• Otobiyografi kesiti-7: Kömür dağıtım problemi ve Covid19

    Evlerde kapalı kaldığımız bugünlerde çeşitli kaynaklardan gelen Covid19 salgını ile baş etme konuları hemen hepimizin birincil ilgi alanı.

    Tıp alanı ile ilgili bilgilerimin “iç organlarımdan bazılarının yerlerini tahmin etme”den ibaret olması ve aynı bir konuda birbirine taban tabana zıt bilgilerin -hepsi de yetkili- ağız ve kalemlerden çıkması nedeniyle bu kaosa bir damla da ben eklemeye kalkmayacağım.

    Çok sağlam bilgilerden birisinin, “en kritik noktanın, hastane kapasitelerinin aşılması” riski olduğu; bu nedenle de  “pik noktasının yumuşatılıp ötelenmesi”nin birincil amaçlardan birisi olarak benimsendiği belirtiliyor.

    Bu bilgi, başımdan geçen bir olayı hatırlattı ve “acaba Covid19 mücadelesinde de işe yarar mı?” diye düşündürdü.

    Yıl ±1975; Zonguldak’ta kömür işletmesinde (o zamanki adı Ereğli Kömürleri İşletmesi) Yöneylem Araştırması (çoğu kimse daha kolay geldiği için yönelme araştırması diyor) bölümünde çalışıyorum.

    İşletmenin, neredeyse hepsi çeşitli derecelerde rasgelelik içeren iş süreçlerindeki sorunlarına , bu disiplinin (operations research) tekniklerini uygulayıp çözümler arıyoruz. Bu sorunlardan birisi de, “Türkiye’nin çeşitli yerlerinde üretilen kömür’ün, hemen her noktasındaki tüketimlerle dengelenmesi”. Böyle kısaca yazılıvermesine bakmayınız çözümü oldukça güç bir problem.

    Hemen her konuda olduğu gibi bu alandaki çözüm de yıllar içinde tamamen rastgele denilebilecek bir şekilde çözülmüş (yani pek çözülememiş de çözülmüş gibi yapılmış).Bu konuda veri toplama ile işe başladığımızda, yani nerenin ihtiyacı nere(ler)den karşılanıyor? sorusuna cevap aradığımızda Zaytung haberi gibi gerçeklerle karşılaşmaya başladık.

    Örneğin Erzurum’un ihtiyacı’nın (de ki 1000 ton/ay) 400’ü Erzurum’daki madenden, 400’ü Çorum kömür işletmesinden, 200’ü ise Siirt’ten gelirken; Erzurum işletmesinin 800 tonluk üretiminin 400 tonu, ihtiyacı 400 ton olan Çorum’a gidiyor. Kısacası Erzurum’un 400 ton kömürü Çorum’a gidip, sonra karayolundan kamyonlarla (demiryolu kapasitesi yetmediği için) geri geliyor. Bunu şaka sanabilirsiniz ama değil!

    Bakıldı ki elimizdeki yöneylem araştırması teknikleri bunu kolayca çözebilir, doğrusu çok sevindik. Öyle ya hem adıyla bile dalga geçilen, ne iş yaptığı konusunda çeşitli dedikodunun yapıldığı bölümümüz rüştünü ispat edecek; hem de ülkemizin kaynakları daha verimli kullanılacak. (Bu dedikodu konusu sonradan başımı ağrıttı. Bir dönem Zonguldak’tan genel seçimlere girdiğimde şimdilerde adını “unuttuğum” bir siyasi rakibim, “bunlar o yönelme araştırmasında meğer Türkiye’deki  kızıl devrimin tam tarihini hesaplıyorlarmış” şeklinde söylenti yaymıştı ve gittiğim köylerde böyle bir şey yapmadığımı, tahmin algoritmalarını işletmenin ihtiyaçları için kullandığımızı anlatmaya çalışıyordum).

