• “KAVRAM TABANI” ÜZERİNDE UZLAŞI GİRİŞİMİNİ KİM ÜSTLENEBİLİR?

    “KAVRAM TABANI” ÜZERİNDE UZLAŞI GİRİŞİMİNİ KİM ÜSTLENEBİLİR?

    Gündelik sorunlar, yanıltıcı reçeteler, sahteci rehberlerden oluşan ortamlarda, sorunların köklerini aramak ve onları tedavi edecek sabrı göstermek, toplumumuz açısından pek gerçekçi bir beklenti olarak görünmüyor.

    Hangi siyasi parti, hangi devlet adamı ya da hangi sivil toplum örgütü çıkıp da enflasyonun, terörün, ekolojik yıkımın, değer yozlaşısının ve benzer sorunların kökünde az sayıda “kök neden” bulunduğunu, bunlar tedavi edilmedikçe, bunlardan üreyen sorunların çözülemeyeceğini, bu kök sorunların hemen hepsinin ancak zaman içinde çözülebileceğini, hatta yalnız zamanın dahi tek başına yeterli olmadığını, toplumda –seçkin tavır sahipleri başta olmak üzere- bu yaklaşım çevresinde bir farkındalık yaratılmadıkça, bu karmaşık yaşam sistemleri içinde hangi ipi çekince hangi parçanın oynayacağı konusunda bir “bütüncül bakış” paylaşılır hale gelmedikçe bu karabasandan kurtulmanın mümkün olmadığını söyleyecektir? Ve de söylense kim dinleyecektir?

    İşte, bu az sayıdaki kök nedenden birisi, “toplumun, bazı temel kavramlardan oluşan kavram tabanı üzerinde uzlaşıya varamamış olması”dır.

    Demokrasi, laiklik, inanç, bilim, teknoloji, yaratıcılık, eğitim, ezber, kuşku, merak, yeniden yapılanma, özgürlük, hak, sorumluluk ve benzeri anahtar kavramlar üzerinde bir uzlaşma girişimi Türkiyenin önünü açacak bir adımdır.

    Böyle bir girişimin tek ön-koşulu, beyin fırtınası tekniğinin temel ilkelerinden birisi olan “geciktirilmiş yargı” (deferred judgement) kavramının benimsenmesidir. Bir diğer deyimle, bu girişime katılacak olanlar, anahtar kavramlar konusunda kendi doğrularını -geçici bir süre için- terkedecekler, başkalarının doğrularını dinlemeye -ama gerektiğinde benimsemek üzere dinlemeye- hazır hale geleceklerdir.

    Girişimi kolaylaştıracak bir taktik olarak da, üzerinde uzlaşı aranacak olan ilk kavramların, toplumda kutuplaşmanın bulunduğu kavramlar (laiklik, milliyetçilik, inanç vb) değil, daha somut -mesela masa, sandalye gibi- deyimlerin seçilmesi iyi olur. Görülecektir ki, herkes tarafından aynı algılandığı sanılan birçok kavrama herkes değişik anlamlar yüklemekte, bu değişiklik bazen çatışmalara yol açabilmektedir. Böylece ilk adımda, bir uzlaşı sağlamak değil ama, böyle bir sorunun varlığı konusunda farkındalık sağlamak mümkün olabilecektir.

    Bu girişimi hangi kurum yapabilir? Herhalde bunu değil, kredi faizlerinin yüksekliğini bir numaralı sorun olarak görenler değil. Peki kim? Bir öneriniz var mı?

  • TRAFİK CANAVARININ TAM ŞEKLİ!

    TRAFİK CANAVARININ TAM ŞEKLİ!

    Gazetelerin pazar eklerinde ya da çocuk dergilerinde rastlanan, “noktaları birleştirin bakalım ne çıkacak?” türünden bulmacaları bilirsiniz. Bir sürü karışık noktayı, numara sırasına göre birleştirdikçe, baştan hiç tahmin edilemeyecek şekiller ortaya çıkar. Tek yapılması gereken, sırayı şaşırmadan, sıkılıp bırakmadan noktaları birleştirmektir.

    İşte bu yöntemle, yıllardır yüzbinlerce insanımızı öldüren, milyonlarca insanımızı sakat bırakan, onca mal kaybına yol açan “trafik canavarı”nın tam şeklini çıkarmak mümkün olmaktadır. Her ne kadar yol boylarındaki panolarda canavarın resimleri yer alıyorsa da, bu resimlerin söylentilere dayalı birer tasvir olduğu, canavarın gerçek şeklini yansıtmadığı unutulmamalıdır. Bu yeni yöntemle ise neredeyse aslına tam uygun bir görüntü elde edilebilecektir.

    Yıllardır canavar diye bir şeyin olmadığını ve de olamayacağını iddia eden her kim varsa bu şekli çerçeveletip evlerine asmaları, bir daha da diğer canavarlar (enflasyon, terör, gönüllü bağış, medya, kollu canavar ve diğerleri) için ileri geri konuşmamaları tavsiye olunur.

