-
Nis 16 2012 “Stratejik Çerçeve” Niçin Önemlidir?
“Stratejik Çerçeve” Niçin Önemlidir?
Önce bir soru!
Halen elli’nin üzerinde siyasi parti var. Ayrıca yeni kurulmuş ve kurulması öngörülenler var; bir de henüz kurulma eylemi aşamasına gelmemiş, ama lider adaylarının çevresinde kurulması için çalışmalar yapılanlar var.
Bu bağlamda soru şu: Parti kurma alanındaki bu zenginlik nedendir?
Düşüncem, çeşitli yetersizlikler nedeniyle bir türlü yerine gelmeyen, ama nedenleri de iyi irdelen(e)mediği için her defasında başka başka kişilerce tekrarlanan girişimlerin genellikle parti kurulumlarıyla sonlandığıdır.
İnsanların normal olarak herhangi bir konuyu gereken tüm çevresiyle birlikte ele alarak değerlendirmeleri beklenmez. Bunun yerine, o konuyu doğrudan ilgilendiren çevreyi dikkate alır ve -o çerçeve ile tutarlı da olabilecek- çözümler üretirler.
Örneğin, ayrılıkçı terör konusunda sadece askeri yöntemler çerçevesi dikkate alınırsa, o konudaki becerisi yüksek bir kişi ve çevresindekiler pekala bir siyasi parti kurarak beceriksizce ele alınmakta olduğunu gördükleri “sorun”u çözmeyi kamuoyuna önerebilirler. Hatta daha da ötesi, bu konuda bu denli sorun çözücü bir yaklaşıma sahip olunduğuna göre pekala başka sorun alanlarında da “güç”e (iktidar) talip olacaklarını ilan edebilirler.
Herhangi bir alanın (askerlik, sanayi, ticaret, spor, sanat vbg) başarılı kişilerini bekleyen en önemli tehlike muhtemelen bu “belirli bir çerçevedeki başarılarını daha geniş ele alınması gereken bir çerçevede de tekrarlayabilecekleri” inancı ve ardından gelen özgüven ve onun da ardından gelen eylem girişimleridir.
İşte bu nedenle, herhangi bir alanda -siyasi parti kurmak da dahil- eylem girişiminde bulunmayı düşünenler, o alanla ilgili manifestolarını mutlaka bir “Stratejik Çerçeve”ye oturtmuş olmalıdırlar.
Stratejik Çerçeve nedir?
Bir girişime ait manifesto (sorunların nasıl çözüleceğine ilişkin bildirge), genellikle bir “ortam tanımı” (mevcut durum tanımı) ile, buna bağlı bir “yol haritası”ndan oluşur. Eğer ortamı yeterince iyi tanımlıyor ve yol haritasında da kısa-orta-uzun vadeli olarak bunların çözüleceğini de vaad ediyorsa kamuoyunca bu yaklaşım kabul görür.
Fakat, mevcut durum (ortam) ile yol haritasını birbirine bağlayan bazı kritik öğeler mevcut değilse, manifesto bir temenni bildirgesinden ileri gidemez. Örneğin siyasi partilerin çoğunun programlarındaki sorun çözümü önerilerine bakılırsa, ortak bir özelliklerinin bulunduğu görülecektir: Sorunu yine bir sorunla çözme yöntemi! (http://tinyurl.com/5faswd adresine tıklayıp indireceğiniz ppt sunumu izleyebilirsiniz).
Bu tür yol haritalarının yumuşak karınları genellikle şunlar olabiliyor:
– Tüm iç /dış faktörleri dikkate almamış olabilirler,
– Temennileri tetikleyebilecek, çoğaltan etkisi yüksek elementlere yer vermemiş, dolayısıyla da çözümlerin kendiliğinden yaygınlaşacağı şeklinde gerçek olmayan varsayımları olabilir,
– Yol haritasının gerçekleşeceği süreyi, bir insanın ömrüyle sınırlı tutmuş olabilirler.
– Ve, tüm yol haritasının sabit bir ortam içinde gerçekleştirileceğini varsaymış olabilirler.
Bu tür çözüm önerileri platform, siyasi parti, dernek, vakıf vbg örgütleniyor ya da en azından basılı biçimde kamuoyuna (bir niyet olarak) sunuluyor olabilir. Hatta, birçok siyasi partinin mevcut programları (yol haritaları) bu modelden pek farklı değildir.
