle, bu konuda bir yazı
    yazmanın ya da programınızda bahsetmenin ötesini kastediyorum.
    Çünkü gördüğünüz gibi, projeyi bir vakfın projesi olarak değil,
    isteyen her kuruluşun -özüne sadık kalarak- alıp uygulayabileceği
    halde sunuyoruz. Dolayısıyla, kamuoyunun harekete geçmesinin
    güçlüğünü en iyi bilen kişiler olarak sizden projeyi sahiplenmenizi
    bunun için istiyorum.

    Göstereceğinize inandığım
    desteğiniz için şimdiden teşekkür ediyorum.

    M.Tınaz Titiz

  • ORTAK AKIL GRUPLARINCA ÜRETİLEN DÜŞÜNCELERİN

     

    “ARDIŞIK ZENGİNLEŞTİRİLMESİ-ArZe”

    (v. 0.0 – 11.9.02)

     

    Özet

    Herhangi bir konuda fikir üretmek üzere bir araya gelip ortak aklı arayan çalışma gruplarında en sık rastlanan sorun, üretilen düşüncelerin değerlerinin artırılmasındadır. Gruptaki katılımcı sayısı az iken, ortaya atılan fikir sayısı ve o fikirlerin katma değerlerinin artmasına yol açabilecek önerilerin sayısı sınırlı iken, daha kalabalık gruplarda bu defa farklı bir sorun ortaya çıkmakta, katılımcıların büyük bir bölümü sessiz kalabilmektedir.

    Ardışık Zenginleştirme yöntemi bu soruna bir ölçüde çözüm getirmek üzere önerilmektedir. Metodun özü, çalışma grubunda ortaya atılan bir “ilk yanıt”ın değerinin, 6 adımlı bir sürecin her bir adımında ardışık olarak artırılmasıdır. Bu sürecin kritik parçasını oluşturan “zenginleştirme” ise, bir düşünce içindeki açık ve/ya saklı yargıların kanıtlarının ortaya konulması ve bunun  ardışık olarak tekrarlanarak ya “aşikâr” duruma gelinmesi ya da o yargıdan vazgeçilmesidir. Sonuçta varılmak istenen, tüm yargıların destekli (supported) hale gelmesidir.

    Yöntemi oluşturan 6 adım şunlardır:

    Adım 1-                 Soruya ortak akılla bir yanıt –ilk yanıt– bulunup bir metin halinde yazılır.

    Adım 2-                 Yanıt içindeki her açık veya saklı yargı için kanıt sorulur  (örn. “bundan nasıl emin olabiliyorsun?” veya “nereden biliyorsun?” veya “…alternatifi olmaz mı?” gibi).

    Adım 3-                 Bu kanıt isteklerine ayrı ayrı yanıtlar verilip, bunlara göre metinde uygun yerlerde düzeltme ve/ya ekleme-çıkarmalar yapılır.

    Adım 4-                 Verilen yanıtlar içinde, tekrar kanıt sorulmaya gerek olmayanlar ayrılır; kanıt istenenler için ise itiraz noktaları açıklanır.

    Adım 5-                 Kanıt istenilenler için bu döngü 5 defa tekrarlanmasına rağmen halâ kanıt gerektiren yanıtlardan vazgeçilir, tekrar sayısı henüz 5’e varmayan yanıtlar için ise Adım 3’e dönülür. Tüm yanıtlara verilen kanıtlar tatminkâr görülüyorsa yanıt-kanıt süreci durdurulur. Üzerinde ekleme-çıkarma ve/ya düzeltmeler yapılan yanıt metni ilk haline göre zenginleştirilmiş olacaktır.

    Adım 6-                 Katma değeri nisbeten düşük bilgiler, yargılar, tekrarlar vbg sözcük, cümle veya bölümler metinden çıkarılarak ve metni daha anlaşılabilir ve uygulanabilir kılabilecek eklemeler yapılarak daha da zenginleştirilir.

     

     

    ArZe YÖNTEMİ İÇİN ÖRNEK UYGULAMA

    Bu yöntem, rastgele ele alınan bir örnek soru ve o soruya verilen yanıt üzerinde aşağıdaki şekilde uygulanmaktadır.

    Örnek soru: Gelecek bizden eğitim alanında ne bekliyor?