    Şimdi tek yapacağınız, aşağıdaki sayılara karşı gelen noktaları sırayla -bu çok önemlidir, lütfen sıra atlamayınız- birleştirmekten ibarettir. İşte size canavarın gerçek şeklini oluşturan noktalar:

    1. Yollarda meydana geldiği ve taraflardan biri daima bir araç olduğu için, olaylara “trafik kazası” adını vermekte bir sakınca görmeyen, kaza ile cinayet arasında fark gözetmeyen herkes,

    2. Okullarda, nedenini bilmediği binlerce kalıbı kafalara sokmayı eğitim sanan, bunu yıllarca yapmakla övünen, ama yaşam için gereken en basit fizik kurallarının öğrenilmesini sağlayamayan öğretmenler,

    3. Eğitimle ilgisi olmayan bu beyhude işe kafa yormayan ya da yoramayan ama illa ki eğitimi yönlendirme iddiası taşıyan bürokrat ve politikacılar,

    4. Saygının çeşitli türleri olup bunların hepsinin de aynı kökten türediğinin, bunlardan birinin de trafikte araç kullanılırken ortaya çıkan “başkalarının mal ve canına saygı” göstermek olduğunun farkında olmayan yaratıklar,

    5. Bu yaratıklarla başa çıkabilmenin dünyada bilinen en etkin yolunun, herkesin gördüğü eğrilikleri şikayet etmesi ve şikayetinin sonuçlarını izlemesi olduğunun farkında olmayan trafik ilgilileri,

    6. Şikayet etmenin kabadayılığa yakışmadığını savunan, ama gerçekte bunu korktuğu için yapamayan ve demokrasiye layık olmayanlar,

    7. Aracının camına çeşitli kuruluşların amblemlerini yapıştırıp bunları başkalarının haklarını çiğnemek için kullananlar,

    8. Trafikle ilgili örgüt kurup, bunu polislerle içli dışlı olmak için kullanan sahtekarlar,

    9. Karayollarını işaretlemeyen, taşaronlarına güvenlik önlemi aldıramayan TCK ilgilileri,

    10. Sürücü hatalarının trafik teröründeki payının farkında olmayıp hala kavşak tasarımlarıyla açıklamaya çalışan üniversitelerde çalışanlar,

    11. Bu ve benzeri sorunların, mutlaka bir kurtarıcı tarafından çözülmesini bekleye bekleye ömür dolduranlar,

    12. Kendisinin bir hiç olduğunu, bu dünyaya güdülmek üzere geldiğini sananlar,

    13. Bu işlere ayıracak zamanı olmayan, zamanını sadece para kazanmak için harcayıp, kazandığı parasını tekrar para kazanmaya harcayanlar,

    14. Bu konuda yapılan uyarıları kulak arkasına atanlar,

    15. Hurda araçlara rüşvet karşılığında sağlam raporu verenler, bunları görüp bir şey demeyen polisler, bu polisleri bilip sesini çıkarmayan amirler,

    16. Sorunları anlama ve buna göre çözüm geliştirme durumunda olup da “sorun çözme aletleri çantası” bomboş olanlar,

    17. Bilimsel, ticari, yönetsel vs tafrasından yanına yanaşılmayan, koca dağlara doğurta doğurta fare doğurtan, “trafik sorunları çözülmelidir” cinsinden incileri, soruna katkı diye ortaya atanlar,

    18. Değerlerimiz içinde bulunan, “başkası yapmasın ben de yapmam”, “sana ne” gibi virüslerin yok edilmeden de sorunun çözüleceğini uman saflar.

    Bunlar, canavarın resminin ana çizgilerini ortaya çıkarmaya yeterlidir. Ana şekil bir defa belirdi mi sonrası kolaydır. İçini doldurmak için daha onlarca nokta bulunabilir.

    Şimdi bir de canavarın gözünün bulunduğu noktanın işaretlenmesi gerekir. Ondan sonra şekil eksiksiz tamamdır: “Bir sorunu, bütünlüğünü kaybetmeden bileşenleriyle göremeyen, ama görmek zorunda olanlar”.

  • KÖKÜ DERİNDE BİR HASTALIK!

    KÖKÜ DERİNDE BİR HASTALIK!

    Ülkemizde 35 milyon erişkin var. Bunların yalnızca 10 milyonunun, her gün 1 saat Türkiye sorunları üzerinde konuşup kafa yorduğunu varsaysak, harcanan toplam kaynak her yıl 150 milyon adam.gün eder. Bu müthiş bir rakamdır. Bir kişinin yarım milyon yıl, ya da yarım milyon kişinin bir yıllık beyin enerjisine karşılık gelir.

    Ülke sorunlarına kafa patlatan bu insanların bir bölümünün konuşmalarının dedikodu düzeyini aşmadığı varsayılsa dahi mertebe o denli büyüktür ki, yararlanılabilir beyin erejisi yine de muazzamdır.

    Ama, bu büyük potansiyel çeşitli nedenlerle pek işe yaramaz. Çünkü bir defa, bu enerjiyi harcayan akıllar bir “ortak akıl” durumunda değildir. İnsanlar, toplu halde -örneğin toplantı, panel, seminer gibi- bir konu üzerinde çalışsalar dahi, ortak akıl üretemeyebilirler. Herkes tek tek, bir diğerinin ürettiği bir fikri daha ileri götürebilecek biçimde fikir üretmediği sürece iki kişinin ortak çalışmasından, iki kişilik akıldan daha büyük bir “ortak akıl” ortaya çıkmaz.