Bunun için de boyuna yenileri kurulmakta, gerekçe olarak da mevcutların lider ya da kadrolarındaki yetersizlikler sanılmaktadır. Halbuki durum farklıdır ve eksik olan element, açıklanmaya çalışılan “stratejik çerçeve” adı verilebilecek olan kritik öğelerdir.
Kritik öğeler ise, çözüm önerilerinin birer temenniden öteye gitmesini sağlayabilecek olan katalizör elemanlardır:
o Tüm yaklaşımı bir arada tutabilecek vizyon (ülkü, Büyük İddialı Sonuç), misyon (temel var oluş nedeni, öz-niyet) ve öz-değerler,
o Hiçbir değişim kendiliğinden ortaya çıkmayacağına, “artık silkinip kendimize gelmemiz gerekir” gibisinden temennilerin bir işlevselliği olamayacağına göre, arzu edilen değişimleri tetiklemede kullanılabilecek araçlar olarak nelerin öngörüldüğü,
o Topulumun koz ve zafiyetleri (http://tinyurl.com/6ljgtg).
o Yaratıcı bileşenler.
Bunlar toplu halde yandaki şemada görülmektedir. büyütmek için tıklayınız!
Son olarak akla gelebilecek bir soru, stratejik çerçevesi iyi çizilmiş yaklaşımların başarıyı ne ölçüde garanti ettikleridir. Stratejik çerçeve yoluyla gerçekleştirilecek olgular başarı güvenceli değillerdir. Sonuç verebilir ya da vermeyebilirler. Risk faktörleri yüksektir.
Bu yaklaşım, “yapılabilecek olan” kavramına dayalıdır. Yani hasta tatamen iyileşebilir, sakat olarak yaşamını sürdürebilir ya da kaybedilebilir.
Pazartesi, Aralık 1, 2008
… Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 Bir şey öğreten aslında ne öğretir?
Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…
Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?
Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.
“Saklı içerik”!
Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.
Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!
Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.
Bir de deney!
Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..
Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.
Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…
Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..
Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..
Saklı içerik öyle etkilidir ki..
Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.
Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.
Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!
Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.
Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.
Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.
Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?
Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.
Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?
Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?
Öğretme-benimsetme okulda bitmez!
Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.
Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?
Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!
Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..
Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..
Kasım 13, 2007
Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)
Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 Kafalar niçin karışık?
Kafalar niçin karışık?
Bir parti yöneticisinin bir ticari olayda aracılık etmesi nedeniyle ilginç bir kafa karışıklığı durumu ortaya çıktı.
Aracılığa bizzat taraf olan partili yönetici yaptığı basın toplantısında, yaptığı işin yasadışı olmayıp sadece etik dışı olduğunu, ama “çok da büyük” bir etik sorun olmadığını belirterek “çok büyük etik” gibi bir kavram ortaya atmış oldu.
Bu kişinin bağlı bulunduğu partinin genel başkanı ise işin yasal, fakat etik olmayıp bir işgüzarlık olduğunu, bu duruma -genel olarak- karşı çıkmanın ise “linç” olduğunu belirterek, daha karmaşık bir kavram olarak “etik değil ama işgüzarlık” deyimini ortaya attı.
Ben bu iki kişinin de iyi niyetli oldukları kabulüyle olayın, kafalarındaki -ve toplumumuzun kavram tedavülündeki- kavramlarla sınırlı olarak açıklanmaya kalkışılmasından doğan bir kafa karışıklığı olduğunu düşünüyorum.
Bu olay sonrasında medyada yazılar çıkıyor, halka sorularak programlar yapılıyor. NTV’nin Halkın Sesi adlı programında sokaktaki insana sorulan “siyasetçiler -özelde de milletvekilleri- ticaretle uğraşmalı mı?” sorusuna verilen cevapların tamamı, “hayır; ya siyaset ya ticaret” biçimindeydi.
Bu durum tipik bir Sorun Çözme Kabiliyeti yetmezliği’dir ve Osmanlı İmparatorluğunu batıran, yaklaşık 40 yıllık bir time-out hariç aynen devam eden süreçtir.
Siyasetçi siyaseti niçin bırakmaz?
