• Uzlaşmak Niçin Bu Kadar Zor?

    Enflasyonun nasıl düşürülebileceği ya da uluslararası bağımlılıklarımızda nasıl denge sağlanacağı gibi konulara girmeden önce, çok daha basit bir konuda -meselâ 11×11 kaç eder?- uzlaşıp, sonra da oluşacak uzlaşı ilmeğini genişletmek isteyen iki kişi, bu basit işlem için birisi 121 diğeri ise 16 gibi iki farklı sonuç üzerinde ısrar etse ne olur? Karakolluk dahi olabilecek kişileri dinleyen memur “ikiniz de haklısınız” dese bu kişiler bir ortak sayı tabanı üzerinde uzlaşmadan iddialarından[1] vazgeçerler mi?

    Karikatürize edilmiş gibi görünse de TV kanallarında, tezlerini ölesiye savunan, karşı görüşleri de hainlik ve/ya aptallıkla suçlayan tartışmacıların durumu  benzer değil midir?

    Psikologlar bu durumu “yankı odası” kavramıyla açıklıyorlar. Benzer bir durum, küçük çocukların tek doğrulara koşullandırılmalarıyla oluşan süzgeç[2] mekanizmasında da var. Zihne sorgulamaya kapalı olarak yerleşen her kavram, daha sonra gelecekleri süzüp dur-geç komutları üretiyor.

    Peki ya erişkinleri kim koşullandırıyor?

    Adı üstünde onların kimseye ihtiyaçları yok; onlar kendi kendilerini koşullandırabiliyorlar. Bir düşünsenize, uzun düşünce zincirleri kuruyorsunuz. Sizi kimin niçin yarattığından girip, tüm rastladığınız olayları ne kadar karmaşık olursa olsun hiç kopuksuz açıklaya açıklaya sona kadar geliyor, onu da öbür dünyaya bağlayıp “her şeyi açıklamışlığın keyfini” sürüyorsunuz.

    Bu zincirde açıklanmamış bir şeye yer yok ise de ister istemez sık sık boşluklar doğuyor. “Madem öyle bu niye böyle” gibisinden sevimsizlikler kaçınılmaz. Bu defa zihinsel virüsler[3] imdada yetişiyor. Onların çözemeyeceği bir açmaz olacağını sanmam ama yedekteki “hamaset silahı”nı da ihmal etmemek lâzım.

    Öyle ya da böyle. Yuvarlanıp gidiyoruz işte.

    Gerçekten de durum bundan ibaret bir kişisel tatminse pek de mesele değil; yeter ki daha ciddi bir sonuç doğurmasın. Ama maalesef durum öyle değil. Üzerinde yaşadığımız topraklar ne hamaset ne de kozsuz meydan okumalar[4] ile elde tutulabilsin.

    İnce nokta tam da burası!

    Akla gelebilecek -en basitten en karmaşığa kadar- tüm karar ve eylemler “tüm etkenleri bir bütün içinde dikkate alan” mevcut durum tanımına (durum muhakemesi) dayanmalıdır. Bu altın kurala uyulmadığında, bizim Nasrettin Hoca, tüm dünyanın ise “âkîl (wise) Nasreddin” dediği bilgenin verdiği mizahi örnekteki[5] durum ortaya çıkabilir. O halde mevcut durumu –üstelik hem çeşitli boyutları ile hem de sürekli değişim içindeki haliyle– tanımlamaya çalışmaktan; bunun için de şu iki daraltıcıdan kurtulabilmemiz gerekiyor:

    • Daraltıcı 1: İğne ile kuyu kazmaya benzeyen bu süreç için yeterli “kaliteli zaman”ı[6] ayır(a)mamak,
    • Daraltıcı 2: Okullarda öğrendiklerimizin ancak ve yalnız öğrenmeye hazırlık olduğunu unutup, “yeniden ve yeniden öğrenme”ye giriş(e)memek.

    Bu çetin görevin ancak multi-disipliner takımların sürekli çalışması ile yapılabilecek bir iş olduğu; Hollanda, Çin, ABD gibi ülkelerin böyle yaptıkları anlaşılıyor. Bu ülkelerin bu süreçte uyguladığı stratejilerin bileşenleri -alt kırılımları ayrıca açıklandığı üzere[7]– şu başlıklar altında özetlenebilir:

    • Çok Disiplinli ve Kurumsallaşmış Analiz Mekanizmaları
    • Veriye Dayalı ve Yapay Zeka Destekli Tahminler
    • Senaryo Tabanlı Planlama ve Stratejik Esneklik
    • Farklı Perspektifleri Dahil Etme (Şeytan Avukatı)
    • Hızlı Düzeltme ve Öğrenme Kültürü
    • Önyargıları Kırmak İçin Kullanılan Araçlar

    Böyle yapılmaz ise n’olur?

    Yazının girişinde şaka yollu açıklanmaya çalışıldığı gibi, ülkenin gidişatını kendi “gidişat tabanı”na göre değerlendiren yurtsever ve birikimli insanlar bir türlü dayanışma içine giremez; bununla da bitmez, bu iletişim kargaşası içine her tür niyet ve nitelik sahibinin de doluşmasına uygun bir ortam oluşur.

    İyi de ne yapalım?

    Oluşmuş iletişim kargaşasının kök nedeni olarak önerilen, “görüşlerimizi oluşturan temel kavramların tanımsızlığı” tanısı doğru ise bir başlama noktası da belli demektir: Bazı temel kavramlar seçip onların tanımlarını süratle müzakere edip uzlaşmak. Bu konuda bir örnek, bir vakıf tarafından yapılan çalışmada ortaya konulmuş olup[8] gerek onun üzerinde çalışılarak gerekse yenisi geliştirilerek bir ortak kavram tabanı oluşturulabilir.

    Bu ilk adım şöyle bir imkânın da önünü açabilir: Türkiye içinde ve yurtdışında yurttaşlarımızca kurulmuş çok sayıda düşünce üreten oluşum var. Bir bölümü WhatsApp grubu şeklinde örgütlenmiş olanların büyük çoğunluğu, bir mevcut durum analizinden yola çıkmadığı için, üzerinde gerçekten durulması gereken noktalardan “çok uzaklarda” şimdi ve burada[9] sonuçlar elde etmeye çalışıyor.

    Bunlar arasında oluşabilecek dayanışma ağlarının[10] önü bu yolla açılabilir.

    Bu yolun çekici bir yanı görünmese de W.Churchill’in bu gibi durumlardaki tutumu bana çok ümit verici geliyor: “Evet biraz uzun yol ama daha garantili“!

    25 Temmuz 2025 / https://tinaztitiz.com/15857


    [1] 3 ve 10 tabanlı sayı sistemlerinde 113=410   ve 1213=1610

    [2] Bkz. Süzgeç kavramlar.  https://tinaztitiz.com/8011

    [3] Bkz. Zihinsel Virüsler. https://tinaztitiz.com/7475

    [4] Bkz. Kozsuz Meydan Okuma. https://kavrammutfagi.com/kavram/kozsuz-meydan-okuma

    [5] Çatıda mahsur kalan kişiyi, beline bağlattığı ip ile çekip yere çaktırdıktan sonra söylediği: “geçenlerde yine birisini böyle kurtarmıştım ama galiba o kuyudaydı” sözü.

