-
Nis 16 2012 ALKOLLÜ ARAÇ KULLANIMI
ALKOLLÜ ARAÇ KULLANIMI
Denizli valisinin, alkollü araç kullanan sürücülerin saçlarını kesme kararı çeşitli tepkilere yol açtı. Tepkilerin çoğunluğu, böyle bir kararın yanlışlığı, bir çeşit özel kanun yapmak demekliği üzerinde yoğunlaştı. M. Ali Kılıçbay ve İbrahim Betil, bu gazetede, ironik üsluplarıyla bu kararı fena halde eleştirdiler.
Vali bir devlet memurudur ve beyanat vermesi, İç İşleri Bakanı’nın iznine bağlıdır. Bu bakımdan, bu ağır eleştirilere yanıt veremeyebilir.
Bu nedenle, bu ve benzeri eleştirilere karşı kullanılmak üzere, bir valinin olası cevabı olabilecek bir mektup yazıp, eleştiri yapmış ve yapabilecek olanlara seslenmeyi düşündüm:
“Değerli kamuoyu mensupları,
Yılda yaklaşık 10,000 insanımızın ölüp bir o kadarının da sakat kalmasına yol açan trafik kazalarının, toplumumuzun ne denli önemli bir sorunu olduğunu ayrıca belirtmeyi gereksiz görüyorum. Bu sorunun çeşitli nedenleri bulunmakta, bunların başında da, “sorunun, ancak trafik polisleri ve bu meslekten yükselmiş yöneticilerce çözülecek nitelikte olduğu gerçeğinin yeterince anlaşılmayışı” gelmektedir.
Bugüne kadar bu sorunu yerel ya da genel ölçeklerde çözmek isteyen iyi niyetli kişiler mutlaka ortaya çıkmıştır. Ama işini bilen, ehliyetli kişileri yaşatmayan haset duygularımız, bu kişilere kulak verilmesini engellemiştir.
Benim yapmak istediğim, bir icat, bir keşif değildir. Sadece, bu konuda düşünce üretme ehliyetine sahip bu kişilerin, bu sorunun biricik çözümü konusundaki önerilerini hayata geçirmeye çalışmaktan ibarettir.
Geliştirmiş olduğum çözümle, aklı sıra alay etmek isteyen birkaç kişi, bu önlem başarılı olur da trafik kazaları azalırsa, başka suçları önlemek için de, insanların saçları yerine başka bir yerlerini kesip kesmeyeceğimi sormuşlardır.
Devlet hizmeti ciddi bir iştir ve ben de halis niyetlerle bunu yapmaya çalışan bir kişiyim. Bu tür, ima kokan, amacını aşan sorulara yine de ciddiyetle cevap vermek isterim. Benimle alay etmek isteyen bu kişiler gerçekte etkin bir çözümü de dile getirmiş bulunduklarının bilincinde değillerdir.
Evet, eğer suçların azalacağına kanaat getirirsem, ifrata kaçmamak kaydıyla bazı caydırıcı önlemler uygulanabileceğini düşünüyorum. Örneğin, büyük bir adli sorun haline gelmiş bulunan çek ve senet suçları meselesi için eli bütünüyle kesmeye gerek yoktur. Baş ve ikinci parmağın, o da ilk boğumundan kesilmesi, bir daha kalem tutamamayı, dolayısıyla da çek ya da senet imzalayamamayı sağlayacaktır. Benzer şekilde, cinsel tacizde bulunan bir kişinin de vahşi bir şekilde organlarının tamamen kesilmesi yerine, ucundan biraz alınması aynı caydırıcılığı çok daha medeni biçimde sağlayabilir.
Aslında, samimi olmak gerekirse bu ve benzer önlemler vatandaşlarımız tarafından zaten kullanılmakta olan çarelerdir. Benim yapmak istediğim, sadece bunun tescilinden ibarettir.
Ancak, işaret itmek istediğim, beni derinden yaralayan nokta bunlar değildir. “Zeka, benzer gibi görünenlerin farkını, farklı gibi görünenlerin benzerliklerini görebilmektir” biçimindeki özdeyiş, benim içine düşürüldüğüm bu durumla yakından ilgilidir.
Bu ülkede, düşündüklerini yasa olarak uygulayan onbinlerce vatandaşımız, yüzlerce politikacı ve de onlarca üst düzey devlet yetkilisi varken, benim bir konudaki uygulamam, bazılarını rahatsız etmiş görünüyor.