Toplumumuzdaki genel kanı budur ve istisnalar haricinde doğrudur da. Peki siyasetteki bu zamk nedir de bırakılmaz?
Belki bir kısım insan, siyasetin yoğun insani ilişkilerinden ve benzeri çekici unsurlarından hoşlandığı için siyaseti bırakamaz; bunlar anlaşılabilir.
Ama önemli bir bölümünün nedeni farklıdır; siyaset onlar için “geçimlerini sağlayabilecekleri” tek yol haline gelmiştir. Birkaç on yıl siyasetle uğraşan bir kişi -eğer başka bir mesleği ve/ya işi yoksa- siyaseti bırakıp hangi işi yaparak geçimini sağlayacaktır? Bu pratik olarak gayet geçerli bir sorundur.
Eğer bir mesleği varsa ve uzun süre mesleğinden ayrı kalmışsa o mesleği kullanarak geçim sağlayamaz; en azından, siyasi desteğin sağladığı rekabet avantajının sağladığı geçim düzeyini elde edemez.
O halde?
Buradan birkaç sonuç çıkıyor:
1. Mesleği olmayan, siyaseti bir geçim yolu olarak benimseyeceği belli olan kişilere oy verilerek özendirilmemeli,
2. Siyasete ayrılan süre, mesleğin terkine ya da en azından körelmesine yol acaçak baskınlıkta olmamalı ya da kişi olağan dışı bir çaba göstererek ikisini beraber yürütmeli.
İşte sorun da tam bu noktada ortaya çıkıyor. Bu ikinci çözüm iyi ama nasıl olup da siyaset ve meslek bir arada yürüyecek? Zaten şimdi de olan bu değil mi?
Tedavüle yeni kavram sokulmalı
Kuşkusuz insanlarımız arasında bu kavramı bilen ya da adını bilmese de ahlaki değerleri nedeniyle onu fiilen uygulamakta bulunan epey kimse vardır. Ama mesele, bu kavramı bilen ve/ya uygulayan kişilerin bulunup bulunmaması değil, kavramın toplumun geneli tarafından “sıradanlıkla” bilinip uygulanmasıdır.
Bu kavram “Çıkar Çelişkisi” (conflict of interest[1])dir. Çıkar çatışması toplumumuzun pek aşina olduğu ve çıkar çelişkisinden tamamen farklı bir kavramdır. Aynı bir çıkara sahip olabilmek için çatışmak anlamında kullanılıyor.
Bir kişinin güvenilirliği ile çıkarı arasında bir “tavizli denge” (compromise) varsa bu durumda bir çıkar çelişkisi vardır. Çıkar çelişkisi çeşitli yollarla azaltılabilirse de -örneğin üçüncü kişilerin tanıklığı yoluyla- yine de ortadan kalmış sayılmaz.
Dilimizdeki hakaretler ya cinsel içerikli ya hayvan benzetmesi!
Dilimizdeki küfürler genelde ya cinsel içeriklidir ya da hayvan benzetmesi biçimindedir. Bu ikisi de anlaşılabilir gibi değildir. Başka dillerde örneğin “hayvan herif” sözünün nasıl söylendiğini birçok yabancıya sordum. Hepsinin ortak yanıtı bilmedikleri, ama bunu ne amaçla merak ettiğim, bununla hangi hayvana hakaret etmek istediğimdi.
Benzer biçimde, bir kişinin, yaşını başını almış annesi ile cinsel birliktelik arzusu dile getiren deyimler yabancılarda muazzam bir merak uyandırıyor. Ama çıkar çelişkisi içinde olmak, ağır hakaret anlamında kullanılıyor.
Çözüm, mesleğini çıkar çelişkisi içine girmeden yapabilmektir!
Milletvekilleri için “ya ticaret ya siyaset” kuralı yerine “çıkar çelişkisi içine girmeden ticaret” ilkesi çıkar yoldur.
Diğer yandan, halen yerel yönetim meclislerinde görev alacak kişiler toplumun ilgi alanının dışındadır. Halbuki yolsuzluklara en açık olan yerlerin başında bu meclisler gelir. Buradaki insanlar hem ticaretin içindedir hem de çıkar konularının tam ortasındadır. Onlar için kimse “ya ticaret ya siyaset” demiyor.