    [6] Kaliteli Zaman için bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/kaliteli-zaman

    [7] Bkz. Altı strateji bileşeninin alt kırılımları: https://bit.ly/3UrJJWb 

    [8] Bkz. http://bit.ly/3ME15vc

    [9] “Şimdi ve Burada: Kısa Vade Tuzağı”. Bkz. https://tinaztitiz.com/dostlara-acik-mektup-kisa-vade-tuzagi/

    [10] 2017 yılında oluşturulan Birleşik Akıl Ağı (www.BirlesikAkilAgi.com) bu tür etkileşim ağlarının oluşumuna yardım amaçlıdır. Çalışmaları için bkz: https://bit.ly/4fUYoCA

  • Nelson’un Huni Deneyi (bir kere daha)

    Sn. Devlet Bahçeli’nin yeni Cumhurbaşkanı için biri Kürt biri Alevi olmak üzere iki yardımcı yoluyla sorunlarımızı çözüme kavuşturma çözümünü; ardından da bu güzel çözüme ince ayar ya da alternatif olabilecek çeşitli sivil ve askeri çözüm önerilerini duyunca, ilki 1996da yazılıp, 2001 ve 2008 de tekrar yayınladığım “Nelson’un Huni Deneyi” adlı yazımı -günümüz için gereken birkaç eklemeyle- tekrar hatırlatmanın yararlı olacağını düşündüm. Lütfen tıklayınız.

    Eklemek istediklerim birkaç başlık halinde şunlar:

    • Hangi hâl ve şerait içinde olursa olsun “durum”, çıkış için mümkün “seçenekler” ve o seçeneklerin “gerçekleştirilebilirlikleri” en kritik ama en az ciddiyetle ele alınan yol göstericiler.

    Her gün TVlerde elinde ders sopası, öğretmen edası ve kuşkusuzluk[1] ile “durum”un en üst katmanının kendine en uygun mikro parçasını verisiz tahminler ve kozsuz meydan okumalar[2] eşliğinde açıklayan kişiler, söz konusu yol göstericilerin önündeki engellerdir.

    • “Bütün-parça ilişkisi” klasik felsefede ve bilimde uzun süredir tartışılan bir konu; kimi yaklaşımlar bütünü oluşturan parçalar olduğunu (indirgemecilik), kimileri ise bütünün, parçaların ötesinde bir gerçeklik taşıdığını (bütüncülük/holizm) savunur. Ancak çağdaş bilim ve felsefede, özellikle sistem teorisi, kuantum fiziği ve karmaşıklık teorisi gibi alanlarda, hem bütünün hem parçaların karşılıklı ve dinamik bir etkileşim içinde sürekli olarak birbirini etkilediği, hatta birbirini “yarattığı” anlayışı benimsendi. Yani, bütün ve parçalar sabit yapılar değil; bağlama, ilişkiye ve zamana göre sürekli yeniden oluşuyor ve birbirine dönüşüyor ve bir süreç oluşturuyorlar.

    Bu basit gerçeğin kavranması, hergün ayrı bir formda önümüze çıkan sorunları tek tek ele alıp çözmek gibi bir seçeneğin bulunmadığını, sadece ilgilenilen yere çöken bileşik gerçekliğin (bütün) değişik görüntüleriyle boğuşulmaya çalışıldığının kavranmasını sağlayacaktır.

    • Siyaset silâhın aracı değil, silâh siyasetin binbir aracından biridir. Bu basit ama güçlü kuralın dikkate alınmayışını defalarca deneyip henüz öğrenmemiş toplumlardan biriyiz.

    Yazının adresi yoktur; postrestant’dır[3].

    20 Temmuz 2025

    6:30 dak’lık podcast özeti için: https://bit.ly/4eVkp4m

    [1] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kusku-suzluk–ezber–sorgulanamazlik

    [2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kozsuz-meydan-okuma

    [3] Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Poste_restante

  • Otobiyografi kesiti-18: Kartalkaya, İliç, Soma ve Rasim Usta!

    Yıl 1964, yer Ereğli Kömürleri İşletmesi Karadon Bölgesi. Yeni mezun bir mühendis olarak bu ilk işim; bazı yerüstü ve yeraltı elektrik donanımının bakım ve onarımından sorumluyum. Bana bağlı, çok deneyimli (30 yıl kadar) bir şef (Rasim Akbostancı usta) ve 20 kadar da eleman.

    Rasim Usta, kömür madenlerinin millileştirilmesinden önce[1] uzunca süre Fransızlar ile birlikte çalışmış ve o çalışma terbiyesini almış bir kişi; kendisinden çok şey öğrendim.

    Sık sık birlikte yeraltı donanımının arızaları ya da bakımları için yer altına iniyoruz. Benim için olağanüstü bir ortam. Gördüğüm her şey neredeyse ömrümde ilk defa gördüğüm şeyler.

    Dikkatimi çeken bir şey!

    Bütün bu “ilginçlikler” içinde dikkatimi çeken şey, Rasim Usta’nın başını hiç kaldırmayıp sürekli yere bakışı ve zaman zaman da yerde bir şey görüp, eğilip alarak cebine atmasıydı. Önceleri çok takılmasam da giderek sıklaşan bu hareketinin nedenini birgün sorunca (mealen) şöyle dediğini bugün gibi hatırlıyorum: “Tınaz bey, mösyö Löfebr (mühendis monsieur Lefebvre) bize yerdeki bir civatanın aslında göründüğünden çok farklı olduğunu, 10 kWh enerji, 2 saat işçilik, 10 dakika tezgah süresi, 1 ay depolama masrafı, … kadar iş kazası gibi şeylerin toplamı demek olduğunu öğretti. Yerdeki ekmek parçası sizin kültürünüzde ne ise bir demir parçası da bizde odur derdi. Bu nedenle görmeden basıp geçmemek için sürekli yere bakıyorum.”

    Aradan 60 yıl geçtikten sonra bugün kazanmaya çalıştığımız çevre bilincinin bu denli somut bir karşılığını şimdilerde çok daha derinden anlıyorum.

    İyi de Kartalkaya vd ne alâka?

    Rasim Usta yoluyla öğrendiğim bu “şeyleri tüm bileşenler ile görme” dersinin sadece nesneler için değil, tüm olaylar (Kartalkaya, İliç, Soma, deprem, sel vd) için de geçerli olduğunu vurgulayıp, oradan da “günümüz sorunları karşısındaki çaresizlik tavrı” ile bağlamak istiyorum. Böylelikle sorunların çözümü yolunda en önemli aşama olan “anlama, kavrama aşaması” için kullandığımız takım çantasına bir alet daha eklenebilecek.

    Toplumumuzu derinden sarsan büyük iş felaketleri (kaza dememek için) sonrasında gerek yetkililer gerekse halkımız çoklukla bir soru’nun peşine düşer: Kim? Nitekim verilen ilk beyanat da bu soruyu cevaplar niteliktedir: “Olay çok yönlü olarak araştırılmakta olup, sorumlular en şiddetli şekilde (demek ki hafif de olabilir) cezalandırılacaktır.”

    Fakat, hemen tüm olaylar sonunda görüldüğü gibi o “kim” bulunamaz, ama bulunmak gerektiği için de bir temsili kişi bulunup bir süre hapse atılır. Kamuoyu çoğunluğu ise siyasi görüşlerine göre iktidar ya da muhalefeti suçlayarak, olayın anlaşılmasını iyiden iyiye güçleştirir.

    Aslında bu açıklanamazlığın nedeni açıktır:

     

    • Olaylar tek sebepli değildir. En basit görünüşlü olana bile dikkatli bakıldığında, ona yol açan çok sayıda neden görülebilir.
    • Bu bakış derinliği bir alışkanlık haline getirilirse herkes edinebilir. Nitekim zeytin ağacına ya da deresine sahip çıkan az eğitimli yurttaşımız bu derinliğe sahipken, daha çok eğitimlilerde bulunmayabiliyor.
    • Birisi çok boyutlu diğeri ise tek boyutlu bakış farkı, olayların nedenlerini anlamayışın sebebidir. Örneğin deprem afeti zararlarının nasıl oluştuğunu gösteren şu grafik (tıklayınız) nedenleri ve aralarındaki ilişkileri ortaya koyuyor. Çeşitli olaylara bu yolla bakılırsa, hemen hepsinin kolektif birer cürüm olduğu görülecektir.

    Peki bu demek? Herkesi mi tutuklayalım?

