• Yetkin Akıl ve Bileşenleri

    Yetkin Akıl (YA) ilk duyuşta bile bir yabancılık, bir tepeden bakış algısı uyarıyor. Belki de içten içe tutkuyla bağlı olduğumuz, en sevinçli, en kederli zamanlarımızda bile bir an yanımızdan ayrılmamış sadık dostumuza (aklımız demek istiyorum) karşı bir meydan okuma yaratıyor.

    Ortak Akıl, Kolektif Akıl, Birleşik Akıl gibi terimlere aşina olanlarda bile cisimlendirilmesi güç bu soyut şeyin bir de yetkinleşmiş hali ima ediliyor.

    Bu yabancılaşmayı biraz olsun azaltabilmek için “akıl” sözcüğü yerine sözlükteki karşılıklarından1 -bence- en işe yararı olan “kavrama gücü”nü benimseyerek, cisimlendirme yolunda bir kısa adım atayım: Akıl, çevremizde olup bitenleri kavrama, onlar üzerinde düşünme ve onları paylaşım araçları olan dillerimizdir.

    Yetkin Akıl Nedir? (Tıkla)

    “Dillerimiz” ile kast edilenler ise başta sözel dil olmak üzere icat ettiğimiz çeşitli diller. Matematik, mantık, grafik ve diğer diller. Bir de o dillerin kullanım yetkinliğini sağlayan yetenekler ya da sınırlayıcılar var. IQ, EQ ve diğerleri ile Akıl Daraltıcılar gibi.

    “Her dil çeşidi bir akıl anlamına geliyor”

    Bu özdeşliğin anlaşılması, Yetkin Akıl kapısını açacak olan anahtardır. Eğer dillerin, kavrama gücü’nün başlıca aracı olduğu kabul edilirse, bu dil birlikteliğinin de birleşik (yetkin) bir kavrama gücü oluşturacağı gibi bir olgu ortaya çıkacaktır. Dahası, bu yetkin kavrama gücünün (yani aklın) keskinleşmesini sağlayabilecek her bir dilin kavrama gücünü artırıcı yolların birlikte kullanılmasıyla daha da gelişmiş bir akıl ortaya çıkacaktır. Aranan akıl budur.

    Tanımlanan bu sürecin tersi de aynı şekilde geçerlidir. Kümeden ayrılacak her dil veya o dilin gücünü artırıcı öğe, bileşik aklı zayıflatacaktır. Giderek kümedeki dillerin ve destekleyici öğelerin azalmasıyla, en basit olguları kavrayamayan bir akıl düzeyi ortaya çıkacaktır. PISA testlerindeki “anadilinde okuduğunu anlayamamak” şeklinde ortaya çıkan yerimizin bu olgu yoluyla değerlendirilmesi yararlı olur.

    Küme oluşturan diller ve onları destekleyen KGA (Kavrama Gücü Arttırıcılar)ın giderek azalmasının doğuracağı “akılsızlık ortamı”nın sonuçları  maalesef sadece PISA sonuçları ile sınırlı değildir.

    İlgili Zihin Haritasında da2 görüldüğü gibi, çeşitli diller bir diğer dilin (şiddet dili) olumsuz etkilerini terbiye edici etkiler yaratabilmesini sağlamaktadır. Bu nedenle, terbiye edici etkinin azalmasına yol açacak her zayıflama, ortadaki kavrama ve ifade gücü ihtiyacının bir başka yoldan tamamlanmasına yol açmak zorundadır. Toplumdaki yaygın şiddetin ve onun çeşitli düzeydeki yansımalarının (en hafifi sözel şiddet, hakaret, taciz vd) kaynağı olacaktır.

    Somut sorunlar ve Yetkin Aklın buluşturulması: Nasıl?

    Daha ilerlemeden hemen önce işaret edilmesi gereken iki ön koşul var:

    Ön koşul 1) Sözü edilen diller ve onları kullanma yetileri ne denli eksiksiz olsalar dahi bu, herhangi bir sorunun mutlaka tam anlaşılabileceği ve çözümler üretilebileceği anlamına gelmez. Garanti edilebilecek tek şey, yetkin aklın ancak bu kadar harekete geçirilebileceğidir. Bu düzey ise ele alınan sorun konusunda üretilebilecek en yüksek akıldır.

    Ön koşul 2) Zihin haritasında bir bütün olarak görünen parçalar aslında ayrık olup, her bir parçanın bir diğeriyle birleşik hale getirilebilmesi için bir “birleştirme işlemi”ne ihtiyaç vardır. Bu, zaman, beceri ve emek demektir.

    Örneğin, “Söz ve Yazı Dilleri” ile onun Kavrama Gücü Artırıcılarından birisi olan “Sözcük ve Kavram Dağarcık Zenginliği”ni birleştirmek için, ilgili çalışma grubundaki kişilere özgü bir eylem plânı yapılıp uygulanması gerekir. Bunun basit ve kısa süre içinde yapılabilecek bir iş olmadığı bellidir.

    Buna göre zihin haritasındaki tüm birleştirmeler bu tür eylem planları uyarınca yapılmak zorundadır. Kuşkusuz çalışma grubunun seçiminde “bu ihtiyaçları en aza indirecek kişilerin seçilmesi” gibi bir yol kısaltıcı tercih yapılarak, Yetkin Akıl üretimi daha mümkün hale getirilebilir.

    Bir diğer yol kısaltıcı önlem, “soruna özgü ağırlıklandırma”dır. Zihin haritasındaki her dil, sonuçta üretilecek yetkin akıl açısından -sorunun niteliği dikkate alındığında- eşit önemde olmayabilir. Buna göre, 80-20 kuralı uyarınca sonucun %80 ini etkileyecek %20 dil ve kavrama gücü artırıcı öğe seçilebilir.

    Üçüncü bir yol kısaltıcı önlem, bu yolda tekrarlanacak uygulamalar kullanılarak “yapay zeka araçlarından birisinin eğitilmesi”dir.

    Good Judgment Project3 örneğine benzer biçimde, çok sayıda problem çözümünde görev almış kişilerden oluşan bir kişiler panelinin4 oluşması ise bir diğer kolaylaştırıcıdır. Nitekim 2020 yılında tasarlanan Sound Predict® adlı Beyaz Nokta® web sitesi5 bu amaca yönelik “güçlü tahmin yapabilen kişiler paneli” oluşturmak için kullanılabilir.

    Dil ve KGA birleşimi yoluyla dillerin çeşitli düzeylerde akıllandırılması böylece -pratik açıdan- mümkün olabilir.

    Belirli bir sorun’un çözümü -ki teknik olarak bir veya birkaç soru’nun cevaplanması6, o da cevaplar konusunda bazı tahminlerde bulunmak7 demektir-

    Çeşitli dilleri daha akıllandırarak bu tahminleri yapmak üzere oluşturulan çalışma grubu, kendi karar vereceği bir müzakere yöntemiyle ilerler.