Doğrusu, yerel yönetim meclislerinde yer alacak kişilerin gerçek yaşam içinde yer almalarıdır; ama çıkar çelişkisi kavramı toplumsal dolaşıma sokulmadıkça buraların yolsuzluklardan arındırılmaları imkansızdır.
Peki nasıl denetlenecek?
Bu tür ilkeler için etik yasaları çıkarmak mümkündür ama eğer bir kavram toplum vicdanında yer almamışsa anayasaya dahi konulsa bir yararı yoktur; insanlar o yasayı eğer büker ve kendi değerlerine uygun hale getirirler.
Geçerli çözümlerden birisi, toplumda bu konuda duyarlı kişilerin bir araya gelerek tek yanlı bir etik taahhütte bulunmalarıdır. Örneğin 5 temel trafik kuralına uymayı taahhüt eden kişilerin birlikteliğini simgeleyen SÖZ kampanyası buna bir örnektir (http://tinyurl.com/38gjmv).
Bir diğer çözüm, kişilerin tek yanlı olarak yapabilecekleri etik taahhütlerdir. Milletvekillerinin, seçim öncesinde seçmenlerine karşı yapabilecekleri etik taahhütler bireysel etik güvence için bir örnektir (http://tinyurl.com/chdvfk).
Bu tür uygulamalar okur-yazar kesim tarafından dudak bükmesiz karşlanır, otoriter beklentilerin yerine geçerse giderek bir “etik taban” oluşabilir. Yasal mevzuat da ancak böyle bir taban üzerinde anlam kazanır.
Mevcut kavram dağarcığımız ahlaki düzeyi belirliyor.
Toplumsal kavram dağarcığımızıda “çıkar çelişkisi” kavramının bulunmayışının yol açtığı ve iki ünlü siyasetçiyi komik deyimler icadetmeye iten acınası durum işin traji-komik yanıdır.
Kavram dağarcığımızın sınırlı oluşu, toplumumuzun sorun çözme kabiliyetini sınırlayan nedenlerin en başlarında yer alıyor. Bir toplum kavram dağarcığının belirlediği düzeyde refah ve mutluluğa layıktır.
Karşılaştığı sorunlar, dağarcık düzeyini aşıyorsa ya görmezden gelinir ya da böyle komik durumlara düşülür, ama sonunda yok olunur gidilir.
Şubat 20, 2009
[1] http://en.wikipedia.org/wiki/Conflict_of_interest
… Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 Bir şey öğreten aslında ne öğretir?
Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…
Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?
Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.
“Saklı içerik”!
Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.
Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!
Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.
Bir de deney!
Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..
Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.
Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…
Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..
Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..
Saklı içerik öyle etkilidir ki..
Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.
Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.
Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!
Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.
Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.
Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.
Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?
Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.
Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?
Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?
Öğretme-benimsetme okulda bitmez!
Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.
Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?
Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!
Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..
Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..
Kasım 13, 2007
Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)
Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 Töre Cinayetleri ve Ezber!
Töre Cinayetleri ve Ezber!
Töre cinayet nedeni olur mu? Oluyor.
Sorun daha buradan başlıyor. Cinayetin başına töre nitelemesi konulunca cinayet bir çeşit meşruiyet kazanıyor. Cinayet ama adi bir nedenden değil töremizden dolayı!!! Hatta onurlandırıcı bir yanı bile var.
Töre nedir?
Vikipedi’ye göre, “bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü” anlamına geliyor.
TDK sözlüğüne göre bir anlamı da “ahlaki davranış biçimi”. Dolayısıyla kavramsal, adlandırmaya ilişkin bir yanlış pek yok. Gerçekten de bu tür cinayetler, “benimsenmiş, yerleşmiş yaşam biçimimiz“in gereklerinden birisi olarak “gerçekleştiriliyor”. (Bu gerçekleştirme sözcüğü giderek olumsuz eylemler için de kullanılmaya başlandı!)
Sorgulanmayan töre tam olarak “ezber”dir.
Sadece töre değil sorgulanmayan her şey ezber’dir. Bir toplumda sorgulamamanın kendisi bir töre halini almışsa, -esas anlamı doğru-iyi-güzel de olsa- zaman içindeki anlam kaymaları nedeniyle, benimsenip yaygınlaşmış ahlaki davranış biçimleri anlamındaki “töre” kavramı sonunda cinayet nedeni “töre”ye dönüşmektedir.