    Veri toplama işi bitip de, elimizdeki Doğrusal Programlama aracını söz konusu “bin küsur noktadaki üretim kapasiteleri ve tüketim ihtiyaçları dengeleme” sorununa uygulayınca beni ve tüm bölüm çalışanlarını sevince boğan çözüm listesi bilgisayardan çıkıverdi. İşte bilimin cehaleti nasıl yendiğinin somut örneği.

    Sen öyle zannet!

    Bu başarı(!), en ileri teknolojilere en gelişmiş ülkelerin değil, en geri ülkelerin ihtiyacı olduğunu gördüğüm yaşamımdaki gerçeklik anlarından birisidir. Çünkü, yavaş yavaş listedeki ihtiyaç-üretim denkleştirmelerine itirazlar geldikçe, değil Doğrusal Programlama tekniğinin, çok daha ileri tekniklerin bile işin altından kalkamayacağını anlamamız çok sürmedi.

    Filanca yöredeki kamyoncu kooperatifinin iktidar partili başkanının, o yörenin kömür işletmesinin ağabeyi milletvekili aday adayı müdürü ile yaptığı anlaşmaya göre çıkan kömürü taşıma imtiyazını on yıllığına almış olması gibi, bir bilgisayara anlatılması güç sınırlamalar olduğunu görünce nerede yaşadığımızı hep birlikte daha iyi anlamıştık.

    Covid19, ne alaka?

    İnsanoğlu akıllanmazmış. Bu kömür dağıtım problemi demek ki içime işlemiş, virüs salgınının önemli noktasının da benzer bir problem olduğunu hatırladım. Türkiye’nin tüm virüs şüphelileri bir noktada yaşıyor ve bir tane hastanesi yok ki. Yüzlerce hastane (daha doğru deyimle müdahale noktası -ki bu farka da dikkat) ve binlerce noktada şüpheli kişi fiziki olarak dağınık durumda.

    Tüm şüpheliler aynı anda yığılırsa hiçbir sağlık sistemi başa çıkamaz; o halde bu hastaların “müdahale noktaları”na dağıtılması gerekiyor. Bu öyle bir zorunluk ki alternatifi, bir çığ etkisi biçiminde tüm müdahale noktalarının kalabalık nedeniyle hem çökmesi, üstüne üstlük birer bulaş merkezi gibi çalışması.

    Buradan bir çözüm çıkar mı?

    Olağanüstü durumlar olağanüstü çözümleri makul kılar.

    Mesela şöyle bir algoritma olabilir (mi?)

    • Trafik kazası, iş kazası vbg acil müdahale gerektiren durumların dışında hiç kimse doğrudan hastaneye gitmez; zaten verilmiş 3 telefondan birisine başvurur.
    • 7/24 vardiyalı görev yapmak üzere bir veya birden fazla (sistem ciddiye alındığında tasarımlanabilir) sayıda ve her birinde yeter sayıda tıp mensubu (tıp teknisyeninden uzmana kadar) bulunan yerel ve merkezi birimler oluşturulur.
    • Bu telefonlara gelen başvurular, görsel ve işitsel yolla geçici  tanı konularak, gerekirse bir eczaneye başvurması istenir ve eczacı aracılığıyla ateş vb. bulguları alınıp,  bu tıbbi gruplarca değerlendirilir. Hastaneye başvurması gerekmeyenlere verilecek ilaç eczaneye bildirilir ve evine yollanarak periyodik olarak kendisiyle ilişki aynı yolla sürdürülür.
    • Hastaneye başvurması gerekenlerin durumuna göre, merkezi bir “hasta-hastane eşleştirme birimi”nce -ve uygun bir eşleştirme algoritması kullanılarak- en yakın müdahale birimine yollanmasına karar verilir. Eğer:
      • Yerel bir müdahale birimi var ve kapasitesi uygunsa oraya sevk edilir ya da
      •  En yakın müdahale birimine kendi imkanı varsa özel aracı ile, değilse ambulans ile o da mümkün değilse uçak ile gönderilir.

