-
Nis 16 2012 TOPLANTI MERAKI VE “TOPLANTI YÖNETİMİ” !
TOPLANTI MERAKI VE “TOPLANTI YÖNETİMİ” !
İster iş hayatı isterse siyasal ya da sosyal amaçlı çalışmalar olsun, insanların zamanlarını en çok harcatan eylem türü, tartışmasız ki toplantı’ lardır.
Ne yazık ki, insanların yaşamlarından sürekli olarak küçük parçalar kopması demek olan toplantı’ ların daha etkin kullanılabilmesi için çaba harcandığı oldukça seyrektir.
Toplantı, bir sorun çözme aracıdır. Her sorun çözme aracı nasıl ki her türlü sorun karşısında kullanılamazsa, toplantı da her soruna iyi gelen bir panzehir değildir. Pratikte ise toplantı’lar tam bir panzehir olarak düşünülür ve hemen her durum karşısında derhal bir toplantı düzenlenir.
Toplantı’larla bu denli içli-dışlı olan insanlarımız, toplantı’ların -ve hele rastgele düzenlenmiş ise- ne kadar yararsız olduğunun bilincindedirler. Kendisine hiçbir fikir danışılmayan ama sırf eksik kalmasın diye toplantılara çağrılmış kişilerin saatlerce nasıl oturtulduğunu ya da tam aksine sadece çağrıldığı için kendisini göstermek gerektiğini düşünüp kimseye söz hakkı bırakmayan insanları hep biliriz.
Ama bu bilince karşın, toplantıların hala bu denli tutulmasının başkaca nedenleri olmalıdır. Akla gelebilecek bazı nedenler; sorun çözümü için sahip olunan alet çantasının fakirliği, tek başına sorumluluğu üstlenilmek istenmeyen bir olay karşısında başkalarını da sorumluluk altına sokma düşüncesi ya da toplantı yapılan konu hakkında ne yapılacağını katılımcılardan sorma niyeti olabilir.
Çeşitli sorun çözme araçlarından hangisinin nerede kullanılacağını bilmek, en değerli bilgidir.
Toplantı’lar, bir kısım insan arasında iletişim sağlamak, yaratıcı fikirler üretmek, dolaylı eğitim yapmak gibi amaçlarla kullanıldığında son derece yararlıdır. Ama, buradaki her amaç için ayrı bir kurgu altında toplantı yapmak kaydıyla ! Örneğin, günün bütün yorgunluğu ve tükenmişliğini taşıyan insanları sigara dumanlı bir odaya sokup onlardan yaratıcı fikir üretmelerini istemek ya da kimin ne bildiğini araştırmadan sadece “bu ilaç sana iyi gelir” gibisinden tüm katılımcılara birşeyler öğretmeye kalkmak abesle iştigalin ta kendisidir ve de bir zaman hırsızlığıdır.
İşte bu nedenler ile Toplantı Yönetimi, bir anlamda insan hayatının boşuna akıp gitmesine engel olabilecek yararlı bir araçtır.
Toplantılara bu denli meraklı bir toplumun, bir araçtan nasıl en büyük etkinliği elde edeceğini merak etmesi ve Toplantı Yönetimi adı verilen tekniğe daha büyük önem vermesi beklenir.
-
Nis 16 2012 VERİMLİ ÇALIŞMA İÇİN ÖZEL TBMM TAKVİMİ
Salı Salı Salı Çarşamba Cuma Cuma Toplanbe
7 6 5 4 3 2 1
15 14 12 11 10 9 8
22 21 20 19 18 17 16
Bu takvim, T.B.M.M.’nin daha verimli çalışmasını teminen özel olarak geliştirilmiştir. Şöyle ki:
- Bu takvim sayesinde ayın yedisinde görüşülmeye başlanan bir konuyu mesela aynı ayın üçünde bitirmek mümkündür.
- Sözlü soruların birikimine engel olabilmek ve ayrıca da üyelerin en devamlı günü olduğu dikkate alınarak, haftaya üç Salı konulması uygun görülmüştür.
- Toplantı yeter sayısı genellikle bulunamadığından Perşembe’ler; zaten toplanılmadığından da Cumartesi ve Pazar’lar kaldırılmış, onun yerine Cuma’ların sayısı artırılmıştır.
- Seçmen ziyaretinden bunalan arkadaşlarımızı düşünerek, en yoğun ziyaret günü olan Pazartesi’leri de iptal ettik.
- Milletvekillerinin komisyon toplantılarına devamını teminen “Toplanbe” tabir edilen bir yeni gün icadettik.
- Batıl inançları olanları düşünerek ayın 13’ünü iptal ettik.
- Daha sık maaş alınabilmesini teminen ayları 10 gün kısaltttık. Aynı gerekçeyle Mart, Haziran, Eylül ve Aralık aylarını da kaldırdık.
- Nihayet, hükümetlere daha rahat bir icraat ortamı sağlayabilmek için, 500ncü güne rastlayan her iki yılda bir Mayıs ayının 15nci günü iptal edilmiştir.
24 Eylül 2001
-
Nis 16 2012 FİYAT ARTIŞLARI , “ÇIĞ ETKİSİ”
FİYAT ARTIŞLARI , “ÇIĞ ETKİSİ”
Rev.No: 1, Mayıs 22,’93[1], Rev.No: 2, Kasım 01,’98, Rev.No: 3, Aralık 28,’07, Rev.No: 4, Nisan 05,’12
Giriş
Bir mal veya hizmetin fiyatına herhangibir nedenle zam yapılması halinde, onun girdi olduğu başka mal ve hizmetlerin fiyatlarında da bazı otomatik artışlar olması doğaldır. Örneğin, petrole zam yapıldığında taşımacılık fiyatları artmakta, o ise hemen hemen tüm mal ve hizmetlerin bir girdisi olduğundan, onların da fiyatlarını yükseltmektedir.
Bu olgu herkes tarafından bilinir. Bu makaleye konu olan fiyat artışları ise bu noktadan itibaren başlamaktadır.