    Sonuç

    Bu yazıda önerilen oldukça meşakkatli yolla toplumun karmaşık sorunlarını (bulamaç8) ya da onun (yapı taşlarına9) cevaplar, bugün için İnsan Kümesi ve Yapay Zeka Melezlemesi (Hybrid Human Swarm Intelligence) yoluyla aranabiliyor. Bu melezin YZ bileşeninin yarınlarda insanı bir yana itekleyip, ayrıca çözülecek sorunları da yeniden tanımlayacağından kuşku duyulmamalı. Etkileşimli büyük bütün herşeyi insana göre düzenleyen mevcut paradigmaya değil Tazmin Yasası denilebilecek bir ilkeye göre çalışıyor (galiba)!

    “Bildiğimiz ve henüz varlığından haberdar olmadığımız tüm canlı ve cansızlar, bir bağlantılı bütün olarak, o bütüne uyum göster(e)meyenleri içinden atıp yenilerini üreterek yeni dengeler oluşturur. Bu süreçte, bütünün herhangi bir öğesinin görmezden gelinebilecek her hakkı, o varlıkla etkileşim halindeki diğerlerince yeni bir denge kurulana kadar diğer varlıklardan -orantısız da olabilecek ölçülerde- tazmin edilir.”10

    27 Nisan 2024

     

     [1] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/akil–kavrama-gucu

     [2]  Bkz. https://bit.ly/43H569U

     [3]  Bkz. https://goodjudgment.com/

     [4]  Söz konusu kişiler, en fazla sayıda dil açısından en yetkin kişilerin en iç çemberde yer aldığı ve giderek daha az yetkinlere doğru büyüyen eş merkezli çemberler biçiminde örgülendiği varsayılıyor. Örneğin, Good Judgement Project’in en iç çemberinde Fareed Zakaria, Philip E. Tetlock – Dan Gardner (The Super Forecasting kitabının yazarları) gibi kişiler bulunuyor.

     [5]  Bkz. https://soundpredict.com/

     [6]  “Sorunları sorulara çevirerek çözülebilirliklerinin artırılması” için bkz. https://tinaztitiz.com/sorukonferansi/

     [7]  Her çözüm bir dizi soru’nun cevaplanması, daha net ifadeyle cevaplar açısından tahminlerde bulunmaktan ibarettir. “İlk Neden”i (https://en.wikipedia.org/wiki/Unmoved_mover#First_cause) bilemediğimiz sürece tahminden ötesini yapamayız. Bkz. https://tinaztitiz.com/her-cozum-bir-tahmindir/

     [8]  Sorunlar Bulamacı için bkz. https://ggle.io/3cYM

     [9]  Sorunlar Bulamacının Yapı Taşları için bkz. https://bit.ly/3pPzSuX

     [10]  Bkz. https://adilyasam.net/ay-ilkeleri/

     

  • Parçalar,  yap-boz’lar ve kedinin gözü!

    Yap-bozlar nedendir bilinmez ama hep mutluluk yayarlar. Sevimli hayvanlar, harika doğa fotoğrafları ya da mutluluk yayan resimler gibi. Muhtemelen bu tüm parçalar bir araya getirildiğinde ortaya çıkacak resimlerin seçimindeki alışkanlık nedeniyledir. 

    Ama mesela, “sevimli bir kedi yavrusunu köşeye kıstırıp tekmelere öldüren bir cani resmi” 1000 parçalı bir yap boza çevrilse, tek tek parçalara bakan bir kişi tüm parçalar bir araya getirilene kadar hiçbir olumsuzluk sezmeyecek; hattâ, sadece örneğin kedinin bir gözünü içeren parçaya bakıp hayranlık bile duyabilecektir.

    Yap-boz’lardaki bu durum karmaşık olaylar için de benzerdir. Olaylar da yap-bozlar gibidir. Peşpeşe eklendiklerinde  doğru-iyi-güzel uzayında[1] gerçek durumu ortaya koyarlar. Ama çoğu insan ya zaman yokluğundan ya sabır yokluğundan ya da doğru-iyi-güzel eksenlerinden bazılarına sempati ya da antipatisi (yani akıl daraltıcılar) nedeniyle, olayların birbirlerine nasıl eklemlendiğini göremeyebilir. 

    Bu eksiklik halk denilen ve ağırlıklı amacı yaşam sürdürmek olan çoğunluk için olağan sayılabilirse de, ne olup bittiğini daha etraflı algılamak durumunda olanlar (mesela siyasetçiler, toplum sorunlarını çözmeye çalışanlar vb) için affedilemez bir eksikliktir.

    Ana akım ve sosyal medya ise yapıları itibariyle bu yap-bozların bütünü ile ilgilenmeye uygun değildir. Bir yandan da tüm dünyayı cep telefonunun ekranında göründüğü kadar algılamak zorunluğu hisseden, onu zenginleştirebilecek yazıları ise “uzun yazılar beni sıkıyor” diyerek okumayı reddeden çoğunluk, medya tenceresine tam uygun kapaktır.

    Topraklarımız kim oldukları, kimlere çalıştıkları belli olmayan insanlara km2’ler ile toptan satılmıyor. Ama alt alta yazıldığında yüzlerce metre uzunluğunda listeler olabiliyor. Değer üreten düşük ve orta ölçekli kuruluşlarımız da toptan değil, küçük parçalar halinde el değiştiriyor. Yasalarımız toptan değil torba yasalar içinde tıkıştırılmış cümlelerle “kedinin gözü” küçüklüğünde parçalar halinde dönüşüyor. 

    Ve bütün  bu parçaları bir araya getirebilecek olanlar ise “bunlar uzun, karışık, anlaşılmaz, somut değil, akademik, teorik” gibi gerekçelerle çok boyutlu yap-bozları tek boyutlu (o da kısa) videolara indirgemek peşinde.

    Bu kısa yaklaşımdan çıkarılabilecek sonuçlardan birisi, küçük parçaları yap bozlar içine -tahmin veya temennilere değil bilgiye dayandırarak- yerleştirip büyük resimlerin toplumca bilinir kılınması yapıl(a)madığı takdirde el ele faydasız toplumlar ligine doğru ilerlemekte olduğumuzdur.

    İkinci sonuç, halen harekete geçirebilmiş olduğumuz Birleşik Toplum Aklı’nın, özellikle de YZ alanındaki son günlerin gelişmeler karşısında giderek gerilediğinin farkına varıp Yetkin Akıl konusunda çaba harcamanın yeni Kurtuluş Savaşı anlamına geldiğini kavramaktır.

    23 Mart 2024

    [1] Doğru-yanlış akıl ekseni; iyi-kötü ahlâk ekseni; güzel-çirkin ise estetik ekseni, olayların her yönüyle değerlendirilebileceği olaylar uzayını tanımlıyor.

  • Parçalar,  yap-boz’lar ve kedinin gözü!

    Yap-bozlar nedendir bilinmez ama hep mutluluk yayarlar. Sevimli hayvanlar, harika doğa fotoğrafları ya da mutluluk yayan resimler gibi. Muhtemelen bu tüm parçalar bir araya getirildiğinde ortaya çıkacak resimlerin seçimindeki alışkanlık nedeniyledir. 