    Adım 1-              “İlk yanıt” içeren metin:  Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim sistemi kurmamızı bekliyor. Bu, herkes tarafından benimsenen bir istek olmasına karşın, sorunların doğru tanımlanamayışı, doğru tanımlananlar için ise doğru çözümler geliştirilemeyişi ve/ya uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem kurulup işletilememektedir.

    Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri keşfedip bunları gidermektir.

    Adım 2-              İlk yanıt içindeki açık / saklı yargılar:

    a.       Kaynaklarımız kıtlaşmaktadır (açık yargı)

    b.       Nüfusumuz artmaktadır (açık yargı)

    c.       Nüfus artışı için üretim gerekir (saklı yargı)

    d.       Üretim sürdürülebilir olmalıdır (saklı yargı)

    e.       Üretimin temel girdisi, insan niteliğimizin düzeyidir (açık yargı)

    f.        Eğitim sistemimiz gereken nitelikleri kazandırabilecek düzeyde değildir (saklı yargı)

    g.       Eğitim sistemimizin sorunlarından birisi, sorunları doğru tanımlayamayışıdır (açık yargı).

    h.       Eğitim sistemimizin bir diğer sorunu ise doğru tanımlanmış sorunlara dahi doğru çözümler üretilemeyişidir (açık yargı).

    i.         Eğitim sistemimizin bir başka sorunu ise doğru tanımlanan sorunlar için geliştirilen doğru çözümlerin kimi nedenlerle uygulanamayışıdır (açık yargı).

    j.         Halen sorunları ve çözümleri bildiğimize inanıyoruz;  bu inancımız ise daha derinlikli bakışları engellemektedir (saklı yargı).

    Adım 3-              Bu yargılar için kanıtlar:

    a.       Maden rezervlerimizin, bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği istatistiklerden görünüyor.

    Doğanın kendi de bir kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta, yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.

    Hava kirliliği ise önceleri sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de  ortaya çıkmıştır.

    Buna göre, doğal kaynaklarımızın hemen hepsinin kıtlaştığı doğru bir yargıdır.

    İnsangücü kaynaklarımızın niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.

    b.       Nüfus istatistiklerine göre yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.

    c.       Artan nüfusa paralel olarak üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.

    d.       Mal ve hizmet üretimlerinin kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa kaynaklar tükenecektir.

    e.       Üretimin girdileri içinde para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte, insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu görülecektir.

    f.        Uluslararası istatistikler, genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor.

    g.       İnternette yapılan bir Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme, öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak algılanan sorun pek yoktur.

    h.       Bir kısım sorunlar ise doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.

    i.         Doğru tanımlanıp doğru çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru uygulanamamaktadır.

    j.         Bugüne kadar eğitim sınıfının çeşitli alanlarından -bürokratik, politik, akademik- gelen mesajların çok büyük çoğunluğu, sorunları ve çözümleri bildiğini iddia etmekte, tek eksiğin yaptırım gücü olduğunu savunmaktadır. Sorunların, görünenlerden farklı olduğu kuşkusunu taşıyana rastlamak epey güçtür.

    Adım 4-              Tekrar kanıt sorulmaya ihtiyaç olmayacak yanıtların ayrılması, diğerleri için itirazların açıklanması:

    Tekrar kanıt aranmasına gerek olmayan yanıtlar olarak b, c, d, e, g, h ve i değerlendirilmektedir.  (a), (f) ve (j) için ise şu itirazlar yapılmaktadır:

    (a) yanıtı açısından itiraz: Türkiye’nin iç kaynaklarının bir kısmında -özellikle yenilenemez doğal kaynaklarda- azalma olduğu doğru olmasına rağmen, teknolojideki gelişmeler nedeniyle giderek önem kazanan rüzgar ve güneş enerjisi gibi kaynaklarda ise bir azalma söz konusu değildir. Diğer yandan insangücü kaynağımızda ise niceliksel bir azalma söz konusu değildir. Bunlar için ek kanıtlar gösterilmesi veya bu açıklamaları yer verilmesi ya da bu açıklamalara katılınmıyor ise bu yanıtlardan vazgeçilmesi önerilir.