    Eğer eldeki tek araç “ters kelepçeli tutuklamak” ve sonra da “yeni felaketlerin gelmesini sabırla beklemek” ise iştirak halinde işlenen bu tür suçlar karşısında “herkesi tutuklamak” bir yol olabilir. Kısa süre içinde tutuklanacak kimse kalmayacağı için oldukça radikal biçimde sorunlar da çözülmüş olur.

    Ama eğer daha medeni bir yol aranılıyor ise, toplumun sürekli olarak el birlikleri ile suç işlemeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş olmasındaki tuhaflığa teslim olmayıp, aptallık-bilgisizlik-özensizlik-ahlâksızlık-kasıt merdiveninin ilk üç basamağını eğitim, son iki basamağını da cezalandırma yoluyla küçültmeye; buna paralel olarak da görevi mazeret üretmek değil sorun çözmek olan insanlara da “çok boyutlu olgular az boyut ile anlaşılamaz” ilkesini belletmeye çalışmak iyi olur.

    6 Temmuz 2025 / https://tinaztitiz.com/15796

     


    [1] Millileştirmenin kısa tarihçesi şöyle: Millileştirme süreci şu şekilde gerçekleşmiştir: 1936 yılında, Cumhuriyet Hükümeti, Fransız sermayeli Ereğli Şirketinin elindeki imtiyazları 3.500.000 Türk Lirası karşılığında satın alarak millileştirme yolunda ilk büyük adımı attı. Bu satın alma ile birlikte Zonguldak ve İstanbul’daki kömür varlıkları devletin eline geçti. 1937’de, Ereğli kömür tesisleri, 11 Haziran 1937’de yayımlanan 3241 sayılı kanun ile Etibank’a devredildi ve 3 Ocak 1938’de “Ereğli Kömürleri İşletme Müessesesi” (EKİ) kuruldu. 1940 yılında çıkarılan bir dizi kanunla, havzadaki diğer tüm ocaklar da devletleştirilerek EKİ’ye devredildi ve böylece kömür havzasının tamamı devlet kontrolüne geçti. Bu süreç, devletin kömür üretiminde tam tekel kurmasını sağladı.

  • Parmak İzi, Retina Taraması, Yüz Tanıma….

    Bunların her biri, bir kişiyi diğerlerinden ayırt etmeye yarıyor ve genelde de adli amaçlarla kullanılıyor. Tümüne verilen isim ise Biyometrik Tanımlayıcı.

    Peki acaba başka bir “tanımlayıcı” var mıdır ki, kişilerin çeşitli Akıl Daraltıcı’larını[1]isteyerek askıya alabilme becerileri”nin göstergesi olsun ve de kişinin beyanından bağımsız ölçülebilsin. (Örneğin, orta ve işaret parmağı uzunluklarının oranı, kanındaki magnezyum ve çinkonun oranı vbg. Bu göstergeye de farklı bir ad vermek gerekirse Fizyo-biyolojik Tanımlayıcı (FT) denilebilir.

    Bunu niye merak ediyorum?

    Yapay Zekânın büyük babası denilen Geoffrey Hinton’un bir söyleşisinde[2] değindiği “Yapay Süper Zekâ” desteği alan bir kişinin  oluşturabileceği ya da Alex Pentland’ın peşinde olduğu, çok sayıda insanın beyinlerini aynen bir beynin içindeki nöronların birbirleriyle etkileşimine benzer şekilde birleştirerek oluşacak “Doğal Süper Zekâ[3]gibi bir Yetkin Akıl üreterek, “ben / biz ne yapabiliriz ki…” engelini aşabilme sürecinin neresindeyiz acaba?.

    Ya da daha mütevazı bir hedef olarak, şu anda sahip olduğumuz doğal (insan) ve yapay (makine) zekâlarından yararlanarak, halen harekete geçirebildiğimiz Birleşik Akıl’dan daha yetkinini[4] nasıl üretebiliriz?

    Bu iki uzmanın yaklaşımlarına bir ön koşul eklemek istiyorum..

    Sözü geçen iki uzmanın dile getirdikleri yetkin akılların bileşiminde yer alacak insan öğesinin -deneyimlerimizle gerekliliği görülmüş- bir özelliğe sahip olması gerekiyor: Akıl Daraltıcılarını[5] askıya alabilme yeteneklerinin ölçüsü olan Fizyo-biyolojik Tanımlayıcı’nın gerekli eşiği aşabilmesi. Ancak bu durumda ortaya çıkabilecek akla Yetkin Akıl denilebilir.

    Ses Duvarı ve Akıl Daraltıcılar arasındaki benzerlik!

    Ses hızını aşana kadar duyulan sesleri, aşıldıktan hemen sonra birdenbire oluşan derin sessizliğe benzer şekilde, Akıl Daraltıcılar askıya alındıktan sonra birdenbire oluşan zihinsel duruluğa tek kelimeyle muhteşem denilebilir.

    Böylesi bir ortamda, o ana kadar “gürültü” formlarında ortaya çıkmış bulunan suçlaşma, yakınma, başkalarına ihale, vasatlıkta eşitlik gibi Yetkin Akıl aşındırıcılar artık söz konusu değildir. Sonsuz çözüm seçeneklerini gizleyen, herkesi sadece kendini savunma konumuna iten gürültü perdesi ortadan kalkmıştır.

    O ana kadar görünür olamayan saf merak, arayış, adanmışlık, yardımlaşma, başkalarının başarılarından kıvanç duyma gibi duygular ortaya çıkmıştır.

    Bütün bunlar ancak başlangıçta değindiğim Fizyo-biyolojik Tanımlayıcı’nın icat edilmesine ya da o icat gelene kadar yaklaşık olarak bir fikir verebilecek olan bir dolaylı başarım ölçütünün (PI)[6] geliştirilebilmesine bağlıdır. Böylece bir yandan bu ölçüte uygun paydaşlar aranırken, bir yandan da herkes kendi öz değerlendirmesini bu ölçütler yoluyla yaparak daraltıcılarını fark edip onlarla baş etmeyi deneyebilir.

    Yani..

    Dünyanın, ister istemez de Türkiye’nin içinde bulunduğu, düşük sorun çözme kabiliyeti ile geçen  kaotik ortamın “ben / biz ne yapabiliriz ki” bölümündeki kolektif yalnızlık ve umutsuzluk ortamında böyle bir akla sahip olmaya çalışmak, gerçek bir ümit ya da Çoban Ateşi olabilir.

    2 Tem 2025, https://tinaztitiz.com/15789


    [1] https://bit.ly/3A4bv0C

    [2]  https://youtu.be/giT0ytynSqg?si=TJgY8egAxMF35oD3

    [3] The Human Strateji (İng ve Türkçe): https://bit.ly/3XgWWSL

    [4] Adım adım yetkin akıl üretimi: https://bit.ly/3FYMNFy

    [5] Akıl Daraltıcılar: bit.ly/3A4bv0C  ve bit.ly/3ZUzn4w

    [6] Başarım Ölçütü (performance indicator), bir alandaki başarıyı ölçmek için geliştirilen göstergelerdir. Özellikle birden fazla konuyu -hele sosyal konuları- birlikte değerlendirebilen ölçütlerin geliştirilmesi teknik olmanın yanında bir sanat da sayılabilir.

  • Ateş olmayan yerden duman çıkabilir mi?

    Bu konuda geçen yıl yazdığım bir yazıdan[1] alıntı yaparak başlayım: “Bir sorun çözülemiyor ise, muhtemelen anlaşılmasını kolaylaştırabilecek kavramlar -toplumun kavram dağarcığında- mevcut değildir.”

    Bu defa bu savımı destekleyecek birkaç örnek vererek yine o yazıdaki “Toplumlar kavram dağarcıklarının zenginliği ve bunun paylaşımındaki yaygınlık nispetinde varlıklarını sürdürebilir ve de gelişebilirler!” iddiamı yineleyeceğim.

