• Anlar gibiyim!

    http://goo.gl/t4SaLK adresinde bir video var; yüzlerce benzerinden rastgele birisi. Bunu izleyince uzun süredir anlamadığım bir konuyu anlar gibi oldum. Anlar gibi dememin nedeni, acele edip eksik bilgiyle kesin yargılara varmamak. Bu nedenle de çıkarımlarımın her birisinin birer soru olarak kabul edilmesi yerinde olur.

    Doğrusu bu tür söylemleri duydukça, pek tereddüt etmeden bunların yozlaştırılmış dini içeriklerin istismar amacıyla kullanımı olduğunu düşünürdüm; şimdi ise meselenin pek böyle olmadığı kuşkusuna kapıldım.

    Videoda görülen izleyici kümesinin profiline bakılarak şunlar söylenebilir:

    1. Birey[1] olmayan, tercihlerini (söylem, giyim, tavır vd.) toplu olarak yapabilen,
    2. Kümeyi oluşturan bireylerin büyük çoğunluğu orta-alt ekonomik sınıftan,
    3. Konuşmacının olağanüstü düşük hitabet yeteneği ve söyleminin düşük kalitesine razı olduklarına, zaman zaman da coşkuyla karşılık verdiklerine göre, küme bireylerinin eğitim düzeylerinin de oldukça alt seviyede olduğu söylenebilir,
    4. Konuşma ve tepkilerin meydan okuyucu, hınç ve nefret dolu, ötekileştirici tarzı, söylem ve tepkiler zaman zaman İslâm’a ait motifler içerse de, katılımcıların İslâm dahil herhangi bir dinin özüne saygı göstermedikleri; hiçbir dinin böylesi kişiliklere cevaz vermeyeceği gerçeğine dayanarak söylenebilir,

    Bu tahminlere dayanarak şöyle bir profil çizilebilir:

    • Yaşamlarını, ancak kendi aralarındaki dayanışma ile sürdürebilen; bu yüzden medeni hayatın bireyselliğe dayalı tüm yüzlerinden doğan korku. Toplu olma ve korku iki ana öğe.
    • Değerli bir kimliğe sahip olamayacakları inancı ile değerli kimlik özelliklerine düşman.

    Pekiyi, bu insanları bu denli irrasyonel bir tutku çevresinde toplayan nedir? Kanımca, gerek yaşam sürdürme gerekse ortak nefretlere sahip olma özelliklerini tatmin edebilecek çözüm aracı, “tehdit olarak gördükleri her şeyi alt edebilecek güçte bir koruyucuyu sık sık cismanileştirmeye[2] çalışarak, güçlü ve gurur verici bir kimlik edinmek, böylece de değerli sayılmak” olarak beliriyor.

    Fakat bu hipotez yine de tek başına bu yıkıcı olguyu açıklamaya yetmiyor.  Bir kuvvet’in ortaya çıkması için nasıl ki bir kütle gerekiyorsa, tanımlanan bu olgu da onun varlığını ortaya çıkarabilecek karşıt(lar)ı olmadan görünür olamazdı. Bu karşıtlar –hatibin tek tek saydığı tank, top, atom, fantom, Kemalizm,  Siyonizm, kapitalizm, faşizm, komünizm vd.-, kısacası hemen her şeydir. Kuvvet – kütle analojisinden hareketle, söz konusu irrasyonel tutkunun büyüklüğü de:

    • Onunla mücadele eden unsurların büyüklüğü ile doğru orantılıdır.
    • Bir bütün olarak ya da onu oluşturanların değersizliğini vurgulayan her eylem ve söylem, olguyu güçlendirmeye yaramaktadır.

    Bu iki etki altında oluşan sarmal, topluluğun sorgulamaya kapalı insan malzemesi nedeniyle bir inanca dönüşmekte, inanç sorgulanamazlığı daha da artırmaktadır.

    Bir soru: Bu inanç olgusu din ile ne kadar bağlantılıdır?

    İnanç terimi genellikle din bağlamında kullanılsa da kaynağı herhangi bir şey olabilir. Bir fanatik taraftarın tuttuğu takımın galip geleceğine inancı, bir girişimcinin başarılı olacağına inancı, bir lidere ölesiye bağlı insanların liderin kararlarının doğru olduğuna inancı, hiç biri dini değildir.