    (f) yanıtı açısından itiraz: İhtiyaç olan mal ve hizmet üretimini yapabilecek nitelikte insangücüne sahip olmayışımızın başlıca nedeninin, eğitim sistemimizdeki yetersizlik olduğu yolunda ek kanıtlara ihtiyaç vardır.

    (j) yanıtı açısından itiraz: Buradaki iddia desteklenmemiştir. Bazı gözlemler bu iddiayı destekliyor olabilir, ancak bu, genelleme için yeterli sayılmamalıdır. Ya yeni kanıt verilmeli ya da iddiadan vazgeçilmelidir.

    Adım 5-              Geri dönüş veya sonlandırma:

    (a) ve (f) yanıtları için tekrar kanıtlar istendiği için Adım 3’e dönülecektir. Geri kalan yanıtlar ise tatminkâr bulunmuş olup yanıt-kanıt süreci sonlandırılacaktır.

    Adım 3-              (a), (f) ve (j) şıkları için  tekrar yanıtlar:

    a.       Şimdilerde gündeme gelmekte bulunan yenilenebilir enerji kaynaklarının varlığı doğrudur ve “kaynaklarımız kıtalmaktadır” genellemesinin hemen yanında yer verilmelidir.

    İnsangücü kaynaklarımızdaki niceliksel artış ise, ihtiyacın karşılanmasında ikinci derecede önem taşımaktadır. Birincil öncelik nicelikte değil niteliktedir. Dolayısıyla ilk yargı doğrudur.

    f.        OECD istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy Analysis 1998, Education Database). Bu kanıt dahi tek başına yeterli görülmektedir.

    j.         Bireysel gözlemlerin dışında bu iddiayı kanıtlayabilecek bir bilgi mevcut olmadığı için bu yanıttan vazgeçilmektedir.

    Adım 4-              (a) ve (f) için verilen ek yanıt tatminkâr bulunmuş, (j) içinse bulunmamış ve metinden çıkarılmıştır.

    Adım 5-              Yanıt-kanıt süreci durdurulmaktadır. Adım 1’de ortaya konulan metnin ilk hali ve zenginleştirilmiş halleri aşağıda karşılaştırmalı olarak verilmiştir.

    Adım 6-              Karşılaştırmalı olarak verilen metin adım adım rafine edilerek  aynı tabloda yanyana sütunlar biçiminde gösterilmiştir.

    ARDIŞIK OLARAK
    ZENGİNLEŞTİRİLEN METİN

    İlk yanıt

    1inci zenginleştirme

    2nci zenginleştirme

    3ncü zenginleştirme

    4ncü zenginleştirme

    Örnek
    soru: Gelecek bizden eğitim alanında ne bekliyor?

    “İlk
    yanıt”: Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun gereksinimleri
    doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime dönüştürebilecek insan
    kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim sistemi kurmamızı
    bekliyor.

    Bu,
    herkes tarafından benimsenen bir istek olmasına karşın, sorunların
    doğru tanımlanamayışı, doğru tanımlananlar için ise doğru çözümler
    geliştirilemeyişi ve/ya uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem
    kurulup işletilememektedir.

    Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli
    beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler
    geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri
    keşfedip bunları gidermektir.

     

     

    Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun
    gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime
    dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim
    sistemi kurmamızı bekliyor.

    Bu, herkes tarafından benimsenen bir istek
    olmasına karşın, sorunların doğru tanımlanamayışı, doğru
    tanımlananlar için ise doğru çözümler geliştirilemeyişi ve/ya
    uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem kurulup
    işletilememektedir.

    Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli
    beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler
    geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri
    keşfedip bunları gidermektir. Çünkü:

    a.      
    Maden rezervlerimizin,
    bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği
    istatistiklerden görünüyor.

    Doğanın kendi de bir
    kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta,
    yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su
    ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.

    Hava kirliliği ise önceleri
    sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun
    ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de  ortaya
    çıkmıştır. Buna göre, doğal kaynaklarımızın hemen hepsinin
    kıtlaştığı doğru bir yargıdır.