    Ama mesela, “sevimli bir kedi yavrusunu köşeye kıstırıp tekmelere öldüren bir cani resmi” 1000 parçalı bir yap boza çevrilse, tek tek parçalara bakan bir kişi tüm parçalar bir araya getirilene kadar hiçbir olumsuzluk sezmeyecek; hattâ, sadece örneğin kedinin bir gözünü içeren parçaya bakıp hayranlık bile duyabilecektir.

    Yap-boz’lardaki bu durum karmaşık olaylar için de benzerdir. Olaylar da yap-bozlar gibidir. Peşpeşe eklendiklerinde  doğru-iyi-güzel uzayında[1] gerçek durumu ortaya koyarlar. Ama çoğu insan ya zaman yokluğundan ya sabır yokluğundan ya da doğru-iyi-güzel eksenlerinden bazılarına sempati ya da antipatisi (yani akıl daraltıcılar) nedeniyle, olayların birbirlerine nasıl eklemlendiğini göremeyebilir. 

    Bu eksiklik halk denilen ve ağırlıklı amacı yaşam sürdürmek olan çoğunluk için olağan sayılabilirse de, ne olup bittiğini daha etraflı algılamak durumunda olanlar (mesela siyasetçiler, toplum sorunlarını çözmeye çalışanlar vb) için affedilemez bir eksikliktir.

    Ana akım ve sosyal medya ise yapıları itibariyle bu yap-bozların bütünü ile ilgilenmeye uygun değildir. Bir yandan da tüm dünyayı cep telefonunun ekranında göründüğü kadar algılamak zorunluğu hisseden, onu zenginleştirebilecek yazıları ise “uzun yazılar beni sıkıyor” diyerek okumayı reddeden çoğunluk, medya tenceresine tam uygun kapaktır.

    Topraklarımız kim oldukları, kimlere çalıştıkları belli olmayan insanlara km2’ler ile toptan satılmıyor. Ama alt alta yazıldığında yüzlerce metre uzunluğunda listeler olabiliyor. Değer üreten düşük ve orta ölçekli kuruluşlarımız da toptan değil, küçük parçalar halinde el değiştiriyor. Yasalarımız toptan değil torba yasalar içinde tıkıştırılmış cümlelerle “kedinin gözü” küçüklüğünde parçalar halinde dönüşüyor. 

    Ve bütün  bu parçaları bir araya getirebilecek olanlar ise “bunlar uzun, karışık, anlaşılmaz, somut değil, akademik, teorik” gibi gerekçelerle çok boyutlu yap-bozları tek boyutlu (o da kısa) videolara indirgemek peşinde.

    Bu kısa yaklaşımdan çıkarılabilecek sonuçlardan birisi, küçük parçaları yap bozlar içine -tahmin veya temennilere değil bilgiye dayandırarak- yerleştirip büyük resimlerin toplumca bilinir kılınması yapıl(a)madığı takdirde el ele faydasız toplumlar ligine doğru ilerlemekte olduğumuzdur.

    İkinci sonuç, halen harekete geçirebilmiş olduğumuz Birleşik Toplum Aklı’nın, özellikle de YZ alanındaki son günlerin gelişmeler karşısında giderek gerilediğinin farkına varıp Yetkin Akıl konusunda çaba harcamanın yeni Kurtuluş Savaşı anlamına geldiğini kavramaktır.

    23 Mart 2024

    [1] Doğru-yanlış akıl ekseni; iyi-kötü ahlâk ekseni; güzel-çirkin ise estetik ekseni, olayların her yönüyle değerlendirilebileceği olaylar uzayını tanımlıyor.

  • Derinden İyileşme

    Ne amaçlanıyor?

    “Canlı-cansız bütünü”nün ayrılmaz parçaları olarak, çeşitli imkan ve kabiliyetleri açısından harekete geçirebileceklerimizle yardımlaşarak, “bütün”ün bilinçsiz ve/ya yıkıcı bencil amaçlara sahip bileşenlerinden zarar görmemek için stratejiler üretmek istiyoruz.

    Bu amaca erişmek için:

    “Durum”u bileşenleri ve ağırlıklarıyla anlayıp sonra da iyileştirici tohumlar bulabilmek (gerekirse icat etmek),
    Bu tohumları sosyal toprağa atabilecek olanları ikna etmek.

    1. Derinden iyileşme sağlayabilecek tohum fikirleri

    Her ölçekteki sorunların ortak elementi, iç içe çemberler şekinde örgülenmiş “insan” malzemesi, daha da net “insanların sahip oldukları değer ölçüleri” olduğuna göre, bu değerler içinde yeşermesi sağlanabilecek ve mevcut insan dokumuzun hakim kesimlerinin de savunmak zorunda hissedecekleri anlayışlara uygun tohumlar atılabilirse, iyileştirici etkilerde güçlenme sağlanabilir.

    Olası bir tohum “zarar verme” şeklinde ifade edilen ahlâk kuralı ve onun yaptırımı olan “Tazmin Yasası” olabilir. Ahlâk kuralının yaygınlaşmasından beklenen etki, halka karşı girişilebilecek her zarar verici eylemin karşılığının mutlaka görüleceği anlayışının, hoyrat tutumları frenleyebileceği beklentisidir. Bu beklentinin gerçekleşme süresinin orta ve uzun vade olduğu açıktır. Siyasi Partiler ve STK’nın fikri satın almaları halinde süre kısalabilir.

    Zarar verme kuralı, anlamı tam bilinmeden de olsa toplumun bir bölümünde yerleşik bir değer olan “kul hakkı” kavramına oturtulabilir ve onun güçlenmesine yol açabilir. “Kul” kavramı ise “canlı cansız bütünlüğü”nü içerdiği için “Adil Yaşam” yaklaşımının yayılmasına katkı sağlar. 

    Zarar verme tohumu ile birlikte kullanılabilecek ikinci bir tohum “Korkmama Özgürlüğü / Korkusuzluk Hakkı” olabilir. Özellikle her düzeyde kamu görevi yapan (CB’ndan, PTT memuruna kadar) her kişinin birincil görevinin, “yurttaşları yetkisi ölçüsünde korkudan masun tutmak” olduğu bir siyasi talep haline getirilebilir.

    Görevini korkutarak yapmak ve zarar vermek ilişkili tutumlardır. Bir yandan zarar vermemesi, diğer yandan da korkutmayı bir araç olarak kullanmaması telkin edilen insanların daha belirgin bir etkilenme göstermeleri beklenir.

    Bu iki tohum dışında başka ve daha derine atılabilen (etkileri de daha dolaylı olarak ortaya çıkabilen) tohumlar ancak yetkin akıl yoluyla bulunabilir.

    2. Tohumların sosyal toprağa atılması

    Bu bağlamda cevaplanması gereken soru, bir kişinin çevresindeki kişilere bir tohum fikrini nasıl satabileceğinin nasıl bir algoritma uyarınca yapılması gerektiğidir. (https://chat.openai.com/share/ebde9a4d-3a46-47a1-a8ba-839cb6d7c383 adresinde bazı YZ önerileri var.)

    http://bit.ly/2Ys5oQp adresindeki Tohum Uygulama Araçları’nın (TUA) incelenmesi yararlı olur

    3. Yetkin Akıl ve n’nci dereceden sonuçlara göre tasarım yapabilme yeteneği

    3.1. Böylesi bir yetenek ile kasıt nedir ve niçin gerek var?

    n’nci dereceden sonuçlar” ile kasıt, bir tohumun ilk göze çarpan (yani birinci) meyvesi ya da dolaylı olarak yol açacağı sonucu (yani ikinci) ve ardışık (yani 3, 4, …. n’nci) sonuçlarıdır.