    Bu defa bu iki sava ek olarak bir üçüncüyü öneriyorum: “Dağarcıkta bulunan her kavram doğru düşünmeye yardımcı olurken, eksik olan her kavramın yeri mutlaka -eksik olanla ilgili- ama doğru düşünmeye zarar veren bir kavramla dolar”.

    Bu yazı bu savla ilgili, doğru düşünmeye yardımcı birkaç örnek verip, olası eksiklikleri halinde doğacak boşluğu dolduracak zarar verici alternatifleri ortaya koymayı amaçlıyor.

     

    1. Korkmama Özgürlüğü (korkusuzluk hakkı)[2]

    Bu kavram, ne ölçekte ve hangi tür bir rejim altında olursa olsun tüm idare biçimlerinde, idare edilenlere verilecek en temel ve vazgeçilemez güvenceyi ifade eder. Bu kavramı benimseyip yaygın biçimde toplum dağarcığına yerleştirmiş bir toplumda korkutma, gözdağı verme, ibret gösterme vb yollar kullanılamaz; kullanmaya kalkan şiddetli kamuoyu tepkisini görerek zarar göreceğini idrak edip vazgeçer.

    Alternatifi

    Korkmama Özgürlüğü kavramının dağarcıkta bulunmayışı halinde korkutarak yönetmek bir normdur. Ailede çocuk, iş yerinde çalışan, idarede vatandaş yaşamının her adımında korkutularak yola getirilir. Toplumumuzda Korkmama Özgürlüğü’nün alternatifi “kızını dövmeyen dizini döver”, “öğretmenin vurduğu yerde gül biter”, “karnından sıpa sırtından sopayı eksik etme” vb atasözlerimiz(!) ile veciz ve yol gösterici biçimde ifade edilmiştir.

    Korkmama Özgürlüğü konusunun toplum dağarcığına katılması yolunda ciddi girişimde bulunacak bir STK nın bulunmayışı alternatifin gücü hakkında bir ölçüdür.  

     

    1. Tutukluluğa Karşı Yargı Koruması (habeas corpus)[3]

    Habeas corpus, Latince kökenli bir terim olup kelime anlamı olarak “vücudu hazır et” veya “kişiyi huzura çıkar” anlamına gelir. Hukuki olarak ise, bir kişinin hukuka aykırı veya keyfi biçimde özgürlüğünden mahrum edilmesini engelleyen, bireyin tutukluluğunun veya gözaltının yasal olup olmadığının yargı tarafından denetlenmesini sağlayan temel bir hukuk ilkesidir. 1679 tarihli İngiltere’de çıkarılan “Habeas Corpus Act” ile yasal çerçeveye kavuşmuştur. Bu yasa, idarenin keyfi tutuklama yetkisini sınırlandırmış ve tutuklanan kişinin kısa sürede yargıç önüne çıkarılmasını zorunlu kılmıştır.

    Alternatifi

    T.C. Anayasası ve ilgili yasalar içinde bulunmasına karşın, veciz ve her an hatırlanabilir bir ifadeye kavuşturulmadığı; dahası alternatifinin kültürümüze daha uygun düşmesi nedenleriyle toplumumuzun kavram dağarcığında bulunmayan bu kavramın alternatifi “Ateş Olmayan Yerden Duman Çıkmaz”dır. Bu mükemmel(!) atasözümüz, yaygın linç kültürümüze çok uygun düşmenin yanında herhangi bir kişiden yapay duman çıkararak pasifize edilmesi için de çok yarayışlıdır.

    Kamuoyunda 19 Mart darbesi olarak anılan süreçte çok sayıda kişi, savcı talimatı ve kolluk güçleri eliyle tutuklandı. Muhalif kesimde oldukça şiddetli protestolar yer aldı ve halen de devam ediyor. Tüm protestoların temel savı “tutuklananların mahkeme kararı olmadan tutuklanmaları” değil, “suçsuz yere tutuklandıkları”dır.  Kitlelerin vardıkları yargı ile tutuklama yapanların ortak noktaları yeterli veriye sahip olmamaları, bunun yerine dumandan ateşe bağlantı kurmaları, niyet ve/ya kuşkularını “usul esastan önce gelir” ilkesi altında değerlendirmeyişleridir. Usulün esastan önce geldiği ya da habeas corpus ilkesi kavram dağarcığında bulunsaydı, bu denli büyük kalabalıkların sesleri duymazdan gelinebilir miydi!

    Hukuk dernekleri ve baroların hakim kararı olmadan yapılan tutuklamalara karşı bu iki ilkeyi çok cılız biçimde dile getirmeleri, dağarcık zafiyeti ile yakından bağlantılı değil midir?

     

    1. Kirli Çıkar Çatışması[4] (conflict of interest)

    Bir konudaki çıkarın korunması görevini üstlenen birisi, aynı konuda kendisine  çıkar sağlayamaz” şeklinde tanımlanabilir.

    Alternatifi   

    Kirli çıkar çatışması’nın genel kabul görmüş alternatifi “bal tutan parmak yalar”dır.

    Yakın geçmişte bir bakanın kendi bakanlığına eşinin şirketinden dezenfektan satmasından daha vahimi, kamuoyunda hakim tepkinin “bakan olması ailesinin ticaret yapmasına engel midir!” anlayışıdır. Bu trajedinin nedeni yine dağarcık zafiyetidir.

    Uzatmaya gerek yok. Sonuç.

    Kişiler, kurumlar ve toplumlar için kavram dağarcığı zenginliğinin önemini daha fazla örneklemek gereksizdir. Uzun yıllar boyunca süren yabancı dil öğretme serüvenimiz boyunca şu temel soruyu soramayışımız ile kavram dağarcığı zenginliğinin önemini merak etmeyişimiz sıkı bağlantılıdır: Yabancı dili niçin öğretiyoruz?

    2010 tarihli bir yazıda[5] bu soru epey kurcalanmış ve şöyle bir değerlendirme yapılmıştı: “Bir dil, ait olduğu kültürün  üretim ve yayım aracıdır. Bir dilin bilinmesi aslında o kültürün bilinmesi demektir ve her kültürün de kendine özgü yüksek ve düşük değerleri olması da doğaldır. Bir dili öğrenmenin stratejisi buna göre, o kültüre ilişkin çerçöp değerlerin, gelgeç deyimlerin değil, yüksek düzeyli, medeniyet yolunu açıcı değerlerin -ve onlara ait kavram ve sözcüklerin- alınıp öğrenilmesi olmalıdır.”

    Buradan varacağım sonuç, halen süren İran-İsrail savaşı sonrası “sıranın Türkiye’ye geleceği” yolundaki tahminlerle ilgilidir. Bu tahminin doğruluğu-yanlışlığı konusunda yargıda bulunmak zordur. Kuantum Süperpozisyonu’nun ne şekilde çökeceği çeşitli olasılıklara bağlıdır. Ama hangi ihtimal olursa olsun şimdiden belli olanlar çeşitli olası sonuçlara hakim rengi verecektir:

     

    • Daha zengin ve yaygınlaştırılabilmiş kavram dağarcığına sahip isek daha iyi sonuçlar içinde yer alabiliriz.
    • Harekete geçirebileceğimiz akıl ne kadar yetkin ise o kadar iyi sonuçlar içinde yer alabiliriz
    • Bu iki yol gösterici yerine “şimdi yangın var, önce sönsün sonra bakarız” diyenlere kulak vermek isteyenler ise Pascal’ın ünlü sözünü hatırlamalıdır: “Tecrübe pahalı ve zor bir okuldur; ama aklını kullanmasını bilmeyenlerin gidebileceği başka okul da yoktur.”