Bir mal veya hizmet ürününün (bundan sonra sadece ürün denilecektir) fiyatına yapılan zam sonunda, o ürünün girdi olduğu bütün ürünlerin fiyatları artmakta; artan bu fiyatlar bu defa başlangıçta zamlanan ürünün fiyatını tekrar artırmakta ve böylece bir “Çığ Etkisi” (avalanche effect) oluşmaktadır. İşte genellikle ‘ihmal edilebilir’ olduğu varsayılan olgu budur. Ancak gerçek bu varsayımı doğrulamamaktadır. Bu makalede bu etkinin boyutları incelenmektedir.
Kullanılan hesaplama algoritması
Bir I/O tablosunda bulunan çeşitli mal ve hizmet ürünlerine yapılabilecek zamların[2] ardışık etkileri, bir bilgisayar yazılımı yoluyla incelenmiştir. Kullanılan algoritma, I/O tablosunun bir satırının zamlanması halinde bütün ürünlerde meydana gelebilecek fiyat değişimlerinin bir vektörde üst üste tutulması ve bu vektörde her bir ürün için biriken zam artışı belirli bir yakınsama değerine inene kadar, bir diğer deyişle zam artışları ihmal edilebilir değişim gösterene kadar zamların ürün maliyetlerine dağıtılmasından ibarettir.
Model üzerinde yapılan deneyler
(M) adet ürün arasındaki Girdi / Çıktı (Input / Output – I/O) ilişkilerini gösteren bir tablo (I/O tablosu) esas alınarak yapılan iteratif bir çözümleme, Çığ Etkisi dikkate alınmadan hesaplanan fiyat artışlarına göre önemli farkların olabileceğini göstermiştir.
Tablo I’deki örnekte, 10 adet ürünün I/O ilişkileri gösterilmiştir (Bkz. TABLO-I). Tablonun her sütunundaki ürünün maliyeti içinde 10 ürün satırındaki ürünün payları -oran olarak- gösterilmiştir.
TABLO – I. ÜRÜNLERİN BİRBİRLERİ İÇİNDEKİ MALİYET PAYLARI
ÜRÜNLER
ürün maliyetleri (sütun) içinde ürün (satır) payları (%)
Pay
petrol
elektrik
işçi ücr
taşıma
d.çelik
kira
gazete
su
arazi
ekmek
petrol
46.2%
1.3%
50.0%
20.0%
6.7%
3.3%
10.0%
0.0%
12.5%
149.9%
elektrik
28.6%
1.3%
0.0%
20.0%
6.7%
33.3%
20.0%
0.0%
25.0%
134.8%
işçi ücreti
35.7%
23.1%
50.0%
20.0%
6.7%
33.3%
40.0%
0.0%
25.0%
233.8%
taşıma
7.1%
7.7%
26.0%
10.0%
0.0%
13.3%
10.0%
0.0%
12.5%
86.7%
dem.-çelik
7.1%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
7.1%
kira
14.3%
15.4%
45.0%
0.0%
20.0%
16.7%
20.0%
100.0%
12.5%
243.8%
gazete
0.0%
0.0%
0.3%
0.0%
0.0%
3.3%
0.0%
0.0%
0.0%
3.6%
su
7.1%
7.7%
1.3%
0.0%
10.0%
3.3%
0.0%
0.0%
12.5%
41.9%
arazi
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
66.7%
0.0%
0.0%
0.0%
66.7%
ekmek
0.0%
0.0%
25.0%
0.0%
0.0%
6.7%
0.0%
0.0%
0.0%
31.7%
MALİYET
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
Fiyat/ Maliyet
1.43
1.23
1.00
1.25
1.20
1.33
1.00
1.20
1.33
1.50
TABLO II’de ise, bu ürünlerden yalnız birisine (örneğin petrol) % 10 zam yapılması halinde, “Çığ Etkisi” dikkate alınmadan oluşan yeni artmış maliyetler gösterilmiştir. Aşağıda, Çığ Etkisi (ÇE) dikkate alınmadan, ardışık yansımalarla oluşan fiyat artışları (%) cinsinden gösterilmiştir.
TABLO – II. ÇIĞ ETKİSİ DİKKATE ALINMADAN OLUŞAN ZAMLAR
Ürün >
petrol
elektrik
işçilik
taşıma
dem.çelik
kira
gazete
su
arazi
ekmek
Zam >
%10.0
% 4.6
%0.12
%5.0
% 2.0
%0.67
%0.33
%1.0
% 0
%1.25
10 üründe meydana gelen bu değişik fiyat artışlarından bir ‘ortalama’ türetebilmek için, her birinin ağırlığı rastgele belirlenmiş aşağıdaki”sepet” tanımlanmıştır.
FİYATLAR GENEL DÜZEYİNİ TEMSİL EDEN ‘SEPET’
Ürün >
petrol
elektrik
işçilik
taşıma
dem.çel.
kira
gazete
su
arazi
ekmek
Ağırlık >
100
100
1
1
1
1
30
50
0
60
Bu ‘sepet’ kullanılarak hesaplanan ortalama fiyat artışı % 5.0 olmuştur. Geleneksel olarak kullanılan hesaplama yöntemi budur.
Diğer yandan, ÇE dikkate alınarak petrole yapılan % 10’luk zam diğer ürünlere ve dönerek tekrar petrole (ve tekrar diğer ürünlere……) yansıtılmış ve bu defa aşağıdaki zamlar oluşmuştur.
ÇE DİKKATE ALINARAK OLUŞAN ZAMLAR (%)
Ürün >
petrol
elektrik
işçilik
taşıma
dem.çel.
kira
gazete
su
arazi
ekmek
Zam >
20.2
13.9
9.0
14.5
11.8
4.3
10.7
10.5
4.3
11.7
Aynı ‘sepet’ kullanılarak bu defa hesaplanan ortalama fiyat artışı ise % 15 olmuştur. Böylece ÇE, fiyat artışlarını yaklaşık 3 kat artırmış olmaktadır. Buna Çığ Etkisi Çarpanı denilebilir.
