-
May 25 2012 BU SARMALIKIRABİLMELİYİZ!
Değerli okurlarım,
İş konusunda çeşitli yerlerden ret cevabı alan ve tanıdıklarımın yardımı olabileceği ümidiyle bana da yazan bir gencin mektubundan bazı alıntıları ve kendisine yazdığım mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum. İnanıyorum ki, benzer durumda olan çok sayıda gencimiz ve onların ailelerinin içine düştükleri ümitsizlik sarmalının kırılmasına bir katkısı olabilir.
«…..Halen ……Üniversitesi iktisat bölümü son sınıf öğrencisiyim…. Özgeçmişim eklidir….Aylardır başvurmadığım yer kalmadı ama iş bulamadım. Bankalara, marketlere, otobüs firmalarına vb. yüzlerce kuruma başvurdum, ama olumlu bir yanıt alamadım. Tek gelirimiz babamdan anneme kalan emekli maaşı. Okul harçlarımı bile zor ödüyorum. Geçen hafta ablamın eşi tutuklandı. Geçirdiği trafik kazası sonucu kamu davası açıldı, 14 ay hapse mahkûm oldu. Ablam ve liseye giden iki yeğenim ortada kaldı. Çalışıp para kazanmaya her zamankinden çok ihtiyacım var. ……….
Amacım dilencilik ya da duygu sömürüsü yapmak değil, sadece iş istiyorum. Lütfen yalvarıyorum, bana yardımcı olun……
Çalışmak istediğim şehirler: İzmir, İstanbul, Çanakkale, Aydın»
Değerli kardeşim,
Mektubuna ve bu ümitsizlik içinde beni düşünmene teşekkür ederim. Ancak hemen başlangıçta -uzun yazımla seni ümitlendirip sonra hayal kırıklığına uğratmamak için-, durumuna senin düşündüğünü sandığım şekilde yardımcı olmayacağımı belirtmek isterim. Ama buna rağmen mektubumu okumayı sürdürürsen orta-uzun dönem için olumlu katkılar sağlayabileceğini de düşünüyorum.
Düşüncelerimi kısa başlıklar halinde yazacağım; bunların sırası ile senin için göreceli önemlerinin sırası arasında farklar olabilir, bunun üzerinde durma. Ama lütfen -sana ne kadar soyut görünürse görünsün- her bir sözcüğü atlamadan oku; çünkü bunlar “kanonik” ifadeyle (http://wp.me/p2t6mi-Q5) yazılmıştır.
· Hemen herkesin peşinde olduğu ve adına “iş” denilen ekonomik olgunun anlamının iyi kavranması ona sahip olabilmek için gereken ön koşulların başında gelir. Bir işin oluşması için biraraya gelmesi gereken 3 bileşen mevcuttur. Bunlar:
(1) Henüz kısmen veya tamamen tatmin edilmemiş ve edilebilmesi mümkün olan bir ihtiyaç,
(2) Bu ihtiyacın yerine getirilebilmesi için gereken beceriler (kaynakları bulabilme becerileri de dahil),
(3) İhtiyaçlar ve becerileri, iş ortamının şartları içinde birleştirme becerisi demek olan girişimcilik.
Bu üç bileşen, iş ortamı denilen ve belli şartlara sahip bir ortam içinde biraraya gelirse iş doğmuş (veya yaratılmış) olur.
İster birisinin yanında ücretle çalışın ister kendi işinizin sahibi olun, bu 3 koşul bir arada bulunmadıkça “iş” söz konusu olamaz.
· “İş”in bu 3 bileşeni doğal olarak zaman içinde değişim gösterirler. Çünkü ihtiyaçlar değiştikçe onların gerektirdiği beceriler ve ihtiyaçlarla becerileri buluşturma becerisi demek olan girişimcilik becerisi de değişirler.
· Bu şu demektir: dün, bir kısım becerilere sahip olan insanlar bu nedenle iyi birer gelir elde edebilirken, bugün aynı becerilere sahip olanlar aç kalabilirler. İş yaşamının altın kurallarından birisi budur.
· Yaşadığımız iletişim devrimi, fiziki olarak dünyayı küçültüp olup bitenlerden -ve ihtiyaçlardan- herkesi haberdar etti. Düne kadar “iş ortamı” dışında bulunan birçok toplum, iletişim devriminin sağladığı kolay ve yaygın iletişimden yararlanarak, başka toplumlara “iş” imkânları sağlayan “ihtiyaçlar”dan haberdar olmaya ve bu ihtiyaçları gidermeye -hem de daha ucuza- başladı.
· Ellerinden “ihtiyaçları giderme imkânları”nı kaçıran toplumların önünde ise 2 yol kaldı: giderilmesi daha yüksek beceri ve kaynak isteyen ihtiyaçlara yönelmek ya da gidermekte bulunduğu ihtiyaçları daha ucuza gidermeye razı olmak. Bunlardan ikincisi açık olarak, aynı gelirin daha çok insan tarafından paylaşılması ya da bazıları gelirlerini koruyabiliyorlarsa bir kısım insanın işini kaybetmesi demektir. İşte, Türkiye büyük ölçüde bu ikinci yola girmiş ve bir kısım insan -daha- işlerini kaybetmiştir.
· Geride kalan ve işlerini korumak isteyenler, gidermekte oldukları ihtiyaçları daha ucuza giderebilmek için istihdam ettikleri kişilerin bir bölümünü işten çıkararak geride kalanların daha çok çalışmasını şart koşmaktadırlar.
· Bu bir çeşit doğal seçim sırasında işini kaybetmeyecek olanlar, daha sıkı çalışabilen, daha az yorulan, daha az hastalanan, daha yüksek beceri düzeyli, daha çabuk öğrenebilen, daha az koşul ileri süren, bulunduğu ilin, ülkenin ve hattâ dünyanın herhangi bir yerinde çalışmaya razı ve benzeri özelliklere sahip olanlardır.
· İşlerini korumak için bu yolla eleman tasarrufunda bulunmak isteyenler ise, bunun yanısıra -ve daha yoğunlukla- bir başka yolu kullanıyorlar: eleman istihdamının amacı madem ki o elemanın sunduğu hizmeti diğerlerinkiyle birleştirerek bir “ihtiyaç tatmini”ne çevirmektir, o halde tam zamanlı eleman istihdamı yerine “hizmet satın alma” yoluyla da aynı şey yapılabilir, hem de eleman çalıştırmanın çeşitli risk ve verimsizliklerini üstlenmeksizin.
· Buraya kadarki soyut görünümlü yaklaşımın, istihdam sıkıntısı çeken gençler -ve diğerleri- açısından son derece somut anlamı vardır ve de şunlardır:
(1) İşlerin nitelikleri değişmiştir, çünkü ihtiyaçlar değişmiştir. Dünkü işler artık olmayabilir, bunu anlayınız ve beklentilerinizi düne göre oluşturmayınız.
(2) İşgücü piyasası büyümüş, evvelce bu piyasada bulunmayan toplum kesimleri ya da dünyanın başka yerindeki toplumlar bu piyasaya girmiştir. İşlerimizin bir bölümünü onlara kaptırmakla karşı karşıyayız.
(3) Kurumlar -özel ya da kamu- rekabet edebilirliklerini koruyabilmek için eleman istihdam etmekten kaçınmaktadırlar. Bunun için de, birleştirdikleri işleri daha çok çalışmaya razı olabilecek elemanlara yaptırmakta ve/ya bu işleri hizmet alımı şeklinde kurum dışından almayı yeğlemektedirler. Bu olgudan çıkan ise yine 2 somut sonuç vardır:
a. Daha az ücrete daha çok iş yapmaya “yeterli” ve “istekli” olanlar, daha az yeterli veya daha az istekli olanların önünde yer alacaktır. O halde becerilerinizi ve iş yapma istekliliğinizi sorgulayınız ve geliştiriniz.
b. Kurumların ihtiyaçları olan mal veya hizmet ürünlerini “kendi işi” olarak yapabilenler, bu üretimleri daimi eleman olarak kurumların bünyesinde yapmak isteyenlerin önünde yer alacaktır.
Görüldüğü gibi, ortalama yeterlik ve ortalama istekliliğe sahip kişilerin istihdam edilebilme imkânlarının önünde, onlardan daha öncelikli iki grup eleman bulunmaktadır. İş bulmak ya da kurmak isteyenler bu iki grubun da önüne geçmek zorundadırlar.
· Eğitim konusunda toplumumuzun çoğunluğuna egemen olan anlayışlar, yaygın olan değer ölçüleri ve bu ikisinden etkilenerek oluşmuş ilk, orta ve yüksek öğretim kurumlarımız, çocuk ve gençlerimizin buraya kadar özetlenen “yeni istihdam iklimi”nin gereklerine uygun yeterliklerle donanmasına uygun değildir.
· Bu nedenle de bu istihdam ikliminin gerektirdiği becerileri kazanmamış, fakat -elindeki diploma nedeniyle- beklenti düzeyi yükselmiş, daha da vahimi kendi durumunu değerlendirmekte nesnel olamayan -ve bu nedenle de eksiklerini gidermede yeterli çaba gösteremeyen- gençler yetişmektedir. İş başvuruları sırasında özgeçmişler incelendiğinde sık sık görülen, örneğin yabancı dil ya da bilgisayar bilgileri düzeyini belirten “iyi” veya “orta” gibi tanımların gerçeklerden ne kadar uzak olduğu, iş yaşamındakilerce bilinmektedir.
· Çocuk ve gençlerimizin değer ölçülerinin şekillenmesinde etkili olan aktörlerin çoğunluğu, iş yaşamının temel doğruları denebilecek “sıkı çalışma”, “kendini yetiştirme”, “olumsuzları değil olumluları örnek alma”, “emek sarfederek bir yerlere gelme” gibi değerler yerine, “sürekli yerme ve yakınma” , “kısa yoldan -gerekirse başkalarının omuzlarında- yükselme”, “az çalışıp çok kazanma”, “bilmek yerine bilgiç görünme” gibi değerleri sürekli -ve muhtemelen bilinçsiz- bir biçimde aşılamaktadırlar.