    16 Haziran 2025

    https://tinaztitiz.com/15782

     


    [1] Bkz. https://tinaztitiz.com/dusunme-ve-kavramlar/

    [2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki

    [3] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/haksiz-tutukluluga-karsi-yargi-korumasi–habeas-corpus-

    [4] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kirli-cikar-catismasi–conflict-of-interest–cikar-celiskisi

    [5] Bkz. https://tinaztitiz.com/yabanci-dilkargasasi-2/

     

  • Gecekondular, Halı Sahalar, Kuran Kursları Ne diyor?

    1994 Eylül’ünde PARANTEZ adlı bir dergiye, başlıktaki ifadeye benzer bir başlıkta bir yazı yazmıştım. Daha sonra o yazıyı 2023te https://tinaztitiz.com/15276 adresiyle tinaztitiz.com sitesinde de tekrar yayımlamıştım.

    Bu defa, başlıktaki gecekonduyu alıp onunla başka bir konuyu dikkatinize sunmak istiyorum. O konu şu soru ile ilgilidir:

    Gecekondu inşa ederek çoluk çocuğunu barındırmak isteyen bir kişi ne gibi yük ve riskleri göze alır?”. Aklıma gelenleri paylaşayım:

    1. Kendine ait olmayan bir arazi parçasını arayıp bulur.
    2. İnşaatın herhangi bir aşamasında çıkıp geliverecek sahip ile:
      • Eğer gerçek bir kişi ise onu ikna etmeyi, olmazsa tehdit etmeyi, olmazsa yıldırmayı, o da olmazsa dövüşmeyi ve sonuçta doğabilecek maddi ve manevi yük ve riskleri üstlenmeyi,
      • Eger tüzel kişi ya da daha kötüsü devlet ise daha çetrefil ve ümitsiz bir mücadeleye girmeyi,
      • Zaman kazanıp yakındaki bir imar affını (çıkması garanti olan tek şey budur) bekler iken başına gelebilecekler ile mücadeleyi göze alır.
      • Bu arada verilmesi gereken resmi ve gayrı resmi (rüşvet) rüsumları ödemeyerek ya da yakındaki vergi affından (bu da garantidir) yararlanmayı bekler.
    3. Böylece bir biçimde sahibi(!) olduğu arazi üzerine aile fertlerinin ortak akıllarını kullanarak bir plan düşünür.
    4. Planın en küçük parçası olan dört duvar ve çatı için gereken malzemeyi en ucuz tarafından bulup buluşturur.
    5. Malzemelerin araziye taşınıp kullanılana kadar çalınmamasını tüm aile bireyleri ortaklaşa  yapar.
    6. Hiç bir inşaat becerisi olmadan kendi ağırlığı altında yıkılmadan durabilen duvar ve çatı yapılır.
    7. Gecekondu da olsa bir vizyon gerekeceği için ilerde kat çıkma ihtimaline karşı demir uçları biraz dışarıda bırakılır.
    8. Bu yapı inşa halindeyken ortaya çıkabilecek denetçilerin savılması sağlanır.
    9. İlk fırsatta vergi vs ödenerek su, elektrik gibi çıpalar bağlatılır (bunlar yıkıma karşı sağlam önlemlerdir),
    10. Bu aşamadan sonra ciddi tehlike yaratıcı bina sahibi, sit alanına inşaat yapımı gibi tehditler ortaya çıkarsa, son kertede çatıya bir bidon benzin ve eş ve çocuklarla çıkılıp kendini yakma kozu da gerçekleştirilir.

    On adımda özetlenen -aslında daha uzun- süreç  net bir ilkeye işaret ediyor: Zengin ve/ya liyakatle yöntilen bir hazineye sahip olmayan her toplum, ancak tüm yurttaşlarının her tür imkan ve kabiliyetini harekete geçirip kullanarak bir değer ifade edebilecek şeyler yapabilir (aynen Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında olduğu gibi).

    17 Mayıs 2025

  • Sorunlar bağırarak çözülmüyor.

    Sorunlara karşı “köklü çözümler” genelde sevimsizdir. Halk kendini rahatsız eden her ne varsa ondan en az bireysel maliyet ve süre içinde kurtulmak ister. PKK’nin silah bırakma kartına karşı ileri sürdüğü koşulların (kısaca neo-Sevr) tanımladığı soruna karşı, ancak zaman içinde gerçekleşebilecek “gelişkin bir sorun çözme kabiliyeti” de böyle sevimsiz bir “köklü çözüm”dür ve halkımız böyle bir çözüm değil, şimdi ve burada en yetkili kişilerin çıkıp böyle bir şeyin asla söz konusu olmayacağını ilan etmesini beklemektedir. (bkz. https://tinaztitiz.com/zihinsel-virus-no-0-soz-konusu-olamaz/

    Bu yalanlamanın gerçekleşeceğinden ve ardından da toplum ortalamasının harekete geçirebildiği akıldan daha güçlü bir akıl ve o akla dayalı daha ince bir plan yoluyla biraz daha zamana yayılı olarak yeni bir girişim olacağından eminim. Ancak yine de bazı kazanımların (YPG devlet yapılanması gibi), “hiç olmazsa sınırlarımızın dışındalar” kefaretiyle gerçekleştiği zaten bellidir.

    Bu girişimlerinin faturasını azaltabilecek biri kısa, diğeri orta-uzun önlemler bellidir: Kısa vadeli olanı özerklik-bağımsızlık taleplerinin temelini ortadan kaldıracak olan “demokratik ve hukuk üstünlüğü ile kuvvetler ayrımına dayalı bir Türkiye” talebinin güçlü bir koz olarak ortaya çıkmasını sağlayabilecek bir Yetkin Akıl ortaya koyabilmektir.

    Orta-uzun vadeli olanı ise daha güçlü bir Sorun Çözme Kabiliyeti tesisidir (kısaca beka kabiliyeti olarak okunabilir). O kabiliyetin tesisi için yapılması ilk gerekeni, girişimlerin executive consultant’ının yol gösterici ilkesinden kopya çekebiliriz (bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/buyuk-sopa-ideolojisi).  

    13 Mayıs 2025

  • Korkmama Özgürlüğü, yine ve yeniden!

    Bu yazının ana fikrini oluşturan korkmama özgürlüğü ilk olarak 1996 Şubat’ında yazdığım “Kimler Nelerden Korkuyor?” başlıklı yazıya dayanıyor. Aynı yılın Kasım ayında A.B.D.de Bill Clinton ikinci defa başkan seçildiğinde, Beyaz Saray bahçesinde yaptığı bir teşekkür konuşmasında ilk defa duyduğum Korkmama Özgürlüğü kavramı, daha sonraları aralıklı olarak üç yeni yazıya konu olmuş; sonuncusunda bu özgürlüğün ekmekten bile öncelikli bir talep olması gerektiği savunulmuştu.

    Bu dördüncü yazım oluyor ve korkmama özgürlüğünün niçin bu denli önemli olduğunu, A.B.D. kurucu ilkelerinin içine girecek kadar niçin önemsendiğini ve de bizim halâ bu gerçeği farketmeden nasıl yaşadığımızı sorguluyorum. Kamuoyuna ister bilgi, ister propaganda yoluyla bir şeyler anlatmaya çalışan tüm (ama tüm) mecralara bir bakınız: Tamamı ekonomik sıkıntıları ya da aksine öyle sıkıntıların olmadığını anlatıyor; ama bağlam aynı.

    Bir tanesi, bu sıkıntıların hiç olmazsa bir alt katmanındaki kök sorunu ifade eden (o yazılardan alıntı) şu konuyu dile getirmiyor:

    <<Şimdilerde giderek ekmeğin korkusuzluk ortamı ile ilişkisini yavaş da olsa yaşayarak keşfediyoruz. Yaşamını -muhalif siyasetçilerin de katkılarıyla- ekmek üzerine inşa etmiş yığınlar, kim olduklarını bile bilmedikleri, ama korkusuzluk (özgürlük) ortamını en üste koymuş, böylece ürettikleri her tür mal ve hizmetin dokuları içine korkusuzca sorgulayabildikleri “her şeyi” birer katma değere dönüştürüp yerleştirebilmeyi becerebilen toplumlar tarafından ezilmeye başladılar.