Kolayca tahmin edilebileceği gibi bu çarpanın büyüklüğü, bazı faktörlere bağlı olarak değişecektir. Yani;
(a) I/O tablosunun büyüklüğüne,
(b) Çok sayıda ürüne girdi olan ürünlerin sayısına,
(c) Karşılıklı olarak birbirine yüksek bağımlılık gösteren ürünlerin sayısına
bağlı olarak ÇE Çarpanı büyüyecektir.
Nitekim, Tablo I’de verilen I/O tablosu üzerinde yapılan bir seri deney, yukarıda belirtilen 3 faktörün de etkisini göstermektedir.
I/O tablosunun 2, 3, ………, 10 elemanı alınarak yapılan deneylerde, daima ilk ürüne (petrol) % 10 zam yapılmıştır. Alınan sonuçlar aşağıdadır.
I/O TABLOSUNUN BÜYÜKLÜĞÜNÜN ÇE ÇARPANI’NA ETKİSİ
(HÜCRE SAYISI)
Hücre sayısı >
2 x 2
3 x 3
4 x 4
5 x 5
6 x 6
7 x 7
8 x 8
9 x 9
10 x 10
ÇE çarpanı >
1.14
1.16
1.35
1.41
1.53
1.64
2.05
3.14
17.79
Görüldüğü gibi tablo büyüdükçe ÇE Çarpanı’da büyümektedir.
I/O tablosu değiştirilerek, çok sayıda ürüne girdi olan bir ürünün bulunup bulunmamasına göre 2 ayrı deney yapılmıştır. Bu tür bir ürünün bulunması ve bulunmaması hallerinde ÇE Çarpanları sırasıyla 2.98 ve 1.0 olmuştur.
Modelin varsayımları ile gerçek koşullar arasındaki farklılıklar
Bu makaleye temel oluşturan model ile pratik arasında bazı farklılıklar vardır. Bu farklılıklar, pratikteki durumu -genellikle- daha da kötüleştirici (yani ÇE Çarpanı’nı daha da artırıcı) yöndedir.
Bu farklılıklar şunlardır:
a. Sistemin, “tam rekabet” altında işlediği varsayılmaktadır. Pratikte ise “eksik rekabet” koşulları geçerlidir. Fiyatların, herhangi bir yavaşlatıcı etki ile karşılaşmadan yeni bir denge durumuna doğru “çığ” biçiminde artmasını önleyebilecek bir faktör “rekabet” iken, eksik rekabet koşulları bu avantajı azaltmaktadır.
b. Her ürünün fiyatı ile maliyeti arasındaki oranın (kar oranı), ardışık zamlar sırasında sabit tutulacağı varsayılmıştır. Yani bir ürünün bir girdisine bir miktar zam geldiğinde, o ürünün yeni fiyatının ancak eski kar oranını sabit tutacak kadar olabileceği kabul edilmektedir. Pratikteki durum ise 2 açıdan farklıdır:
(1) “Nasıl olsa her zaman zam yapılamaz, yapmışken biraz daha fazla zam yapayım” düşüncesi genel geçer bir eğilimdir. Böylece zamlar, bu modeldeki kabulden daha büyük olabilir.
(2) Ama diğer yandan, yüksek fiyatlarda kar oranını düşürme yönünde bir düşünce de doğabilir. Ancak buradaki ‘yüksek fiyat’ fiyatlar yelpazesinde yer alan ucuz ürünlerin aksi olan pahalı ürünler olmayıp, ucuz ya da pahalı fiyatı yükselen ürünlerdir. Bu düşüncelerden hangisinin geçerli olacağını kestirebilmek güçtür.
c. Yuvarlatma (round-off) etkisi: Bir ürüne yapılması gereken zamın daima bir üst değere yuvarlatılması eğilimi vardır. Bu, ÇE Çarpanı’nı bir ölçüde artırır.
d. Modelde ardışık zamlar simültane olarak meydana gelmektedir. Pratikte ise çığ olgusu belirli bir zamana yayılarak gerçekleşmektedir. Ancak bu süre çok uzun olamaz. Çünkü her mal ve hizmet üreticisi, ürününün karlılık oranını korumak için vakit kaybetmek istemez. Hatta bir bölümü, ürününün girdilerinde henüz bir artış olmadan da zam yapabilir.
Modelden nasıl yararlanılabilir?
Ekonomik hayatın yönetimine ilişkin kararları verenlerin, bu hayatın ana objesi durumunda olan I/O tablosunun çeşitli değişimlere duyarlığı konusunda ayrıntılı bilgi verebilecek bir “simülatör”e ihtiyaçları vardır.
“Hangi mal ve hizmet ürünü, fiyat artışlarına karşı ne kadar duyarlıdır?” sorusunun doğru cevapları bilinemediği sürece, hiç umulmayan nedenlerden dolayı bir “çığ” olgusu harekete geçebilir. Bu nedenle model, böyle bir genel işlev için kullanılabilir.
Diğer yandan, ekonomik sistemi oluşturan gerçek I/O sisteminde bazı ürünlerin diğerlerinden “daha etkileyici” ve/ya “daha duyarlı” olmaları doğaldır. Çok sayıda ürüne girdi olan bir ürün “daha etkileyici” iken; çok sayıda ürünü girdi olarak kullanan bir ürün de “daha duyarlı” olacaktır. Bu iki gruba birlikte “Kritik Ürünler” denilebilir.
“Kritik Ürünler”in bir bölümü bilinmektedir. Örneğin petrol, elektrik, işçi ücretleri gibi ürünler böyledir. Ancak, I/O tablosu üzerinde ayrıntılı analizler yapılmadan bütün kritik ürünleri tam olarak bilmek mümkün değildir.
Kritik Ürünlerin maliyetine giren ve dikkat çekmeyen bazı girdilerin (vergi, resim, harç gibi) küçük miktarlarda dahi artırılmasının olası sonuçlarını, I/O tablosu üzerinde gerekli deneyleri yapmadan bilmek mümkün değildir.