Herhangi bir devlet dairesinde, “bugün git yarın gel” diyen memur, kendi icadettiği yasayı değil de mevcut bir yasayı mı uyguluyor?
Tüm ülkeye hizmet etmesi için kendisine emanet edilen bütçe payını, seçmenlerinin gözüne girebilmek için kendi seçim bölgesine yatırım yaparak harcayan bakan,
İl olma kararnamesini elinde sallayıp, “oy vermezseniz il olamazsınız” , “başkası tütününüze ne verirse ben beşbin lira fazlasını veriyorum”, “İLKSAN’a para verdimse verdim, n’olmuş yani” deyip pişkinliğe vuran başbakanlar,
Kendi bankalarını soyup iflas ettiren ya da verdiği kredilerden pay alan genel müdürler,
Şartnamesine uymayan malı bile bile satın alıp, bundan çıkar sağlayan, sonra da “kurumları yıpratmamalı” kalkanının arkasında sütreye yatmış yüksek bürokratlar,
Haberciliği, ticaretini kolaylaştırmak için kullanan medya patronları ve daha yüzlercesi, acaba hep kendi yaptıkları yasaları uygulamıyorlar mı?
Ben bunların hiçbirini yapmadım. Sadece, bir bela haline gelmiş bir sorunu çözmek için kendimce bir yasa yaptım. Bunda kişisel bir çıkarım olmadığı gibi, aksine, -eleştiriler nedeniyle- en azından manevi kaybım var.”
Bu mektup tabii ki bir şakadır. Şakadır ama, mektuptaki sözlere cevap verebilmek için, “kötü örnek örnek alınmaz” demek de yetmemektedir. Kötü örnek pratikte pekala örnek olmaktadır.
Evet, Denizli valisi kendi yasasını yapmaya kalkışmıştır. Ama bunun nedeni, mektup içeriğinde verilen örneklere gözünü kulağını kapamış bir kamuoyunun varlığıdır.
Hatta denilebilir ki, bütün bu dağ başı yasalarının biricik nedeni, sesini çıkarmadan oturan, zaman zaman da bu eğrilikleri yapanları onaylayıp onurlandıran kamuoyunun ta kendisidir.
Kamuoyunun ne(ler) yapabileceğine gelince bu, hemen hemen sınırsızdır. Tüm demokratik ülkelerde, yasaların çizdiği sınırlar içinde ve toplum düzenini bozmadan yapılan “sivil itaatsizlik” örnekleri vardır. Üstelik, Denizli örneğinde olduğu gibi yasadışı bir yasaya karşı değil normal -ama beğenilmeyen ya da doğru uygulanmayan- yasalara karşı!
Şimdi, Denizli’deki tüm erkekler saçlarını sıfır numara ile traş ettirseler ve başkaca da bir şey yapmasalar, kendi kafasından trafik yönetmeliği yapmaya kalkan vali ne Denizli’de durabilir ne de valilikte. Bir daha hiçbir vali de bu tür abukluklara kalkışmaz.
Aynen, “sen bizimle il pazarlığı yapamazsın, bu ayıptır ve de yasadışıdır” ya da “tütün taban fiyatını veya İLKSAN’a ulufeyi benim vergilerimden değil, ancak kendi cebinden verebilirsin” diyebilen insanımız bulunsaydı, bu tür eğri ve eğriliklerin bulunmayacağı gibi!
Cumartesi, 01 Haziran 1996
-
Nis 16 2012 Ezber kalıpları sorgulansa idi..
Ezber kalıpları sorgulansa idi..
Ezber sözü kamuoyu diline yavaş yavaş yerleşmeye başladı. Ama çoğu kullanımda bir belirsizlik var. Acaba orijinal anlamındaki ezber mi yoksa anlam kaymasıyla kazandığı anlamdaki ezber mi tam belli olmuyor. Her ne ise yine de kabul..
Bu konuda bir çalışma yapılıyor. İzninizle, çalışma hakkında başlıklar halinde kısa bir bilgi sunayım:
- 1994 yılında Beyaz Nokta Vakfı kurulduğundan bu yana “ezber” konusuna dikkat çekilmeye çalışılıyor.
- Farsça kökenli “ezber” (ez+ber = ..den + …yürek, göğüs) sözcüğünün hem Türkçe hem diğer dillerde (par coeur, by heart) bir anlam kaymasına uğrayarak, bellemek, bellekte tutmak (memorising) anlamı kazanmış olması bir şanssızlık sayılabilir. Çünkü, karşı çıkılan kavram “bellekte tutmak” değil, “yürekten geldiği için sorgulamaya kapalılık” idi. Bu bir karışıklık yaratıyordu.