    Harcanan beyin enerjisinin önemli bir yarar sağlayamamasının bir diğer nedeni ise, düşünme biçimimizin neden-sonuç ilişkilerine değil, evvelce belirlenmiş bulunan kalıplara dayalı oluşudur.

    Ama bütün bunlardan başka bir neden daha vardır ki işte o, üretilen düşüncelerin büyük ölçüde kirlenip işe yaramaz hale gelmesine neden olmaktadır. Düşünceleri enfekte eden bu neden, değer ölçülerimiz içindeki “virütik değerler”dir. Bunlar, ilk anda farkedilmeyen, fakat birlikte kullanıldığı “sağlam” değerleri bozup dejenere eden değer ölçüleridir.

    “Bana ne”, “sana ne”, “hele önce … düzelsin”, “ama o benim hemşehrim – okuldaşım – meslekdaşım – partilim”, “idare ediver”, “bu defalık oluversin”, “esas mesele”, bu tip değer ölçülerine birkaç örnektir.

    Bunların ortak özelliklerinden birisi, düzgün değer ölçüleri kümesine göre imkansız olanı mümkün kılmalarıdır. İkinci ortak özellikleri ise, düzgün değer ölçülerinden, hiçbir yolla türetilemeyişleridir.

    Bu virüsler düşünce sistemimize nasıl girmiştir? Bunları temizlemesi gerekirken bunu yapamayan sistem(ler) hangileridir? Bunların düşünsel kirleticilik yaratma derecesi nedir? Bunlardan nasıl kurtuluruz? Bu ve bunlar gibi bir dizi soru yanıtlanmalıdır.

    Değer ölçülerimiz içine bulaşmış olan bu virüsler yalnızca düşünsel enerjilerimizi emen, onlardan, daha yüksek düşünce ürünleri üremesine engel olan ögeler değildir. Bunlar, gündelik yaşamımızdan devlet idaresine kadar geniş bir alana etkileri olan, çoğu olumsuzluğun içine ana ya da yardımcı madde olarak karışmış unsurlardır.

    Resmi bir bayram tatili ile hafta tatili arasına sıkışmış 1 günlük bir çalışma gününü “idari izin” saymayı makul gören binlerce memur ve idare, “idare et” adlı düşünsel virüsün yaşamı kolaylaştırıcılığından yararlanmaktadır.

    Tüm ülke hizmeti için kullanması gereken kaynakları, seçilmiş olduğu il için kullanan bir bakan ve o ildeki yurttaşlar bu defa “ama o bizim hemşehrimiz” virüsünü kullanmaktadır. Sabancı cinayeti içinde rol alan kızın güvenlik açısından fazla irdelenmeden işe alınmasındaki neden de yine bu “ama o bizim hemşehrimiz” değeridir.

    Sorunlarımızı çözmeye başlamamız, değer ölçülerimizi berraklaştırmaya, sonra da onları kirleten virüsleri farketmeye (ve daha sonra da ayıklamaya) başlamakla mümkündür.

    Salı, 16 Ocak 1996

  • TRAFİK KATLİAMINI DURDURABİLİRİZ. GELİNİZ BUNU BAŞARALIM!

    TRAFİK KATLİAMINI DURDURABİLİRİZ. GELİNİZ BUNU BAŞARALIM!

    Gazete ve dergilerde yazı yazmaya başladığımdan bu yana 4 yıl geçti. Bir bilgisayar dergisinde başladığım yazılara şimdi düzenli olarak 4 gazete ve 1 dergide devam ediyorum. Ayrıca da düzenli olmamakla birlikte bazı gazete ve dergilerde konuk yazar olarak fikir pazarlamaya çalışıyorum.

    Bu 4 yıl içinde hiç yapmadığım birşey, aynı bir yazıyı iki yere birden vermekti. Bu defa bunu ilk defa (ve muhtemelen son defa) bozuyorum ve aynı yazıyı, bütün bu yayın organlarına birden yolluyor ve konunun önemi nedeniyle hem okurlarımın hem de yayın organı yöneticilerinin beni bağışlayacaklarını umuyorum.

    Kelimenin tam anlamıyla bir katliam haline gelen trafik kazalarının (ki büyük çoğunluğu kaza değil, kör kör parmağım gözüne olaylardır) büyük ölçüde önlenmesi için bir öneriyi yetkililerin ve kamuoyunun gündemine getirmek istiyorum. Ayrıca, bu öneriyi, konuyla ilgili olan tüm mercilere de yazılı olarak gönderiyorum.

    Trafik kazalarının çeşitli nedenlerinin herbirini ortadan kaldırmaya yönelik bir paket’in tanımlanıp, üst düzey bir yetkilinin (bir devlet bakanı) bunu koordine etmesi, meselenin orta vadeli çözümüdür.

    Ama sorun o boyutlara gelmiştir ki, bu orta vadeli programa ek olarak uygulanması gereken ACİL BİR ÖNLEM’e gerek vardır. Bu acil önlem, bir TRAFİK ŞİKAYET SİSTEMİ KURULMASI’dır.