Modelin verdiği sonuçlardan en ilginci ise negatif zam (fiyat indirimi) olgusudur. Zamların yol açtığı “çığ” etkisi, benzer biçimde fiyat indirimi halinde de doğmaktadır. Aşağıda çeşitli ürünlere yapılan +%10 ve -%10 zamların yol açtığı ÇE Çarpanları verilmiştir.
HER ÜRÜNE AYRI AYRI ±%10 ZAM YAPILMASI HALİNDE
FİYATLAR GENEL DÜZEYİNDEKİ % DEĞİŞMELER
Ürün #
Ürün adı
+%10 zam
-%10 zam
1
Petrol
15.0
18.0
2
Elektrik
9.7
-11.0
3
İşçi
ücreti16.5
-21.8
4
Taşıma
8.1
-9.3
5
Demir-çelik
1.1
-1.15
6
Kira
13.3
-17.1
7
Gazete
12.0
-1.25
8
Su
6.1
-6.3
9
Arazi
~0
~0
10
Ekmek
6.8
-7.5
Bazı kritik ürünlerde fiyat indirimi yapılabildiği takdirde fiyatlar genel düzeyinde kendisinden daha büyük bir azalmaya neden olması olgusu, enflasyonla mücadele politikasında son derece etkin bir araç olarak kullanılabilir.
Yakınsaklık ölçütünün (EPS) etkileri
Deneyler sırasındaki ardışık iterasyonlarda oluşan yansımış zamların ürün maliyetlerine dağıtımında her zaman yakınsama garanti edilemez. Yakınsamanın olup olmaması, I/O tablosunun yapısına, yapılan zamın miktarına ve nihayet yakınsaklık ölçütüne (EPS) bağlıdır.
Teorik olarak, birbiri arasında bir denge halinde bulunan bir I/O tablosunun bu dengesi bozulduğunda (bir zam yapıldığında), hangi fiyatlarda tekrar dengenin oluşacağı yukarıdaki bu faktörlere bağlıdır. Oluşan Çığ Etkisi, sönümlü (giderek azalan) tipte ise belirli bir iterasyon sonunda denge oluşmaktadır. Bazı hallerde ise çığ, giderek büyüyen (gerçek çığa benzer şekilde) bir hal almaktadır.
Deneylerde, 0.5TL’lık bir yakınsaklık ölçütünün (EPS=0.5) iyi sonuçlar verdiği gözlenmiştir.
Sonuç
Elektrik enerjisi birim fiyatına (sanayi için) %10 oranında bir zam yapılacağı ilan edilmiştir. Modelden görüldüğü gibi doğacak çığ etkisi kesinlikle birinci dalga denilebilecek zam yayılmasıyla sınırlı kalmayacak, doğan zamların geriye (tekrar elektrik enerjisi fiyatlarına) yansıması sonucunda, sönümlenen ama sönümlenene kadar fiyatlar genel seviyesini tahmin edilenin üzerine çıkaran bir çığ etkisi oluşacaktır.
Tablo-I’in en sağ sütununda, çeşitli ürünlerin çığ tetikleme açısından ne derecede kritik olduğu görülmektedir. Dolayısıyla enerji ve işçilik gibi kritik ürünlere yapılacak zamların çığ tetikleyici etkilerinden korunabilmek için bazı önlemler alınması gerekir. Bu kapsamdaki iki önlemden birincisi, bir trend oluşturmayan çok küçük zam gereksinimlerinin, oluşturulacak bir fon yardımıyla sönümlenmesi; diğeri ise, global ölçekli trendlerden doğabilecek zam gereksinimlerinin düzenli bir şekilde (bekletilmeksizin) kullanıcılara yansıtılmasıdır.
1990 yılında yapılan bu çalışmanın, aradan geçen 22 yıl içinde ekonomimizi temsil eden 65 kalemlik gerçek I/O tablosu ile yapılması ve sonuçlarının akademik ve siyasal çevrelerle paylaşılması beklenirdi. Ekonomistlerimizin ilgisine bir defa da bu yolla sunarım.
Nisan 5, 2012
-
Nis 16 2012 ALKOLLÜ ARAÇ KULLANIMI
ALKOLLÜ ARAÇ KULLANIMI
Denizli valisinin, alkollü araç kullanan sürücülerin saçlarını kesme kararı çeşitli tepkilere yol açtı. Tepkilerin çoğunluğu, böyle bir kararın yanlışlığı, bir çeşit özel kanun yapmak demekliği üzerinde yoğunlaştı. M. Ali Kılıçbay ve İbrahim Betil, bu gazetede, ironik üsluplarıyla bu kararı fena halde eleştirdiler.
Vali bir devlet memurudur ve beyanat vermesi, İç İşleri Bakanı’nın iznine bağlıdır. Bu bakımdan, bu ağır eleştirilere yanıt veremeyebilir.
Bu nedenle, bu ve benzeri eleştirilere karşı kullanılmak üzere, bir valinin olası cevabı olabilecek bir mektup yazıp, eleştiri yapmış ve yapabilecek olanlara seslenmeyi düşündüm:
“Değerli kamuoyu mensupları,
Yılda yaklaşık 10,000 insanımızın ölüp bir o kadarının da sakat kalmasına yol açan trafik kazalarının, toplumumuzun ne denli önemli bir sorunu olduğunu ayrıca belirtmeyi gereksiz görüyorum. Bu sorunun çeşitli nedenleri bulunmakta, bunların başında da, “sorunun, ancak trafik polisleri ve bu meslekten yükselmiş yöneticilerce çözülecek nitelikte olduğu gerçeğinin yeterince anlaşılmayışı” gelmektedir.
Bugüne kadar bu sorunu yerel ya da genel ölçeklerde çözmek isteyen iyi niyetli kişiler mutlaka ortaya çıkmıştır. Ama işini bilen, ehliyetli kişileri yaşatmayan haset duygularımız, bu kişilere kulak verilmesini engellemiştir.