    Bu sıralama karalama mahiyetinde olup, incelikli hesap edilmesi gerekip de burada ele alınmamış noktaları kuşkusuz vardır. Bunların giderilebilmesi mümkündür; yeter ki mevcut “inşallah öyle bir durum olmaz” algoritmasına bel bağlanmış olmasın.

    Son bir anekdot ve hatırlatma!

    Bir mimar ile şu bilmece konusunda tartışmamız olmuştu: Milaj kağıdı inceliğinde -tut ki kalınlığı 0.01 milimetre olsun- büyük bir kağıt 50 defa katlanırsa kalınlığı ne kadar olur? Arkadaşımız hemen itiraz edip bir kağıt 7 defadan fazla katlanamaz deyince tartışma çıktı ve bir Pazar günü açık yer bulup milaj kağıdı buldurduk ve tam 11 defa katladık (yani kağıt o kadarına yetti) ve sonunda, eğer yeter büyüklükte bir kağıt bulunabilseydi kalınlığının tam 11 milyon kilometre olacağında anlaştık.

    Üssel artışın algılanmasında bir eğitim sayılabilecek bu egzersizin hem evde ilahi dinleyerek eğitim gören çocuklarımıza, hem de hastanelerdeki olası yığılmayı hesap edenlere yaptırılması yararlı olabilir.

    30 Mart 2020

  • Otobiyografi kesiti-6: Yazın Kalemi!

    Henüz 4-5 yaşlarındayım, evde kalemle kağıtla tanışmış insanlar var; ben de öykünüyorum ama okuma-yazma bilmediğim için işin o yanına katılamıyorum. Ama fırsat buldukça da kalemtıraşla ucu kütleşmiş kalemleri yontuyorum; hem eğleneyim hem de işe yarasın diye bu tür yontma işlerini de bana yaptırıyorlar. Fakat kalemin ucundan çıkan ve kopmadan epey uzayabilen talaşlar hoşuma gittiği için de -çünkü ancak o kadar yapabiliyorum- zaman zaman gereksiz yere kalemleri yontup ufaltıyorum. O gibi durumlarda “yazı kalemlerini ziyan ediyorsun” diye uyarıyorlar

    Fakat “yazı” sözcüğünü henüz bilmediğim için, ona en yakın bildiğim “yaz” kelimesi ile ilişkilendirip, o kalemlerle “yaz mevsiminde (yazın)” yazmama izin verileceğini düşünüyor ve yazın gelmesini çok istiyorum.

    Böylece evin içinde ne zaman sıkılıp kalem yontmak istesem “yazın kalemi nerede?” diye soruyorum-çünkü saklıyorlar-; bunun üzerine köşe bucak yazın kalemi arıyorum.

    Yazın kalemi zihnimde, tüm özlemlerimi yüklediğim bir “şey” halini almış. Her tarafı kurcalayıp yazın kalemi aradığımı bugün bile hatırlıyorum.

    Bu kişisel hikayemden çıkardığım hisse, “erişmek istenilip de henüz gerçekleştirilemeyenlerin zihinde gerçeğinden soyutlanıp farklı bir hale dönüştüğü ve sıkıntılardan kurtulma ihtiyacı hissedildiğinde başvurulabilecek birer kurtarıcıya (yazın kalemi) dönüştüğü”dür.

    Bir şey yapmak lazım! (isterseniz sonra da  tıklayabilirsiniz J)

    Toplumumuz eğri giden şeylerden şikayet konusunda açık ara birincidir ve kanımca bu çok da iyi bir özelliktir. Fakat galiba eksik bir bileşen, şikayet konusunun tersini söylemenin çözüm olamayacağının farkında olarak, arzulanan eyleme yol açan nedenlerin tam anlaşılması ve o nedenlerin nasıl giderileceği’nin “yapılabilir” adımlar halinde ortaya konulmasının, “bu kadar işin arasında katlanılması güç bir sıkıntı” olarak görülmesidir (tıklayabilirsiniz).

    13 Mart 2020