    3.2. Böyle bir sonuca göre tasarım niçin gereksin?

    Sosyal tohumlar istisnasız olarak “istendik, ama gerçekleşmesi önünde yavaşlatıcı engeller bulunan” amaçları gerçekleştirmek için tasarlanırlar. Ama bu engeller istendik amaca zıt amaçlar olduğu için, tohumun gerçekleşmesine karşı yavaşlatıcı etkiler oluştururlar. Dolayısıyla, tohumun daha derinlere gömülmesi, böylece yavaşlatıcı etkilerden korunmaları gerekir. Tohum ne kadar derine gömülürse yavaşlatıcılardan o kadar çok korunur; ama bu defa da beklenen olumlu etkileri göstermesi o kadar uzun süre alır.

    3.3. Bir örnek: Herhangi bir dinin temel ahlâki ilkelerinin yaygınlaşmasına engel olmak isteyebilecek niyetler, kaçıncı dereceden derine gömülü olumsuz tohumları[1]kullanabilirler?

    a. Dini öğütleri, esas ilkeler fark edilemez hale gelecek kadar çeşitlendirmek,

    b. Hadisleri çeşitlendirmek,

    c. Ana dillere çevirmenin günah olduğunu yaymak,

    d. Arapça’yı ancak yüzünden okuyabilir ama anlamını bilmez şekilde öğretmek,

    e. Dinde sorgulamanın günah ve imkansız olduğunu yaymak,

    f. Ritüellere bağımlı ama temel ilkeleri merak etmeyen bir kitle yaratıp, temelleri merak edenlerin karşısına koymak.

    3.4. Bir örnek: Çevresinde dayanışma olması imkânı olan noktaları (örnek. Bir ahlâk ilkesi) yok ederek toplumu “sürüleştirmek” için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Okullarda Gözetimli Sınav yoluyla “gözetleyen varsa dürüst gibi davran” tutumu aşıla,

    b. Yine Gözetimli Sınav yoluyla “sen güvenilmez bir kişisin” saklı içeriği yoluyla özgüven aşındır,

    c. Anlamını bilmediği kelimeleri diline sokarak fen derslerini anlamadan ezberlemesi sağla,

    d. Öğretmeni aşırı müfredat yükü altında bırakarak, gerek zaman yetmezliği gerekse sorgulanamazlık nedenleriyle anlamını tam kavramadığı bilgilerin ezberlenmesini sağla ve bu öğrenciler içinden en az anlayıp en çok ezberleyenleri test yoluyla seçerek toplum elitini oluştur.

    3.5. Bir örnek: Bir halkın memnuniyetsizliğinin (yumuşatıcı, etkisizleştirici) “sosyal amortisörler” yoluyla kontrol altında tutulması için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Etkisiz şikayet kanalları oluşturmak ve var olanları açık tutmak; bir yandan da olumsuz eylemlere yol açmasını kuvvetle caydırmak,

    b. Daha yetkin akıl yoluyla olup bitenin en derindeki köklerinin anlaşılmasını önleyip derine gömülü tohum kullanımı olasılığını caydırmak için, yetkin aklın zaten ne kadar üretilebiliyorsa o kadar üretildiği inancını desteklemek,

    c. Öte dünyayı özendirip bu dünyanın bir sınav yeri olduğu inancını yaymak,

    d. Yerel Grup Lideri konumundaki birikimli insanları sürekli olarak, ama ancak sınırlı ölçüde üzerinde durup derhal yeni gündemlere atlamasını zorlayacak sorunların yüzeysel ve popüler adlarıyla bir çeşit narkoz halinde meşgul ve tatmin olmuş halde tutmak.

    4. Sonuç

    Bu kısa yaklaşımda, sorun bulamacındaki olası iyileşmelerin nerelerden başlayabileceği gözden geçirilmiştir. Net olarak görünen, bilinçli ve/ya bilinçsiz tüm olumsuzlukların bir dizi tohum yoluyla oluştuğu; iyileştirici girişimlerin de yine sosyal tohumlama yoluyla gerçekleşme şansının bulunduğudur.

    17 Mart 2024

    [1] Bu örneğin verilmesinin nedeni, benzer yolla olumlu sonuçların da alınabileceğine işaret etmektir.

  • Derinden İyileşme

    Ne amaçlanıyor?

    “Canlı-cansız bütünü”nün ayrılmaz parçaları olarak, çeşitli imkan ve kabiliyetleri açısından harekete geçirebileceklerimizle yardımlaşarak, “bütün”ün bilinçsiz ve/ya yıkıcı bencil amaçlara sahip bileşenlerinden zarar görmemek için stratejiler üretmek istiyoruz.

    Bu amaca erişmek için:

    1. “Durum”u bileşenleri ve ağırlıklarıyla anlayıp sonra da iyileştirici tohumlar bulabilmek (gerekirse icat etmek),
    2. Bu tohumları sosyal toprağa atabilecek olanları ikna etmek.

    1. Derinden iyileşme sağlayabilecek tohum fikirleri

    • Her ölçekteki sorunların ortak elementi, iç içe çemberler şekinde örgülenmiş “insan” malzemesi, daha da net “insanların sahip oldukları değer ölçüleri” olduğuna göre, bu değerler içinde yeşermesi sağlanabilecek ve mevcut insan dokumuzun hakim kesimlerinin de savunmak zorunda hissedecekleri anlayışlara uygun tohumlar atılabilirse, iyileştirici etkilerde güçlenme sağlanabilir.
    • Olası bir tohum “zarar verme” şeklinde ifade edilen ahlâk kuralı ve onun yaptırımı olan “Tazmin Yasası” olabilir. Ahlâk kuralının yaygınlaşmasından beklenen etki, halka karşı girişilebilecek her zarar verici eylemin karşılığının mutlaka görüleceği anlayışının, hoyrat tutumları frenleyebileceği beklentisidir. Bu beklentinin gerçekleşme süresinin orta ve uzun vade olduğu açıktır. Siyasi Partiler ve STK’nın fikri satın almaları halinde süre kısalabilir.
    • Zarar verme kuralı, anlamı tam bilinmeden de olsa toplumun bir bölümünde yerleşik bir değer olan “kul hakkı” kavramına oturtulabilir ve onun güçlenmesine yol açabilir. “Kul” kavramı ise “canlı cansız bütünlüğü”nü içerdiği için “Adil Yaşam” yaklaşımının yayılmasına katkı sağlar. 
    • Zarar verme tohumu ile birlikte kullanılabilecek ikinci bir tohum “Korkmama Özgürlüğü / Korkusuzluk Hakkı” olabilir. Özellikle her düzeyde kamu görevi yapan (CB’ndan, PTT memuruna kadar) her kişinin birincil görevinin, “yurttaşları yetkisi ölçüsünde korkudan masun tutmak” olduğu bir siyasi talep haline getirilebilir.
    • Görevini korkutarak yapmak ve zarar vermek ilişkili tutumlardır. Bir yandan zarar vermemesi, diğer yandan da korkutmayı bir araç olarak kullanmaması telkin edilen insanların daha belirgin bir etkilenme göstermeleri beklenir.
    • Bu iki tohum dışında başka ve daha derine atılabilen (etkileri de daha dolaylı olarak ortaya çıkabilen) tohumlar ancak yetkin akıl yoluyla bulunabilir.