Benim yapmak istediğim, bir icat, bir keşif değildir. Sadece, bu konuda düşünce üretme ehliyetine sahip bu kişilerin, bu sorunun biricik çözümü konusundaki önerilerini hayata geçirmeye çalışmaktan ibarettir.
Geliştirmiş olduğum çözümle, aklı sıra alay etmek isteyen birkaç kişi, bu önlem başarılı olur da trafik kazaları azalırsa, başka suçları önlemek için de, insanların saçları yerine başka bir yerlerini kesip kesmeyeceğimi sormuşlardır.
Devlet hizmeti ciddi bir iştir ve ben de halis niyetlerle bunu yapmaya çalışan bir kişiyim. Bu tür, ima kokan, amacını aşan sorulara yine de ciddiyetle cevap vermek isterim. Benimle alay etmek isteyen bu kişiler gerçekte etkin bir çözümü de dile getirmiş bulunduklarının bilincinde değillerdir.
Evet, eğer suçların azalacağına kanaat getirirsem, ifrata kaçmamak kaydıyla bazı caydırıcı önlemler uygulanabileceğini düşünüyorum. Örneğin, büyük bir adli sorun haline gelmiş bulunan çek ve senet suçları meselesi için eli bütünüyle kesmeye gerek yoktur. Baş ve ikinci parmağın, o da ilk boğumundan kesilmesi, bir daha kalem tutamamayı, dolayısıyla da çek ya da senet imzalayamamayı sağlayacaktır. Benzer şekilde, cinsel tacizde bulunan bir kişinin de vahşi bir şekilde organlarının tamamen kesilmesi yerine, ucundan biraz alınması aynı caydırıcılığı çok daha medeni biçimde sağlayabilir.
Aslında, samimi olmak gerekirse bu ve benzer önlemler vatandaşlarımız tarafından zaten kullanılmakta olan çarelerdir. Benim yapmak istediğim, sadece bunun tescilinden ibarettir.
Ancak, işaret itmek istediğim, beni derinden yaralayan nokta bunlar değildir. “Zeka, benzer gibi görünenlerin farkını, farklı gibi görünenlerin benzerliklerini görebilmektir” biçimindeki özdeyiş, benim içine düşürüldüğüm bu durumla yakından ilgilidir.
Bu ülkede, düşündüklerini yasa olarak uygulayan onbinlerce vatandaşımız, yüzlerce politikacı ve de onlarca üst düzey devlet yetkilisi varken, benim bir konudaki uygulamam, bazılarını rahatsız etmiş görünüyor.
Herhangi bir devlet dairesinde, “bugün git yarın gel” diyen memur, kendi icadettiği yasayı değil de mevcut bir yasayı mı uyguluyor?
Tüm ülkeye hizmet etmesi için kendisine emanet edilen bütçe payını, seçmenlerinin gözüne girebilmek için kendi seçim bölgesine yatırım yaparak harcayan bakan,
İl olma kararnamesini elinde sallayıp, “oy vermezseniz il olamazsınız” , “başkası tütününüze ne verirse ben beşbin lira fazlasını veriyorum”, “İLKSAN’a para verdimse verdim, n’olmuş yani” deyip pişkinliğe vuran başbakanlar,
Kendi bankalarını soyup iflas ettiren ya da verdiği kredilerden pay alan genel müdürler,
Şartnamesine uymayan malı bile bile satın alıp, bundan çıkar sağlayan, sonra da “kurumları yıpratmamalı” kalkanının arkasında sütreye yatmış yüksek bürokratlar,
Haberciliği, ticaretini kolaylaştırmak için kullanan medya patronları ve daha yüzlercesi, acaba hep kendi yaptıkları yasaları uygulamıyorlar mı?
Ben bunların hiçbirini yapmadım. Sadece, bir bela haline gelmiş bir sorunu çözmek için kendimce bir yasa yaptım. Bunda kişisel bir çıkarım olmadığı gibi, aksine, -eleştiriler nedeniyle- en azından manevi kaybım var.”
Bu mektup tabii ki bir şakadır. Şakadır ama, mektuptaki sözlere cevap verebilmek için, “kötü örnek örnek alınmaz” demek de yetmemektedir. Kötü örnek pratikte pekala örnek olmaktadır.
Evet, Denizli valisi kendi yasasını yapmaya kalkışmıştır. Ama bunun nedeni, mektup içeriğinde verilen örneklere gözünü kulağını kapamış bir kamuoyunun varlığıdır.
Hatta denilebilir ki, bütün bu dağ başı yasalarının biricik nedeni, sesini çıkarmadan oturan, zaman zaman da bu eğrilikleri yapanları onaylayıp onurlandıran kamuoyunun ta kendisidir.
Kamuoyunun ne(ler) yapabileceğine gelince bu, hemen hemen sınırsızdır. Tüm demokratik ülkelerde, yasaların çizdiği sınırlar içinde ve toplum düzenini bozmadan yapılan “sivil itaatsizlik” örnekleri vardır. Üstelik, Denizli örneğinde olduğu gibi yasadışı bir yasaya karşı değil normal -ama beğenilmeyen ya da doğru uygulanmayan- yasalara karşı!
Şimdi, Denizli’deki tüm erkekler saçlarını sıfır numara ile traş ettirseler ve başkaca da bir şey yapmasalar, kendi kafasından trafik yönetmeliği yapmaya kalkan vali ne Denizli’de durabilir ne de valilikte. Bir daha hiçbir vali de bu tür abukluklara kalkışmaz.
Aynen, “sen bizimle il pazarlığı yapamazsın, bu ayıptır ve de yasadışıdır” ya da “tütün taban fiyatını veya İLKSAN’a ulufeyi benim vergilerimden değil, ancak kendi cebinden verebilirsin” diyebilen insanımız bulunsaydı, bu tür eğri ve eğriliklerin bulunmayacağı gibi!
Cumartesi, 01 Haziran 1996
-
Nis 16 2012 Ezber kalıpları sorgulansa idi..