- Bu karışıklığı aşmak için mümkün olan her yerde ezberin gerçek anlamı ile zaman içinde anlam kayması yoluyla kazandığı anlam açıklanıyordu.
- Fakat, bu işlere ayıracak yeteri zamanı bulunmayanlar, ağızlarıyla ezbere karşı olduklarını söyleseler de uygulamalar daima ezberden yana oldu.
- Çok az sayıda eğitimci hariç 2009 yılına kadar böyle gelindi.
- (http://tinyurl.com/d6xt9bm) adresindeki kaynaklar bu az sayıdaki kişi veya kurumu gösteriyor. Diğer yanda ise yüzbinlerce kişi var.
- 2009 yılında, bu durum farkedilip, neye karşı olunduğunu daha iyi anlatacak bir deyim devreye sokuldu: Sorgulanamazlık veya sorgulamaya kapalılık.
- Bu terim daha kolay anlaşılır olduğu için daha kolay yaygınlaşmaya başladı. Basında, eğitim çevrelerinde hatta MEB yöneticilerinin ağızlarında sık sık “sorgulamaya dayalı eğitim” olarak yer alır oldu.
- Bu süreçte yavaş yavaş farkına varılan bir olgu da, sorgulanamazlığa karşı olduğunu ifade eden hemen hiç kimsenin çıkıp da, şu soruyu ortaya atmaması oldu: “Pekiyi, ezber (sorgulanamazlık) iyi bir şey değil, ama neyi nasıl sorgulayacağız? Örneğin ben coğrafya veya matematik öğretmeniyim ya da anne-babayım; öğrettiklerimi nasıl sorgulayabilirim?”
- Bir kişinin tesadüfen bu soruyu yüksek sesle sorması uyanmayı sağladı ve görüldü ki, sadece “sorgulanamazlığa hayır” demek, sorgulanamazlığın bağnazlığa, dogmalara ortam oluşturduğundan yakınmak meseleyi halletmiyor, toplumumuzun iliklerine kadar işlemiş bu hastalığın, çeşitli yaşam alanlarındaki örneklerini bulup görünür hale getirmek gerekiyormuş.
Hatta bununla da bitmiyor, eğer sorgulanmadan benimsenen kalıplar sorgulansa idi ne gibi olumluluklar doğacağını ve onlardan mahrum kalınacağını ortaya koymak gerekiyormuş.
- Bu düşünceler altında (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=1238) adresindeki yazı ortaya çıktı.
- Bu yazının ardından, tek kişinin ürettikleri yerine, çeşitli ilgi alanına sahip kişilerin üretebilecekleri sorgulanmamış kalıpları belirleyebilmek için, internet üzerinden bir duyuru yapıldı ve kalıp örnekleri konusunda yardım istendi.
- Duyuru kitlesi içinden yaklaşık 20 kişi çeşitli konularda kalıplar üretti ve bunlar toplandıkça kimin ürettiğini belirtilmeksizin bir birleşik liste üretildi.
- Bu listede 11 kategori halinde toplam 155 kalıp var. Tahmin edilebileceği gibi bu kalıpların hepsi “sorgulanmamış kalıp” tanımına uygunluk açısından aynı değil. Bazıları, yaygın bir kalıp olmamakla birlikte şikayetlerimizin dışavurumu biçiminde. Bazıları, sorgulanmama nedeniyle büyük zararlara yol açarken bazıları o denli güçlü değil.
- Bu kalıpların vakfın web sitesinde yayımlanması ve/ya basılı hale getirilmesi halinde, daha geniş bir kitlenin dikkatini çekebileceği, özellikle de eğitim sınıfının dikkatini çekebileceği düşünülüyor. Bu nedenle de herhangi bir yanlış anlama, hassasiyetleri rencide etme gibi olasılıklara karşı gözden geçirilmesi, gerekirse süzülmesi ihtiyacı var.
- Bu yolla toplumun gündemine sorgulama kavramının daha ete-kemiğe bürünmüş olarak konulması hedefleniyor.
Bakalım bu öngörü doğru çıkacak mı, yoksa yeni yollar aranmak mı gerekecek?
10 Nisan 12 Salı
-
Nis 16 2012 AZİZ NESİN HAKLIYDI!
AZİZ NESİN HAKLIYDI!