    Bunu beceremeyenler ise bunun, yaratıcının bir sınavı olduğunu -ki pek yanlış da sayılmaz- düşünüp, sorgulamayı yasakladıkları dinin hikayat kısmına sarılıyorlar. Harari’nin deyimiyle Faydasız Sınıf haline gelen bir toplum her halde kendi kendini böyle yok edebilir.

    Bu ölümcül sarmalın nedeni “korkutmaya dayalı yönetim anlayışı” olup, sarmaldan çıkış formülü ise toplumsal kavram dağarcığımıza “korkmama özgürlüğü” kavramının yerleşip içselleştirilerek gerçek bir toplumsal talep haline gelebilmesidir. Bunu fark etmek ya da fark edememek; bütün mesele budur.>>

    Her şeyi ama her şeyi korkusuzca sorgulayarak katma değer haline getiren toplumların baskısı giderek artıyor; hem de iki yolla. Bir yandan gelişmiş toplumlar bu silahın zaten bildikleri gücünü artıracak yenilikler (inovasyon) yaparken, diğer yandan dün bunun farkında olmayanlar da bu gücü keşfediyorlar. Toplumumuzun aydın kesimi de dahil büyük bölümü ise birbirini –sığınmacılar, silahlandırılmış halk, paramiliter yapılar ya da en azından bağırarak– korkutmak peşinde.

    Korkutma sebep ekmeksizlik sonuçtur dense acaba bir yararı olur mu? 

    (https://bit.ly/4miyT1D adresine tıklayarak yazıyı sesli de dinleyebilirsiniz)