Ezber kalıpları sorgulansa idi..
Ezber sözü kamuoyu diline yavaş yavaş yerleşmeye başladı. Ama çoğu kullanımda bir belirsizlik var. Acaba orijinal anlamındaki ezber mi yoksa anlam kaymasıyla kazandığı anlamdaki ezber mi tam belli olmuyor. Her ne ise yine de kabul..
Bu konuda bir çalışma yapılıyor. İzninizle, çalışma hakkında başlıklar halinde kısa bir bilgi sunayım:
- 1994 yılında Beyaz Nokta Vakfı kurulduğundan bu yana “ezber” konusuna dikkat çekilmeye çalışılıyor.
- Farsça kökenli “ezber” (ez+ber = ..den + …yürek, göğüs) sözcüğünün hem Türkçe hem diğer dillerde (par coeur, by heart) bir anlam kaymasına uğrayarak, bellemek, bellekte tutmak (memorising) anlamı kazanmış olması bir şanssızlık sayılabilir. Çünkü, karşı çıkılan kavram “bellekte tutmak” değil, “yürekten geldiği için sorgulamaya kapalılık” idi. Bu bir karışıklık yaratıyordu.
- Bu karışıklığı aşmak için mümkün olan her yerde ezberin gerçek anlamı ile zaman içinde anlam kayması yoluyla kazandığı anlam açıklanıyordu.
- Fakat, bu işlere ayıracak yeteri zamanı bulunmayanlar, ağızlarıyla ezbere karşı olduklarını söyleseler de uygulamalar daima ezberden yana oldu.
- Çok az sayıda eğitimci hariç 2009 yılına kadar böyle gelindi.
- (http://tinyurl.com/d6xt9bm) adresindeki kaynaklar bu az sayıdaki kişi veya kurumu gösteriyor. Diğer yanda ise yüzbinlerce kişi var.
- 2009 yılında, bu durum farkedilip, neye karşı olunduğunu daha iyi anlatacak bir deyim devreye sokuldu: Sorgulanamazlık veya sorgulamaya kapalılık.
- Bu terim daha kolay anlaşılır olduğu için daha kolay yaygınlaşmaya başladı. Basında, eğitim çevrelerinde hatta MEB yöneticilerinin ağızlarında sık sık “sorgulamaya dayalı eğitim” olarak yer alır oldu.
- Bu süreçte yavaş yavaş farkına varılan bir olgu da, sorgulanamazlığa karşı olduğunu ifade eden hemen hiç kimsenin çıkıp da, şu soruyu ortaya atmaması oldu: “Pekiyi, ezber (sorgulanamazlık) iyi bir şey değil, ama neyi nasıl sorgulayacağız? Örneğin ben coğrafya veya matematik öğretmeniyim ya da anne-babayım; öğrettiklerimi nasıl sorgulayabilirim?”
- Bir kişinin tesadüfen bu soruyu yüksek sesle sorması uyanmayı sağladı ve görüldü ki, sadece “sorgulanamazlığa hayır” demek, sorgulanamazlığın bağnazlığa, dogmalara ortam oluşturduğundan yakınmak meseleyi halletmiyor, toplumumuzun iliklerine kadar işlemiş bu hastalığın, çeşitli yaşam alanlarındaki örneklerini bulup görünür hale getirmek gerekiyormuş.
Hatta bununla da bitmiyor, eğer sorgulanmadan benimsenen kalıplar sorgulansa idi ne gibi olumluluklar doğacağını ve onlardan mahrum kalınacağını ortaya koymak gerekiyormuş.
- Bu düşünceler altında (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=1238) adresindeki yazı ortaya çıktı.
- Bu yazının ardından, tek kişinin ürettikleri yerine, çeşitli ilgi alanına sahip kişilerin üretebilecekleri sorgulanmamış kalıpları belirleyebilmek için, internet üzerinden bir duyuru yapıldı ve kalıp örnekleri konusunda yardım istendi.
- Duyuru kitlesi içinden yaklaşık 20 kişi çeşitli konularda kalıplar üretti ve bunlar toplandıkça kimin ürettiğini belirtilmeksizin bir birleşik liste üretildi.
- Bu listede 11 kategori halinde toplam 155 kalıp var. Tahmin edilebileceği gibi bu kalıpların hepsi “sorgulanmamış kalıp” tanımına uygunluk açısından aynı değil. Bazıları, yaygın bir kalıp olmamakla birlikte şikayetlerimizin dışavurumu biçiminde. Bazıları, sorgulanmama nedeniyle büyük zararlara yol açarken bazıları o denli güçlü değil.
- Bu kalıpların vakfın web sitesinde yayımlanması ve/ya basılı hale getirilmesi halinde, daha geniş bir kitlenin dikkatini çekebileceği, özellikle de eğitim sınıfının dikkatini çekebileceği düşünülüyor. Bu nedenle de herhangi bir yanlış anlama, hassasiyetleri rencide etme gibi olasılıklara karşı gözden geçirilmesi, gerekirse süzülmesi ihtiyacı var.
- Bu yolla toplumun gündemine sorgulama kavramının daha ete-kemiğe bürünmüş olarak konulması hedefleniyor.
Bakalım bu öngörü doğru çıkacak mı, yoksa yeni yollar aranmak mı gerekecek?
10 Nisan 12 Salı
-
Nis 16 2012 AZİZ NESİN HAKLIYDI!
AZİZ NESİN HAKLIYDI!
Karayollarındaki vahşet -ki kaza vs demek doğru değildir- karşısında hemen herkes acz beyan ediyor. “Her türlü yasayı çıkardık, cezaları ağırlaştırdık, ama kazalara engel olamıyoruz” yakınması, hemen her ilgili ve yetkilinin ağzındadır.