    Nitekim, Emniyet Genel Müdürü, “Alo Trafik” adlı bir uygulamayı düşündüklerini gazetelerde ilan etti. Ancak, bunun tam olarak bir ŞİKAYET SİSTEMİ niteliğinde (yaygınlığı, sürekliliği ve sonuçların izlenmesindeki ciddiyeti açılarından) olup olmadığını bilmediğimiz için, ben hem o düşünceyi desteklemek ve hem de olası farklılıklarına dikkat çekmek için önerimi dile getireceğim.

    Trafik konusunda bir şikayeti olup da bunu, etkin olabilecek biryerlere duyuramamış herkes iyi bilir ki, hiçbir ilimizde bu tür şikayetlerin iletilip peşinden de sonucunun izlenebileceği basit ama etkin bir sistem yoktur.

    (155 Polis İmdat) telefonunun dahi ne denli etkin olduğu gözönüne alınırsa, bir Trafik Şikayet Sistemi’ nin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Her ne kadar hemen her yerde bazı telefon numaraları mevcutsa da :

    Bu numaraları çoğu kimse bilmez,

    Bu numaralar, 24365 modeli hizmet vermezler (24365modeli, 24 saat ve 365 gün sürekli hizmet demektir)

    Bu telefonlara yapılan şikayetlerin ne sonuç verdiğini kimse bilmez,

    ve nihayet yapılan şikayetler pek bir işe yaramaz.

    İşte bu 4 nedenden dolayı da vatandaş, yardım etmek istemesine rağmen suskun kalmayı yeğler. Yöneticiler de halkın desteğinin azlığından yakınır dururlar.

    Önerim, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün trafikle ilgili biriminin merkezde ve her ilçede, kolay hatırlanabilir bir telefon numarası edinmesi ve 24365 modeline göre buralarda birer kişi (ya da bazı saatlerde birer telesekreter) bulundurmasıdır. Trafik konusunda herhangi bir şikayeti bulunanlar bu numaralara başvururlar ve sonuç da yine telefonla kendilerine iletilebilir.

    Yapılacak ikinci iş, bir kart sistemi (ya da daha iyisi bir bilgisayar) yardımıyla, araçlar için bir sicil tutulmasıdır. Hele bilgisayar sistemiyle, kısa süre içinde, sürekli kural çiğneyenler ve çiğneme şekilleri hakkında değerli bilgiler edinilecektir .

    Ancak bir noktaya dikkat çekmeliyim: kendini kuralların dışında görmeye alışmış insanlarımız (varsa), onlar bu sistemi bozmaya kalkmasınlar ve ilgililer de buna pabuç bırakmasınlar. Sistem ayrıcalıksız uygulansın.

    Sistem çok kısa bir süre içinde bu katliamı büyük ölçüde azaltacaktır. Bunu iddia ediyorum ve hatta daha ileri gidiyorum: Toplumun yardımı olmaksızın hiçbir büyük bela ile başa çıkılamaz. Benzer sistemler yoluyla başka bela alanlarında da iyileşmeler derhal görülebilecektir.

    Bunun muhbirlik vs ile yakın-uzak bir ilgisi yoktur.

    Ruhsal bozukluklarını, gelişmemiş, baskı altına alınmış duygularını milletin canı ile ödetmek isteyen geri zekalılara karşı sessiz kalmak fazilet değil korkaklıktır. Korkak toplumlar ise her türlü belaya müstahaktırlar.

    Şimdi, bu sistemi derhal kuramamanın iki izahı kalmaktadır: Ya mevcut katliamın farkında değiliz ya da korkak ve beceriksiz. İsteyen istediğini beğensin!

  • KURAL TANIMAZLIĞIN SINIRLARI NERESİDİR?

    KURAL TANIMAZLIĞIN SINIRLARI NERESİDİR?

    Yasalarımızın hiç olmazsa bir bölümünün günümüz koşullarına uymadığı bir gerçektir. Diğer yandan, günün koşullarına uyan kuralların da milletimizin tüm bireylerini tek tek memnun etmediği de bir gerçektir.

    Bu iki gerçek biraraya geldiğinde, insanlarımızın büyük çoğunluğunun, mevcut kurallardan (anayasa, yasalar, tüzükler vb) memnun olmadığı anlaşılacaktır.

    Bir kuraldan memnun olmayan bir vatandaşın yapması gereken, bir yandan o kuralı değiştirmek yönünde kendi çapında çaba harcarken, bir yandan da o kurala uymaya devam etmektir.

    Ama günümüz Türkiye’sindeki pratik böyle değildir. Kişiler, beğenmedikleri kurallara uymamakta, bunu da o kuralların eskimişliği ve yanlışlığıyla açıklamakta, Dünya’daki büyük değişimin, mevcut kurum ve kuralların bütünüyle reddi ve bir kaos ortamının yaratılması olduğunu sanmaktadırlar.

    Kural tanımazlığın doğal sınırı orman kanunlarıdır. Gücü yetenin zayıfı hakladığı bir ilkel topluma ancak, “yanlış kurala uyulmayabilinir” ilkesiyle varılabilir.

    Kural tanımazlığı savunanlar şunu bilmelidir: kendilerinin varlığını ve özgürlüklerini de beğenmeyenler çıkabilir ve onlar biraz daha güçlü ve daha kural tanımaz olabilirler. O zaman ne olacak?