    18 Mayıs 2022

  • İmza blokları için mesajlar

    • Bir şeyi çok isterseniz tüm evren size onu vermek için harekete geçer! (Simyacı-Coelho)
    • Canlı ya da cansız, her şeyin bir canı var; yeter ki can’ı sıkıştığı dar anlamdan kurtarın
    • “inekler süt için neyse biz de büyük-veri için oyuz! (Niall Ferguson)”
    • “Özgürlük, tüm yükümlülüklerin askıya alınabileceği bir an boyunca deneyimlenebilen; kolektif bilinçle etkileşim sağlayan durumun adıdır”
    • “Tahminlerinizi askıya alınız; konuşup yazamayabilirsiniz”
    • “Biz İyi İnsanlarız: insanı, hayvanı, bitkiyi, ağacı, otu birbirinden ayrı görmeyiz”
    • Korkmama Özgürlüğü: Daha değerli ne olabilir?”
    • “Doğanın -şimdilik- bildiğimiz sürdürülebilirlik yasası, düzenine uyum göster(e)meyenlerin verdikleri zararı bütün varlıklardan mutlaka tazmin etmesidir ”
    • “Sosyal Tohum, tek kişinin bile çevresinde küçük bir olumlu ve kalıcı bir değişim yaratabileceği bir girişimdir. Viral yolla yayılımı becerilebilirse bir toplumu dönüştürme aracı olarak kullanılabilir”
    • “I know that you believe you understand what you think I said, but I’m not sure you realize that what you heard is not what I meant.”
    • “Söylediğimi anladığınıza inandığınızı biliyorum, ancak duyduğunuz şeyin benim kastettiğim şey olmadığının farkında olduğunuzdan emin değilim.”
    • “Bildiğimiz ve henüz varlığından haberdar olmadığımız tüm canlı ve cansızlar, bir bağlantılı bütün olarak, o bütüne uyum göster(e)meyenleri içinden atıp yenilerini üreterek yeni dengeler oluşturur. Bu süreçte, bütünün herhangi bir öğesinin görmezden gelinebilecek her hakkı, o varlıkla etkileşim halindeki diğerlerince yeni bir denge kurulana kadar diğer varlıklardan -orantısız da olabilecek ölçülerde- tazmin edilir.”
    • “Zenginlik, onu koruyabilecek Sorun Çözme Kabiliyeti’ne sahip ve/ya o yolda birleşik bir akıl üretmeye çaba harcayan toplumların hakkıdır”
    • “Toplum sorunlarının hangisinin en önemlisi olduğu değil, aralarındaki etkileşimler sonunda ortaya çıkabilecek “yoğunlaşma noktaları” ve kendini azdıran “kendi üzerine kapalı döngüler” önemlidir”
    • “Hiçlik, yalnız bir şeylerin olmadığı değil, aynı zamanda herhangi bir şeyin olabilmesine engel olabilecek hiçbir şeyin de olmadığı, dolayısıyla her şeyin mümkün olabileceği durumdur da.”
    • “Suyu kuşun evine götürmek! Bu kısa ifade, birdenbire dışımızda ne büyük bir dünya ve kimlerin nelerin sıkıntısını çektiklerini anlatıyor.”  Getting Water to Places Birds Need Most!
    • “Maddeler  nasıl ki kimyasal elementlerin birleşip ayrışmasının yasalarına uymak zorundaysa, sorunlar da kendi aralarındaki bir kimyanın (sorun Kimyası) kanunlarına uymak zorundalar. Arzularımız, vizyonlarımız o kuralları değiştiremez.”
    • “Varmak istediğimiz sonuçlar yolunda harcadığımız çabalar kendi başına bile değerlidir; ama bir o kadar da yeni arayışların önündeki en güçlü engellerdir. tinaztitiz.com/3652”  
    • “İmân kuşkunun yok olması değil, kuşkunun anlama arayışını sürekli tahrikiyle daha yüksek kavrayışlara erişme çabasıdır; emin oldukça iman azalır”  
    • “Cahil,  bilmeyen değil bildiklerinin kesinliğinden kuşkusu olmayandır.”  
    • “Depremde öldüren, binaların hangi yıl yapıldığı değil; inşa sürecine katılmış bilgisizlik, bilinçsizlik ve ahlaksızlıktır. Çaresi de yıkıp benzer şekilde yeniden yapmak değil, temiz bilim ve temiz ahlakla güçlendirmektir.”  
    • “Tehlike (yani sorun) ne kadar büyük (yani karmaşık) ise, o kadar çok O2 (yani akıl) gerekir”
    • “Kanı beynine sıçramak evrimin bir hediyesidir; bir tehlike anında derhal beynimize pompalanan kanın taşıdığı bol oksijen yardımıyla daha akıllı düşünmeyi anlatıyor”
    • Akıl Daraltıcıları’nı inceleyen herkes kendi akıllarını daraltan tek şeyin, onların doğruluklarına olan inançlarından başka bir şey olmadığını görecektir. Bilimsel gelişmenin anahtarı yanlışlanabilirlik ilkesi, aslında “nasıl bu denli emin olabiliyorsun?” sorusu değil midir?”
    • “İçinde bulunduğumuz sorunlar bulamacı halen harekete geçirebildiğimiz akıl düzeyi ile çözülmek bir yana anlaşılamaz durumdadır. Bu, daha yetkin akıllar üretmeyi zorunlu kılıyor; bunun için de kolektif kibrin yerini alabilecek, “anlayamıyorum o halde…” diyebilen bir kolektif alçakgönüllülük, sabır ve şans gerekiyor”
    • “Cumhuriyet”imizi korumak mı istiyoruz? Çocuklarımızın okul ödevlerini yapmaktan vazgeçerek başlayabiliriz”
    • “Batılı’ların “kar küreyici ebeveyn” deyiminin, o amaca yönelik bir karşılığı dilimizde niçin yok, düşündünüz mü?
    • “Çocuğunun okul ödevini yapmak ceza kanununa girmeyebilir; ama teklif edilmesi çok farkındalık yaratır”
    • “Kopya çekmeyi “bizim çocuk biraz zekidir” diye tevil eden, intihal yapan akademisyene niçin kızıyor?”
    • İnsan, hayvanlar dünyasına saygı duymayı ve iletişim kurmayı öğrenmedikçe, bu dünyadaki gerçek rolünü asla bilemeyecektir” Tıklayınız
    • “Kendi türünün yenilenebilirliğini sağlayan her şey bir annedir.”  
    • “Mutlak doğru yoktur (galiba).”  
    • “Yaşam(lar), çeşitli (ilk neden)ler çevresinde tanımlanmış yorum platformları üzerinde oynanan zevkli bir oyundur.”  
    • “Görevimiz… şefkat çemberimizi tüm canlıları ve tüm doğayı güzelliğiyle kucaklayacak şekilde genişleterek kendimizi özgürleştirmek olmalıdır. A. Einstein”
    • “İnsanoğlu ‘evren’ dediğimiz ‘bütünün’ zaman ve uzay ile sınırlanmış bir parçasıdır. Kendi düşünce ve duygularını sanki bütünün geri kalanından ayrışmış gibi yaşar-bu bilincinin ona oynadığı bir çeşit illüzyondur. A.Einstein”
    • Gerçeğin manipüle edilmesinin temel aracı kelimelerin manipüle edilmesidir. Kelimelerin anlamını kontrol edebilirseniz, onları kullanmak zorunda olan insanları da kontrol edebilirsiniz. Philip K. Dick”
    • İnsanlık, Porsche otomobil kullanmak için çokuluslu şirketlerden ve devletten değil, okyanuslardan yetki belgesi alma uygarlığına eriştiği zaman kurtulur. Eyüp Yüksel”
    • İçinde yaşadığı gezegeni belediye sınırları ve karayollarından ibaret sanan geniş insan topluluklarına neyi, nasıl, nereye kadar ve neye mal olduğunu bilerek kullanabileceklerini göstermek çok zihin açıcı olur. Eyüp Yüksel”
    • “Kelimeler önemlidir ve en çok da doğru kelimeler önemlidir. John Birmingham”
    • “Herhangi bir konudaki çözüm önerilerimiz öngörü ve sezgilerimizden oluşur; sonra da zamanın eleyici süzgecinden geçerek “sağlam öngörüler”e dönüşür. Zamanın aşındırıcılık testinden geçmemiş öngörüler ise fal olarak düşünülmelidir.
    • “Kavram ve terimlerin anlam, kök ve kökenlerini, etimolojilerini öğrendikçe dilimizi daha çok seviyorum. Dilimiz varsa biz varız, dilimiz giderse bizden geriye bir şey kalmaz! Ali Can Polat”
    • Her insan ayrı birer evrendir. Yanılgı, dış benzerliklerinin onların yeni fikirleri kolayca benimseyecekleri algısı yaratmasından gelir. Halbuki her yeni fikir için yeni anlatım yolları gerekir.
    • YZ, insan uygarlığının işletim sistemini hackledi. Tarihte her insan kültürünün işletim sistemi her zaman dil olmuştur. YZ, dili manipüle etme ve üretme yeteneği kazanıyor. Yuval Noah Harari
    • Yapay Zekadan Korkmuyorum. Doğal Aptallıktan Korkuyorum. Guillermo del Toro”
    • Çöp Ev psikolojisi araştırmaları, bunun bir temizlik-pislik problemi olmadığını; zan, kaba tahmin, duyum, dedikodu, propaganda ve akıl kibri ile örüntü yapmış, kişiye eksiksiz bir evren tasavvuru gibi görünen zihinsel kirlilik, yani çöp zihin’den kaynaklandığını gösteriyor.
    • “Sonumuzun nereye varacağını tahmin etmek, oraya nasıl varacağımızı tahmin etmekten çok daha kolaydır. Sonunda varacağımız yer, bizden çok daha zeki bir şeyin bizi etrafta istememesidir. Yoshua Bengio, bilgisayar bilimleri profesörü, Montreal Üniv.; bilimsel direktör, Mila – Quebec YZ Enstitüsü”
    • “Bilişsel, duygusal ya da sezgisel bir öğreti açısından iman, bildiklerinden kuşku duymama değildir. Aksine “soruların önünün açıklığı; kesinlik tuzaklarına düşmeksizin bir spiral boyunca sürekli farkına varma döngüsü”dür. İç ya da dış kaynaklı her kuşku, farkındalığı daha bütünleşik bir noktaya taşır ki bilim de zaten böyle gelişiyor.”
    • YZ öğrenerek gittikçe zekileşiyor; çoğu problemi çözebilir hale geliyor. Fakat insanlar da -özellikle bir bölümü- YZ’nın da yardımıyla öyle sorunlar üretiyor ki makas giderek açılıyor
    • “Devletin en temelde tek görevi vardır: Halkının korkmama özgürlüğünü sağlamak. Bu yolda ancak ve yalnız korku ve endişe yaratma dışındaki araçları kullanabilir.”
    • “Karar verebilecek yaştakilerin kararlarının olumlu veya olumsuz sonuçlarını yaşamalarına izin verilmelidir. Değerli deneyimler ancak yaşayarak edinilebilir. Çocuklar bu değerli kazanımlardan -kendi çıkarlarımız uğruna- mahrum edilmemelidir. Anonim”
    • “Toplumun ~%90’ı kendini inançlı olarak tanımlıyor ve en azından bazı dini kurallara uyma sorumluluğu duyuyor. O halde, mesela “yalandan sakınma” gibi somut bir tohum ekimiyle bir dalga oluşturulamaz mı?”
    • “İster seküler ister dinsel olsun bebeklik ve çocukluk çağlarında karşılaşılan kavramlar ilerisi  açısından belirleyicidir. Toplu cevaplar ve soruların önünü kesen tüm doğrular her zaman için hem bireyler hem toplumlar için birer risktir. Toplum sorunlarıyla başa çıkmak isteyenler, toplumu toplu cevaplardan koruyacak rotalar çizebilmek için bu kavramı bir “tohum fikri”olarak kullanılabilirler.
    • Hayat bir mücadeledir ve başarısızlık potansiyeli her zaman mevcuttur, ancak başarısızlık, zorluk ya da utanç korkusuyla yaşayanlar asla potansiyellerine ulaşamazlar. Sınırlarınızı zorlamadan, ara sıra ipten aşağı kaymadan, büyük cesaret göstermeden, hayatınızda gerçekten neyin mümkün olduğunu asla bilemezsiniz.” – William H. McRaven
    • Arılar zekâlarını birleştirerek, tamamen öngörülemez ve olağandışı durumlarda bile galip gelmeyi başarırlar.” Pyotr Kropotkin
    • Bir eylem ne kadar az affedilebilir ise o kadar çok affedilmelidir. Kişi ne kadar az sevilmişse onu o kadar çok sevmenin yolunu bulmalısınız” Rahibe Helen Prejean
    • “Sorular insanları birleştirir. İnsanları ayıran yanıtlardır.” Elie Wiesel- Nobel ödüllü yazar. Doğru sorular birleştirir; insanları ayıran ise kısır sorular ve onların cevaplarıdır” Mustafa T., Yazar
    • “İnsanlık ‘evren’ dediğimiz ‘bütünün’ zaman ve uzay ile sınırlanmış bir parçasıdır. Kendi düşünce ve duygularını sanki bütünün geri kalanından ayrışmış gibi yaşar; bu, bilincinin ona oynadığı bir çeşit yanılsamadır” Albert Einstein
    • Zamanın akış hızı öylesine üssel bir hızda artıyor ki, gün gelecek, her hangi bir yolla zaman kaybına yol açmak öldürme suçu olarak kabul edilecek”. Anonim
    • “Anlamadığın şeyi yapma. George Gurdjieff”
    • “Yalnızca bir tane desteklenmemiş varsayımla dahi kanıtlanamayacak hiçbir şey yoktur.”
    • “Her bilinç düzeyindeki canlının yaşam hakları, daha bilinçli canlıların sorumluluğunu oluşturur.”
    • “Kişi ve kurumların bir numaralı önceliği (anlamak) olmalı. Ama çoğu kişi ve kurum zaten anladıklarına kendilerini inandırmış, bunun aksini aşağılama kabul edecek durumdadırlar”
    • “Çeşitli sınavlarda yıllardır başımızda bekleyen gözetmenler sessizce hep şu mesajı verdi: Gözetleyen varsa dürüst olun, yok ise … Ve başardılar (ne yazık ki!)”
    • “Laiklik inanç / inançsızlığı ret etmiyor; sadece dünyevi yaşam kurallarının farklı inanç sahiplerin bu özgürlüklerine saygılı olmasını istiyor; yani inanma hakkını savunuyor.”
    • Gerçekçi olmayan beklentilerin rahatlatıcılığı, giderek büyüyecek çözümsüzlüklerin yaratıcısıdır
    • Akıldan geçen düşünceler” ile “o düşüncelerden süzülebilecek, her kelimesi birer yol gösterici (teknik ifadeyle değer)” arasında siyah ve beyaz kadar fark vardır.
    • Öğrenmenin en iyi -belki de biricik- yolu, kişinin öğrenilmesi istenen konuyu da içeren bir sorun ortamının içinde bulunması; daha da iyisi o sorunlu durumdan çıkma yolunu bizzat bulmaya istekli, hattâ zorunlu olmasıdır. Bunun dışındaki yöntemler ancak öğrenme taklidi ile son bulur..”
    • “Nasıl bir yol bulunacak da “her sorunun önce anlaşılması sonra da çözülebilmesi ihtimali, o sorunun karmaşıklık düzeyi ile doğru orantılı yetkinlikte bir aklın üretimine bağlıdır” ilkesinin, yerçekiminden bile daha katı bir kural olduğu anlaşılabilecektir?”
    • Ne kadar önemsediğini gösterene kadar kimse ne kadar bildiğini umursamıyor
    • “Yetkin Akıl, bir grubun sorun çözme kapasitesinde bir sıçrama sağlamak üzere, tüm bilişsel eylemlerini yönlendiren akıllar içine halen sahip olunandan daha fazla kavrama gücü katılmasıdır.”
    • Eğer toplum ortalama niteliğini yükseltemezseniz, ortam yüksek nitelikliler için çekilmez olabilir.”
    • Nerede bir kâr varsa orada bir vicdan eksiği vardır
    • Özgürlük, başka hiç kimseye zarar vermeyen her şeyi yapabilme özgürlüğünden ibarettir
    • Bir zararın önlenmesi bin yarar doğurabilir; bin yarar ise bir zararı önleyemeyebilir.
    • Apartman YKlarından, yerel yönetimlere ve merkezi idareye kadar tüm yönetim birimlerinin tartışmasız ortak görevi “bu birimler içindeki dirlik ve düzeni sağlamak yoluyla, o çevredeki insanların, eksik ve/ya yanlış karar ve uygulamalar nedeniyle bir zarara uğrama korkusundan uzak tutmak”tır.
    • Yöneticinin tek varlık nedeni, korkusuzluk ortamı sağlamaktır. Korku ile yönetim insanlık suçudur.”
    • Bilgilerimizin her zaman geçici ve eksik olduğunun ve yeni kanıtlar ışığında gözden geçirilmesi gerekebileceğinin farkında olmalıyız” Erik Angner
    • Bir şey size karışık geliyor, üstelik çok kişi de aynı fikirdeyse gerçekten de öyle olması ihtimali güçlüdür. Peki, ya öyle değilse?