Bu vahşetle ilgili yalın gerçekler şunlardır:
-
İnsanlarımızın -pek büyük çoğunluğu- kıt kaynakları kullanma saygısına sahip değildir ve ilkel bir bencillikle birbirinin haklarını çiğnemektedir. Yollar da -özellikle yoğun trafik halinde- bir kıt kaynak olduğu için, bu “saygısızlığa dayalı hak çiğneme” olgusu sık sık, yaralanma veya ölümle zonuçlanan “fiziki saldırı”lara dönüşmektedir.
-
Sorunları “anlama” ve buna göre “çözümler geliştirme” durumunda olanlar, ancak basit, somut ve birinci dereceden sorunları kavrayabilmektedirler. Daha da kötüsü, tek doğrulu düşünce biçimleri nedeniyle ortak akla da kapalıdırlar.
Uzun süre boyunca üremiş bulunan ikinci, üçüncü, ilh. dereceden sorunlar ise ancak, adına “sorun kimyası” denilebilecek bir yaklaşımla anlaşılabilir.
-
Çok sayıda kuralsız sürücünün hatalarının, sayıca az, nitelikce yetersiz, hem de işini doğru yapma imkanına, bir ölçüde de hevesine sahip olmayan trafik polisince düzeltilmesi gibi imkansız bir çözümde ısrar edilmektedir.
Halbuki, yaygın kural ihlalleri trafikteki vahşetin bir numaralı nedenidir ve bunu önlemenin en etkin yollarından biri yaygın bir şikayet sistemi’dir.
Alo 154 gibi gayri ciddi, şikayet takibinin mümkün olmadığı bir göstermelik önlem yerine, doğrudan vatandaş inisiyatifine dayalı, gerektiğinde şikayeti ciddiye almayan kamu görevlisi hakkında suç duyurusu yapıp dava açabilecek imkanlara sahip bir girişim gerekmektedir.
-
Kural ihlalleri o denli yaygındır ki çoğu kimse nezdinde bu doğal hale gelmiştir. Kural ihlallerini bir “toplumsal ayıp” haline getirmek için “sorumlu sürücü” sistemi denilebilecek ve “tek yanlı olarak kurallara uyma taahhüdü” demek olan bir sistemi, vatandaşlar olarak örgütlüyebilmeliyiz.
-
Trafik vahşeti olaylarında hukuk sisteminin işletilmesini sağlamak ve bu yolla caydırıcılık sağlamak durumunda olanların büyük çoğunluğu, olayların neredeyse tamamının trafik kazası tanımına girmediğini idrak edememektedir.
Bu olayların ya taammüden adam öldürme girişimi, ya ruhsal sağlığı bozuk kişilerin araç kullanması ya da basit mekanik ve fizik bilgisinden yoksul cahil insanların eylemleri olduğu yargısına varamamakta, sürekli olarak yasaların yetersizliğinden yakınmaktadırlar.
Bu basit gerçekleri göremeyip, önlem olarak yol kenarına suntadan kesilme polis otosu maketi koyup, üzerine de fırfırlı lamba takarak bunu etkinleştirmek (!) gibi zavallılıklarla vakit geçirmek yerine;
-
“yurttaş şikayet sistemi” ni ve
-
“tek yanlı taahhütler yoluyla kuralsızlığın bir toplumsal ayıp haline getirilmesi” ni gerçekleştirebilmeliyiz.
Bunların nasıl gerçekleştirilebilecekleri hakkında onlarca soru üretilebilir ya da uygulanmaları sırasında doğabilecek kimi sorunlar öne sürülebilir.
Burada mesele, yukardaki 5 noktada tereddüt olup olmadığıdır. Bunlar üzerinde görüş birliğine varıldığında, her sorun için önlemler geliştirilebilir.
“Kuralları çiğneyenler” kadar cesarete sahip olamayan “kural çiğnemeyenler”in, bu vahşet içinde “çiğnenmeleri” pek kayıp sayılmamalıdır.
-
-
Nis 16 2012 -
Nis 16 2012 BU D
BU DENLİ AZ AKIL YALNIZ TRAFİĞE Mİ ÖZGÜDÜR?
Son söylenebileceği peşinen söyleyeyim ki hayır. Bu denli az akıl yalnızca trafiğe özgü olmayıp, toplum yaşamımızın hemen her kesimine gayet adaletle dağılmıştır. Ancak ne var ki diğer alanlardaki akıldışılıklar hemen sonuç vermemekte, ayrıca da trafikte olduğu gibi ölümle sonuçlanmamaktadır. Trafik bu bakımdan özel bir alandır ve bu alanda yapılan ahmaklıkların bedeli candır.
Trafik anarşisi konusunda düşünce beyan eden kimle konuşulsa ilk dile getirilen neden, insanlarımızın eğitim düzeylerinin düşüklüğüdür. En büyük güç olarak köyündeki beygirini görmüş olan insanımızın altına en küçüğü 100 beygir olan kamyonları verdiğinizde olacak olan bellidir.
Ama ne yazık ki sorun bu denli basit değildir. Şimdi size anlatacağım olay, kasketini eğri giyen, köyünde Cambridge olmadığı için doktora yapamamış vatandaşımız tarafından değil, cakasından yanına yanaşılmayan her lafına eğitimiyle ilgili bir hatırlatma yaparak başlamayı adet edinmiş seçkin aydınlarımızca bilerek, planlanarak yapılmıştır ve belki de her gün bir yerlerde yapılmaktadır.
Yer: Afyon-Dinar karayolu Tarih: 27-31 Temmuz 1994 arası
Bu güzergah üzerinde yaklaşık 20 kilometre kadar bir bölüm bütünüyle mıcır kaplanmış ve üzerinde yoğun bir trafik akıyor.
Yolu bu halde bırakanlar kadar akıl ve izan eksiği olan bir kısım sürücü de birbirlerini sollayarak havada uçuşan çakıl taşlarına yol açıyor ve bu taşlar araçların camlarında patlıyor.
Yol üzerinde güvenli olarak yapılabilecek azami hız 30-35 kilometre olmasına karşın, her iki yöndeki akımın ortalama hızı 80-90 kilometre. Bu akımın dışında kalanlar, karşıdan ve arkasından gelip geçenler nedeniyle 2-3 katı daha fazla riske muhatap. Yani ölümlerden ölüm beğenin!