· İşlerin kaynağı ihtiyaçlar olduğuna göre, ilk bakılması gereken yer ihtiyaçların neler olduğudur. Bu ihtiyaçları kendi işi olarak karşılamak yolunu seçebilecek atılganlığa sahip gençlerin ilk ihtiyacı para değil, geçerli bir iş fikridir. İş fikirleri için şu ilkeler yol gösterici olabilir:
İlke 1. Çevrenizdeki sorunların herbiri aslında, para kazanılabilecek imkânlardır. Bir zamanlar dünyanın ikinci büyük bilgisayar firması sayılan CDC’nin iş hayatındaki sloganı şöyle idi: “toplumun tatmin edilmemiş ihtiyaçları bizim için birer iş fikridir”.
İlke 2. Her yeni kazandığınız beceri, sizin yeni sorunları, yani yeni iş imkânlarını görmenizi sağlar. Sahip olmadığınız bir bilgi ya da beceriyi gerektiren bir konu sizin için “yok”tur. Bunu aynen bir camın arkasında durup, küçük bir delikten dışarıda olup biteni anlamaya çalışan kişinin durumuna benzetebilirsiniz. Deliği genişlettikçe görülebilen alan artacaktır. Siz de yeni bilgi ve beceriler kazandıkça yepyeni imkânların etrafınızda eskiden beri mevcut olduğunu göreceksiniz.
İlke 3. Yerel potansiyeller, iş imkânları demektir. Bu ilke size yeni iş fikirleri sağlamanın yanısıra, Türkiye’mizin de kalkınma reçetesini göstermektedir. Türkiye’de doğal ve kültürel çevrenin karşılaştırılabilir ülkelere göre ne kadar zengin olduğu yeni yeni anlaşılmaktadır. Bu zenginlik, onunla içiçe yaşayan insanlar için iş imkânları demektir. Ancak bir şartla: etrafındaki bu potansiyelleri görebilecek ve sonra da onları işe çevirebilecek bilgi ve becerilerle donanmış olmak şartıyla.
İlke 4. Yüksek tüketim gücü ihtiyaç, ihtiyaç ise iş demektir. Yeni iş fikirlerini her yerde bulabilirsiniz. Ama tüketim gücü yüksek olan çevrelerde daha kolay bulursunuz. Bunun için önce o çevrelerin ihtiyaçlarına bakılmalıdır.
İlke 5. Düşük tüketim gücü özlem, özlem ise iş fikridir. Düşük ve orta gelirli kesimlerin bir iş fikrine dönüştürülebilecek iki çeşit ihtiyaçları vardır: Gerçek ihtiyaçlarını yansıtsın ya da yansıtmasın “özlem”leri ve gerçekte bulunmasına karşın bir “özlem” haline dönüşmemiş yani açığa çıkmamış ihtiyaçları.
İlke 6. Tabii ki bunlardan ilkine dayalı iş fikirleri üretmek daha kolaydır. Ama hem onlara ve hem de topluma yararlı olanları -genellikle- ikincilerdir.
İlke 7. Patent arşivinde milyonlarca (evet yanlış okumadınız) iş fikri vardır. TSE’nin Gebze’deki binalarında Dünyanın tüm patentlerinin yer aldığı bir “Patent Arşivi” vardır. Burada yer alan her patent sizde yeni iş fikirleri uyandırabilir. Aynı arşive internet’ten de ulaşılabilir (http://www.uspto.gov/main/patents.htm).
İlke 8. Ve kendi işinin sahibi olabilmek için sonuncu -ve en önemli- ilke: tasarruflu yaşamak! Eğer giderleriniz kontrol altına alamayacağınız kadar çok ve çeşitliyse ya da sabit bir geliri sabit yerlere harcamaya alışmışsanız, kendi işinizi kurmak konusunda yapabileceğiniz iki şey vardır: Gider alışkanlıklarınızı değiştirmeye () çalışmak ya da kendi işinizin sahibi olma düşüncesinden vazgeçmek.
Değerli kardeşim,
Sıkıntısını çekmekte olduğunuz işsizlik sorununu aşabilmeniz için epey meşakkatli bir yol önerdiğimin farkındayım. Tabii ki bu yolun dışında yollar da vardır. İşgücü piyasasının kurallarını fazlaca dikkate almadan sizi istihdam edebilecek bir kişi ya da bir istisna olarak karşınıza çıkabilecek bir tanıdığınız ya da daha açıkçası belirli bir “al gülüm-ver gülüm” hesabıyla sizi çalıştırmayı kabul edebilecek bir kişi gibi. Bunlar için bir diyeceğim olamaz. Ben size, bu sorunun yapısını ve o yapının içinde sizin kullanabileceğiniz yöntemleri açıklamaya çalıştım.
Bu yöntemlerin, sizin, alışkanlıklarınızı değiştirmenizi gerektireceğini, bunun ise kolay olmadığını, bunun için de bu kadar çetrefil olmayan basit -ve sizin değişmenizi istemeyecek- bir yol aradığınızı tahmin edebiliyorum.
Ama ne ben ve ne de bir başkası böyle bir yol söyleyemez; eğer söylerse ya cehaletinden ya da melânetinden olduğundan emin olunuz.
Mektubumu, W. Churchill’e ait olduğu söyllenen bir küçük fıkra ile bitirmek istiyorum: Bir gün evinin bahçesindeki havuza yüzüğünü düşüren Churchill, etrafındaki misafirlerinin şaşkın bakışları altında paçalarını sıvayıp havuza girer ve elindeki piposunun deliğini parmağıyla kapatarak piponun küçücük haznesi ile havuzun suyunu dışarı atmaya başlar.
Bunu görenler bir süre alaycı bakışlarla seyrettikten sonra içlerinden birisi dayanamaz ve uyarır: bay Churchill bu şekilde havuzun suyunu boşatmanız çok uzun süre alabilir; en iyisi elinizi daldırıp öyle arayınız.
Churchill bir an durup düşünür ve tekrar su boşatmaya devam ederken cevap verir: evet öyle de olabilir, ama bu yol daha güvenli!
Değerli kardeşim ve de değerli okurlarım,
İstihdam konusundaki paradigmamızı değiştirmeyi öneren yaklaşımımın güç adımlardan oluştuğunu, kendimizi -ve hattâ yakınlarımızı- değiştirmemiz gerektiğinin farkındayım. Ama bu yol daha güvenli.
23 Mart 2003
-
May 25 2012 PİŞMİŞ GİRİŞİMCİNİN BAŞINA GELENLER !
Üç kareli bir karikatür vardı. Birincisinde, çok yaşlı bir hanımla gençten bir adam bir odada uygunsuz durumdalar. İkinci karede oda kapısı açılmış ve yaşlı bir general olan, hanımın kocası bu uygunsuz durumun üzerine gelmiş. Generalin göğsü madalya dolu. İki aşık şaşkınlıkla, koca ise hem hırs hem de şaşkınlıkla kısa bir süre bakışıyorlar. Nihayet son karede koca, korkudan titreyen genç adamı tutup, göğsündeki madalyalardan birisini ona takıyor.
Türkiye’deki girişimcilerin hepsine böyle birer madalya takmak lazım. El birliği ile tüm sistem onların girişimciliğini öldürmeye uğraşsa da onlar yılmadan çabalıyorlar.
Girişimcilik nasıl özendirilip desteklenebilir? Bu, bu köşenin hacmini çok aşar. Merak edenlere önerim, Müteşebbisler Kulübü (Ayazağa asfaltı, 3ncü yol, Maslak-İstanbul) tarafından hazırlanmış bir raporu (Girişimciliğin Özendirilmesi) okumalarıdır. Raporda bu konu iyice incelenmiş.
Benim, okurlarıma ayrı bir önerim var: Ülkemizde girişimciler, bürokraside öyle işlerle karşılaşmışlardır ki, bunları bir editör bir araya toplasa, hem girişimciler ve hem de girişimciliği özendirmek isteyebilecek yetkililer (KOSGEB, İş ve İşçi Bulma Kurumu, İstihdamdan Sorumlu Devlet Bakanlığı, Üniversiteler vbg) için son derece değerli bir “vaka kolleksiyonu” (case collection) ortaya çıkar.
Girişimciler birbirlerinin başlarına ne geldiğini, devlet de onların başlarına neler getirdiğini öğrenir ve bakarsınız birileri bunları düzeltmeye çalışır.
Şimdi ben bu köşe aracılığıyla bir çağrı yapmak istiyorum. Kendisini “müteşebbis” olarak adlandıran kim varsa onlara bir çağrı: Başınıza gelen ve girişimcilik açısından ilginç olduğunu düşündüğünüz “vaka”ları bana yazınız. İsterseniz adınızı saklı tutalım, isterseniz adınızla birlikte yayımlayalım. Bu işin editörlüğünü yapmayı ve sonra da bastırmak için bir sponsor arayıp bulmayı ben üstleniyorum.
Eğer bu kitap olur ve hele de satarsa, tüm gelirini Müteşebbisler Kulübüne bırakalım. Böylece o kuruluş da çalışmalarını daha iyi yürütebilir. Bana herhangi bir yolla (BAROMETRE ya da TBMM) ve GİRİŞİM VAKALARI rümuzuyla yazabilirsiniz.
Ne dersiniz?
-
May 25 2012 SORULAR YANITLARDIR!
· Sorular cevaplardır..Yeter ki doğru sorulsunlar.