O halde cinayet nedeni “ezber”dir!
Toplumdaki sorunların hemen hepsi “soru sormadan itaat etmek, biat etmek” ile ilişkilendirilebilir. Ama töre cinayetleri denilen olgu tam olarak ezberin, yani soru sormadan itaat etmenin sonucudur.
Peki şimdi bir soru..
Türkiye sorunları üzerinde düşünen, konuşan, yazan bunca insanımız var. Nasıl olabiliyor da, tüm sorunlara girdi oluşturabilen (kök neden, root cause) “soru sormamak = biat = ezber” kök sorununu kendisine dert eden birkaç kişi çıkmıyor.
Bunun birkaç açıklaması olabilir!
1. Soru sormamak = biat = ezber aslında bir kök sorun değildir. Bu satırların yazarının bir takıntısıdır,
2. Soru sormamak diye bir konu yoktur; çok sayıda soru sorulmakta ama doğru sorular sorulmamaktadır (https://www.tinaztitiz.com/dosyalar/Ogrenme_Evi/dogru_sorular.ppt),
3. Doğru sorular da sorulmakta, fakat soru sorma kültürü asırlar boyunca dümura uğramış toplum çoğunluğu bu soruların kendileriyle ilgisini kavrayamamakta, soru soranlar da bu nedenle vazgeçmektedir,
4. Soru sormak gereksiz görülmekte, çünkü soruların cevapları bilinmektedir,
5. Soru sorması gerekenlerin, cevapları bulmak zorunda olanlarla aynı kişiler olduğu inancı bir töre haline gelmiş, insanlar soruları soracak kişileri beklemektedirler,
6. Bu seçenekler geçerli değildir, başka nedenler vardır, ama o nedenleri sormak ya da cevaplarını vermek ayıp olur.
Töre cinayetleri ile uğraşmak için yurt içinden ve özellikle yurt dışından ilgi gösteren çok sayıda kişi ve kurum var. Yurt dışındakileri anlıyorum. Peki yurt içindekilerin -çoğu da eğitimle meşgul- akıllarına “bu neyin töresidir?”, “acaba bu töre denilen şey başka alanlarda da var mı?”, “acaba benim de benzer ezberlerim var mıdır?” diye hiç düşünmezler mi?
Bu soru’nun yanıtlarını düşünmekte yarar var.
25 Mart 2009 Çarşamba
… Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 Bir şey öğreten aslında ne öğretir?
Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…
Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?
Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.
“Saklı içerik”!
Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.
Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!
Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.
Bir de deney!
Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..
Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.
Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…
Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..
Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..
Saklı içerik öyle etkilidir ki..
Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.
Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.
Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!
Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.
Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.
Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.
Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?
Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.
Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?
Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?
Öğretme-benimsetme okulda bitmez!
Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.
Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?
Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!
Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..
Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..
Kasım 13, 2007
Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)
Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 Bir şey öğreten aslında ne öğretir?
Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…
Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?
Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.
“Saklı içerik”!
Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.
Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!
Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.
Bir de deney!
Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..
Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.
Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…
Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..
Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..
Saklı içerik öyle etkilidir ki..
Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.
Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.
Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!
Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.
Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.
Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.
Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?
Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.
Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?
Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?
Öğretme-benimsetme okulda bitmez!
Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.
Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?
Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!
Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..
Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..
Kasım 13, 2007
Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)
Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 Bir şey öğreten aslında ne öğretir?
Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…
Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?
Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.
“Saklı içerik”!
Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.
Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!
Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.
Bir de deney!
Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..
Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.
Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…
Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..
Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..
Saklı içerik öyle etkilidir ki..
Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.
Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.
Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!
Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.
Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.
Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.
Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?
Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.
Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?
Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?
Öğretme-benimsetme okulda bitmez!
Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.
Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?
Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!
Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..
Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..
Kasım 13, 2007
Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)
Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 Türban -ve benzerleri- için çıkış yolu!
Yeni anayasaya konulacak türban maddesi konusunda şu anda iki öneri bulunduğu medyada yer aldı: “Kılık kıyafetinden dolayı hiç kimse yüksek öğrenim hakkından mahrum bırakılamaz” ya da “yüksek öğrenim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir”.