    İnsangücü kaynaklarımızın
    niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.

    b.       
    Nüfus istatistiklerine göre
    yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.

    c.       
    Artan nüfusa paralel olarak
    üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.

    d.       
    Mal ve hizmet üretimlerinin
    kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine
    alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa
    kaynaklar tükenecektir.

    e.       
    Üretimin girdileri içinde
    para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte,
    insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve
    nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu
    görülecektir.

    f.        
    Uluslararası istatistikler,
    genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor.

    g.       
    İnternette yapılan bir
    Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim
    sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
    örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme,
    öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak
    algılanan sorun pek yoktur.

    h.       
    Bir kısım sorunlar ise
    doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede
    sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile
    yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak
    buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı
    gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.

    i.        
    Doğru tanımlanıp doğru
    çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik
    yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde
    kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru
    uygulanamamaktadır.

    j.        
    Bugüne kadar eğitim
    sınıfının çeşitli alanlarından -bürokratik, politik, akademik-
    gelen mesajların çok büyük çoğunluğu, sorunları ve çözümleri
    bildiğini iddia etmekte, tek eksiğin yaptırım gücü olduğunu
    savunmaktadır. Sorunların, görünenlerden farklı olduğu kuşkusunu
    taşıyana rastlamak epey güçtür.

    Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun
    gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime
    dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim
    sistemi kurmamızı bekliyor.

    Geleceğin bizden en önemli beklentisi, sorunları
    doğru tanımlayamamak, doğru çözümler geliştirememek ve bunları
    uygulayamamanın altındaki nedenleri keşfedip bunları
    gidermektir.

    Çünkü:

    a.       
    Maden rezervlerimizin,
    bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği
    istatistiklerden görünüyor.

    Doğanın kendi de bir
    kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta,
    yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su
    ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.

    Hava kirliliği ise önceleri
    sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun
    ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de  ortaya
    çıkmıştır.

    Buna göre, doğal
    kaynaklarımızın hemen hepsinin kıtlaştığı doğru bir
    yargıdır.

    İnsangücü kaynaklarımızın
    niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.

    Diğer yandan, Türkiye’nin
    iç kaynaklarının bir kısmında -özellikle yenilenemez doğal
    kaynaklarda- azalma olmasına rağmen, teknolojideki gelişmeler
    nedeniyle giderek önem kazanan rüzgar ve güneş enerjisi gibi
    kaynaklarda ise bir azalma söz konusu değildir. Diğer yandan
    insangücü kaynağımızda da niceliksel bir azalma söz konusu
    değildir.

    b.       
    Nüfus istatistiklerine göre
    yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.

    c.       
    Artan nüfusa paralel olarak
    üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.

    d.       
    Mal ve hizmet üretimlerinin
    kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine
    alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa
    kaynaklar tükenecektir.

    e.       
    Üretimin girdileri içinde
    para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte,
    insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve
    nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu
    görülecektir.

    f.        
    Uluslararası istatistikler,
    genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor. OECD
    istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi ilköğretim terk olan
    gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy
    Analysis 1998, Education Database). Bu kanıt dahi tek başına
    yeterli görülmektedir.

    g.       
    İnternette yapılan bir
    Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim
    sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
    örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme,
    öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak
    algılanan sorun pek yoktur.

    h.       
    Bir kısım sorunlar ise
    doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede
    sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile
    yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak
    buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı
    gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.

    i.        
    Doğru tanımlanıp doğru
    çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik
    yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde
    kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru
    uygulanamamaktadır.

    Gelecek, kıtlaşan kaynaklarımızı, artan
    nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde
    üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir
    eğitim sistemi kurmamızı bekliyor.

    Çünkü:

    En önemli kaynaklarımızdan sayılmak gereken
    insangücü kaynaklarımızdaki niceliksel gelişmeye karşın
    niteliklerdeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.

    Giderek kıtlaşan kaynakları daha etkili ve
    verimli kullanabilmek, yeni teknolojileri iyi kullanıp geliştirerek
    yenilenebilir kaynakları devreye sokabilmek için ise, gençlerimizi
    gereken niteliklerle donatabilmek zorundayız.

    Uluslararası istatistikler, genç nüfusu eğitmekte
    başarısız olduğumuzu gösteriyor. OECD istatistiklerine göre, en
    yüksek eğitimi ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en
    yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy Analysis 1998, Education
    Database).

    “Eğitimin gerçek sorunları”, eğitim sınıfının
    üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
    örtüşebilmektedir.