Karayollarındaki vahşet -ki kaza vs demek doğru değildir- karşısında hemen herkes acz beyan ediyor. “Her türlü yasayı çıkardık, cezaları ağırlaştırdık, ama kazalara engel olamıyoruz” yakınması, hemen her ilgili ve yetkilinin ağzındadır.
Bu vahşetle ilgili yalın gerçekler şunlardır:
-
İnsanlarımızın -pek büyük çoğunluğu- kıt kaynakları kullanma saygısına sahip değildir ve ilkel bir bencillikle birbirinin haklarını çiğnemektedir. Yollar da -özellikle yoğun trafik halinde- bir kıt kaynak olduğu için, bu “saygısızlığa dayalı hak çiğneme” olgusu sık sık, yaralanma veya ölümle zonuçlanan “fiziki saldırı”lara dönüşmektedir.
-
Sorunları “anlama” ve buna göre “çözümler geliştirme” durumunda olanlar, ancak basit, somut ve birinci dereceden sorunları kavrayabilmektedirler. Daha da kötüsü, tek doğrulu düşünce biçimleri nedeniyle ortak akla da kapalıdırlar.
Uzun süre boyunca üremiş bulunan ikinci, üçüncü, ilh. dereceden sorunlar ise ancak, adına “sorun kimyası” denilebilecek bir yaklaşımla anlaşılabilir.
-
Çok sayıda kuralsız sürücünün hatalarının, sayıca az, nitelikce yetersiz, hem de işini doğru yapma imkanına, bir ölçüde de hevesine sahip olmayan trafik polisince düzeltilmesi gibi imkansız bir çözümde ısrar edilmektedir.
Halbuki, yaygın kural ihlalleri trafikteki vahşetin bir numaralı nedenidir ve bunu önlemenin en etkin yollarından biri yaygın bir şikayet sistemi’dir.
Alo 154 gibi gayri ciddi, şikayet takibinin mümkün olmadığı bir göstermelik önlem yerine, doğrudan vatandaş inisiyatifine dayalı, gerektiğinde şikayeti ciddiye almayan kamu görevlisi hakkında suç duyurusu yapıp dava açabilecek imkanlara sahip bir girişim gerekmektedir.
-
Kural ihlalleri o denli yaygındır ki çoğu kimse nezdinde bu doğal hale gelmiştir. Kural ihlallerini bir “toplumsal ayıp” haline getirmek için “sorumlu sürücü” sistemi denilebilecek ve “tek yanlı olarak kurallara uyma taahhüdü” demek olan bir sistemi, vatandaşlar olarak örgütlüyebilmeliyiz.
-
Trafik vahşeti olaylarında hukuk sisteminin işletilmesini sağlamak ve bu yolla caydırıcılık sağlamak durumunda olanların büyük çoğunluğu, olayların neredeyse tamamının trafik kazası tanımına girmediğini idrak edememektedir.
Bu olayların ya taammüden adam öldürme girişimi, ya ruhsal sağlığı bozuk kişilerin araç kullanması ya da basit mekanik ve fizik bilgisinden yoksul cahil insanların eylemleri olduğu yargısına varamamakta, sürekli olarak yasaların yetersizliğinden yakınmaktadırlar.
Bu basit gerçekleri göremeyip, önlem olarak yol kenarına suntadan kesilme polis otosu maketi koyup, üzerine de fırfırlı lamba takarak bunu etkinleştirmek (!) gibi zavallılıklarla vakit geçirmek yerine;
-
“yurttaş şikayet sistemi” ni ve
-
“tek yanlı taahhütler yoluyla kuralsızlığın bir toplumsal ayıp haline getirilmesi” ni gerçekleştirebilmeliyiz.
Bunların nasıl gerçekleştirilebilecekleri hakkında onlarca soru üretilebilir ya da uygulanmaları sırasında doğabilecek kimi sorunlar öne sürülebilir.
Burada mesele, yukardaki 5 noktada tereddüt olup olmadığıdır. Bunlar üzerinde görüş birliğine varıldığında, her sorun için önlemler geliştirilebilir.
“Kuralları çiğneyenler” kadar cesarete sahip olamayan “kural çiğnemeyenler”in, bu vahşet içinde “çiğnenmeleri” pek kayıp sayılmamalıdır.
-
-
Nis 16 2012 -
Nis 16 2012 BU D
BU DENLİ AZ AKIL YALNIZ TRAFİĞE Mİ ÖZGÜDÜR?