  • TRAFİK KAZALARI SANILDIĞI KADAR ÇOK DEĞİLDİR!

    TRAFİK KAZALARI SANILDIĞI KADAR ÇOK DEĞİLDİR!

    Her yıl bir savaşta kaybedilebilecek kadar insanımızı trafik kazalarında yitirdiğimiz sürekli söylenir durur. Gerçekten böyle midir diye şimdiye kadar hiç kuşkulanmamıştım. Ta ki, geçenlerde iki kaza (!) haberini duyana kadar.

    Birisinde, araçların çarpışması nedeniyle içinde sıkışan ama ölmeyip yaralanan bir kişiyi, araçtan zorla çekerek çıkarmak isteyen kişiler göz göre göre “öldürdüler”.

    İkincisi ise, 20 saat otobüs kullanıp sabaha karşı dayanamayıp uyuyakalan bir şoför, otobüsü şarampola devirip 26 kişiyi “öldürdü”.

    “Karayolu”, “araç” ve benzeri anahtar sözcüklerle bir araya gelince hemen “trafik kazası” olarak adlandırılıveren olayların çok büyük bir yüzdesinin ne trafik ile ne de kaza ile bir ilgisi vardır.

    Gerçek trafik kazalarının önlenebilmesi için öncelikle trafik kazasının ne olup ne olmadığının iyi tanımlanması, sonra da eğer diğer kaynaklı ölümler de önlenmek isteniliyorsa onların da ait oldukları kategoriler içinde incelenerek “kaynak nedenleri”nin bulunmaları gerekir.

    Kaza, kişinin elinde olmayan nedenlerle karşılaştığı ve evvelden bilinemeyecek kötü olaylar’a denilmelidir. Buna göre, sonucu herkesçe bilinen bir eylemi, bilgisizlikten, duyarsızlıktan, saygısızlıktan ya da topluma karşı duyduğu nefretten dolayı belki yüzüncü defa tekrarlayan bir kişinin başına gelen olgu “kaza” olamaz.

    Bu türlü olaylarda yaşamını yitiren kişilerden ise bir bölümü gerçek kaza kurbanları olup diğerleri de kazaen değil intihar ederek ölmüş sayılmalıdırlar. Örneğin, traktörünün römorkuna ve çamurlukları üzerine yüklediği kişileri götüren bir sürücünün yol açtığı olay kesinlikle kaza değildir. Ayrıca, römork ve çamurluk üzerinde seyahat edenler de intihar ederek ölmüş sayılmalıdırlar. Ancak yine de, bu türlü intiharı, “bilerek, isteyerek kendi hayatına son verme eylemi” olarak tanımlanabilecek diğer intihardan ayırabilmek için başka bir ad bulunması doğru olacaktır.

    Buna göre mesela, sinek yutup sonra da onu öldürmek için sinek ilacı içerek ölen bir kişinin “bilgisizlik nedeniyle kendi ölümüne neden olmak” ya da “bana bi’şi olmaz çünkü bugüne kadar bi’şi olmadı” diyen bir kişinin alkollü araç kullanarak ölmesi” olgularına ayrı bir ad verilmelidir.

    Bu yaklaşımın, bir laf cambazlığından öte bir yararı var mıdır? Evet vardır. Birincisi, trafik kazalarında çok az kişinin öldüğü, buna karşın başka nedenlerle olan olayların çoğunluğu oluşturduğu gerçeği anlaşılmış olur.

    Bunun sonunda, bu toplu ölümlerin nedeninin trafik olduğu sanısıyla trafik kanununa ümit bağlamaktan vazgeçer, insanlarımızın daha zeki ve bilgili olmadan ölmekten kurtulamayacakları basit gerçeğini kavramış oluruz.

    Bilim, şeyleri sınıflandırıp onları adlandırarak başlar. Biz de bu toplu ölümler olgusuna bilim yaklaşımıyla bakmalıyız. Böyle yaklaşınca ilk soru, “ölümlerin nedenleri nelerdir?” sorusu olacaktır.

    Ölümleri sınıflamaya başlayınca belki şöyle gruplamalar ortaya çıkacaktır:

    Grup1– Basit fizik ve mekanik bilmemek (bununla, Newton fiziği vs gibi karışık konular değil, enerjinin sakınımı vs gibi basit günlük bilgiler kastediliyor)

    Grup 2– Saygısızlık

    Grup 3– Hayatta bir amacı olmamak

    Grup 4– Ruhsal sağlık bozukluğu (kendinden veya toplumdan nefret bunun alt grubudur) Grup 5– Fiziki sağlık bozukluğu

    Grup 6– Bedenini tanımamak

    Grup 7– Gerçek kazalar (üretim hatası, kalp krizi, yol göçmesi, yıldırım veya göktaşı düşmesi, yukarıdaki 6 grup ölümü seçmiş olanların “ben gidiyorum ama yalnız gitmeyeyim” tercihleri sonunda doğan olaylar)

    Bu şekilde gruplanınca göreceksiniz ne kadar az insan trafik kazalarında ölüyor. Onun için trafikle uğraşmayı bırakalım, bunları sınıflandırmaya, sonra da onların, daha onlarca belanın nedenleri olduğu gerçeğini kavramaya bakalım. Bilgi toplumu biraz da bu bakış değil midir?