    Din ve inancın neredeyse özdeş sayılmasının nedeni, dini inanca kaynaklık eden öznenin “gücünün sınırsızlığı” tanımıdır ve bu da sadece dini alanda söz konusudur. Değersizlik duygusu, korku ve nefret ne denli büyükse, bunlara karşı yapılabilecek söylem ve eylemlere karşı koruyabilecek güç de o denli büyük olmalıdır. Bu üç duygunun en yüksek olduğu haldeki koruyucu gücün Allah olarak “atanması” –ve bundan dolayı da olgunun dini olarak anılması- rastlantı değildir.

    Burada ikinci bir sarmal söz konusudur: Başlangıcı dini olmayan bu olgu, söylemlerine dışarıdan bakanlarca dini olarak tanımlanması nedeniyle, dini eğilimlere sahip kişileri çevresine çeken, -manyetik alan gibi- bir “alan” yaratmakta, topluluk içinde giderek dini söylemler birer örgüt söylemi şeklinde gelişmektedir. Yine de bu söylemlerin –İslam dahil- herhangi bir dinin öğretilerine saygılı olmadığı belirtilmelidir.

    Bu tür “din görünümlü nefret toplulukları” ile mücadele..

    Halen adı bilinen IŞİD, Nusra, Boko Haram gibi örgütler ve pek bilinmeyen onlarcası ile mücadele “nasıl yapılmalı?” sorusu yerine “nasıl yapılmamalı?” ile başlamalıdır.

    Halen bolca kullanılan “İslam bu değildir”, “IŞİD yerine DAİŞ” diyelim vs. gibi yaklaşımlar tek kelimeyle akılsızcadır. İslam, insanların önüne 6236 ayeti koyup içinden istediklerini seçip bütüne teşmil edilebilecek bir din olarak algılandığı takdirde, pekala kendi aklınca müşrik (Allah’a ortak koşan) gördüğü kişileri tek tek temizleyen bir örgüt mensubu Tövbe Suresinin 5nci ayetini referans gösterebilir.

    Eğer bu kişi, Kuran’ın en önemli ilkelerinden birisinin içtihat (hükümleri zamanın gereklerine göre yorumlama[3]) olduğunu bilse ve “müşriklerin öldürülmesi” emrinin 1400 yıl önceki koşullar ve kültür uyarınca verilmiş olabileceğini, bugün bunun cezasının ömür boyu ağırlaştırılmış hapis olduğunu bilebilecekti.

    Buna göre, din görünümlü şiddet örgütleriyle mücadelenin ilk araçlarından birisi, dinin temel ilkelerinin ortaya konulması olmalıdır. Bu ilkelerin dikkate alınmadığı herhangi bir söylem veya eylemin referansının din olamayacağı böylelikle netleştirilebilir.

    Bu yolla dinin, din dışı amaçlara alet edilmesi önlenebilir ya da en azından azaltılabilir; ama, profili başlangıçta tanımlanan kişiliklerden oluşan toplulukların nefret söylem ve eylemleri yaratan koşullar ortadan kalkmadıkça sorun çözülmemiş olarak kalır.

    Söz konusu kişilik profilinin temelindeki sorunlar azaldıkça üreyen sorunlar da azalacaktır. Kişilerin kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayabilecek eğitim imkanlarının yaygınlaşması, değersiz sayılma, başkalarına muhtaç olma gibi yetersizliklerin azalmasını, ancak topluluklar içinde ortak kimlikle yaşayabilen “bağımlıların” yerlerini, yaşam tercihlerini kendisi yapabilen “bireylerin” almasını sağlayabilir.

    Söz konusu eğitimin –hangi sistem içinde yapılırsa yapılsın ve ne düzeyde olursa olsun– temel yapı taşının “tüm bilgilerin sorgulamaya ve yanlışlanabilirliğe[4] açık” olması, bağımlılar yerine bireylerin yetişmesine birinci derecede etkili olduğu bilinmelidir.

    Nihayet, birbirini destekleyen sarmallardan üçüncüsüne işaret edilmelidir: Yukarıda açıklanan biçimde oluşan toplulukların yönetimleri kuşkusuz liyakat sistemine göre değil, söylem ve eylemleri en keskin olanların rekabetlerine göre oluşur. Örgütlenme genellikle din kıyafetli olduğu için de tepe yöneticilerinin de “inançlı taklidini iyi yapan ağzı kalabalık”lar içinden çıkması kaçınılmazdır. İnanç taklidi, giderek daha çok dini eğilimli kişinin çekilmesine, bu ise örgütün giderek daha çok dini örgüt olarak tanımlanmasına yol açar.