    2. Tohumların sosyal toprağa atılması

    Bu bağlamda cevaplanması gereken soru, bir kişinin çevresindeki kişilere bir tohum fikrini nasıl satabileceğinin nasıl bir algoritma uyarınca yapılması gerektiğidir. (https://chat.openai.com/share/ebde9a4d-3a46-47a1-a8ba-839cb6d7c383 adresinde bazı YZ önerileri var.)

    http://bit.ly/2Ys5oQp adresindeki Tohum Uygulama Araçları’nın (TUA) incelenmesi yararlı olur

    3. Yetkin Akıl ve n’nci dereceden sonuçlara göre tasarım yapabilme yeteneği

    3.1. Böylesi bir yetenek ile kasıt nedir ve niçin gerek var?

    n’nci dereceden sonuçlar” ile kasıt, bir tohumun ilk göze çarpan (yani birinci) meyvesi ya da dolaylı olarak yol açacağı sonucu (yani ikinci) ve ardışık (yani 3, 4, …. n’nci) sonuçlarıdır.

    3.2. Böyle bir sonuca göre tasarım niçin gereksin?

    Sosyal tohumlar istisnasız olarak “istendik, ama gerçekleşmesi önünde yavaşlatıcı engeller bulunan” amaçları gerçekleştirmek için tasarlanırlar. Ama bu engeller istendik amaca zıt amaçlar olduğu için, tohumun gerçekleşmesine karşı yavaşlatıcı etkiler oluştururlar. Dolayısıyla, tohumun daha derinlere gömülmesi, böylece yavaşlatıcı etkilerden korunmaları gerekir. Tohum ne kadar derine gömülürse yavaşlatıcılardan o kadar çok korunur; ama bu defa da beklenen olumlu etkileri göstermesi o kadar uzun süre alır.

    3.3. Bir örnek: Herhangi bir dinin temel ahlâki ilkelerinin yaygınlaşmasına engel olmak isteyebilecek niyetler, kaçıncı dereceden derine gömülü olumsuz tohumları[1]kullanabilirler?

    a. Dini öğütleri, esas ilkeler fark edilemez hale gelecek kadar çeşitlendirmek,

    b. Hadisleri çeşitlendirmek,

    c. Ana dillere çevirmenin günah olduğunu yaymak,

    d. Arapça’yı ancak yüzünden okuyabilir ama anlamını bilmez şekilde öğretmek,

    e. Dinde sorgulamanın günah ve imkansız olduğunu yaymak,

    f. Ritüellere bağımlı ama temel ilkeleri merak etmeyen bir kitle yaratıp, temelleri merak edenlerin karşısına koymak.

    3.4. Bir örnek: Çevresinde dayanışma olması imkânı olan noktaları (örnek. Bir ahlâk ilkesi) yok ederek toplumu “sürüleştirmek” için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Okullarda Gözetimli Sınav yoluyla “gözetleyen varsa dürüst gibi davran” tutumu aşıla,

    b. Yine Gözetimli Sınav yoluyla “sen güvenilmez bir kişisin” saklı içeriği yoluyla özgüven aşındır,

    c. Anlamını bilmediği kelimeleri diline sokarak fen derslerini anlamadan ezberlemesi sağla,

    d. Öğretmeni aşırı müfredat yükü altında bırakarak, gerek zaman yetmezliği gerekse sorgulanamazlık nedenleriyle anlamını tam kavramadığı bilgilerin ezberlenmesini sağla ve bu öğrenciler içinden en az anlayıp en çok ezberleyenleri test yoluyla seçerek toplum elitini oluştur.

    3.5. Bir örnek: Bir halkın memnuniyetsizliğinin (yumuşatıcı, etkisizleştirici) “sosyal amortisörler” yoluyla kontrol altında tutulması için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Etkisiz şikayet kanalları oluşturmak ve var olanları açık tutmak; bir yandan da olumsuz eylemlere yol açmasını kuvvetle caydırmak,

    b. Daha yetkin akıl yoluyla olup bitenin en derindeki köklerinin anlaşılmasını önleyip derine gömülü tohum kullanımı olasılığını caydırmak için, yetkin aklın zaten ne kadar üretilebiliyorsa o kadar üretildiği inancını desteklemek,

    c. Öte dünyayı özendirip bu dünyanın bir sınav yeri olduğu inancını yaymak,

    d. Yerel Grup Lideri konumundaki birikimli insanları sürekli olarak, ama ancak sınırlı ölçüde üzerinde durup derhal yeni gündemlere atlamasını zorlayacak sorunların yüzeysel ve popüler adlarıyla bir çeşit narkoz halinde meşgul ve tatmin olmuş halde tutmak.

    4. Sonuç

    Bu kısa yaklaşımda, sorun bulamacındaki olası iyileşmelerin nerelerden başlayabileceği gözden geçirilmiştir. Net olarak görünen, bilinçli ve/ya bilinçsiz tüm olumsuzlukların bir dizi tohum yoluyla oluştuğu; iyileştirici girişimlerin de yine sosyal tohumlama yoluyla gerçekleşme şansının bulunduğudur.

    17 Mart 2024

    [1] Bu örneğin verilmesinin nedeni, benzer yolla olumlu sonuçların da alınabileceğine işaret etmektir.

  • Korku Ortamı ve Zoraki Cesaret

    Vatanını korumak için sahip olduklarından vazgeçebilmek, zarar göreceğini bile bile bir düşünceyi desteklediğini açıklayabilmek, büyük risk almak pahasına doğru bildiğini yapabilmek gibi davranışlar, üstelik bunları tutum haline getirebilmiş olmak; bunlar birer cesaret örneğidir. Ortak özelliklerinden başlıcası, bu tür davranışları sergileyebilmenin kimsenin iznine tabi olmadığı; hattâ izin verilmediği hallerde yapmanın cesaret tanımına daha da uygun olduğudur. 

    Kısacası cesaretin özü risk alabilmektir. Risk alabilmenin (cesaretin) makbul olanı da uğranabilecek zararın ve karşılığında kazanılanın farkında olunan (hesaplı risk) türüdür. Aksine, -salt cesur denilmek için- körlemesine katlanılan risk ise mutlaka bir yerlere zarar veriyordur. Napoleon Bonaparte’a atfedilen “aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun” sözü bu ayrımı güzel anlatıyor.

    Buna göre, cesaret, risk almak, korkmama, korkusuzluk gibi terimler -hesaplı ya da körlemesine- olan türler için birbirinin yerine kullanılabilir. Bunların tersi için uygun terim ise korkaklıktır..