Son söylenebileceği peşinen söyleyeyim ki hayır. Bu denli az akıl yalnızca trafiğe özgü olmayıp, toplum yaşamımızın hemen her kesimine gayet adaletle dağılmıştır. Ancak ne var ki diğer alanlardaki akıldışılıklar hemen sonuç vermemekte, ayrıca da trafikte olduğu gibi ölümle sonuçlanmamaktadır. Trafik bu bakımdan özel bir alandır ve bu alanda yapılan ahmaklıkların bedeli candır.
Trafik anarşisi konusunda düşünce beyan eden kimle konuşulsa ilk dile getirilen neden, insanlarımızın eğitim düzeylerinin düşüklüğüdür. En büyük güç olarak köyündeki beygirini görmüş olan insanımızın altına en küçüğü 100 beygir olan kamyonları verdiğinizde olacak olan bellidir.
Ama ne yazık ki sorun bu denli basit değildir. Şimdi size anlatacağım olay, kasketini eğri giyen, köyünde Cambridge olmadığı için doktora yapamamış vatandaşımız tarafından değil, cakasından yanına yanaşılmayan her lafına eğitimiyle ilgili bir hatırlatma yaparak başlamayı adet edinmiş seçkin aydınlarımızca bilerek, planlanarak yapılmıştır ve belki de her gün bir yerlerde yapılmaktadır.
Yer: Afyon-Dinar karayolu Tarih: 27-31 Temmuz 1994 arası
Bu güzergah üzerinde yaklaşık 20 kilometre kadar bir bölüm bütünüyle mıcır kaplanmış ve üzerinde yoğun bir trafik akıyor.
Yolu bu halde bırakanlar kadar akıl ve izan eksiği olan bir kısım sürücü de birbirlerini sollayarak havada uçuşan çakıl taşlarına yol açıyor ve bu taşlar araçların camlarında patlıyor.
Yol üzerinde güvenli olarak yapılabilecek azami hız 30-35 kilometre olmasına karşın, her iki yöndeki akımın ortalama hızı 80-90 kilometre. Bu akımın dışında kalanlar, karşıdan ve arkasından gelip geçenler nedeniyle 2-3 katı daha fazla riske muhatap. Yani ölümlerden ölüm beğenin!
Herhalde Dünya’da karayolları üzerinde inşaat yapılırken alınan bin türlü önlem vardır. Ama kara cahil bir insan dahi en az bir iki tanesini düşünebilir.
Bu basit görünüşlü olay, trafik katliamı içindeki bileşenlerden birisinin akıl eksiği, diğerinin ise vatandaşa tepeden bakıp “yolunuzu yapıyoruz ya, biraz telefat verseniz ne olacak” şeklindeki düşünce olduğunu göstermektedir.
Eğittiği insanının bu denli toplumuna ilgisiz, mesleğine ilgisiz olduğu bir başka toplum var mıdır bilmiyorum. Ama bu şunu gösteriyor ki Türkiye’nin sorunu insanının nitelik sorunudur, ama özellikle de okumuş yazmış kesimin nitelik sorunudur.
Pazar, 07 Ağustos 1994
-
Nis 16 2012 VALİ’NİN NİÇİN SUÇLANDIĞI DAHA ÖNEMLİDİR !
VALİ’NİN NİÇİN SUÇLANDIĞI DAHA ÖNEMLİDİR !
Bir perdenin ardında birşeyler oluyor ve kamuoyu neler olduğunu bilemiyor. Kamuoyunun bilgileri yalnızca perde üzerine düşen gölgeler yoluyla oluyor. Bu gölgeler, perdenin arkasında olanların deforme olmuş, yanıltıcı görüntüleridir. Yalnız bunlara bakarak olaylar hakkında doğru sonuçlar çıkarabilmek hemen hemen imkansızdır.
Son olarak ortaya atılan ve sonra da asılsız olduğu ihtimalinin kuvvetli olduğu ortaya çıkan İstanbul valisi ile ilgili iddialar bu açıdan çok önemlidir. Hele ve hele, iddia konusunun yeni olmayıp, durup dururken ortaya atılması, perde üzerindeki görüntüyle perde arkasındaki nesnenin çok farklı olabileceğini düşündürmektedir,.
Örneğin, İstanbul valisi, pıtrak gibi açılan kumarhanelerden rahatsız olup, bir kamu görevlisi olarak görevini yapmaya kalksa, bu kumarhaneleri açan ve/ya açtıranlarla ticari çıkar birliği bulunan bir medya organı acaba “iddia stoku” ndan bir malı ortaya süremez mi? Olay mutlaka böyle olmayabilir, ama bu bir olasılıktır ve de en az iddianın kendisi kadar rahatsız edici bir olasılıktır.