Herhalde Dünya’da karayolları üzerinde inşaat yapılırken alınan bin türlü önlem vardır. Ama kara cahil bir insan dahi en az bir iki tanesini düşünebilir.
Bu basit görünüşlü olay, trafik katliamı içindeki bileşenlerden birisinin akıl eksiği, diğerinin ise vatandaşa tepeden bakıp “yolunuzu yapıyoruz ya, biraz telefat verseniz ne olacak” şeklindeki düşünce olduğunu göstermektedir.
Eğittiği insanının bu denli toplumuna ilgisiz, mesleğine ilgisiz olduğu bir başka toplum var mıdır bilmiyorum. Ama bu şunu gösteriyor ki Türkiye’nin sorunu insanının nitelik sorunudur, ama özellikle de okumuş yazmış kesimin nitelik sorunudur.
Pazar, 07 Ağustos 1994
-
Nis 16 2012 VALİ’NİN NİÇİN SUÇLANDIĞI DAHA ÖNEMLİDİR !
VALİ’NİN NİÇİN SUÇLANDIĞI DAHA ÖNEMLİDİR !
Bir perdenin ardında birşeyler oluyor ve kamuoyu neler olduğunu bilemiyor. Kamuoyunun bilgileri yalnızca perde üzerine düşen gölgeler yoluyla oluyor. Bu gölgeler, perdenin arkasında olanların deforme olmuş, yanıltıcı görüntüleridir. Yalnız bunlara bakarak olaylar hakkında doğru sonuçlar çıkarabilmek hemen hemen imkansızdır.
Son olarak ortaya atılan ve sonra da asılsız olduğu ihtimalinin kuvvetli olduğu ortaya çıkan İstanbul valisi ile ilgili iddialar bu açıdan çok önemlidir. Hele ve hele, iddia konusunun yeni olmayıp, durup dururken ortaya atılması, perde üzerindeki görüntüyle perde arkasındaki nesnenin çok farklı olabileceğini düşündürmektedir,.
Örneğin, İstanbul valisi, pıtrak gibi açılan kumarhanelerden rahatsız olup, bir kamu görevlisi olarak görevini yapmaya kalksa, bu kumarhaneleri açan ve/ya açtıranlarla ticari çıkar birliği bulunan bir medya organı acaba “iddia stoku” ndan bir malı ortaya süremez mi? Olay mutlaka böyle olmayabilir, ama bu bir olasılıktır ve de en az iddianın kendisi kadar rahatsız edici bir olasılıktır.
Ortaya atılan iddialara basının ve kamuoyunun duyarlık göstermesi çok yararlı ve temiz siyaset için çok ümit vericidir. Ama bu duyarlığın, madalyonun öbür yüzü için de gösterilmesi zorunludur. Aksi halde bu duyarlık, bir takım kirli ticari işleri gözden kaçırmak için pekala kullanılabilir.
Medya kuruluşlarının yalnızca “halkın doğru bilgilendirilmesi” işleviyle meşgul olması, ayrıca ticari faaliyette (doğrudan ya da dolaylı) uğraşmaması son derece önemli bir ilkedir.
Yoksa bakarsınız ki, bir kişi veya aileyi hedef alan bir medya kuruluşu, ticari çıkarlarındaki bir değişiklik nedeniyle aynı kişi ya da aileyi ülkemizin yeni kurtarıcısı olarak lanse etmeye başlamış! Olur mu olur !
-
Nis 16 2012 DEVLET NASIL REZİL EDİLİR?
DEVLET NASIL REZİL EDİLİR? İŞTE BÖYLE !
Kamyonların cumartesi günleri trafiğe çıkma yasağı 15 gün uygulandıktan sonra kaldırılıyor.
Yasağın konulması birinci yanlış, kaldırılması ise ikinci yanlış olmuş ve iki yanlıştan bir doğru çıkmamış, ikisinin toplamı kadar bir “kocaman yanlış” doğmuştur.
Kamyonların trafikten yasaklanması birkaç yönden yanlıştı. Birincisi, anayasanın seyahat özgürlüğüne karşı bir uygulamaydı.
İkincisi ise, trafik katliamının kaynaktaki nedeninin kamyonların trafiğe çıkması değil, trafiğe çıkan kamyonların kurallara uymaması olduğunun anlaşılmayışıdır.
Bu ikisi arasındaki farka dikkat edilmez ve aynı mantık kullanılırsa, bireylerin yüzde doksan dokuz faaliyetlerini yasaklamak gerekir. Çünkü insanımız hemen hiçbir alanda kurallara uymamaktadır.
Esas yasaklanması gereken “kurallara uymamayı” bir yana bırakıp, kurala uysun ya da uymasın tüm sürücülerin hareketlerini yasaklamak inanılmaz bir aczin ifadesidir. Devlet kuralları uygulatamamakta, bunun yerine işi kökünden halletmekte (!) dir.
Ancak, koyduğu bu ikinci yasağa da uyanlar yine eskiden olduğu gibi kurallara uyan saygılı sürücülerdir. Kurallara uymayıp trafiği bir katliama dönüştürenler yine yollardadır. İnanmayanlar, trafik polisleriyle adım başı pazarlık yapan sürücüleri görmelidirler.
İşin bu perdesi bile büyük bir ayıptır. İkinci perde ise daha bir acayiptir.
Yasağın kaldırılma gerekçesi, yasağın yanlışlığının anlaşılıp geri dönülmesi olsaydı, bu basit bir zavallılık olarak değerlendirilebilirdi. Hayır gerekçe bu değildir. “Şoför esnafından gelen tepkiler” ( Türkçesi oy kaybı korkusudur) üzerine yasak kaldırılıyor.
Siyasetin bu denli çirkin, devletin bu denli güçsüz hale nasıl geldiğini gösteren bu örnekten alınması gereken çok ders vardır.