· “Soru sormak” ile ilgili kimi sözler:
- Kişi, sorabilmek için okumalıdır. Franz Kafka
- Doğru soruları bulunuz. Cevapları icadetmenize gerek kalmayacak, mevcut cevapları bulacaksınız. Jonas Salk
- Sorma eğilimi edinmiş kişiler ve sorma kültürü yaratabilmiş kurumlar başarılı olacaklardır. Anonim
- İş idaresi okulları ve sayısız kitap, istatistik, örgütlenme, değişim yönetimi gibi konuları öğretirken, soru sorma sanatı hakkında çok az işe yarar görüş kazandırılar. Anonim
- Aşikar olanın irdelenebilmesi için çok sıradışı bir akıl gerekir. A.N.Whitehead
- Önemli olan sorgulamayı kesmemektir. Merak, varoluş için kendinin sebebidir. A.Einstein
- Bilmemek kötüdür, bilmeyi arzu etmemek daha da kötüdür. Nijerya atasözü
- Sağduyulu bir soru bilgeliğin yarısıdır. F.Bacon
- İyi sorular kolay cevaplardan üstündür. P.Samuelson
- Etkili lider doğrudan emir vermez soru sorar. Dale Carnegie
- Cehalet asla soru üretmez. B.Disraeli
- Hiç kimse, sormayı durdurana kadar gerçek bir aptal olmaz. Charles Steinmetz
- Akıllı bir kişinin soruları, yanıtların yarısını içerir. Solomon Ibn Gabirol
- İfade ettiğim her cümle bir belirtim olarak değil bir soru olarak anlaşılmalıdır. Niels Bohr
- Bir insanın zeki olup olmadığını yanıtlarından anlayabilirsiniz. Onun bilge olup olmadığını ise sorularına bakarak söyleyebilirsiniz. Naguib Mahfouz
- Yanıtlarım için sorularınız var mı? H.Kissinger
· I.Q.Q.= Intelligent Questioning Quotient… Artık “zeka” yerine, Soru Sorma Zekası kavramı kullanılıyor..
· Doğru soruların neler olduğunu bulabilmek hemen hemen sorunu çözmek demektir.
· Bir soruna nasıl yaklaşacağımızı bilemediğimiz zaman ilk yapmamız gereken, cevaplarını bilebileceğimiz bazı basit sorular bularak ilerlemeye çalışmaktır.
· Çünkü, soruların yanıtları kendi içlerinde saklıdır. Sorular sorarak onları ortaya çıkarabiliriz.
· Hattâ diyebiliriz ki: sorular yanıtlardır!
· İşte size bazı sorunlar ve doğru sorulmamış -kısır- sorular:
- “Bu işin sonu n’olacak?”
- “Ben şimdi n’apim?”
- “Bu işin çaresi nedir?”
- “Sorunlarımı kim çözer?”
- “Nasıl iş bulurum?”
- “Bana kim iş verir?”
· “Kısır” sorular yol kaybettirir; “yol açıcı” sorular yol buldurur..
· “Yol açıcı” soruların 3 ortak özelliği şunlar olmalı:
- Tekil (singular) olmalı; Yani, birbirinden farklı cevapları olabilecek sorular birleştirilmemeli
- Belirli (definite) olmalı; Yani, muğlâk -açılmaya muhtaç- kavramlar kullanılmamalı.
- Net (clear) olmalı; Yani, ne söylenip yazıldığı tam anlaşılmalı.
Salı, 4 Haziran 2002
-
May 25 2012 KÖKÜ DERİNDE BİRHASTALIK
1996 yılında yazmış olduğum bir yazıyı, içeriğindeki soru, varsayım, gözlem, yargı ve önerileri ayırarak aşağıdaki gibi yazınca, ne denli çok varsayım ve onlara dayalı yargıda bulunduğumu ve ne denli az soru sorduğumu anladım. Köşe yazılarını, TV tartışmalarını, doğruluğundan kuşku duymadan sorunlara çözüm önerenleri böyle bir sistematikle izlemek çok ilginç oluyor. Deneyin göreceksiniz. Pazartesi 24 Haziran 2002
sıra
Sorularım
Varsayımlarım
Gözlemlerim
Çıkarım, tahmin ve
yargılarımÖnerilerim
1
Ülkemizde 35 milyon erişkin var. Bunların
yalnızca 10 milyonunun her gün 1 saat Türkiye sorunları
üzerinde konuşup kafa yorduğunu varsaysak, harcanan toplam
kaynak her yıl 150 milyon adam.gün eder.2
Bu müthiş bir rakamdır. Bir kişinin yarım milyon
yıl ya da yarım milyon kişinin bir yıllık beyin enerjisine karşılık
gelir.3
ülke sorunlarına kafa patlatan bu insanların bir
bölümünün konuşmalarının dedikodu düzeyini aşmadığı varsayılsa
dahi……4
……mertebe o denli büyüktür ki,
yararlanılabilir beyin enerjisi yine de muazzamdır.5
Ama, bu büyük potansiyel çeşitli nedenlerle pek
işe yaramaz.6
Çünkü bir defa, bu enerjiyi harcayan akıllar
bir “ortak akıl” durumunda değildir.7
İnsanlar, toplu halde -örneğin toplantı, panel,
seminer gibi- bir konu üzerinde çalışsalar dahi ortak akıl
üretemeyebilirler.8
Herkes tek tek, bir diğerinin ürettiği bir fikri
daha ileri götürebilecek biçimde fikir üretmediği
sürece,……..9
……..iki kişinin ortak çalışmasından, iki
kişilik akıldan daha büyük bir “ortak akıl” ortaya
çıkmaz.10
Harcanan beyin enerjisinin önemli bir yarar
sağlayamamasının…….11
……….bir diğer nedeni ise, düşünme
biçimimizin neden-sonuç ilişkilerine değil, evvelce belirlenmiş
bulunan kalıplara dayalı oluşudur.12
Ama bütün bunlardan başka bir neden daha
vardır….13
……..ki işte o, üretilen düşüncelerin büyük
ölçüde kirlenip işe yaramaz hale gelmesine neden olmaktadır.
Düşünceleri enfekte eden bu neden, değer ölçülerimiz içindeki
“virütik değerler”dir.Bunlar, ilk anda fark edilmeyen, fakat birlikte
kullanıldığı “sağlam” değerleri bozup dejenere eden değer
ölçüleridir. “Bana ne“, “sana ne“, “hele önce …
düzelsin“, “ama o benim hemşehrim – okuldaşım – meslektaşım
– partilim“, “idare ediver“, “bu defalık
oluversin“, “esas mesele“, bu tip değer ölçülerine
birkaç örnektir.14
Bunların ortak özelliklerinden biri, düzgün değer
ölçüleri kümesine göre imkânsız olanı mümkün kılmalarıdır. İkinci
ortak özellikleri ise, düzgün değer ölçülerinden, hiçbir yolla
türetilemeyişleridir.15
Bu virüsler, düşünce sistemimize nasıl
girmiştir? Bunları temizlemesi gerekirken bunu yapamayan
sistem(ler) hangileridir? Bunların düşünsel kirleticilik yaratma
derecesi nedir? Bunlardan nasıl kurtuluruz?16
Bu ve bunlar gibi bir dizi soru,
yanıtlanmalıdır.17
Değer ölçülerimiz içine bulaşmış olan bu
virüsler,…………18
…….yalnızca düşünsel
enerjilerimizi emen, onlarla daha yüksek düşünce ürünleri
üretmemize engel olan ögeler değildir.Bunlar, gündelik yaşamımızdan devlet idaresine
kadar geniş bir alana etkileri olan, çoğu olumsuzluğun içine ana ya
da yardımcı madde olarak karışmış unsurlardır.19
Resmî bir bayram tatili ile hafta tatili arasına
sıkışmış 1 günlük bir çalışma gününü “idari izin” saymayı makul
gören binlerce memur ve idare,………..20
“idare et” adlı düşünsel virüsün yaşamı
kolaylaştırıcılığından yararlanmaktadır.21
Tüm ülke hizmeti için kullanması gereken
kaynakları, seçilmiş olduğu il için kullanan bir bakan ve o ildeki
yurttaşlar,…22
…….bu defa “ama o bizim hemşehrimiz”
virüsünü kullanmaktadır.23
Sabancı cinayeti içinde rol alan kızın güvenlik
açısından fazla irdelenmeden işe alınmasındaki neden
de….24
……yine bu “ama o bizim hemşehrimiz”
değeridir.25
Sorunlarımızı çözmeye başlamamız, değer
ölçülerimizi berraklaştırmaya, sonra da onları kirleten virüsleri
fark etmeye (ve daha sonra da ayıklamaya) başlamakla mümkündür.
Salı, 16 Ocak 1996.
-
May 25 2012 RESESYON’A TEŞEKKÜRLER !
Ümit kadar iki yanı keskin bıçak yoktur. Yaşamın, bazen çekilmez hale gelen güçlüklerini, felaketlerini hep birşeyler ümit ederek aşarız. Ümit olmasaydı, en küçük güçlükler bile insanları intihara sürükleyebilirdi.
Ama aynı ümitler, birçok fırsatın heba edilmesine de yol açar. Daha iyi bir eş bulmak ümidiyle evlenmemiş bekar, daha iyi bir iş bulmak ümidiyle iş tekliflerini geri çevirmiş işsiz ya da kendiliğinden geçer ümidiyle doktora gitmeyip yatağa düşmüş hastayı o hallere düşüren de yine aynı ümit değil midir?
Bu olumsuzluklara yol açan ümitlerin sönmesi, bu bakımdan insanoğlu için bir şans ya da yeni bir ümit, ama bu defa yüz güldürebilecek bir ümittir.
Ekonomik çöküntülerin olumsuz yanları yanında yeni atılımlara gebe oluşunun nedeni işte bu “yanıltıcı ümitler” in bitişidir.
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik krizin faturaları tabii ki ödenecektir. Bunların keyif verecek bir yanı yoktur. Ama, bir uzun rüyadan uyanıp gerçeklerin soğuk yüzüyle karşılaşmanın verdiği bir güven hazzı da yok mudur?
Evet, artık aklı başında olanları yıllardır korkutan “üretmeden tüketme” rüyası bitmek üzeredir. Bitmek “üzeredir”, çünkü hala tam bitmemiştir ve işin kötü yanı da burasıdır.