    Kimsenin iznine tabi olmayan bu korkusuzluk türleri dışında çok geniş bir alanı kapsayan, diğerinden ayırt edebilmek için de dayatılan risk denilebilecek bir zoraki korkusuzluk türü var. Aynen Rus Ruleti oynamak istemeyen bir kişinin ölümle tehdit edildiğinde, “hiç olmazsa bir kurtuluş şansı var” düşüncesiyle istemeye istemeye kendi kafasına dayalı silahın tetiğini çekmek gibi.

    Mesela yüksek enflasyon altında yaşamak böylesi bir diğer  zoraki cesaret örneğidir ve ne zorla Rus Ruleti oynayan ve ne de yüksek enflasyon altında yaşamak zorunda olan ve bu dayatma nedeniyle korkan kişilere hiç bir şekilde korkak; katlanan kişilere de cesur denilemez.

    İyi de nasıl kaçınalım?

    Zoraki cesaret göstermek zorunda olunan alanlar o kadar çoktur[1] ve  hemen hepsi aynı kurumla ilgilidir ki, bir dünya cehennemi sayılabilecek bu korku atmosferinden kurtulabilmenin tek çaresi, ilgili kurum olan “siyasal iktidar”lardan siyasi bir talepte bulunmak ve bu talebin arkasına da -zorlayıcı güç olarak- oylarımızı koyabilmektir.

    Bu siyasal talebin medeni dünyadaki karşılığı “korkmama özgürlüğü” ya da daha iyi bir Türkçe ile “korkusuzluk hakkı” olup[2], Temel Bütün Hakkı[3] olarak gündeme getirilmelidir.

    Bu tür siyasi talep haline gelmiş[4] isteklere geçiştirici vaatlerle cevap verilmesini önleyebilmek için de korkusuzluk taleplerinin şu birkaç örnekteki netlikte dile getirilerek olası kaçış yollarının kapatılması (azaltılması) önerilir:

    Çocuğumuzun kendi dini ve/ya ideolojik tercihlerine kendisinin özgür iradesiyle karar hakkının elinden alınmasından,Ülkemizin demografik yapısının bozulup ülkemizde sığıntı olmaktan,Dünyanın acımasız rekabet ortamında, ürettiğimiz değerlerin sömürü yoluyla çalınmasından,Herhangi yolla hak ihlaline uğradığımızda mahkemelerin tarafsız davranmayacağından,Emperyal emeller besleyen odakların ülkemizi maceralara sürükleyip vatan topraklarında tutunamayacağımızdan,Sahip olduğumuz mülkümüzün elimizden alınmasından,Deprem riskine karşı akıl ve gerçek dışı önlemler nedeniyle hazırlıksız yakalanacağımızdan,Vergilerimizle oluşan kamu kaynaklarının, belirli yandaşlıklar nedeniyle peşkeş çekilmesinden,Anayasal güvencenin keyfi olarak askıya alınmasından,

    Ve daha onlarcasından korkuyoruz.

    Yerel ve merkezi idarenin en temel varlık nedeninin, yurttaşlarını bu çeşitlilikteki “amaçlı üretilmiş korkular“dan uzak tutmak (yani korkusuzluk hakkı) olduğuna inanıyor; bu yolda yurttaşları makbul ve makbul olmayanlar olarak bölünmesinin ise parantez dışı ana korku olduğunun altını çiziyoruz.

    İdarelerin, yurttaşlarına korkusuzluk ortamı sağlamasından daha öncelikli hiç bir işi ve vaadi; siyasi partilerin de korkmama hakkı’nın savunmasından daha başka işleri olamaz. 

    Kamu çıkarlarını savunma misyonu edinmiş tüm kişi ve kuruluşların, “nelerin yanlış olduğunun iletişimi yoluyla en değerli kaynak olan kamu zamanını harcama” yolundaki geleneksel tutumlarını gözden geçirerek, bu çabalarını “korkusuzluk ortamı tesisi” yolunda harcamaları önerilir.

    Bu yolda bir başlangıç adımı var: Kavram Dağarcığımıza Korkusuzluk Hakkı (korkmama özgürlüğü) kavramını yerleştirmek. Bir yandan da her bir korkunun nasıl giderileceği konusunda -meli/-malı’sız çözüm üretilmesi; bunun dışındaki vaatlere kulakların kapanması.

    Tınaz Titiz , 7 Mart 2024 (Rev.1, 9 Mart 2024)

    [1] Bkz. “Kimler Nelerden Korkuyor?” https://tinaztitiz.com/kimlernelerden-korkuyor/ 

    [2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki 

    [3] Kullanımı adet olmuş Temel İnsan Hakları terimi yerine, canlı ve cansız varlıkların (hayvanlar, bitkiler, sular, taş ve topraklar, hava) hepsini kapsayan “Temel Bütün Hakları” terimi kullanılıyor. Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kul-hakki–butun-haklari- 

    [4] Siyasi Partiler ve asli görevi “kamu haklarının savunulması” olan sivil toplum kuruluşları bu tür talepleri, birer etik taahhüt olarak yerel ve merkezi idarelerden ister ve yerine getirilip getirilmediğini denetlerler.

  • Korku Ortamı ve Zoraki Cesaret

    Vatanını korumak için sahip olduklarından vazgeçebilmek, zarar göreceğini bile bile bir düşünceyi desteklediğini açıklayabilmek, büyük risk almak pahasına doğru bildiğini yapabilmek gibi davranışlar, üstelik bunları tutum haline getirebilmiş olmak; bunlar birer cesaret örneğidir. Ortak özelliklerinden başlıcası, bu tür davranışları sergileyebilmenin kimsenin iznine tabi olmadığı; hattâ izin verilmediği hallerde yapmanın cesaret tanımına daha da uygun olduğudur. 

    Kısacası cesaretin özü risk alabilmektir. Risk alabilmenin (cesaretin) makbul olanı da uğranabilecek zararın ve karşılığında kazanılanın farkında olunan (hesaplı risk) türüdür. Aksine, -salt cesur denilmek için- körlemesine katlanılan risk ise mutlaka bir yerlere zarar veriyordur. Napoleon Bonaparte’a atfedilen “aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun” sözü bu ayrımı güzel anlatıyor.

    Buna göre, cesaret, risk almak, korkmama, korkusuzluk gibi terimler -hesaplı ya da körlemesine- olan türler için birbirinin yerine kullanılabilir. Bunların tersi için uygun terim ise korkaklıktır..

    Kimsenin iznine tabi olmayan bu korkusuzluk türleri dışında çok geniş bir alanı kapsayan, diğerinden ayırt edebilmek için de dayatılan risk denilebilecek bir zoraki korkusuzluk türü var. Aynen Rus Ruleti oynamak istemeyen bir kişinin ölümle tehdit edildiğinde, “hiç olmazsa bir kurtuluş şansı var” düşüncesiyle istemeye istemeye kendi kafasına dayalı silahın tetiğini çekmek gibi.