Ortaya atılan iddialara basının ve kamuoyunun duyarlık göstermesi çok yararlı ve temiz siyaset için çok ümit vericidir. Ama bu duyarlığın, madalyonun öbür yüzü için de gösterilmesi zorunludur. Aksi halde bu duyarlık, bir takım kirli ticari işleri gözden kaçırmak için pekala kullanılabilir.
Medya kuruluşlarının yalnızca “halkın doğru bilgilendirilmesi” işleviyle meşgul olması, ayrıca ticari faaliyette (doğrudan ya da dolaylı) uğraşmaması son derece önemli bir ilkedir.
Yoksa bakarsınız ki, bir kişi veya aileyi hedef alan bir medya kuruluşu, ticari çıkarlarındaki bir değişiklik nedeniyle aynı kişi ya da aileyi ülkemizin yeni kurtarıcısı olarak lanse etmeye başlamış! Olur mu olur !
-
Nis 16 2012 DEVLET NASIL REZİL EDİLİR?
DEVLET NASIL REZİL EDİLİR? İŞTE BÖYLE !
Kamyonların cumartesi günleri trafiğe çıkma yasağı 15 gün uygulandıktan sonra kaldırılıyor.
Yasağın konulması birinci yanlış, kaldırılması ise ikinci yanlış olmuş ve iki yanlıştan bir doğru çıkmamış, ikisinin toplamı kadar bir “kocaman yanlış” doğmuştur.
Kamyonların trafikten yasaklanması birkaç yönden yanlıştı. Birincisi, anayasanın seyahat özgürlüğüne karşı bir uygulamaydı.
İkincisi ise, trafik katliamının kaynaktaki nedeninin kamyonların trafiğe çıkması değil, trafiğe çıkan kamyonların kurallara uymaması olduğunun anlaşılmayışıdır.
Bu ikisi arasındaki farka dikkat edilmez ve aynı mantık kullanılırsa, bireylerin yüzde doksan dokuz faaliyetlerini yasaklamak gerekir. Çünkü insanımız hemen hiçbir alanda kurallara uymamaktadır.
Esas yasaklanması gereken “kurallara uymamayı” bir yana bırakıp, kurala uysun ya da uymasın tüm sürücülerin hareketlerini yasaklamak inanılmaz bir aczin ifadesidir. Devlet kuralları uygulatamamakta, bunun yerine işi kökünden halletmekte (!) dir.
Ancak, koyduğu bu ikinci yasağa da uyanlar yine eskiden olduğu gibi kurallara uyan saygılı sürücülerdir. Kurallara uymayıp trafiği bir katliama dönüştürenler yine yollardadır. İnanmayanlar, trafik polisleriyle adım başı pazarlık yapan sürücüleri görmelidirler.
İşin bu perdesi bile büyük bir ayıptır. İkinci perde ise daha bir acayiptir.
Yasağın kaldırılma gerekçesi, yasağın yanlışlığının anlaşılıp geri dönülmesi olsaydı, bu basit bir zavallılık olarak değerlendirilebilirdi. Hayır gerekçe bu değildir. “Şoför esnafından gelen tepkiler” ( Türkçesi oy kaybı korkusudur) üzerine yasak kaldırılıyor.
Siyasetin bu denli çirkin, devletin bu denli güçsüz hale nasıl geldiğini gösteren bu örnekten alınması gereken çok ders vardır.
-
Nis 16 2012 TÜRKİYE’NİN BAŞKENTİ NERESİDİR?
TÜRKİYE’NİN BAŞKENTİ NERESİDİR?
-
Alo siz misiniz efendim?
-
Evet benim.
-
Sizi Bil-Kazan programından arıyoruz başlayabilir miyiz?
-
A bi dakka çocuğumu da çağırayım..
-
…………..
-
Tamamım sorabilirsiniz..
-
Hanımefendi, Türkiye’nin başkenti neresidir? Lütfen bir defada cevaplayınız
-
Şey, heyecanlandım. Neydi orası? An, ant, yok Ankara.
-
Bravo, 250 milyon kazandınız.
-
Yaşayın en büyük sizsiniz.
-
Estağfurullah, en büyük sizsiniz efendim, güle güle harcayın..
Buna benzer programları hergün defalarca izliyoruz. Sınırlı bir TV reklam pastasından pay alma yarışına girmiş TV’lerin (TRT de dahil), izleyici sayısını artırmak için uyguladıkları bu yarışmalar (!) topluma bir çeşit hakarettir.