Belki bu ikisinden biri ya da kılık kıyafeti serbest bırakan bir başkası kabul edilir, şimdiden bilinmez; ama köşe yazılarından anlaşıldığı kadarıyla tartışma, giyim kuşam üzerine bir sınırlama konulup konulamayacağı ikilisine indirgenmiş durumdadır.
Bu durumda sorunun bitmeyeceğini, tam aksine yeni -ve daha çetrefil- sorunların ortaya çıkacağını kestirmek zor değildir.
Bunun yerine sorunu ilkesel kökleriyle ele alıp çözüm üretmek daha doğrudur.
Sorunun kökünde “inancını yaşamak” kavramı yatmakta olup bunun ne demek olduğu ve “çoğulcu demokrasiyi yaşamak” ile nasıl bağdaştırılacağı netleştirilmeden bu kör döğüşü akılcı bir çözüme kavuşturulamaz.
“İnancını yaşamak” ne demek?
Genelde hangi dini inanca (veya inançsızlığa) sahipse o öğretinin pratik yaşam kurallarına, özelde ise islamın şer’i düzeninin emrettiği kurallara uygun yaşamak olarak tercüme edilebilir. Bunu savunanlar açısından bu talep tutarlıdır.
“Çoğulcu demokrasiyi yaşamak” ne demek?
%51’in seçiminin %49 için de bağlayıcı olduğu çoğunlukçu (majoritarian) demokrasi değil de, bağlı olunduğu konusunda hemen her kesimden onay verilen çoğulcu (pluralist) demokrasiyi yaşamak ise, nüfus içindeki payına bakılmaksızın her kesimin, bir diğeri üzerine egemenlik kurmadan yaşayabilmesidir. Bunu savunanlar açısından bu talep de tutarlıdır.
Peki iki talep bir arada olabilir mi?
Olabilir: Matematiksel olarak mümkündür. İki farklı talep kümesinin aynı anda mümkün olabilmesi ancak iki kümenin ortak alanında (kesişim alanı) mümkündür. Yani, hem inancını yaşayacak ve hem de bir kesim diğeri üzerinde egemenlik kurmadan yaşayacak.
Bu, inancını yaşamak isteyenlerin, egemenlik kurma amacına hizmet edebilecek hiç bir aracı kullanmaması ile mümkündür. Daha da pratik olarak, inancını yaşamak isteyenlerin, sadece kendi özel alanlarında -diğer küme ile birlikte olunmayan alanlarda- inancının gereklerine göre yaşamaları, onun dışındaki alanlarda HİÇBİR YOLLA inançlarının başkalarına da benimsetilmesine yol açabilecek kılık, kıyafet, simge, davranış, tutum sergilememeleri demektir.
Ya da olmayabilir!! İnanç sahiplerinin, böylesine ikili bir yaşam biçimini inançlarına aykırı bulmaları, şer’i düzeni ya hep ya hiç olarak benimsemek durumunda olmaları halinde ise inancını ve çoğulcu demokrasiyi bir arada yaşamak mümkün olamaz.
O halde karar verilmesi gereken nedir?
Buna göre karar verilmesi gereken konu türbanın serbest olup olamayacağı değildir. Konu, şeriat ve çoğulcu demokrasi arasında bir tercih yapmaktır. Tek tek her birinin seçilmesi tutarlıdır, ancak ikisinin birlikte seçilmesi tutarsızlık, tutarsızlık değilse en azından cehalet ya da toplumun cahil yerine konmasıdır.
İnançların benimsetilmeye çalışılmasında ne sakınca var?
Görüldüğü gibi iki talep kümesi arasındaki “inancı ile birlikte çoğulcu demokrasiyi birlikte yaşamak” kesişim alanını gerçekleştirmedeki sorun, inanç (ya da inançsızlık) simgelerinin (mesela türban) benimsetme anlamına geleceği varsayımından kaynaklanıyor. Peki gerçekte de böyle midir? Yani birisi inancını (ya da inançsızlığını) herhangi bir simge ya da davranışı ile açığa vursa bunda ne sakınca olabilir?
Hele söz konusu olan, tartışmalı bir ideoloji değil de bir dini inançsa bu benimsetme girişimlerinin ne zararı olabilir ki?
Sorunun özü, yaşam hakkından da önde gelen bir haktadır: “koşullanmama hakkı”!