Hala, filan ülkeden gelebilecek bir borç, fişmanca borsada satılacak devlet garantili tahvil vs’nin uyuşturuculuğu altında, hala aynı imkansız rüyayı sürdürme peşinde olanlar ya da buna inananlar bulunabilir. O ümitler de tükendiği gün, toplumumuz gerçek sağlığına kavuşma şansını elde etmiş sayılmalıdır.
“The Day After”da ne yapılmak gerektiğine gelince;
İlk yapılması gereken, bizleri bu rüyaya sürükleyen anlayışların derin beton çukurlara gömülmesi ve bir nükleer artık gibi hiçbir yolla tekrar yaşam zincirimize girmeyeceğine emin olunmasıdır.
Çünkü bu yapılmadığı takdirde, aynı rüyanın tekrar gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Zira o filmi tekrar tekrar oynatmak isteyenlerin bulunacağından kimsenin şüphesi bulunmamalıdır.
-
May 25 2012 Perşembe, 15 Ağustos 2002
Değerli dostlarım,
Bu kişisel mektubu, aşağıda açıklayacağım konu ile Türkiye’nin sorunlar yumağının sıkı ilişkisini doğru takdir edebilecek, sonra da gereklerini yapabilecek kişilere hitaben yazıyorum.
Oldukça uzun bir süreden-1994’den- bu yana, Ezbersiz Eğitim adı altında haberdar olduğunuzu tahmin ettiğim proje üzerinde, BEYAZ NOKTA® VAKFI şapkasıyla çalışıyorum.
Ezbersiz Eğitim başlangıçta yalnızca, eğitim hayatımıza -birkaç yüzyıldan beri- musallat olmuş olan ve “büyük olarak nitelediği kişi ve kurumların öğretilerini sorgulamadan benimsemek” hastalığı ile mücadeleyi, bu hastalığın dondurduğu “merakı ve onun doğal uzantısı olan sorgulamayı” tekrar canlandırmayı amaçlamış bir proje idi.
Kısa bir süre içinde hastalığın sadece bu “aklı dışlayıp kalben benimseme1″ ile sınırlı olmadığı, eğitim sürecinin her yanını -bir tümörün metastazları gibi- sardığı ortaya çıktı.
Bu noktadan itibaren de Ezbersiz Eğitim projesi -adını yine koruyarak-, müfredat tasarımından sınav sistemine, kendi kendine öğrenmeden akreditasyon sistemine kadar öğeleri içeren bütünleşik bir hale kavuştu. Bunun, bugünkü eğitim sisteminin gerçekçi bir alternatifi olduğunu söyleyebilirim.
Muhtemelen tahmin edebileceğiniz gibi, böyle bir sistemin karşısındaki direnç sistem dışından değil, o sistemi tasarlayan, yöneten, uygulayan ve hattâ kısmen de olsa bizzat o sistemden zarar görenlerden (öğrenciler ve velileri) geliyor.
Bu gözleme dayanarak bizler de Ezbersiz Eğitim projesinin ya hep ya hiç şeklinde savunulmasını terkedip, yerine, zamanına, hedef kitlesinin durumuna göre uygun olan parçalarının2 yerleşmesi yönünde çaba harcamaya başladık.
İşte, bu mektubumda size sözünü edeceğim parça, bu modüllerden bir tanesidir ve Türkiye’mizin bugün geldiği noktada kritik bir önem taşımaktadır. Bu, öğretme yerine öğrenme ya da kamuoyuna sunulacak adı ile Kişisel Gelişim Platformumodülüdür.
Gerek okul kurumu, gerekse onun dışındaki yaşam çevreleri, çocuk ve gençlerimizin doğuştan sahip oldukları bazı yeteneklerinin donmasına sebep oluyor. Donan bu yetenekler, yaşamın güçlükleriyle bizzat mücadele etmek, kalıtsal miras olarak sahip olduğu yetenekleri bu yolda harekete geçirebilmek kabiliyetleridir.
Bu doğal yeteneklerin başında da “öğrenme” gelmektedir. Öyle bir “öğrenme” ki, yaşamının her saniyesindeki her durumdan -iyi ya da kötü- ders almak ve bu yolla ana programı olan yaşamını sürdürme (survival) programına sadık kalmak.
(1)Kalben benimseme = yürektenlik (Türkçe) = by heart (İng.) = par coeur (Fr.), ezber (Fars.)
(2)Ezbersiz Eğitim projesinin modülleri şunlardır: Ezbersizlik, öğretme yerine öğrenme, senaryo temellilik, gelişkin Türkçe, derin algılamaya dayalı yabancı dil, gözetimsiz sınav (onur sistemi), doğrulama (akriditasyon sistemi).
Bu ana program,
“ihtiyaçlarının karşılanması senin değil çevrendekilerin
sorumluluğudur; sen sadece isteyebilir ya da şikâyet edebilirsin;
zaten istesen de bir şey yapamazsın” mesajlarıyla
donmaktadır.Aslında bu donma da, onun
olağanüstü öğrenme yeteneğinin bir sonucudur. Çevresindeki, güven
duyması gerektiği öğretilen kişi ve kurumların bu örtülü
mesajlarını -ki açık mesajlar tam tersine olsa dahi- süratle
almakta ve ana programını ona göre değiştirmektedir.Bazı küçük sorumluluklar
taşıyabileceği ilk çocukluk yıllarından itibaren, ihtiyaçları
çevresindekilerce karşılanmış -ya da karşılanması gerektiği telkin
edilmiş- olan çocuk, hayata atılması gereken yıllara geldiğinde iş
bulmayı da kendi dışındakilerin bir sorumluluğu olarak
görmektedir.Çocuk ve gençlerimiz
genelde:·
çevrelerinin
hangi uzaklıklara kadar uzandığını anlamaya çalışmak,·
o çevrelerin
iş iklimlerini incelemek,·
o iklimlerin
gerektirdiği bilgi-beceri-tutum-davranışların neler olduklarını
incelemek,·
onları
kazanmaları gerektiğini idrak etmek,·
arzuları ve
gerçeklerin her zaman bağdaşmayabileceğini anlamakgibi yükümlülüklerini
üstlenmek yerine sadece istemekte ve de şikâyet etmektedirler. Buna
“öğrenilmiş çaresizlik” de denilebilir.
İşte Kişisel Gelişim
Platformu (kısaca KiGeP) olarak adlandırılan
program, gençlerin çevrelerine bir sanal duvar gibi örülmüş bulunan
bu çaresizliği yıkarak, yaradılışlarının onlara vermiş olduğu doğal
yeteneklerin harekete geçmesine imkân yaratmayı
amaçlamaktadır.Söz
konusu platform, bir dizi parçadan oluşuyor. Şöyle ki:1.
Aşağıdaki
modüllerden oluşan, 2 tam günlük bir
seminer:1.1.
Modül
1 –
Kişilerde farkındalık yaratmaya ve içlerindeki potansiyelleri
harekete geçirmeye yardımcı olabilecek 10 adet sunum ve sunumlar
üzerinde tartışmalar:1.1.1.
Sunum 1 –
KiGeP genel tanıtımı1.1.2.
Sunum 2 –
Platformun neler kazandırabileceğinin açıklaması1.1.3.
Sunum 3
– Kişinin, kontrolunu, kader rüzgârlarından kendi ellerine
alabileceği1.1.4.
Sunum 4 –
Olumluluğun başlı başına bir güç olduğu1.1.5.
Sunum 5 – Tüm
yaşamın sadece öğrenmeden ibaret olduğu1.1.6.
Sunum 6 –
Zihinsel zincirlerimizin düşünce ve eylemlerimizi nasıl
sınırladığı1.1.7.
Sunum 7 –
Doğru sorulacak soruların aslında aranılan yanıtlar
olduğu1.1.8.
Sunum 8 –
Çevremizin öğrenme imkânlarıyla dolu olduğu1.1.9.
Sunum 9 –
Aslında her sonucu bizim tercih ettiğimiz1.1.10.
Sunum 10-
Amaçlarımızı gerçekleştirmek üzere bir Bireysel Öğrenme Plânının
nasıl hazırlanabileceği1.2.
Modül
2 –
Kişilerin, çevrelerindeki duvarların sınırlarını farketmelerine
yardımcı olabilecek bazı testler:1.2.1.
Öğrenme stili
testi (görsel, işitsel, dokunsal-kinestetik stillerin
ağırlıkları)1.2.2.
Çoklu zekâ
profili (MI) (matematik-lojik, görsel, sözel, kinestetik, içe
dönük, ilişkiye dönük, müzik, doğa, felsefe zekâlarının
ağırlıkları)1.2.3.
Girişimcilik
özellikleri1.2.4.
ADD
(Attention Deficit Disorder) (Dikkat Dağınıklığı) sorununun
düzeyi1.2.5.
Zaman
kullanımı konusundaki varsayımlarının doğruluğu1.3.
Modül
3 –
Modül 1 ve 2’yi kullanarak, kişilerin kendileri için
belirleyecekleri:–
İş
bulma,–
Bir mal ve/ya
hizmet üretimi yapıp onu satmaya dayalı olarak kendi hesabına
çalışma,–
Bir ek gelir
yaratabilecek bir faaliyeti organize etmeyolunda
belirleyecekleri hedeflerini gerçekleştirmek üzere birer
Bireysel
Öğrenme Plânı hazırlamaları2.
Bilgi
kaynaklarının adreslerini, internet erişimini sağlayan
bilgisayarları, bazı referans dokümanlarını, mentor adreslerini,
daha önce KiGeP’ten yararlanmış olanlarla ilişki kurabilmek için
onların iletişim bilgilerini, görsel ve işitsel öğrenme
malzemelerini izleyebilecek donanımı ve benzer malzemeyi içeren
bir Öğrenme Kaynakları
Merkezi.3.
Benzer
öğrenme amaçları bulunan kişilerin oluşturdukları Öğrenme
Çemberleri (Learning Circles)
oluşturulması,4.