    Doğru
    tanımlanabilen sorunlara ise çözüm geliştirmede sorunlar
    vardır.

    Doğru
    tanımlanıp doğru çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da
    parçalanmış bürokratik yapı, sık değişen kadrolar, kamu
    hiyerarşisinin derinliğinde kaybolan denetim etkinliği vbg
    nedenlerle uygulanamamaktadır.

    Bu
    tablo altında, gelecek bizlerden, sorunları doğru tanımlayamamak,
    doğru çözümler geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki
    nedenleri keşfedip bunları gidermemizi bekliyor. Bunun için de,
    konulara sistem yaklaşımı içinde bakabilmemiz ve tüm paydaşları
    içine alabilen ağlar (networks) yoluyla tanım, çözüm ve eylem
    üretebilmemiz gerekiyor.

    Gelecek, kıtlaşan kaynaklarımızı, artan
    nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde
    üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir
    eğitim sistemi kurmamızı bekliyor.

    Çünkü:
    insangücü kaynaklarımızın niteliklerindeki iyileşme ihtiyacın
    gerisindedir.

    Kıtlaşan kaynakları etkili ve verimli
    kullanabilmek, yeni teknolojileri iyi kullanıp geliştirerek
    yenilenebilir kaynakları kullanabilmek için, gençlerimizi gereken
    niteliklerle donatabilmeliyiz.

    İstatistikler, bu konudaki başarısızlığımızı
    kanıtlıyor. OECD istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi
    ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke
    Türkiye’dir.

    “Eğitimin gerçek sorunları”, eğitim sınıfının
    üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
    örtüşebilmektedir.

    Sorun
    tanımlamada olduğu gibi, tanımlanmış sorunlara çözüm geliştirmede
    ya da o çözümleri uygulamada sorunlar vardır. Ve bunların hepsi
    insan niteliklerimizle doğrudan bağlantılıdır.

    Bu
    tablo altında, gelecek bizlerden, bu sorunların altındaki nedenleri
    keşfedip bunları gidermemizi bekliyor.

    Bunun
    için de, konulara
    sistem
    yaklaşımı
    içinde
    bakabilmemiz ve tüm paydaşları içine alabilen
    ağlar
    (networks) yoluyla
    tanım, çözüm ve eylem üretebilmemiz gerekiyor.

    Bu
    yolda ilk adım, bu resmi iyi görebilmeye çalışmak
    olmalıdır.

     

    ARDIŞIK OLARAK
    ZENGİNLEŞTİRİLEN METİN

    İlk yanıt

    1inci zenginleştirme

    2nci zenginleştirme

    3ncü zenginleştirme

    4ncü zenginleştirme

    Örnek
    soru: Gelecek bizden eğitim alanında ne bekliyor?

    “İlk
    yanıt”: Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun gereksinimleri
    doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime dönüştürebilecek insan
    kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim sistemi kurmamızı
    bekliyor.

    Bu,
    herkes tarafından benimsenen bir istek olmasına karşın, sorunların
    doğru tanımlanamayışı, doğru tanımlananlar için ise doğru çözümler
    geliştirilemeyişi ve/ya uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem
    kurulup işletilememektedir.

    Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli
    beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler
    geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri
    keşfedip bunları gidermektir.

     

     

    Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun
    gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime
    dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim
    sistemi kurmamızı bekliyor.

    Bu, herkes tarafından benimsenen bir istek
    olmasına karşın, sorunların doğru tanımlanamayışı, doğru
    tanımlananlar için ise doğru çözümler geliştirilemeyişi ve/ya
    uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem kurulup
    işletilememektedir.

    Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli
    beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler
    geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri
    keşfedip bunları gidermektir. Çünkü:

    a.      
    Maden rezervlerimizin,
    bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği
    istatistiklerden görünüyor.

    Doğanın kendi de bir
    kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta,
    yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su
    ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.

    Hava kirliliği ise önceleri
    sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun
    ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de  ortaya
    çıkmıştır. Buna göre, doğal kaynaklarımızın hemen hepsinin
    kıtlaştığı doğru bir yargıdır.