    Mesela yüksek enflasyon altında yaşamak böylesi bir diğer  zoraki cesaret örneğidir ve ne zorla Rus Ruleti oynayan ve ne de yüksek enflasyon altında yaşamak zorunda olan ve bu dayatma nedeniyle korkan kişilere hiç bir şekilde korkak; katlanan kişilere de cesur denilemez.

    İyi de nasıl kaçınalım?

    Zoraki cesaret göstermek zorunda olunan alanlar o kadar çoktur[1] ve  hemen hepsi aynı kurumla ilgilidir ki, bir dünya cehennemi sayılabilecek bu korku atmosferinden kurtulabilmenin tek çaresi, ilgili kurum olan “siyasal iktidar”lardan siyasi bir talepte bulunmak ve bu talebin arkasına da -zorlayıcı güç olarak- oylarımızı koyabilmektir.

    Bu siyasal talebin medeni dünyadaki karşılığı “korkmama özgürlüğü” ya da daha iyi bir Türkçe ile “korkusuzluk hakkı” olup[2], Temel Bütün Hakkı[3] olarak gündeme getirilmelidir.

    Bu tür siyasi talep haline gelmiş[4] isteklere geçiştirici vaatlerle cevap verilmesini önleyebilmek için de korkusuzluk taleplerinin şu birkaç örnekteki netlikte dile getirilerek olası kaçış yollarının kapatılması (azaltılması) önerilir:

    • Çocuğumuzun kendi dini ve/ya ideolojik tercihlerine kendisinin özgür iradesiyle karar hakkının elinden alınmasından,
    • Ülkemizin demografik yapısının bozulup ülkemizde sığıntı olmaktan,
    • Dünyanın acımasız rekabet ortamında, ürettiğimiz değerlerin sömürü yoluyla çalınmasından,
    • Herhangi yolla hak ihlaline uğradığımızda mahkemelerin tarafsız davranmayacağından,
    • Emperyal emeller besleyen odakların ülkemizi maceralara sürükleyip vatan topraklarında tutunamayacağımızdan,
    • Sahip olduğumuz mülkümüzün elimizden alınmasından,
    • Deprem riskine karşı akıl ve gerçek dışı önlemler nedeniyle hazırlıksız yakalanacağımızdan,
    • Vergilerimizle oluşan kamu kaynaklarının, belirli yandaşlıklar nedeniyle peşkeş çekilmesinden,
    • Anayasal güvencenin keyfi olarak askıya alınmasından,

    Ve daha onlarcasından korkuyoruz.

    Yerel ve merkezi idarenin en temel varlık nedeninin, yurttaşlarını bu çeşitlilikteki “amaçlı üretilmiş korkular“dan uzak tutmak (yani korkusuzluk hakkı) olduğuna inanıyor; bu yolda yurttaşları makbul ve makbul olmayanlar olarak bölünmesinin ise parantez dışı ana korku olduğunun altını çiziyoruz.

    İdarelerin, yurttaşlarına korkusuzluk ortamı sağlamasından daha öncelikli hiç bir işi ve vaadi; siyasi partilerin de korkmama hakkı’nın savunmasından daha başka işleri olamaz. 

    Kamu çıkarlarını savunma misyonu edinmiş tüm kişi ve kuruluşların, “nelerin yanlış olduğunun iletişimi yoluyla en değerli kaynak olan kamu zamanını harcama” yolundaki geleneksel tutumlarını gözden geçirerek, bu çabalarını “korkusuzluk ortamı tesisi” yolunda harcamaları önerilir.

    Bu yolda bir başlangıç adımı var: Kavram Dağarcığımıza Korkusuzluk Hakkı (korkmama özgürlüğü) kavramını yerleştirmek. Bir yandan da her bir korkunun nasıl giderileceği konusunda -meli/-malı’sız çözüm üretilmesi; bunun dışındaki vaatlere kulakların kapanması.

    Tınaz Titiz , 7 Mart 2024 (Rev.1, 9 Mart 2024)

    [1] Bkz. “Kimler Nelerden Korkuyor?” https://tinaztitiz.com/kimlernelerden-korkuyor/ 

    [2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki 

    [3] Kullanımı adet olmuş Temel İnsan Hakları terimi yerine, canlı ve cansız varlıkların (hayvanlar, bitkiler, sular, taş ve topraklar, hava) hepsini kapsayan “Temel Bütün Hakları” terimi kullanılıyor. Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kul-hakki–butun-haklari- 

    [4] Siyasi Partiler ve asli görevi “kamu haklarının savunulması” olan sivil toplum kuruluşları bu tür talepleri, birer etik taahhüt olarak yerel ve merkezi idarelerden ister ve yerine getirilip getirilmediğini denetlerler.

  • “Koşullandırma” sebep, “ÇEDES” sonuçtur!

    S: ÇEDES Nedir? 

    C: ÇEDES bir “koşullandırma” projesidir?

    S:  Koşullandırma, ama niçin?

    C:  Toplumun din istismarı yoluyla çağdışına itilip, bu topraklardan fiziki olarak süpürülmesi için.

    S: Koşullandırma bunu yapabilir mi?

    C:  Koşullandırma, tüm canlılara (bu arada insana) verilmiş şu üç büyük hediyeyi elinden alır: Merak, Kuşku ve Öğrenebilme. Bu hediyeleri elinden alınan çocuk ve gençler kendilerine verilen tek doğrulardan başkaca bilgiye ihtiyaç duymazlar ve sadece kendilerine söylenenlere inanan, merakları donmuş tek tip kişiliklere bürünürler. Bu coğrafyada sosyal toprağa tutunabilmemiz bu tür edilgen kişiliklerle mümkün değildir. Bu kritik coğrafyayı kontrol etmek için bu tür insan dokusuna ihtiyaç vardır. Hem de bol miktarda. Yetmezse ithal ederek.

    S:  ÇEDES ile niçin mücadele edilmemeli?

    C:  ÇEDES yanlış hedeftir. Kökünde koşullandırma amacı vardır. Kök kurutulmadığı takdirde yarınlarda ÇEDES gider yerine koşullandırmaya dayalı başka bir proje gelir. Çevre ve Değerlere değil, koşullandırma ve sorgulanamazlık içeren tüm girişimlere karşı çıkılmalıdır. Okul, Doğru-İyi-Güzellerin ezbere belletileceği; üstelik bunların din hizmetlileri ya da tarikat üyelerince her biri psikolojik tahribat yaratan örnekler yoluyla zihinlere kazınacağı yer değildir. Okul, her çocuk ve gencin kendi Doğru-İyi-Güzellerini inşa edeceği ve ideolojik bagajı olmayan öğretmenlerin gözetiminde öğrenecekleri yerdir.

    Son S: Gerçekten Doğru-İyi-Güzel olan şeylerin öğretilmesinde ne zarar vardır?

    Son C: Gerçekten Doğru-İyi-Güzel olan şeyler, kişilerin kendilerince emek harcanarak öğrenildiğinde sahiplenilip yaşamlarının parçası olur. Emek harcanmadan belletilenler ise eğretidir, yaşama geçmez. Koşullandırma bu nedenle çocuklarımızın hayatlarından doğru-iyi-güzel şeylerin çalınması demektir.