  • TRAFİK ŞİKAYET SİSTEMİ

    TRAFİK ŞİKAYET SİSTEMİ

    İnsanlarımızın ölümlerine, yaralanmalarına, mallarının tahribatına sebep olan ve önemli sorun alanlarının başında gelme özelliğini yıllardır koruyan trafik sistemimiz için yapılması gerekenlerin başında bir “neden analizi” geliyor.

    “Trafik Kazaları niçin Oluyor?” sorusuna, tüm sebepleri ihmal etmeden verilecek cevaplar, bu konu için uygulanması gereken politikanın ta kendisidir.

    Bu metod yalnız trafik kazalarının değil, akla gelebilecek tüm sorunların çözüm reçetelerini de verecektir.

    Çoğu kimse, “biz zaten…………….’nın sebeplerini biliyoruz, esas mesele………………dir” dese de, böyle tahlilleri yapmış olanlar bunun doğru olmadığını, ya da en azından tam doğru olmadığını çok iyi bilirler.

    Sorun Çözme Teknolojisi denilebilecek bu yöntemin üzerinde daha fazla durmadan, bu 1 numaralı insan telafatı alanı için bir enstrüman önermek istiyorum. Bu, “Trafik Şikayet Sistemi” dir.

    Trafik konusunda bir şikayeti olup da bunu, etkin olabilecek biryerlere duyuramamış herkes iyi bilir ki, hiçbir ilimizde bu tür şikayetlerin iletilip peşinden de sonucunun izlenebileceği basit ama etkin bir sistem yoktur.

    (155 Polis İmdat) telefonunun dahi ne denli etkin olduğu gözönüne alınırsa, bir Trafik Şikayet Sistemi’ nin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Her ne kadar hemen her yerde bazı telefon numaraları mevcutsa da :

    1. Bu numaraları çoğu kimse bilmez,

    2. Bu numaralar, 24365 modeli hizmet vermezler (24365modeli, 24 saat ve 365 gün sürekli hizmet demektir)

    3. Bu telefonlara yapılan şikayetlerin ne sonuç verdiğini kimse bilmez,

    4. ve nihayet yapılan şikayetler pek bir işe yaramaz.

    İşte bu 4 nedenden dolayı da vatandaş, yardım etmek istemesine rağmen suskun kalmayı yeğler. Yöneticiler de halkın desteğinin azlığından yakınır dururlar.

    Önerim, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün trafikle ilgili biriminin merkezde ve her ilçede, kolay hatırlanabilir bir telefon numarası edinmesi ve 24365 modeline göre buralarda birer kişi (ya da bazı saatlerde birer telesekreter) bulundurmasıdır.

    Trafik konusunda herhangi bir şikayeti bulunanlar bu numaralara başvururlar ve sonuç da yine telefonla kendilerine iletilebilir.

    Yapılacak ikinci iş, bir kart sistemi (ya da daha iyisi bir bilgisayar) yardımıyla, araçlar için bir sicil tutulmasıdır. Hele bilgisayar sistemiyle, kısa süre içinde, sürekli kural çiğneyenler ve çiğneme şekilleri hakkında değerli bilgiler edinilecektir .

    Sistem çok basittir, ama çok da etkilidir. Bu sistemi kuramamanın iki olası sebebi olabilir: Ya mevcut katliamın farkında olmamak ya da beceriksizlik .

    İsteyen istediğini beğensin! ***

  • TRAFİK TERÖRÜNÜ NİÇİN DURDURAMIYORUZ?

    TRAFİK TERÖRÜNÜ NİÇİN DURDURAMIYORUZ?

    Hergün yavaş yavaş ve sinsice varlığımızı kemiren ve diğer terör türlerinden sadece yöntem farkı bulunan trafik terörü konusunda, bu ülkeyi yönetmek durumunda bulunan kişilere kamuoyu önünde şunları tekrar duyurmak istiyorum:

    `Kaza’, elde olmayan nedenlerle meydana gelen olaylara denilebilir. İnsanlarımızın katline neden olan bu olaylar birer kaza değil, nedenlerinin hemen hepsi önlenebilir olan birer terör olayı’dırlar.

    Trafik terörü’nün önlenemeyişinin, ayrıca giderek de artışının başlıca nedeni, bu terörün kaynaklarını kurutmaya yönelik bir “program”ın tanımlanıp uygulanamayışıdır. Bu kaynaklar şunlardır:

    1. Trafik gibi, çok sayıda kuruluşu ilgilendiren bir konunun tüm yönleriyle yönetimini sağlayan bir kamu otoritesi y o k t u r. Bu yönetim, sokaklardaki ya da masa başına oturtulmuş trafik polislerinin yapmaya çalıştıkları işlev olmayıp, eğitimi, denetimi, işaretlemesi ve bunların sürekli olarak yenilenmesiyle bir bütündür ve bu bütünün sorumlusu ise y o k t u r.

    Bunun çaresi, çok küçük kadrolu (azami 10 kişi) bir TRAFİK YÖNETİMİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ kurmak ve ilgili kuruluşlar arasındaki üst koordinasyonu kurmak üzere bir Devlet Bakanlığına bağlamaktır.