Görüldüğü gibi olay sadece dini inançların belirleyeceği yaşam biçimlerinin benimsetilmeye çalışılmasıyla sınırlı değildir. Sorun, “zihinsel tecavüz” sayılabilecek bir tacizle ilgilidir. Bir kişinin doğru, güzel ve iyi olarak benimsediği değerleri -ki doğru-yanlış aklın, güzel-çirkin estetiğin, iyi-kötü ise ahlakın alanıdır- bir başkasına ve de onun talebi dışında benimsetmeye çalışmaktır.
Bu benimsetmenin taciz sayılmak dışında ahlaki boyutu da vardır. İnsan -ve tüm varlıklar- değişmez amaçları olan “yaşamını sürdürme”nin otomatik bir gereği olarak nesiller boyunca öğrenebilme yetilerini geliştirmişlerdir. Böylece giderek, en iyi öğrenebilenler yaşamlarını sürdürebilmiş, öğrenemeyenler ise yok olmuşlardır.
Bu uzun ve yorucu süreç insanoğlunda bir ayırdetme yeteneği geliştirmiştir: kime güvenilip öğrenilecek kime güvenilmeyecek?
Doğal olarak ana, baba, yaşça büyükler, önceleri büyücüler sonraları bilim insanları, yöneticiler, öğretmenler “güvenilecekler” sınıfını oluşturmuşlar, daha sonraları bu gruplara zenginler, ünvan sahipleri gibi başlangıçta olmayan sınıflar da katılmışlardır.
Kendi doğru-iyi-güzel’lerini başkalarına da benimsetmeye çalışanlardan kimileri, insanların, güvenilir öğrenme kaynağı olarak bu sınıfları gördüğünü gözlemleyince ilk zihinsel tecavüz olayları yaşanmaya başlamış olsa gerekir.
Buna göre benimseticiliğin (tecavüz) en kolay yolu, para, inandırıcılık, siyaset, ünvan gibi bir gücü ele geçirmek ve bu gücün koruyuculuğunda kendi değerlerini -hiç bir direnmeyle karşılaşmadan-benimsetmek.
Hiç bir direnme ile karşılaşılmayışının nedeni, insanoğlunun yüksek öğrenebilirliği ve öğrenme kaynağı olarak genellikle herhangi bir gücü elinde bulundurmayı görmesidir.
İşte insanın bu en zayıf yönü, güvendiği gruplara ait kişilerin koşullandırma (tecavüz) girişimlerine karşı savunmasız oluşudur. Bu zafiyetin suistimali en büyük insan hakkı ihlalidir ve yaşam hakkından dahi daha önceliklidir. Çünkü kendi doğru-iyi-güzellerini bulma özgürlüğü tecavüz yoluyla elinden alınabilmektedir.
Bu satırlar okuyanların zihinlerinde muhtemelen koşullandırmanın yaşamımızda işgal ettiği geniş yer hakkında sorular uyanacaktır. Koşullandırma olmaksızın çocukları nasıl iğdiş edeceğiz? Halk koşullandırma olmadan nasıl yönetilecek? Kızlar kendi hallerine bırakılırsa davulculara kaçmaz mı? Hele reklamlar ne olacak? Siyasi partiler propaganda yapmayacaklar mı? İnsanlar inandıkları fikirleri yayamayacaklar mı? Vs vs
Aktif benimseticilik, öğreticilik ya da pasif öğrenme ortamı hazırlayıcılığı!
Zihinsel tecavüz olarak adlandırdığım benimseticilik ne denli yanlış bir girişimse, bir şeyler öğrenmek isteyenler için pasif olmak, benimsetici girişimlerde (simgeler, davranışlar, tekrarlar, zorlayıcı ön koşullar vb) bulunmaksızın öğrenme ortamları hazırlamak da o denli saygın bir tutumdur.
Pazartesi, Eylül 17, 2007
İğdiş, iğmek kökünden gelip eğmek’e oradan da eğitime dönüşmüştür. Education ise Latince ducere kökünden gelip “dik durdurmak” anlamındadır. Eğmek ya da dik durdurmak. Bu fark tesadüf olabilir. Ama değilse çok şey açıklar.
Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))
-
Nis 16 2012 NİHAYET BİLİM DÜNYASINI SARSACAK KEŞFİ YAPTIK!
NİHAYET BİLİM DÜNYASINI SARSACAK KEŞFİ YAPTIK!
Antoine-Laurent Lavoisier (1743-94), yaklaşık 200 yıl önce, kendi adıyla anılacak olan ünlü yasasını ortaya koyuyordu: “Her operasyon veya tepkimede, önceki ve sonraki madde miktarı eşittir. Sadece, değişim ya da dönüşüm vardır.”..
Gerçekte ise bu yeni bir keşif değildi. En az 2000 yıl önce tek Tanrılı dinler tarafından da , bir şeyin yoktan var edilemeyeceği, bunun ancak Tanrıya mahsus olduğu kesin bir dille belirtiliyordu. Lavoisier, bunu deneysel olarak göstermiş, böylece bilim de bu dogmayı kendi ilkelerine göre sınayıp kabul etmişti.
Ama, bunun böyle olmadığını savunanlar da vardı. Simya denilen dal, tam olarak “yoktan var etmek” ile değil ama benzer bir işle uğraşıyordu. Herhangi bir maddenin altına dönüştürülebileceğini savunan simyacılar, modern kimyaya belki de zemin hazırlıyorlardı. Ama ne yazık ki modern bilimin çarkları, bu gayretli insanların büyük bir bölümünü ezip geçti.
Simyacılar tamamen yok oldu sanıladursun, onlardan bir avuç idealisti değişik toplumlar içinde, değişik meslekler altında çabalarını sürdürüyor, bir gün gelip “yoktan var etmenin sırrı”na ereceklerini düşünüyorlardı.
Acımasız bilim, onların hiç bir şekilde kendilerini afişe etmelerine, çalışmalarını toplumla paylaşmalarına izin vermiyordu. Bu yüzden de simyacılar, kimsenin aklına gelmeyecek meslekler edinerek yaşamlarını ve bu kutsal çabalarını sürdürmek zorundaydılar.
Her yerden kovalanan, hiç bir yerde kendilerine yaşam fırsatı verilmeyen bu kişiler, nihayet kendilerine kucak açan, sevecen ve “temiz” insanlardan oluşan bir vatana bizim sayemizde kavuşmuşlar, burada ekonomist, bankacı, mühendis gibi saygın mesleklerin kisvesi altında icra-ı sanat etmişlerdir.
Şimdi, 2000 yılın rüyaları yavaş yavaş gerçekleşmekte, “yoktan var olmaz, var olan ise yok olmaz” diyenler utanmaktadırlar.
Yakın bir geçmişte, “biz hiç bir vatandaşımızı enflasyona ezdirmeyeceğiz” derken, bu müthiş keşfin ilk sinyalleri veriliyordu. Enflasyon var oldukça, bunu birilerinin taşıması gerekeceği dogması yıkılıyor, kimsenin taşımasına ihtiyaç olmayan bir enflasyon tanımlanmış oluyordu.
Günler geçip, bu vatanın “temiz” insanlarından herhangi bir itiraz gelmeyince, bu defa “yeni simya” denilebilecek bu dalın daha somut ürünlerinin pazara sürülebilmesine sıra gelmiş oluyordu.
Geçtiğimiz günlerde, “esnek limitli kredi kartı” adıyla pazara çıkan bu “yeni simya” ürünü, ay sonunu getiremeyen milyonlarca insana bir müjde olarak patlatılıyordu: “Artık özgürsünüz, ay sonu param bitti diye üzülmeyin, kredi kartınızın limiti dolduysa esnetiriz, böylece sorun da çözülmüş olur”
Her toplumda bozguncu insanlar çıkacak, toplumun önünü tıkamaya çalışacaklardır. Esnek limitli kredi kartı buluşunu, halkımızın, açlığını yüzlerce yıldır duyumsadığı “bilime katkı” olarak değerlendirmek yerine, “peki bunu gelecek ay kim ödeyecek” gibisinden sevimsiz sorular sorarak değersizleştirmeye çalışanlar da çıkabilecektir.
Ama üzülmeyiniz, bizim “temiz” insanlarımız böyle sorulara aldırmayacak kadar temizdir.
16 Nisan 2012