    Lütfen şu yazılara bir göz atınız:

    Tınaz Titiz

    4 Mart 2024

  • “Koşullandırma” sebep, “ÇEDES” sonuçtur!

    S: ÇEDES Nedir? 

    C: ÇEDES bir “koşullandırma” projesidir?

    S:  Koşullandırma, ama niçin?

    C:  Toplumun din istismarı yoluyla çağdışına itilip, bu topraklardan fiziki olarak süpürülmesi için.

    S: Koşullandırma bunu yapabilir mi?

    C:  Koşullandırma, tüm canlılara (bu arada insana) verilmiş şu üç büyük hediyeyi elinden alır: Merak, Kuşku ve Öğrenebilme. Bu hediyeleri elinden alınan çocuk ve gençler kendilerine verilen tek doğrulardan başkaca bilgiye ihtiyaç duymazlar ve sadece kendilerine söylenenlere inanan, merakları donmuş tek tip kişiliklere bürünürler. Bu coğrafyada sosyal toprağa tutunabilmemiz bu tür edilgen kişiliklerle mümkün değildir. Bu kritik coğrafyayı kontrol etmek için bu tür insan dokusuna ihtiyaç vardır. Hem de bol miktarda. Yetmezse ithal ederek.

    S:  ÇEDES ile niçin mücadele edilmemeli?

    C:  ÇEDES yanlış hedeftir. Kökünde koşullandırma amacı vardır. Kök kurutulmadığı takdirde yarınlarda ÇEDES gider yerine koşullandırmaya dayalı başka bir proje gelir. Çevre ve Değerlere değil, koşullandırma ve sorgulanamazlık içeren tüm girişimlere karşı çıkılmalıdır. Okul, Doğru-İyi-Güzellerin ezbere belletileceği; üstelik bunların din hizmetlileri ya da tarikat üyelerince her biri psikolojik tahribat yaratan örnekler yoluyla zihinlere kazınacağı yer değildir. Okul, her çocuk ve gencin kendi Doğru-İyi-Güzellerini inşa edeceği ve ideolojik bagajı olmayan öğretmenlerin gözetiminde öğrenecekleri yerdir.

    Son S: Gerçekten Doğru-İyi-Güzel olan şeylerin öğretilmesinde ne zarar vardır?

    Son C: Gerçekten Doğru-İyi-Güzel olan şeyler, kişilerin kendilerince emek harcanarak öğrenildiğinde sahiplenilip yaşamlarının parçası olur. Emek harcanmadan belletilenler ise eğretidir, yaşama geçmez. Koşullandırma bu nedenle çocuklarımızın hayatlarından doğru-iyi-güzel şeylerin çalınması demektir.

    Lütfen şu yazılara bir göz atınız:

    Tınaz Titiz

    4 Mart 2024

  • “Korkmama Özgürlüğü” ya da “Korkusuzluk Hakkı”

    https://twitter.com/i/status/1752037204753293776 adresinde “korku” konusunda kısa bir video var. Korkmama’nın yararlarını ya da tersinden okunursa korku’nun zararlarını kader kavramına bağlı olarak işliyor; kısacası “korkunun ecele faydası yok” diyor.

    Bir de “korkmama özgürlüğü” (bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu) kavramı var ki o, “korksanız da korkmasanız da zaten öleceksiniz; bari bir de korku çekmeyin”den bütünüyle farklı; hükumetlerin belki de tek varlık nedenini anlatıyor. 

    Halen BM’e bağlı 193 bağımsız ülkenin hükumetleri sınıflandırıldığında başlıca 6 küme var: Demokrasiler, Otoriter Rejimler, Melez Rejimler, Monarşiler, Komünist Rejimler, Teokrasiler.

    Bunlar da kendi içlerinde alt kümelere ayrılabiliyor. Örneğin demokrasiler kendi arasında 6’ya, onlar da kendi aralarında 12 alt kümeye bölünebiliyor. Demokrasi dışındakileri de hesaba katarsak yüzlerce kümenin doğacağı belli.

    Birbirinden farklı bu kadar rejim -yerine getirip getirmedikleri ayrı mesele- halklarına tek ortak vaatle iş başına geliyorlar: “Biz hangi nedenle olursa olsun sizin bir şeylerden korkup endişe içinde yaşamamanız için çalışacağız; yani size bir “korkusuzluk iklimi” vaat ediyoruz”. Daha da açık olarak vaadimiz, “şu listedeki 207 korku türlerinden sizleri uzak tutacağız(https://ggle.io/4SzZ)

    Korku ve korkmama meselesinin genel yönleri böyle. Türkiye özeline gelince, hemen her bakımdan çeşitlilik içeren toplumumuzun hakim rengi “korku”dur. 85 milyonluk nüfusun hiçbir şeyden korkusu olmayan birkaç bin dolayındakiler hariç tutulursa geri kalanların her birinin şu listedeki  80 korkudan en az birkaçına sahip oldukları kolayca tahmin edilebilir (https://bityl.co/OJ68). Buna göre toplumumuzun genel haline “Korku Toplumu” denilmesi abartı sayılmamalıdır.

    Bu durumda Korkmama Özgürlüğü farklı bir anlam kazanıyor. Korkudan, özellikle de “korkunun bir yönetim aracı olarak kullanılmasından” kaynaklanan türünden masun olmak en önemli hak olarak ortaya çıkıyor.

    İlginç olan nokta, siyaset kurumundan beklentileri “ekonomik sıkıntılardan kurtarılmak”tan ibaret insanımız, korkularından kurtulmayı bir siyasi talep haline getirmemiştir. Bunun olası bir nedeni, kavram dağarcığında bulunmayışı ise, diğer nedeni ise korku kavramını korkaklık; korkusuzluk kavramını ise cesaret kavramıyla özdeş saymasıdır ki bu da yine kavramlarla, onların tanımsızlığı ile ilgilidir.

    Halbuki  stratejik düşünceye dayalı bir tutum, başlangıçta daha pasif veya temkinli görünse bile, aslında uzun vadeli başarıya ulaşma hedefine dayanan bir cesaret türü olabilir. Bu yaklaşım, özellikle belirsiz ve değişken durumlarla karşı karşıya kalındığında, sabır, disiplin ve stratejik planlama gerektirir. Stratejik cesaret, genelde büyük resmi görebilme ve uzun vadeli hedeflere ulaşmak için gerekli adımları atma yeteneği ile karakterizedir. Konfor alanı dışına çıkma korkusu olarak karakterize edilebilecek korkaklık ise diğer tür korkulardan farklıdır (https://bityl.co/OJ8L) ve aşağılayıcı bir kavramdır.

    Halen ülkemizde 141 siyasi parti ve toplam 127,000 STK mevcut olsa da -bildiğimiz kadarıyla- Korkmama Özgürlüğü’nü savunan sadece bir (rakamla 1) vakıf bulunuyor. O halde -eğer korkularla bu denli iç içe yaşamaktan mutlu değil isek- bu kavramı tüm siyasi partilerin, tüm STK’ların kavram dağarcıklarına ve talep manifestolarına yerleştirmeye çalışmak zorundayız.

    22 Şubat 2024 

    #KorkmamaOzgurlugu