    1. Kendisini trafik işlerinde yetkili sayanlar, i ş a r e t l e m e’ nin önemini anlamamışlardır. Yol çizgilerinin -çoğunlukla- bulunmayışı, yol tamiratlarının işaretlemeye gerek duyulmadan

    -çoğunlukla- yapılması, bu anlamamışlığın somut iki göstergesidir.

    Bunun çaresi, Dünya’nın en ucuz işlerinden birisi olan işaretlemeyi yapmak, bozulunca yeniden yapmak ve yeniden yapmaktır.

    1. Trafik denetimleri yetersizdir. Cezalar caydırıcı değildir. Cezalar uygulanmamakta, uygulananlar ise p a z a r l ı k’la saptanmaktadır. Bu durumun şikayet edilebileceği bir yer olmadığı için de, tek başına cezaların artırılması p a z a r l ı k ortamının daha da gelişmesine neden olmaktadır.

    Bunun çaresi, vatandaşların katkılarından yararlanmak, bir TRAFİK ŞİKAYET SİSTEMİ kurmak ve rüşvet isteyen görevlinin işine anında son verebilmektir. Bunun yöntemini bulmak zorundasınız. Buna paralel olarak, Trafik Yasası’nın acilen değiştirilerek, alkollü araç kullanımı, tehlikeli araç kullanımı, bakımsız araç kullanımı gibi eğilimleri k e s i n l i k l e caydıracak önlemler alınmalıdır.

    Halen “154-Alo Trafik” adını taşıyan uygulamanın, burada işaret edilen sistemle yalnız isim benzerliği bulunduğunu görmek ve ciddi bir sistem kurmak gerekir.

    1. Trafik polisleri çekinmeden görev yapamamaktadır. Kendisini politikacı, basın mensubu ya da emniyet görevlisi olarak tanıtan büyük bir kesim, polislerin yansız ve çekinmeden görev yapmalarını önlemekte, üst merciler de bu duruma göz yummaktadırlar.

    Bunun çaresi, Cumhurbaşkanı’ndan en sade vatandaşa kadar herkesin trafik kurallarına tam uymaları için trafik polislerinin tam yetkili kılınmaları, olası mağduriyetlere karşı korunmaları ve polislerin de bu yetkileri küstahça kullanmalarını engelleyecek bilgi-beceri ve davranışlarla donatılmalarıdır.

    Ayrıca, hemen her araçta bulunan ve yerli yersiz kullanılan “basın”, “polis”, “meclis” vs amblemleri taşıyan çoğu uyduruk belgeler tümüyle geçersiz ilan edilmelidir.

    1. Karayolları (TCK) teşkilatı, giderek büyüyen yol ağının bakımını, işaretlemesini ve denetimini yapabilecek durumda değildir ve bunun bilincinde olduğunu gösteren bir belirti de yoktur. Ayrıca, iş yaptırdığı taşaronları da yol güvenliği konusunda kayıtsızdır. Taşaronların önlem almadan çalıştıkları ve bundan doğan kazalara (teröre) karşı TCK’nın kayıtsız kaldığı da bir gerçektir.

    Bunun çaresi ise bu kuruluşun daha sorumlu kılınması yolunda önlem alınmasıdır.

    Bunlar, çoğu kimse tarafından bilinen noktalardır. Pekiyi o halde niçin yerine getirilemiyor? İnanılmayabilinir ama nedeni, bu işten sorumlu olanların bu konuyu polisiye bir iş olarak görmeleri, diğer noktaları önemsememeleridir.

  • TRAFİK TERÖRÜ TEK DEĞİLDİR !

    TRAFİK TERÖRÜ TEK DEĞİLDİR !

    Her yıl, Kurtuluş Savaşında kaybettiğimizden daha fazla insanımızı telef eden trafik terörünün -ısrarla kaza denilen- benzerlerinin başka alanlarda da hergün olageldiğini, trafiğin tek farkının, sonuçlarının kanlı-canlı, somut ve de hemen görülebilir olduğunu bilmem düşündünüz mü?

    Eminim ki trafik terörünün her olayının sonundaki can ve mal kaybı hemen olmasa, mesela bir ila dört ay sonra görünür hale gelse bu konunun üzerinde hiç kimse durmazdı (hoş durulunca ne olduğu da ayrı meseledir). Örneğin, bu bir ila dört aylık gecikmeden sonra ve maddi kayıpların görünür hale gelmesinden de hemen önce hangi olay olduysa kabahat o olaya yüklenir ve ona göre önlemler önerilirdi.

    Nitekim, şimdi de iki araç çarpıştığında neden olarak araçların süratli gitmesi, birinin diğerini sollaması ya da birinin freninin patlaması gösterilmiyor mu? Halbuki olayın nedenleri bunlar değildir. Ama araçların niçin süratli gittiği, niçin hatalı solladığı ya da freninin niçin tutmadığı sorulsa, olayın nedenlerinin görünenlerden çok daha başka olduğu hemen görülebilecektir.