KiGeP
katılımcılarına mentorluk yapmayı kabul eden kişilerden oluşan
bir Mentor Grubu,5.
KiGeP
katılımcılarının yararlanabileceği imkânlar için yapılmış
anlaşmalar. Örneğin:5.1.
Düzenleyeceği
eğitim faaliyetlerinden KiGeP katılımcılarının belirli bir
kontenjanla yararlanmasına izin veren kurumlarla yapılan
anlaşmalar,5.2.
Bilgi
kaynaklarından (basılı, görsel, işitsel, elektronik, web)
yararlandırmayı kabul eden kurumlarla yapılan
anlaşmalar,5.3.
Mesaisinin
tamamından yararlanılmayan uzman personeli bulunan kurumlarla
yapılan “uzman personel yararlandırma” anlaşmaları,5.4.
Fiziki
imkânlarından (konferans salonu, toplantı salonu, sosyal tesisler,
kütüphane vbg) yararlandırmayı kabul eden kurumlarla yapılan
anlaşmalar,5.5.
İstihdam
ihtiyaçlarından KiGeP katılımcılarını öncelikli olarak
yararlandırmayı kabul eden kurumlarla yapılan
anlaşmalar,5.6.
Özel belge
havuzundan yararlandırmayı kabul eden kişilerle yapılan
anlaşmalar.Şu ana kadar, bu platformun
yukarıda sayılan parçaları hazırlandı ve 2 grup gençle de test
edildi. Her ikisinden de oldukça iyi sonuçlar alındı.Ayrıca, bu platformları Türkiye’nin
herhangi bir yerinde oluşturabilecek az sayıda da kolaylaştırıcı
(moderatör) yetiştirildi.Şimdi sıra, bu platformların
çoğaltılmasına geldi. Bunu 2 şekilde yapmayı
düşünüyoruz:(1)
Yetiştirdiğimiz moderatörler
aracılığıyla oluşturulacak yeni platformlar,(2)
Bu know-how’ı
kullanmak isteyen gönüllü, akademik ve/ya ticari kuruluşlar ile
birer İmtiyaz Anlaşması (franchising)
yaparak.Gördüğünüz gibi Türkiye’deki
eğitimli gençlerin işsizliği ile başa çıkabilecek bir proje sessiz
sedasız hayata geçiyor. Üstelik, her yöremizde mevcut olduğunu
bildiğimiz önder kişi veya kuruluşlara, projeyi kendi yörelerinde
-ve de kendi özgün imkân ve ihtiyaçlarına uygun olarak- tekrarlama
olanağını da sunarak..Bu projenin, yukarıdaki yolların
ikisini de kullanarak yaygınlaştırılması için maddi desteğe
ihtiyacımız var.Toplumumuz, sorunlarına çare
olabileceğine inandığı projelere dişinden tırnağından kesip destek
oluyor. Bütün mesele, bu sorunlara gerçekten çare olabilecek
projeler üretebilmekte.Bu desteğin harekete
geçirilebilmesi için reklâm kanallarını kontrol edebilecek maddi ya
da bir tür öz-güce sahip değiliz. Bunu ancak sizler aracılığıyla
yapabiliriz.Şimdi sizlerden isteğim, bu
“gerçekçi” projeyi sahiplenmenizdir. Bu deyimle, bu konuda bir yazı
yazmanın ya da programınızda bahsetmenin ötesini kastediyorum.
Çünkü gördüğünüz gibi, projeyi bir vakfın projesi olarak değil,
isteyen her kuruluşun -özüne sadık kalarak- alıp uygulayabileceği
halde sunuyoruz. Dolayısıyla, kamuoyunun harekete geçmesinin
güçlüğünü en iyi bilen kişiler olarak sizden projeyi sahiplenmenizi
bunun için istiyorum.Göstereceğinize inandığım
desteğiniz için şimdiden teşekkür ediyorum.M.Tınaz Titiz
-
May 25 2012 ORTAK AKIL GRUPLARINCA ÜRETİLEN DÜŞÜNCELERİN
“ARDIŞIK ZENGİNLEŞTİRİLMESİ-ArZe”
(v. 0.0 – 11.9.02)
Özet
Herhangi bir konuda fikir üretmek üzere bir araya gelip ortak aklı arayan çalışma gruplarında en sık rastlanan sorun, üretilen düşüncelerin değerlerinin artırılmasındadır. Gruptaki katılımcı sayısı az iken, ortaya atılan fikir sayısı ve o fikirlerin katma değerlerinin artmasına yol açabilecek önerilerin sayısı sınırlı iken, daha kalabalık gruplarda bu defa farklı bir sorun ortaya çıkmakta, katılımcıların büyük bir bölümü sessiz kalabilmektedir.
Ardışık Zenginleştirme yöntemi bu soruna bir ölçüde çözüm getirmek üzere önerilmektedir. Metodun özü, çalışma grubunda ortaya atılan bir “ilk yanıt”ın değerinin, 6 adımlı bir sürecin her bir adımında ardışık olarak artırılmasıdır. Bu sürecin kritik parçasını oluşturan “zenginleştirme” ise, bir düşünce içindeki açık ve/ya saklı yargıların kanıtlarının ortaya konulması ve bunun ardışık olarak tekrarlanarak ya “aşikâr” duruma gelinmesi ya da o yargıdan vazgeçilmesidir. Sonuçta varılmak istenen, tüm yargıların destekli (supported) hale gelmesidir.
Yöntemi oluşturan 6 adım şunlardır:
Adım 1- Soruya ortak akılla bir yanıt –ilk yanıt– bulunup bir metin halinde yazılır.
Adım 2- Yanıt içindeki her açık veya saklı yargı için kanıt sorulur (örn. “bundan nasıl emin olabiliyorsun?” veya “nereden biliyorsun?” veya “…alternatifi olmaz mı?” gibi).
Adım 3- Bu kanıt isteklerine ayrı ayrı yanıtlar verilip, bunlara göre metinde uygun yerlerde düzeltme ve/ya ekleme-çıkarmalar yapılır.
Adım 4- Verilen yanıtlar içinde, tekrar kanıt sorulmaya gerek olmayanlar ayrılır; kanıt istenenler için ise itiraz noktaları açıklanır.
Adım 5- Kanıt istenilenler için bu döngü 5 defa tekrarlanmasına rağmen halâ kanıt gerektiren yanıtlardan vazgeçilir, tekrar sayısı henüz 5’e varmayan yanıtlar için ise Adım 3’e dönülür. Tüm yanıtlara verilen kanıtlar tatminkâr görülüyorsa yanıt-kanıt süreci durdurulur. Üzerinde ekleme-çıkarma ve/ya düzeltmeler yapılan yanıt metni ilk haline göre zenginleştirilmiş olacaktır.
Adım 6- Katma değeri nisbeten düşük bilgiler, yargılar, tekrarlar vbg sözcük, cümle veya bölümler metinden çıkarılarak ve metni daha anlaşılabilir ve uygulanabilir kılabilecek eklemeler yapılarak daha da zenginleştirilir.
ArZe YÖNTEMİ İÇİN ÖRNEK UYGULAMA
Bu yöntem, rastgele ele alınan bir örnek soru ve o soruya verilen yanıt üzerinde aşağıdaki şekilde uygulanmaktadır.
Örnek soru: Gelecek bizden eğitim alanında ne bekliyor?
Adım 1- “İlk yanıt” içeren metin: Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim sistemi kurmamızı bekliyor. Bu, herkes tarafından benimsenen bir istek olmasına karşın, sorunların doğru tanımlanamayışı, doğru tanımlananlar için ise doğru çözümler geliştirilemeyişi ve/ya uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem kurulup işletilememektedir.
Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri keşfedip bunları gidermektir.
Adım 2- İlk yanıt içindeki açık / saklı yargılar:
a. Kaynaklarımız kıtlaşmaktadır (açık yargı)
b. Nüfusumuz artmaktadır (açık yargı)
c. Nüfus artışı için üretim gerekir (saklı yargı)
d. Üretim sürdürülebilir olmalıdır (saklı yargı)
e. Üretimin temel girdisi, insan niteliğimizin düzeyidir (açık yargı)
f. Eğitim sistemimiz gereken nitelikleri kazandırabilecek düzeyde değildir (saklı yargı)
g. Eğitim sistemimizin sorunlarından birisi, sorunları doğru tanımlayamayışıdır (açık yargı).
h. Eğitim sistemimizin bir diğer sorunu ise doğru tanımlanmış sorunlara dahi doğru çözümler üretilemeyişidir (açık yargı).
i. Eğitim sistemimizin bir başka sorunu ise doğru tanımlanan sorunlar için geliştirilen doğru çözümlerin kimi nedenlerle uygulanamayışıdır (açık yargı).
j. Halen sorunları ve çözümleri bildiğimize inanıyoruz; bu inancımız ise daha derinlikli bakışları engellemektedir (saklı yargı).
Adım 3- Bu yargılar için kanıtlar:
a. Maden rezervlerimizin, bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği istatistiklerden görünüyor.
Doğanın kendi de bir kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta, yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.
Hava kirliliği ise önceleri sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de ortaya çıkmıştır.
Buna göre, doğal kaynaklarımızın hemen hepsinin kıtlaştığı doğru bir yargıdır.
İnsangücü kaynaklarımızın niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.
b. Nüfus istatistiklerine göre yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.
c. Artan nüfusa paralel olarak üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.
d. Mal ve hizmet üretimlerinin kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa kaynaklar tükenecektir.
e. Üretimin girdileri içinde para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte, insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu görülecektir.
f. Uluslararası istatistikler, genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor.
g. İnternette yapılan bir Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme, öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak algılanan sorun pek yoktur.
h. Bir kısım sorunlar ise doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.
i. Doğru tanımlanıp doğru çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru uygulanamamaktadır.
j. Bugüne kadar eğitim sınıfının çeşitli alanlarından -bürokratik, politik, akademik- gelen mesajların çok büyük çoğunluğu, sorunları ve çözümleri bildiğini iddia etmekte, tek eksiğin yaptırım gücü olduğunu savunmaktadır. Sorunların, görünenlerden farklı olduğu kuşkusunu taşıyana rastlamak epey güçtür.