Bu tür yarışmalarla verilen üstü örtülü mesaj aslında, “Siz bizi izlerseniz bize reklam verirler. İzlemeniz için de biz size rüşvet veriyoruz. Ama bunu yarışma kılığına soktuk. Zaten siz ancak bu tür soruları yanıtlayabilecek düzeydesiniz”dir.
İzlenme düzeyini artırmaya çalışmak, serbest rekabetin en doğal -ve de yararlı- bir çabasıdır. Ama bu çabanın topluma da yararlı olması koşuluyla..
Bu tür yarışmaların en kötü yanlarından birisi de insanlara, “çalışmadan kazanmanın mümkün olduğu” izlenimini vermesi, onları bir çeşit kumara özendirmesidir. Barbut atmakla, sütün rengini bilene yüz milyonlar vermek arasında esaslı bir fark var mıdır?
İzlemeyi artırmanın, izleyenlere de yararlı çok yolları bulunabilir. İnsanların işlerine yarayan bilgi-becerilerin kazandırılabileceği programlar her zaman büyük ilgi toplamıştır. Girişimcilik konusunda iki sayfa açan bir haftalık derginin tirajı beşe katlanmıştır. Böyle bir program hele TV’de yayınlansa ne kadar izleyiciyi ekran başına toplar. Ama, “onlar pahalı programlardır, biz barbut yöntemiyle aynı işi yapıyoruz” deniliyorsa o başkadır.
Ama unutulmamalıdır ki iyi tüccar, müşterisinden uzun süre kar sağlayabilendir.
-
-
Nis 16 2012 İÇİMİZDEKİ CANAVAR!
İÇİMİZDEKİ CANAVAR!
Yanlış olarak trafik kazası denilen ve kaza tanımına uymayan olayları tek nedene, onu da içimizdeki canavarlara bağlayan yetkililerimiz, dahiyane bir buluşla caddelere panolar koyup “içinizdeki canavarı durdurun”, “trafik canavarı olmayın” gibi fevkalade yüksek düşünce ürünü sloganlarla canavarları kontrol altına almayı düşünmüş bulunmaktadırlar.
Bu olayı bir örnek olarak kullanıp, bir toplu hastalığımızı görmek -hatta çaresini de görmek- mümkündür. Bu hastalık, sorunların nedenlerini ve o nedenlerin nedenlerini sormamak, bunun yerine kafalarımıza yerleştirilmiş bulunan kalıplardan en uygun görünen birisini kullanarak sorunu çözmeye kalkışmaktır.
İşin acı yanı, bu kalıplar o denli hayatı kolaylaştırıcıdır ki, alışmamış insanlara bir işkence gibi gelen “düşünmek” yükünü ortadan kaldırdığı için bu virüsü kapmış bir kişi en iyi okullara girip çıksa dahi bu enfeksiyondan kurtulamamaktadır.
Bu kalıplar, okul-aile-çevre üçlüsü’nce doğru-iyi-güzel olarak kararlaştırılan her ne varsa onlardır ve zaten olaylarda nedensellik arayamayışımızın nedenlerinden başlıcası da bu yaklaşımdır. “Biz sizin için düşünür, sizin için her ne doğru, iyi ve güzelse ona karar veririz. Siz düşünmemeli, neden sormamalısınız. Sorarsanız aklınıza zararlı şeyler üşüşür” yaklaşımı, “kul vatandaş”ın nasıl üretildiğinin formülüdür.
Örnek olay olarak alınan “içimizdeki canavar” işine gelince: Trafik anarşisi (en iyi deyim budur) tek nedenli değildir. Ayrıca, hiçbir sorunun da tek nedenli olmadığı, işi sorun çözmek olanların ilk bilmesi gereken bilgidir.
Bu nedenlerden birisinin de -en önemlisi olup olmadığı tartışmalı olsada-, sürücülerin akıldışı eğilimler içine düşmeleri (canavarlık hali) ve istenmeyen sonuçlara yol açmaları olduğu doğrudur. İşte, yukarıda değinilen toplu hastalığın tipik belirtisi tam bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Sorunlara nedensellik yoluyla yaklaşan bir kişinin bu noktada sorması beklenen soru şudur; “pekiyi, sürücüler bu akıldışı eğilimlere (canavarlık) niçin kapılmaktadır? Tüm Türk’lerin içinde, başka milletlerde bulunmayan birer canavar mı vardır?”