    İşte o “başka” nedenler yalnız trafik terörüne değil, bambaşka kaza belaya da neden olmaktadır ama sonuçları belki hemen ve somut olarak ortaya çıkmadığı için kimse üzerinde durmamaktadır.

    Fren patlamasına Tanrı’dan gelen bir kader olarak değil de araç sahibinin teknik cehaleti, aracın bakım-onarımını yapan kişinin bilgi-beceri yetmezliği, aracı ya da yedek parçasını üreten kuruluş sahiplerinin kısa vadeli kâr hırsı, kural koymak durumunda olan devletin sistem kurmadaki yetersizliği gibi elementlerine ayrıştırılıp da bakıldığında bu yetmezliklerin daha yüzlerce kaza belaya girdi olduğu hayretle görülebilecektir.

    Geçen aylarda kamuoyunun dikkatini çeken bir-iki trafik terörü olayından sonra hemen, “gerekenler yapılacaktır, Alo Trafik! sistemi kurulacaktır vs vs” gibi hazır yemekler kamuoyunun kızgınlığının önüne sürülmüş ve her zaman olduğu gibi unutulmuş ve unutturulmuştur. Yarın, trafik terörü yine benzer sansasyon düzeyinde olaylar yaratacak ve yine “çalışmalar ilerlemektedir” gibisinden yem boruları çalınacaktır.

    Kamuoyu, bir rüşvet olayında en ince ayrıntılarla aylardır meşguldür ama ondan çok daha tehlikeli ürünler üreten bu vurdumduymazlık karşısında ilgisizdir. Kimsenin aklına bu beyanatı yapanlara, “bu ne uzun çalışmadır ki bir türlü bitmemektedir, bizi kandırmaya mı çalışıyorsunuz, bu yaptığınız bir toplumsal suçtur” dememektedir.

    Lütfen artık farklı görünüşlü olayların kaynaklarının aynı olduğunu, trafik terörünün, yolsuzlukların, büyük kentlerdeki başıbozukluğun ve hatta ayrılıkçı terörün köklerinin az sayıda “Kaynak Sebep” olduğunu görebilelim. Görelim ve bunu görmeyip de hala her türlü kaza belayı ayrı ayrı ve yarım yamalak açıklamaya ve sözüm ona çözmeye çalışanlara da gösterelim.

  • YEŞİLDE GEÇ, ÖLÜMÜ SEÇ!

    YEŞİLDE GEÇ, ÖLÜMÜ SEÇ!

    Geçtiğimiz haftalarda kutlanan (nesi kutlanıyorsa) Trafik Haftası nedeniyle, diğer bütün “hafta” ve “gün” lerde olduğu gibi, fevkalade yüksek içerikli sloganlar yurdumuzun dört bir yanını sardı. Bunlardan birisi de, “kırmızıda geçme ölümü seçme” gibi, son derece kafiyeli ve de anlamlı bir sözdü.

    Trafik işlerimizi yönetenlerin kafalarından çıktığı derhal belli olan bu sözün nesilden nesile bir bayrak gibi aktarılacağını tahmin etmek güç değildir.

    Ancak şu bilinmelidir ki, bu tür sözler semboliktir. Yani, ne söylendiğine değil içindeki derin anlamlara bakılmalıdır. Aynen, “ak akçe kara gün içindir” deyişinde olduğu gibi.. Bu sözün düz anlamına güvenip de akçelerini (günümüz Türkçesiyle ABD Doları’dır) gerçekten yastık altında biriktiren saf bir kişi, kara gün (bugünün koşullarına göre Kara Çarşamba’dır) gelip çattığında, elinde bir şey kalmadığını görüp üzülecektir.

    Benzer şekilde, “ayağını yorganına göre uzat” tavsiyesini tutan bir kişinin de sabah kalktığında dizleri -devamlı bükük tuttuğu için- uyuşmuş olacaktır.

    İşte bu nedenle, “kırmızıda geçme ölümü seçme” özdeyişinin de bu sembolik anlamının dışındaki gerçek anlamını bilmek ve pratikte esas ona uymak gerekir. Aksi halde, bu sözü doğru zannedip yeşilde geçmeye çalışan bir yayayı bekleyen kesin son, bu lambaların dekoratif amaçlı olduğuna inanan sürücülerimizi idare eden araçların altında kalmaktır.

    Bilmeyenler olabileceği ihtimaline karşı, trafik lambalarındaki “sembolik” renklerin “pratikteki” anlamlarını tekrarlamakta yarar vardır. Şöyle ki: Yayalar için kırmızı=geçme!, sarı=yine geçme!, yeşil= kesinlikle geçme!

    Karşıdan karşıya mutlaka geçmek gibi özel bir durumu olanların, yaya geçitlerinden en az 200 metre kadar geriden, yolun gidiş yönünü (evet gidiş yönünü, çünkü oradan da araç gelebilir) iyice kontrol edip öylece geçmeye çalışmaları, ama bundan evvel de yüklü bir hayat sigortası yaptırmaları menfaatleri gereğidir.

    Şaka zannedilebilecek bu sorunun çözümü için önerdiğim metot ise, bu tür özdeyişleri üretenleri teker teker yeşil ışıktan geçmeye ikna etmektir (böylelikle olaylara intihar süsü verilmiş olur)..

    Pazartesi, 13 Haziran 1999