    İnsangücü kaynaklarımızın
    niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.

    b.       
    Nüfus istatistiklerine göre
    yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.

    c.       
    Artan nüfusa paralel olarak
    üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.

    d.       
    Mal ve hizmet üretimlerinin
    kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine
    alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa
    kaynaklar tükenecektir.

    e.       
    Üretimin girdileri içinde
    para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte,
    insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve
    nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu
    görülecektir.

    f.        
    Uluslararası istatistikler,
    genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor.

    g.       
    İnternette yapılan bir
    Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim
    sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
    örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme,
    öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak
    algılanan sorun pek yoktur.

    h.       
    Bir kısım sorunlar ise
    doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede
    sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile
    yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak
    buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı
    gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.

    i.        
    Doğru tanımlanıp doğru
    çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik
    yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde
    kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru
    uygulanamamaktadır.

    j.        
    Bugüne kadar eğitim
    sınıfının çeşitli alanlarından -bürokratik, politik, akademik-
    gelen mesajların çok büyük çoğunluğu, sorunları ve çözümleri
    bildiğini iddia etmekte, tek eksiğin yaptırım gücü olduğunu
    savunmaktadır. Sorunların, görünenlerden farklı olduğu kuşkusunu
    taşıyana rastlamak epey güçtür.

    Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun
    gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime
    dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim
    sistemi kurmamızı bekliyor.

    Geleceğin bizden en önemli beklentisi, sorunları
    doğru tanımlayamamak, doğru çözümler geliştirememek ve bunları
    uygulayamamanın altındaki nedenleri keşfedip bunları
    gidermektir.

    Çünkü:

    a.       
    Maden rezervlerimizin,
    bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği
    istatistiklerden görünüyor.

    Doğanın kendi de bir
    kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta,
    yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su
    ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.

    Hava kirliliği ise önceleri
    sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun
    ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de  ortaya
    çıkmıştır.

    Buna göre, doğal
    kaynaklarımızın hemen hepsinin kıtlaştığı doğru bir
    yargıdır.

    İnsangücü kaynaklarımızın
    niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.

    Diğer yandan, Türkiye’nin
    iç kaynaklarının bir kısmında -özellikle yenilenemez doğal
    kaynaklarda- azalma olmasına rağmen, teknolojideki gelişmeler
    nedeniyle giderek önem kazanan rüzgar ve güneş enerjisi gibi
    kaynaklarda ise bir azalma söz konusu değildir. Diğer yandan
    insangücü kaynağımızda da niceliksel bir azalma söz konusu
    değildir.

    b.       
    Nüfus istatistiklerine göre
    yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.

    c.       
    Artan nüfusa paralel olarak
    üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.

    d.       
    Mal ve hizmet üretimlerinin
    kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine
    alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa
    kaynaklar tükenecektir.

    e.       
    Üretimin girdileri içinde
    para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte,
    insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve
    nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu
    görülecektir.

    f.        
    Uluslararası istatistikler,
    genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor. OECD
    istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi ilköğretim terk olan
    gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy
    Analysis 1998, Education Database). Bu kanıt dahi tek başına
    yeterli görülmektedir.

    g.       
    İnternette yapılan bir
    Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim
    sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
    örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme,
    öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak
    algılanan sorun pek yoktur.

    h.       
    Bir kısım sorunlar ise
    doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede
    sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile
    yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak
    buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı
    gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.

    i.        
    Doğru tanımlanıp doğru
    çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik
    yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde
    kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru
    uygulanamamaktadır.

    Gelecek, kıtlaşan kaynaklarımızı, artan
    nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde
    üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir
    eğitim sistemi kurmamızı bekliyor.

    Çünkü:

    En önemli kaynaklarımızdan sayılmak gereken
    insangücü kaynaklarımızdaki niceliksel gelişmeye karşın
    niteliklerdeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.

    Giderek kıtlaşan kaynakları daha etkili ve
    verimli kullanabilmek, yeni teknolojileri iyi kullanıp geliştirerek
    yenilenebilir kaynakları devreye sokabilmek için ise, gençlerimizi
    gereken niteliklerle donatabilmek zorundayız.

    Uluslararası istatistikler, genç nüfusu eğitmekte
    başarısız olduğumuzu gösteriyor. OECD istatistiklerine göre, en
    yüksek eğitimi ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en
    yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy Analysis 1998, Education
    Database).