    Buna karşı doğrudan alınabilecek bir önlem olmadığı defaatle görülmüştür. Tek önlem yorucu ve uzun erimlidir. 6236 arasında yol kaybetmeye engel olabilecek temel ilkelerin ortaya konulmasından başkaca çare görünmemektedir.

    13 Eylül 2016 Salı

     

    [1]http://goo.gl/QMK6GV adresinde açıklandığı üzere birey, öz olarak “tercihlerini yapabilme” özelliği olarak tanımlanabilir.

    [2] Yerli veya yersiz hemen her vesile ile neredeyse bir slogan olarak dile getirilen “Allah-ü Ekber” söylemi, Allah’ın her şeyin yaratıcısı ve hakimi olduğu inancının hatırlanarak, davranışların buna uygun olarak düzenlenmesini sağlayan bir araç olarak değil, çevrelerinde tehdit olarak gördükleri her şeye karşı somut bir koruyucusu ve eylemlerinin onaylayıcısı ihtiyacının dışavurumu olarak görülebilir.

    [3] Bkz. http://goo.gl/WSXd1N sayfa 3, Md 4.

    [4] Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Falsifiability

  • “Küme Zekası” (swarm intelligence)

    Bir canlı hayvan küme’sinin, belirli bir iç veya dış liderden komut almaksızın, ama yine de bir uyum içinde hareket edebilmesine genelde bu isim veriliyor. Aslında robot biliminde kullanım için geliştirilen bu kavramın en iyi örnekleri hayvanlar aleminde görüldüğü için de açıklaması hep hayvan toplulukları yoluyla yapılıyor[1]. Kuşlar, balıklar ve karıncalar bu örnekler içinde en iyileri.

    Bu zeka türü aslında –bazı alanlarda- insanlar tarafından da kullanılıyor. Bir basketbol oyununda toplu hücum eden takımın oyuncuları bir kümedir ve hızlı hücum sırasında karşılarındaki savunmanın aldığı pozisyonlara göre ani kararlarla top kullanımının şeklini değiştirmektedirler. Bu esnada bir iç veya dış lider ne yapılacağını söylememekte, oyuncular –uzun süre birlikte oynamanın yarattığı bir kolektif zeka ile- olabilecekleri tahmin edip küme içinde uygun yerlere doğru ani hareketler yapmaktadırlar.

    Diğer yandan, bu zeka toplumsal yaşam alanlarında da kullanılmaktadır. Örneğin bir spor klübüne, bir siyasi partiye ya da bir ideolojiye sempati duyan gruplar herhangi bir liderden talimat almadan belirli bir eylemin içinde yer almakta, o eylemi destekleyecek yolda bireysel kararlar alabilmektedir.

    Bunun aksi de olabiliyor. Aynı toplumsal yaşam alanlarında, bu defa o alanların liderlerinden talimat alan kitleler birbirleriyle uyumlu –hatta diğerinden çok daha uyumlu- eylemler üretebilmektedir.

    Birinci tür kolektif eylemde lider, kitledeki bireylerdir. Her birey kendi özgür alanına müdahale ettirmeden kümenin ana amacı doğrultusunda gereken hareketlere karar verip uygulamaktadır.

    İkinci tür kolektif eylemde ise kişiler özgürlüklerinden vazgeçmekte, sadece talimatları uygulamaktadırlar.

    Hayvan kümelerinde her iki tip kolektif eyleme de rastlanmaktadır. Kırlangıçlar, yaban kazları, leylekler, balık sürüleri birinci türe örnektirler. Küme zekası tam olarak bunlar için kullanılabilir. Hayvanları dürten etki, ya genetik kodlarındaki talimatlar ya da sürünün diğer bireyleriyle uyum içinde olma konusundaki sezgileridir. Milyonlarca hayvandan oluşabilen kümenin her bir üyesi yakın çevresiyle uyum içinde olmaya ve içinde bulunduğu ortamın sürükleyiciliğine kendini bırakmış, kümenin yanlış bir iş yapmayacağına güvenmektedir.

    Bununla beraber bazı uçucu hayvanların biyolojik saatlerindeki bir genetik hata nedeniyle henüz uçamayacak durumda oldukları bir dönemde toplu olarak göç hareketine başladıkları ve yürümek zorunda kaldıkları hata peryodu boyunca vahşi hayvanlara hedef  oldukları da biliniyor. Yani kümenin asla yanlış karar vermeyeceği garanti edilebilir bir olgu da değildir.