Adım 4- Tekrar kanıt sorulmaya ihtiyaç olmayacak yanıtların ayrılması, diğerleri için itirazların açıklanması:
Tekrar kanıt aranmasına gerek olmayan yanıtlar olarak b, c, d, e, g, h ve i değerlendirilmektedir. (a), (f) ve (j) için ise şu itirazlar yapılmaktadır:
(a) yanıtı açısından itiraz: Türkiye’nin iç kaynaklarının bir kısmında -özellikle yenilenemez doğal kaynaklarda- azalma olduğu doğru olmasına rağmen, teknolojideki gelişmeler nedeniyle giderek önem kazanan rüzgar ve güneş enerjisi gibi kaynaklarda ise bir azalma söz konusu değildir. Diğer yandan insangücü kaynağımızda ise niceliksel bir azalma söz konusu değildir. Bunlar için ek kanıtlar gösterilmesi veya bu açıklamaları yer verilmesi ya da bu açıklamalara katılınmıyor ise bu yanıtlardan vazgeçilmesi önerilir.
(f) yanıtı açısından itiraz: İhtiyaç olan mal ve hizmet üretimini yapabilecek nitelikte insangücüne sahip olmayışımızın başlıca nedeninin, eğitim sistemimizdeki yetersizlik olduğu yolunda ek kanıtlara ihtiyaç vardır.
(j) yanıtı açısından itiraz: Buradaki iddia desteklenmemiştir. Bazı gözlemler bu iddiayı destekliyor olabilir, ancak bu, genelleme için yeterli sayılmamalıdır. Ya yeni kanıt verilmeli ya da iddiadan vazgeçilmelidir.
Adım 5- Geri dönüş veya sonlandırma:
(a) ve (f) yanıtları için tekrar kanıtlar istendiği için Adım 3’e dönülecektir. Geri kalan yanıtlar ise tatminkâr bulunmuş olup yanıt-kanıt süreci sonlandırılacaktır.
Adım 3- (a), (f) ve (j) şıkları için tekrar yanıtlar:
a. Şimdilerde gündeme gelmekte bulunan yenilenebilir enerji kaynaklarının varlığı doğrudur ve “kaynaklarımız kıtalmaktadır” genellemesinin hemen yanında yer verilmelidir.
İnsangücü kaynaklarımızdaki niceliksel artış ise, ihtiyacın karşılanmasında ikinci derecede önem taşımaktadır. Birincil öncelik nicelikte değil niteliktedir. Dolayısıyla ilk yargı doğrudur.
f. OECD istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy Analysis 1998, Education Database). Bu kanıt dahi tek başına yeterli görülmektedir.
j. Bireysel gözlemlerin dışında bu iddiayı kanıtlayabilecek bir bilgi mevcut olmadığı için bu yanıttan vazgeçilmektedir.
Adım 4- (a) ve (f) için verilen ek yanıt tatminkâr bulunmuş, (j) içinse bulunmamış ve metinden çıkarılmıştır.
Adım 5- Yanıt-kanıt süreci durdurulmaktadır. Adım 1’de ortaya konulan metnin ilk hali ve zenginleştirilmiş halleri aşağıda karşılaştırmalı olarak verilmiştir.
Adım 6- Karşılaştırmalı olarak verilen metin adım adım rafine edilerek aynı tabloda yanyana sütunlar biçiminde gösterilmiştir.
ARDIŞIK OLARAK
ZENGİNLEŞTİRİLEN METİNİlk yanıt
1inci zenginleştirme
2nci zenginleştirme
3ncü zenginleştirme
4ncü zenginleştirme
Örnek
soru: Gelecek bizden eğitim alanında ne bekliyor?“İlk
yanıt”: Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun gereksinimleri
doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime dönüştürebilecek insan
kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim sistemi kurmamızı
bekliyor.Bu,
herkes tarafından benimsenen bir istek olmasına karşın, sorunların
doğru tanımlanamayışı, doğru tanımlananlar için ise doğru çözümler
geliştirilemeyişi ve/ya uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem
kurulup işletilememektedir.Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli
beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler
geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri
keşfedip bunları gidermektir.Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun
gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime
dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim
sistemi kurmamızı bekliyor.Bu, herkes tarafından benimsenen bir istek
olmasına karşın, sorunların doğru tanımlanamayışı, doğru
tanımlananlar için ise doğru çözümler geliştirilemeyişi ve/ya
uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem kurulup
işletilememektedir.Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli
beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler
geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri
keşfedip bunları gidermektir. Çünkü:a.
Maden rezervlerimizin,
bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği
istatistiklerden görünüyor.Doğanın kendi de bir
kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta,
yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su
ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.Hava kirliliği ise önceleri
sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun
ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de ortaya
çıkmıştır. Buna göre, doğal kaynaklarımızın hemen hepsinin
kıtlaştığı doğru bir yargıdır.İnsangücü kaynaklarımızın
niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.b.
Nüfus istatistiklerine göre
yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.c.
Artan nüfusa paralel olarak
üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.d.
Mal ve hizmet üretimlerinin
kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine
alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa
kaynaklar tükenecektir.e.
Üretimin girdileri içinde
para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte,
insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve
nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu
görülecektir.f.
Uluslararası istatistikler,
genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor.g.
İnternette yapılan bir
Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim
sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme,
öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak
algılanan sorun pek yoktur.h.
Bir kısım sorunlar ise
doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede
sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile
yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak
buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı
gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.i.
Doğru tanımlanıp doğru
çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik
yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde
kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru
uygulanamamaktadır.j.
Bugüne kadar eğitim
sınıfının çeşitli alanlarından -bürokratik, politik, akademik-
gelen mesajların çok büyük çoğunluğu, sorunları ve çözümleri
bildiğini iddia etmekte, tek eksiğin yaptırım gücü olduğunu
savunmaktadır. Sorunların, görünenlerden farklı olduğu kuşkusunu
taşıyana rastlamak epey güçtür.Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun
gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime
dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim
sistemi kurmamızı bekliyor.Geleceğin bizden en önemli beklentisi, sorunları
doğru tanımlayamamak, doğru çözümler geliştirememek ve bunları
uygulayamamanın altındaki nedenleri keşfedip bunları
gidermektir.Çünkü:
a.
Maden rezervlerimizin,
bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği
istatistiklerden görünüyor.Doğanın kendi de bir
kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta,
yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su
ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.Hava kirliliği ise önceleri
sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun
ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de ortaya
çıkmıştır.Buna göre, doğal
kaynaklarımızın hemen hepsinin kıtlaştığı doğru bir
yargıdır.İnsangücü kaynaklarımızın
niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.Diğer yandan, Türkiye’nin
iç kaynaklarının bir kısmında -özellikle yenilenemez doğal
kaynaklarda- azalma olmasına rağmen, teknolojideki gelişmeler
nedeniyle giderek önem kazanan rüzgar ve güneş enerjisi gibi
kaynaklarda ise bir azalma söz konusu değildir. Diğer yandan
insangücü kaynağımızda da niceliksel bir azalma söz konusu
değildir.b.
Nüfus istatistiklerine göre
yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.c.
Artan nüfusa paralel olarak
üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.d.
Mal ve hizmet üretimlerinin
kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine
alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa
kaynaklar tükenecektir.e.
Üretimin girdileri içinde
para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte,
insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve
nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu
görülecektir.f.
Uluslararası istatistikler,
genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor. OECD
istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi ilköğretim terk olan
gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy
Analysis 1998, Education Database). Bu kanıt dahi tek başına
yeterli görülmektedir.g.
İnternette yapılan bir
Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim
sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme,
öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak
algılanan sorun pek yoktur.h.
Bir kısım sorunlar ise
doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede
sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile
yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak
buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı
gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.i.