    “Eğitimin gerçek sorunları”, eğitim sınıfının
    üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
    örtüşebilmektedir.

    Doğru
    tanımlanabilen sorunlara ise çözüm geliştirmede sorunlar
    vardır.

    Doğru
    tanımlanıp doğru çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da
    parçalanmış bürokratik yapı, sık değişen kadrolar, kamu
    hiyerarşisinin derinliğinde kaybolan denetim etkinliği vbg
    nedenlerle uygulanamamaktadır.

    Bu
    tablo altında, gelecek bizlerden, sorunları doğru tanımlayamamak,
    doğru çözümler geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki
    nedenleri keşfedip bunları gidermemizi bekliyor. Bunun için de,
    konulara sistem yaklaşımı içinde bakabilmemiz ve tüm paydaşları
    içine alabilen ağlar (networks) yoluyla tanım, çözüm ve eylem
    üretebilmemiz gerekiyor.

    Gelecek, kıtlaşan kaynaklarımızı, artan
    nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde
    üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir
    eğitim sistemi kurmamızı bekliyor.

    Çünkü:
    insangücü kaynaklarımızın niteliklerindeki iyileşme ihtiyacın
    gerisindedir.

    Kıtlaşan kaynakları etkili ve verimli
    kullanabilmek, yeni teknolojileri iyi kullanıp geliştirerek
    yenilenebilir kaynakları kullanabilmek için, gençlerimizi gereken
    niteliklerle donatabilmeliyiz.

    İstatistikler, bu konudaki başarısızlığımızı
    kanıtlıyor. OECD istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi
    ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke
    Türkiye’dir.

    “Eğitimin gerçek sorunları”, eğitim sınıfının
    üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
    örtüşebilmektedir.

    Sorun
    tanımlamada olduğu gibi, tanımlanmış sorunlara çözüm geliştirmede
    ya da o çözümleri uygulamada sorunlar vardır. Ve bunların hepsi
    insan niteliklerimizle doğrudan bağlantılıdır.

    Bu
    tablo altında, gelecek bizlerden, bu sorunların altındaki nedenleri
    keşfedip bunları gidermemizi bekliyor.

    Bunun
    için de, konulara
    sistem
    yaklaşımı
    içinde
    bakabilmemiz ve tüm paydaşları içine alabilen
    ağlar
    (networks) yoluyla
    tanım, çözüm ve eylem üretebilmemiz gerekiyor.

    Bu
    yolda ilk adım, bu resmi iyi görebilmeye çalışmak
    olmalıdır.

     

  • GENÇLERE YENİ ROL: DURUM LİDERLİĞİ YA DA DURUM GİRİŞİMCİLİĞİ!

    Toplum yaşamının çeşitli kesitlerindeki karmaşıklık düzeyi, kesitler arası etkileşimler ve bunlara bağlı sorunlar  giderek artıyor. Her gün bunun bir başka örneğine daha bir diğeri kaybolmadan tanık oluyoruz. İnsanın çevresini giderek daha iyi tanıması, teknoloji kullanımının yaygınlaşması, artan nüfus, kıtalan kaynaklar karşısında bu durumu anlamak kolaydır.

    Sorunlarla ilgili taraflar da bunlara karşı çözümler geliştiriyorlar. Bu süreç bütün dünyada hemen hemen böyle işliyor.

    Ülkemizde ise ister devlet, ister özel sektör kuruluşları, hattâ isterse gönüllü örgütlenmelerle ilgili olsun, geliştirilen çözümlerin ortak bir yanı, “sorunla ilgili bir birim kurulması” ya da mevcut bir “örgütün büyütülmesi” biçimindedir.

    Bir örgütün kurulması ya da büyütülmesi bir akıllıca bir tasarıma  dayanıyorsa mesele yoktur. Ama, tasarım kavramının bilincine ne denli az varıldığı, sanayi ürünlerini ucuz yoldan allyıp pullayarak “miş gibi” yapmaya endüstri tasarımı adını vermemizden, üniversitelerde bununla ilgili “birim”  kurmamızdan bellidir. Bu nedenle, bu birim kurma ve büyütme eğiliminin kaynağı, sorunu kontrol altına alabilme yolunda başkaca yapacak şeyi bulunmamak’tır.