    İkinci tür kolektif eylemler ise sirklerde gruplar halinde gösteri yapan hayvanlarda söz konusudur. Bu durumdaki kolektif eylem ya korkuya (dayak, acı çektirme vb yollarla) ya rüşvete (çok sevdiği bir yiyecekle ödüllendirme gibi) ya da çok sayıda tekrar yoluyla koşullandırmaya dayalıdır. (Okullarımızda uygulanan tekrar yöntemi B.F. Skinner adlı bir araştırmacının hayvanlar üzerinde yaptığı çok sayıdaki koşullandırma deneylerine dayanmaktadır.)

    Görüldüğü gibi iki tür eylem arasında dış görünüş benzerlikleri varsa da temel dürtüler tamamen farklıdır. Birinci türdekiler bireysel özgürlüklerinden vazgeçmeden bir uyum sergilemekte, ikinciler ise bunu korku ya da rüşvet karşılığında yapmaktadırlar ve bireysel özgürlük söz konusu değildir. https://goo.gl/Qox3k3

    Küme zekası baskeboldan başka bir işe de yarar mı?

    Evet yarar, hem de çok. Bireysel özgürlüğüne, zihinsel bekaretine[2] düşkün insanların bir araya gelip bir liderden talimat almalarını beklemek gerçekçi değildir. O insanlar lidere saygı duyabilirler, ama yapılması gerekenlerin başkalarınca dikte edilmesinden hoşlanmazlar. General Patton’un bir sözü şöyle: “İnsanlara ne yapacağını söyleyin, nasıl yapılacağını kendilerine bırakın!”

    Burada “ne yapılacağı” ile kastedilen “vizyon”dur. Özgürlüğüne ve zihinsel bekaretine düşkün insanlar mutlaka birer vizyoner olmak zorunda değillerdir. Vizyoner nitelikli liderlerin ortaya koyacağı düşünceler bu insanların akıllarına yattığı (yani değer yargılarıyla bağdaştığı) takdirde o yönde hareket ederler; ama her biri kendi özgür iradesine göre seçtiği yoldan yürümek kaydıyla.

    Bu durumda bir dış göz tek tek bireylere bakarsa –asker deyimiyle- başıbozuk gibi görünebilirler. Ama tümüne bakıldığı zaman bir “Brownian motion” içinde bir vizyon doğrultusunda hareket ettikleri anlaşılır. Hatta bu türlü bir “Gevşek Bağlantılı Birliktelik”, talimat ile idare edilene nazaran daha da etkilidir. Çünkü gevşek bağlantılı birlikteliğin dış etkilerle bozulması çok güç iken, diğeri yine talimat yoluyla işlevsiz kılınabilir.

    Peki bu süreç kendiliğinden oluşur mu?

    Ne yazık ki hayır. Bireysel özgürlüklerine düşkün insanların Gevşek Bağlantılı Birliktelik oluşturmaları süreci otomatik olamaz. En azından üç koşul var gibi görünüyor:

    1. “Ne yapılacağını” (vizyon) ortaya koyabilecek lider(ler),
    2. “Ne yapılacağı”nı, bireysel “nasıl yapılabilecek”lere çevirebilmek için gereken her tür çabayı (zihinsel, parasal, zamansal, bedensel vd) harcamaya istekli özgürlükçü insanların varlığı,
    3. Bu insanların, kendini lider olarak lanse eden kişilerce ortaya atılabilecek vizyonlar içinde en işe yarayanları, en parlak olanlar içinden ayırabilecek sezgilere sahip olmaları.

    J.F.Kennedy’nin şu ünlü sözü özellikle son madde için bir açıklama niteliğindedir: “Her başkana yüzlerce parlak görünüşlü öneri getirilir. İyi başkan, bunlar içinden işe yarayanları seçebilendir.”

    Anahtar soru!

    Yukarıda sıralanan üç özelliğe (biri veya birkaçına) sahip kişiler nasıl bulunacaktır?

    Rastlantılar –eğer şanslı iseniz- bu tür kişileri karşınıza çıkarabilir. Tek yapmanız gereken, karşınıza çıkabilecek o kişilerin, sürekli şikayet eden, eleştiren, ne olup bittiğini anlamaya çalışmadan boyuna ezberlerini benimsetmeye çalışan ama bir şey yapmaya, vermeye niyeti olmayan, böylece kurnazlık ederek hem gizlenen hem de kendini tatmin eden kalabalıklar arasında gözden kaçmamasına dikkat etmektir.

    Temmuz 28, 2009

     

    [1] Daha genişçe bilgi için bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Swarm_intelligence

    [2] http://wp.me/p2t6mi-P5