    Doğrulama Okuryazarlığı için mesajlar: https://ggle.io/3XCL adresindeki doğrulama ilkelerine uyulmuştur.

    • Yanlış bilgi ne kadar tekrarlanırsa doğru o kadar uzaklaşır.
    • Doğru bilgiye akıl ve şüphe rehberliğinde ulaşılır.
    • Kandırılabilen insanlar genellikle kesin yargılı olanlarsa bu rastlantı mıdır?
    • Çabuk kananlar kandırmaya en istekli olanlardır.
    • “Anlamadığın şeyi yapma. George Gurdjieff”
    • “Unvan ile hitap, fikrinin daha değerli olarak algılanması için duyulan arzudan kaynaklanan peşin rüşvettir”
    • Paylaşmadan önce dikkat edilecekler: Kimden geliyor, kim yazmış? / Bilginin kaynağı ne? / Nereden geliyor? / Niçin paylaşmak istiyorsun? / Ne zaman yayımlanmış?

    8 Mayıs 2025

     

  • Rubik Küp

    En basiti (gibi görünen) 3x3lük Rubik Küp (RK), 26 küçük ve her yüzü farklı renkte küpten oluşuyor. İstenilen, RK’ün 6 yüzünden her birinin ayrı ayrı ama her yüzün kendi içinde aynı renkte olmasıdır.

    Bu genel bilgiden sonra, RK ile toplum sorunları arasında benzerlik kurulabilir. RK 26 Küçük Küp’ten (KK diyelim) oluştuğuna göre, 26 KK’ün her birinin 6şar yüzeyine 6 toplum sorunundan biri,  -her KK’ün her yüzeyinde farklı bir sorun olmak şartıyla- yazılabilir.

    Böylece hazırlanan RK’ler, bunu çözme konusunda istekli insanlara dağıtılır ve istek de açıkça anlatılır: RK’ün 6 yüzünün her birindeki 9ar yüzünde aynı toplum sorunu yer alsın ve bu iş mesela en çok 15 dakika içinde tamamlansın. Örneğin bir yüzünde tamamen (yüksek enflasyon), birinde (TÜİK), birinde (5 ten az çocuk) vb şeklinde.

    Normal bir toplumda 15 dakikanın sonunda beklenebilecek tablo, yarışmacılardan az sayıdakinin görevi tam olarak yerine getirmesi, geri kalanların ise başaramayışları olmak üzere 2 kümenin ortaya çıkmasıdır. Böyle bir yarışmanın bizim toplumuzda yapılması halindeki tablo ise muhtemelen 3 küme şeklinde oluşur:
    • Küme 1: Görevi tam olarak yerine getirenler,
    • Küme 2: Görevi başaramayan ve harekete geçirebileceği aklın bu süre içinde çözüm bulamadığını, daha yetkin bir akıl ihtiyacı olduğunu kabul edenler,
    • Küme 3: Görevi başaramayan ve:
      • Zamanın yetersiz olduğu nedenle kendilerine haksızlık edildiği yolunda arıza çıkaran birkaç kişi,
      • Görev tanımının yanlış olduğunu, doğru tanımın “RK’ün sadece 1 yüzünün en önemli ve odaklanılması gereken  X sorunundan ibaret olması gerektiğini; aksi halde mevcut kaynakların dağılıp hiçbir yüzde tek sorun yer almasının mümkün olamayacağını” savunan en kalabalık alt küme.
    Yani: Günümüz dünyasının karmaşık yapısı ve iletişim devrimi ile bireyler ve toplumlar arası etkileşimin son derece hızlandığı dikkate alınarak, Türkiye sorunlarının 32×32’lik bir RK kadar zor anlaşılır hale geldiği kabul edilirse, sınırlı “tek kişilik algılarımız”ın yanıltıcılığı anlaşılabilir. Bu durumda tek akıllardan oluşan kolektif akılların Yapay Zeka ile güçlendirilmiş hibrit hallerine ihtiyaç olduğunun idrakinin yaşamsal önemi fark edilebilir. 32lik RK ile boyuna oynayarak çözüm bulamayacağımızı fark etmek ya da etmemek, işte bütün mesele budur!. 7 Mayıs 2025