Bu soru sorulunca, cevaplayacak olan ister istemez belli bir cevaba gelmek zorunda kalacaktır. Bu cevap da şu olacaktır: Yalnız Türklere özgü canavarlar olamaz. Tüm insanlarda öfke, hınç almak, cezalandırmak gibi hisler vardır. Bunu bilen medeni toplumlar, bu hislerin canavara dönüşmemesi için sistemler kurarlar, medeni olmayanlar ise herkesin kendi hıncını almasına, herkesin kendi adalet anlayışını uygulamasına yani birer “canavar” olmasına ses çıkar(a)mazlar.
Bir Trafik Şikayet Sistemi, insanların ilkel öç alma duygularının medeni bir davranışa dönüşmesini sağlar. Bir başka deyimle bizim başımıza dert olan “canavarlık”, akıllı yöneticilerin elinde bir avantaja dönüşür.
Otoyolda en sol şeritten seyreden bir kamyona karşı “canavar”ca davranıştan başka yapacak birşeyi bulunmayan insanımız, bir şikayet sistemi bulunsaydı içinden keyifle düşünür ve biraz sonra bu kamyonun hakettiği cezayı göreceğini bilirdi. Böylece , onbinlerce gönüllü trafik denetçisi devreye girmiş olur, kimse kolay kolay hatalı hareket etmeye cesaret edemezdi.
Tabii ki bu şikayet sisteminin, “154 Alo Trafik” ile yalnız isim benzerliği vardır.(İsteyenler deneyip öyle olduğunu görebilirler.)
Başedemediği her soruna bir canavar adı takan insanımız (enflasyon canavarı, terör canavarı, kollu canavar (kumar) gibi), aslında kendi beceriksizliği ile karşı karşıyadır ve ona “canavar” demektedir.
Haksız da değildir, çünkü en korkunç canavar, insanın kendi yetersizlikleridir.
Pazartesi, 23 Mayıs 1994
-
Nis 16 2012 BİR “ÖNCÜ” ARANIYOR!
BİR “ÖNCÜ” ARANIYOR!
Başkalarının ne kadar etkilendiğini bilmiyorum ama medyadaki reklamlar artık beni hiç mi hiç etkilemiyor. Yüzlerce değişik (görünümlü) reklama karşın söylenen ya da yazılan hep aynıdır: “Biz iyiyiz, bizim dışımızdakiler iyi değil!”.
Reklam firmaları içinden bir “babayiğit” mi çıkar, yoksa Reklamcılar Derneği mi düşünür bilemem, ama birisinin öncülük edip, bu “cana tak ettiren” yaklaşımdan kurtulması, yepyeni bir yaklaşımla ürününü tanıtması gerekiyor.
“Biz iyiyiz”’in dışında başka ne gibi yaklaşım olabilir? Kartvizitine `yaratıcı direktör’ yazanların mesleklerine karışmak istemem ama çeşitli ve de değişik kavramlar bulunabilir.
Dev bilgisayar firması CDC’nin kurucusu William Norris, şu tek cümleyle yepyeni bir iş felsefesi kurmuştur; “toplumun tatmin edilmemiş ihtiyaçları bizimi için iş imkanı demektir”.
Başlangıçta ABD iş dünyasının tepkilerini çeken bu felsefe, “para kazanma” ve “toplum sorunlarının çözümüne katkı”nın, “biri varsa diğeri yok” kavramlar olmadığını, bunların pekala “birlikte var” olabileceğini kanıtlamıştır.
Her ne kadar, insanların “tatmin edilmemiş ihtiyaçları”nı birer iş imkanı olarak kullanan iş(!) sahipleri yalnız Bangkok’ta değil ülkemizde de varsa da (alo seks hatları), CDC’nin kurucusu bu tür ahlaksızlıkları değil, toplumun çeşitli sorunlarını ele almıştır.
Ülkemizin önemli sorunlarından birisi olan işsizlik konusunda, “biz x adet yeni iş yaratmak için gençleri destekliyoruz. Bu yaklaşım bizi rakiplerimizden ayırıyor, dolayısıyla bizi seçin” diyebilecek bir öncünün çıkacağını umabilir miyiz?
Böyle bir yaklaşımın maliyeti, “biz iyiyiz”in maliyetinden daha fazla değildir, hatta daha da azdır. Tek sorun, farklı olduğunu söyleyen değil (çünkü herkes öyle söylüyor), gerçekten farklı olan ilk kuruluşun (aslında kişinin) ortaya çıkmasıdır.