Doğru tanımlanıp doğru
çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik
yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde
kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru
uygulanamamaktadır.Gelecek, kıtlaşan kaynaklarımızı, artan
nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde
üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir
eğitim sistemi kurmamızı bekliyor.Çünkü:
En önemli kaynaklarımızdan sayılmak gereken
insangücü kaynaklarımızdaki niceliksel gelişmeye karşın
niteliklerdeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.Giderek kıtlaşan kaynakları daha etkili ve
verimli kullanabilmek, yeni teknolojileri iyi kullanıp geliştirerek
yenilenebilir kaynakları devreye sokabilmek için ise, gençlerimizi
gereken niteliklerle donatabilmek zorundayız.Uluslararası istatistikler, genç nüfusu eğitmekte
başarısız olduğumuzu gösteriyor. OECD istatistiklerine göre, en
yüksek eğitimi ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en
yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy Analysis 1998, Education
Database).“Eğitimin gerçek sorunları”, eğitim sınıfının
üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
örtüşebilmektedir.Doğru
tanımlanabilen sorunlara ise çözüm geliştirmede sorunlar
vardır.Doğru
tanımlanıp doğru çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da
parçalanmış bürokratik yapı, sık değişen kadrolar, kamu
hiyerarşisinin derinliğinde kaybolan denetim etkinliği vbg
nedenlerle uygulanamamaktadır.Bu
tablo altında, gelecek bizlerden, sorunları doğru tanımlayamamak,
doğru çözümler geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki
nedenleri keşfedip bunları gidermemizi bekliyor. Bunun için de,
konulara sistem yaklaşımı içinde bakabilmemiz ve tüm paydaşları
içine alabilen ağlar (networks) yoluyla tanım, çözüm ve eylem
üretebilmemiz gerekiyor.Gelecek, kıtlaşan kaynaklarımızı, artan
nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde
üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir
eğitim sistemi kurmamızı bekliyor.Çünkü:
insangücü kaynaklarımızın niteliklerindeki iyileşme ihtiyacın
gerisindedir.Kıtlaşan kaynakları etkili ve verimli
kullanabilmek, yeni teknolojileri iyi kullanıp geliştirerek
yenilenebilir kaynakları kullanabilmek için, gençlerimizi gereken
niteliklerle donatabilmeliyiz.İstatistikler, bu konudaki başarısızlığımızı
kanıtlıyor. OECD istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi
ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke
Türkiye’dir.“Eğitimin gerçek sorunları”, eğitim sınıfının
üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
örtüşebilmektedir.Sorun
tanımlamada olduğu gibi, tanımlanmış sorunlara çözüm geliştirmede
ya da o çözümleri uygulamada sorunlar vardır. Ve bunların hepsi
insan niteliklerimizle doğrudan bağlantılıdır.Bu
tablo altında, gelecek bizlerden, bu sorunların altındaki nedenleri
keşfedip bunları gidermemizi bekliyor.Bunun
için de, konulara sistem
yaklaşımı içinde
bakabilmemiz ve tüm paydaşları içine alabilen ağlar
(networks) yoluyla
tanım, çözüm ve eylem üretebilmemiz gerekiyor.Bu
yolda ilk adım, bu resmi iyi görebilmeye çalışmak
olmalıdır.ARDIŞIK OLARAK
ZENGİNLEŞTİRİLEN METİNİlk yanıt
1inci zenginleştirme
2nci zenginleştirme
3ncü zenginleştirme
4ncü zenginleştirme
Örnek
soru: Gelecek bizden eğitim alanında ne bekliyor?“İlk
yanıt”: Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun gereksinimleri
doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime dönüştürebilecek insan
kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim sistemi kurmamızı
bekliyor.Bu,
herkes tarafından benimsenen bir istek olmasına karşın, sorunların
doğru tanımlanamayışı, doğru tanımlananlar için ise doğru çözümler
geliştirilemeyişi ve/ya uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem
kurulup işletilememektedir.Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli
beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler
geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri
keşfedip bunları gidermektir.Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun
gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime
dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim
sistemi kurmamızı bekliyor.Bu, herkes tarafından benimsenen bir istek
olmasına karşın, sorunların doğru tanımlanamayışı, doğru
tanımlananlar için ise doğru çözümler geliştirilemeyişi ve/ya
uygulanamayışı nedenleriyle gereken sistem kurulup
işletilememektedir.Dolayısıyla geleceğin bizden en önemli
beklentisi, sorunları doğru tanımlayamamak, doğru çözümler
geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki nedenleri
keşfedip bunları gidermektir. Çünkü:a.
Maden rezervlerimizin,
bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği
istatistiklerden görünüyor.Doğanın kendi de bir
kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta,
yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su
ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.Hava kirliliği ise önceleri
sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun
ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de ortaya
çıkmıştır. Buna göre, doğal kaynaklarımızın hemen hepsinin
kıtlaştığı doğru bir yargıdır.İnsangücü kaynaklarımızın
niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.b.
Nüfus istatistiklerine göre
yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.c.
Artan nüfusa paralel olarak
üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.d.
Mal ve hizmet üretimlerinin
kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine
alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa
kaynaklar tükenecektir.e.
Üretimin girdileri içinde
para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte,
insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve
nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu
görülecektir.f.
Uluslararası istatistikler,
genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor.g.
İnternette yapılan bir
Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim
sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme,
öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak
algılanan sorun pek yoktur.h.
Bir kısım sorunlar ise
doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede
sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile
yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak
buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı
gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.i.
Doğru tanımlanıp doğru
çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik
yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde
kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru
uygulanamamaktadır.j.
Bugüne kadar eğitim
sınıfının çeşitli alanlarından -bürokratik, politik, akademik-
gelen mesajların çok büyük çoğunluğu, sorunları ve çözümleri
bildiğini iddia etmekte, tek eksiğin yaptırım gücü olduğunu
savunmaktadır. Sorunların, görünenlerden farklı olduğu kuşkusunu
taşıyana rastlamak epey güçtür.Kıtlaşan kaynaklarımızı, artan nüfusumuzun
gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde üretime
dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir eğitim
sistemi kurmamızı bekliyor.Geleceğin bizden en önemli beklentisi, sorunları
doğru tanımlayamamak, doğru çözümler geliştirememek ve bunları
uygulayamamanın altındaki nedenleri keşfedip bunları
gidermektir.Çünkü:
a.
Maden rezervlerimizin,
bugünkü üretim trendleriyle, görünür gelecekte tükeneceği
istatistiklerden görünüyor.Doğanın kendi de bir
kaynaktır ve o da giderek kirlenmektedir. Topraklar tuzlanmakta,
yeraltı su kaynaklarımız kirlenmekte, denizlerimiz kirlenmekte, su
ürünleri de bunlara bağlı olarak azalmaktadır.Hava kirliliği ise önceleri
sadece sanayi yörelerinde var iken, şimdilerde, artan nüfusun
ısınma ihtiyaçları nedeniyle küçük yörelerde de ortaya
çıkmıştır.Buna göre, doğal
kaynaklarımızın hemen hepsinin kıtlaştığı doğru bir
yargıdır.İnsangücü kaynaklarımızın
niteliklerindeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.Diğer yandan, Türkiye’nin
iç kaynaklarının bir kısmında -özellikle yenilenemez doğal
kaynaklarda- azalma olmasına rağmen, teknolojideki gelişmeler
nedeniyle giderek önem kazanan rüzgar ve güneş enerjisi gibi
kaynaklarda ise bir azalma söz konusu değildir. Diğer yandan
insangücü kaynağımızda da niceliksel bir azalma söz konusu
değildir.b.
Nüfus istatistiklerine göre
yıllık nüfus artışı %1.6-1.8 civarındadır.c.
Artan nüfusa paralel olarak
üretim artmaz ise refah düzeyi düşecektir.d.
Mal ve hizmet üretimlerinin
kullandığı kaynakların kendini yenileyebilme ve/ya yerlerine
alternatiflerinin konulabilme hızı üretime paralel olmazsa
kaynaklar tükenecektir.e.
Üretimin girdileri içinde
para, malzeme, makine, pazarlama, yönetim bulunmakla birlikte,
insangücü bunlardan daha da önemlidir. İnsangücü ise nicelik ve
nitelik olarak değerlendirildiğinde, niteliğin daha önemli olduğu
görülecektir.f.
Uluslararası istatistikler,
genç nüfusu eğitmekte başarısız olduğumuzu gösteriyor. OECD
istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi ilköğretim terk olan
gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy
Analysis 1998, Education Database). Bu kanıt dahi tek başına
yeterli görülmektedir.g.
İnternette yapılan bir
Delphi çalışmasında belirlenen “eğitimin sorunları”, eğitim
sınıfının üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
örtüşebilmektedir. Okullaşma oranı, üniversiteye yerleştirme,
öğretmen ücretleri gibi birkaç sorunun dışında ciddi sorun olarak
algılanan sorun pek yoktur.h.
Bir kısım sorunlar ise
doğru tanımlanmıştır. Bu defa da bunlara çözüm geliştirmede
sorunlar vardır. Örneğin, öğrencilerin aşırı ders yükü ile
yüklenmiş olmaları eğitim sınıfınca tanımlanmış bir sorundur. Ancak
buna nasıl çare bulunacağı konusunda doğru bir yaklaşım olmadığı
gibi her geçen gün ek yükler gündeme gelmektedir.i.
Doğru tanımlanıp doğru
çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da parçalanmış bürokratik
yapı, sık değişen kadrolar, kamu hiyerarşisinin derinliğinde
kaybolan denetim etkinliği vbg nedenlerle doğru
uygulanamamaktadır.Gelecek, kıtlaşan kaynaklarımızı, artan
nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde
üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir
eğitim sistemi kurmamızı bekliyor.Çünkü:
En önemli kaynaklarımızdan sayılmak gereken
insangücü kaynaklarımızdaki niceliksel gelişmeye karşın
niteliklerdeki iyileşme ise ihtiyacın gerisindedir.Giderek kıtlaşan kaynakları daha etkili ve
verimli kullanabilmek, yeni teknolojileri iyi kullanıp geliştirerek
yenilenebilir kaynakları devreye sokabilmek için ise, gençlerimizi
gereken niteliklerle donatabilmek zorundayız.Uluslararası istatistikler, genç nüfusu eğitmekte
başarısız olduğumuzu gösteriyor. OECD istatistiklerine göre, en
yüksek eğitimi ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en
yüksek ülke Türkiye’dir. (OECD Policy Analysis 1998, Education
Database).“Eğitimin gerçek sorunları”, eğitim sınıfının
üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
örtüşebilmektedir.Doğru
tanımlanabilen sorunlara ise çözüm geliştirmede sorunlar
vardır.Doğru
tanımlanıp doğru çözüm geliştirilen çözümler ise bu defa da
parçalanmış bürokratik yapı, sık değişen kadrolar, kamu
hiyerarşisinin derinliğinde kaybolan denetim etkinliği vbg
nedenlerle uygulanamamaktadır.Bu
tablo altında, gelecek bizlerden, sorunları doğru tanımlayamamak,
doğru çözümler geliştirememek ve bunları uygulayamamanın altındaki
nedenleri keşfedip bunları gidermemizi bekliyor. Bunun için de,
konulara sistem yaklaşımı içinde bakabilmemiz ve tüm paydaşları
içine alabilen ağlar (networks) yoluyla tanım, çözüm ve eylem
üretebilmemiz gerekiyor.Gelecek, kıtlaşan kaynaklarımızı, artan
nüfusumuzun gereksinimleri doğrultusunda sürdürülebilir biçimde
üretime dönüştürebilecek insan kaynağı niteliklerine sahip bir
eğitim sistemi kurmamızı bekliyor.Çünkü:
insangücü kaynaklarımızın niteliklerindeki iyileşme ihtiyacın
gerisindedir.Kıtlaşan kaynakları etkili ve verimli
kullanabilmek, yeni teknolojileri iyi kullanıp geliştirerek
yenilenebilir kaynakları kullanabilmek için, gençlerimizi gereken
niteliklerle donatabilmeliyiz.İstatistikler, bu konudaki başarısızlığımızı
kanıtlıyor. OECD istatistiklerine göre, en yüksek eğitimi
ilköğretim terk olan gençlerin sayısı açısından en yüksek ülke
Türkiye’dir.“Eğitimin gerçek sorunları”, eğitim sınıfının
üzerinde durduğu sorunlarla ancak küçük bir oranda
örtüşebilmektedir.Sorun
tanımlamada olduğu gibi, tanımlanmış sorunlara çözüm geliştirmede
ya da o çözümleri uygulamada sorunlar vardır. Ve bunların hepsi
insan niteliklerimizle doğrudan bağlantılıdır.Bu
tablo altında, gelecek bizlerden, bu sorunların altındaki nedenleri
keşfedip bunları gidermemizi bekliyor.Bunun
için de, konulara sistem
yaklaşımı içinde
bakabilmemiz ve tüm paydaşları içine alabilen ağlar
(networks) yoluyla
tanım, çözüm ve eylem üretebilmemiz gerekiyor.Bu
yolda ilk adım, bu resmi iyi görebilmeye çalışmak
olmalıdır. -
May 25 2012 GENÇLERE YENİ ROL: DURUM LİDERLİĞİ YA DA DURUM GİRİŞİMCİLİĞİ!