    Bilinç altına yerleşmiş az sayıda dürtünün, üst-bilinçteki birçok davranışı kontrol ettiğini biliyoruz. Emir verme-alma, kesin talimatlar, belirlilik, yön değiştirmeden dümdüz yürümek  gibi eğilimlerimiz o denli güçlüdür ki, bunların alt-bilincimize yerleştiği söylenebilir.

    Bu dürtüler, bir sorunla karşılaşıldığında derhal harekete geçmekte, hiyerarşik bir yapılanma kurmak ya da var olanı genişletmenin en iyi çözüm olduğuna bizi inandırmaktadır. Hiyerarşik bir yapı, bilinçaltımızdaki “hükmeden ya da hükmedilen olma” dürtümüze en iyi karşılıklardan birisidir.

    Bu yargımı biraz abartılı bulanlar, rastgele on kişiyi bir araya getirip bir sorun hakkında tartışsınlar. Tartışma sonunun mutlaka bir baş seçip emir ve komutayı ona bırakmakla biteceğini şimdiden söyleyebilirim. Bunun yerine, “hangi durumda ne yapılacağı”nın tartışılması çok küçük bir olasılıktır.

    Hangi ölçekte olursa olsun her sorunun ve çözümlerinin birden fazla tarafı vardır. Bu tarafları bir hiyerarşik yapı içine yerleştirmeye çalışmak, daha başlangıçta, çözümsüzlük yolunda bir adım atmak demektir. Aksine, tarafların her birini “ağın eşit üyeleri” olarak görmek -ki eşit olup olmamaları önemli değildir- çözüm için olumlu ilk adımdır.

    Bireysel ve toplumsal yaşam içinde duyu organlarımız aracılığıyla her an onlarca algı topluyor, belleğimizdeki birikimlerle bunları birleştirerek ayrıca da belki yüzlerce sanal duyu oluşturuyoruz.

    Böylece oluşan algıları bir  hiyerarşi içine yerleştirmeye çalışmaktan vazgeçmek, “ağ tabanlı düşünme biçimi“ne doğru atılacak iyi bir adım olabilir.

    Bir sorunu tartışmak için bir araya gelen taraflar, -içlerinden de olsa- birbirlerinin yetkilerini tartmaktan, kendilerini en üstlere yerleştirebilecek yaklaşımlarda bulunmaktan vazgeçerlerse iyi bir çözüm atmosferi yaratmış olurlar.

    Ağ tabanlı sorun çözmede değerli bir araç, “ağ protokolu”dur. Neyin, kim tarafından yapılacağının baştan belirlenmesi demek olan ağ protokolu, tek amir yerine “duruma göre lider” belirler.

    Gerçek yaşam, “duruma göre liderlik” ya da daha kısacası “durum liderliği“kavramı çevresinde yürür. Sorunların çözümünde bu doğal ilkeyi benimsemek, özellikle taraf sayısı çok olan sorunlar halinde durumu çok kolaylaştıracaktır.

    Duruma göre liderlik bir girişimcilik türüdür. Bir girişimcide bulunması gereken, yaratıcılık, risk almaya yatkınlık, başarısızlıklardan öğrenme, her şeye baştan başlayabilme gibi özellikler durum liderinde de bulunmak zorundadır.

    Toplumumuza yakıştırılan niteliklerden birisi de lider yetiştirememektir. Lideri, ekonomik kararlar vermekten iyi hitabete, savaşlarda inisyatif kullanmaktan geniş halk kitlelerini büyülemeye, zekâdan cinsel çekiciliğe kadar her ne varsa hepsiyle yüklü varsaymaya devam edildiği takdirde, bunların hepsini bir araya getirebilen bir kişiye rastlama olasılığı başımıza meteor düşme olasılığından daha fazla değildir.

    Modern durum liderleri, çeşitli alanlardaki liderlerle ağ yapıları oluşturmaya istekli ve o ağların gerektirdiği yönetişim becerisini sergilemeye yatkın kişiler olmalıdır.

    Gençlerimizin kendilerini geleceğe böyle hazırlamaları, beyaz atlı prens olmayı özlemekten vazgeçip durum liderleri ya da durum girişimcileri olma yolunda kendilerini hazırlamalarını öneririm.

    27 Ekim 2002