Toplum yaşamının çeşitli kesitlerindeki karmaşıklık düzeyi, kesitler arası etkileşimler ve bunlara bağlı sorunlar giderek artıyor. Her gün bunun bir başka örneğine daha bir diğeri kaybolmadan tanık oluyoruz. İnsanın çevresini giderek daha iyi tanıması, teknoloji kullanımının yaygınlaşması, artan nüfus, kıtalan kaynaklar karşısında bu durumu anlamak kolaydır.
Sorunlarla ilgili taraflar da bunlara karşı çözümler geliştiriyorlar. Bu süreç bütün dünyada hemen hemen böyle işliyor.
Ülkemizde ise ister devlet, ister özel sektör kuruluşları, hattâ isterse gönüllü örgütlenmelerle ilgili olsun, geliştirilen çözümlerin ortak bir yanı, “sorunla ilgili bir birim kurulması” ya da mevcut bir “örgütün büyütülmesi” biçimindedir.
Bir örgütün kurulması ya da büyütülmesi bir akıllıca bir tasarıma dayanıyorsa mesele yoktur. Ama, tasarım kavramının bilincine ne denli az varıldığı, sanayi ürünlerini ucuz yoldan allyıp pullayarak “miş gibi” yapmaya endüstri tasarımı adını vermemizden, üniversitelerde bununla ilgili “birim” kurmamızdan bellidir. Bu nedenle, bu birim kurma ve büyütme eğiliminin kaynağı, sorunu kontrol altına alabilme yolunda başkaca yapacak şeyi bulunmamak’tır.
Bilinç altına yerleşmiş az sayıda dürtünün, üst-bilinçteki birçok davranışı kontrol ettiğini biliyoruz. Emir verme-alma, kesin talimatlar, belirlilik, yön değiştirmeden dümdüz yürümek gibi eğilimlerimiz o denli güçlüdür ki, bunların alt-bilincimize yerleştiği söylenebilir.
Bu dürtüler, bir sorunla karşılaşıldığında derhal harekete geçmekte, hiyerarşik bir yapılanma kurmak ya da var olanı genişletmenin en iyi çözüm olduğuna bizi inandırmaktadır. Hiyerarşik bir yapı, bilinçaltımızdaki “hükmeden ya da hükmedilen olma” dürtümüze en iyi karşılıklardan birisidir.
Bu yargımı biraz abartılı bulanlar, rastgele on kişiyi bir araya getirip bir sorun hakkında tartışsınlar. Tartışma sonunun mutlaka bir baş seçip emir ve komutayı ona bırakmakla biteceğini şimdiden söyleyebilirim. Bunun yerine, “hangi durumda ne yapılacağı”nın tartışılması çok küçük bir olasılıktır.
Hangi ölçekte olursa olsun her sorunun ve çözümlerinin birden fazla tarafı vardır. Bu tarafları bir hiyerarşik yapı içine yerleştirmeye çalışmak, daha başlangıçta, çözümsüzlük yolunda bir adım atmak demektir. Aksine, tarafların her birini “ağın eşit üyeleri” olarak görmek -ki eşit olup olmamaları önemli değildir- çözüm için olumlu ilk adımdır.
Bireysel ve toplumsal yaşam içinde duyu organlarımız aracılığıyla her an onlarca algı topluyor, belleğimizdeki birikimlerle bunları birleştirerek ayrıca da belki yüzlerce sanal duyu oluşturuyoruz.
Böylece oluşan algıları bir hiyerarşi içine yerleştirmeye çalışmaktan vazgeçmek, “ağ tabanlı düşünme biçimi“ne doğru atılacak iyi bir adım olabilir.
Bir sorunu tartışmak için bir araya gelen taraflar, -içlerinden de olsa- birbirlerinin yetkilerini tartmaktan, kendilerini en üstlere yerleştirebilecek yaklaşımlarda bulunmaktan vazgeçerlerse iyi bir çözüm atmosferi yaratmış olurlar.
Ağ tabanlı sorun çözmede değerli bir araç, “ağ protokolu”dur. Neyin, kim tarafından yapılacağının baştan belirlenmesi demek olan ağ protokolu, tek amir yerine “duruma göre lider” belirler.
Gerçek yaşam, “duruma göre liderlik” ya da daha kısacası “durum liderliği“kavramı çevresinde yürür. Sorunların çözümünde bu doğal ilkeyi benimsemek, özellikle taraf sayısı çok olan sorunlar halinde durumu çok kolaylaştıracaktır.
Duruma göre liderlik bir girişimcilik türüdür. Bir girişimcide bulunması gereken, yaratıcılık, risk almaya yatkınlık, başarısızlıklardan öğrenme, her şeye baştan başlayabilme gibi özellikler durum liderinde de bulunmak zorundadır.
Toplumumuza yakıştırılan niteliklerden birisi de lider yetiştirememektir. Lideri, ekonomik kararlar vermekten iyi hitabete, savaşlarda inisyatif kullanmaktan geniş halk kitlelerini büyülemeye, zekâdan cinsel çekiciliğe kadar her ne varsa hepsiyle yüklü varsaymaya devam edildiği takdirde, bunların hepsini bir araya getirebilen bir kişiye rastlama olasılığı başımıza meteor düşme olasılığından daha fazla değildir.
Modern durum liderleri, çeşitli alanlardaki liderlerle ağ yapıları oluşturmaya istekli ve o ağların gerektirdiği yönetişim becerisini sergilemeye yatkın kişiler olmalıdır.
Gençlerimizin kendilerini geleceğe böyle hazırlamaları, beyaz atlı prens olmayı özlemekten vazgeçip durum liderleri ya da durum girişimcileri olma yolunda kendilerini hazırlamalarını öneririm.
27 Ekim 2002
-
May 25 2012 Meral OLCAY
Değerli dostlar,
Size bir haberim ve yardım isteğim var: Fatih Belediyesine ait, Yedikule’de, Sokak Köpekleri Barındırma ve Rehabilitasyon Merkezi adlı bir merkez var. 800 köpeği sokaklardan kurtarıp bakımını üstlenmişler. benim de kendilerine bir önerim oldu ve benimsediler. Öneri, köpek sahibi olmak isteyip de evinde bakabilecek fiziki imkanları bulunmayan ya da alerji vbg nedenlerle evde bakmak istemeyenlerin oradan bir köpeği sahiplenmesi -evlat edinme gibi, adoption- ve bakımı karşılığında küçük bir aylık ücret vermesi idi.
Kısa süre içinde 10 köpek sahiplenilmiş. Ben de salı günü, bir ayağını trafik kazasında kaybetmiş bir köpeği bu yolla sahiplendim.
Sizden ricam, ekonomik kriz nedeniyle belediyenin ilk kesinti yapacağı yerler içinde bulunan bu barınaktaki hayvanları birer ikişer sahiplenmeniz ve böylece barınağın kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamanızdır. Bunu 2 yolla yapabilirsiniz: (1) Bizzat sahiplenmeniz ve/ya (2) dostlarınıza duyurarak ve onların da dostlarına ve ilh. duyurarak bir zincirleme sahiplenme yaratmak. Titancıların kötü niyetle yaptıklarını iyi hedefler için kullanmak.
Barınağın başında kendisini bu işlere adamış bir kişi var. İletişim bilgileri şöyle:
, Barınak MüdürüAdres: Yedikule Sahil Yolu, surdibi, eski havagazı deposuTel: (212) 633-5857Cep: (535) 712-6390Faks: (212)267-3061e-posta: kasamimarlik@superonline.com
Tüm canlı dostlarının yardımlarını rica ediyorum. Hayvan sahiplenerek, parasal yardım yaparak, dostlarına haber vererek ya da bunların birkaçını birlikte yaparak.. Şimdiden teşekkürler..
-
May 25 2012 Kuşkusuzluk
Değerli dostlarım,
Yaşamınızın yoğun temposu altında dikkatinizi çekmemiş olabilecek bir noktaya işaret etmek ve o konuda yardımınızı istemek için size bu mektubu yazıyorum.
Eğitim sistemimiz içinde öyle birkaç kritik nokta var ki, diğer tüm sorunlar -fiziki eksikler, ücret ve ödenek sorunları vbg- çözülebilse dahi, sırf bunlar nedeniyle eğitime ayrılan bunca kaynak ve bağlanan onca ümit beklenenleri sağlayamaz; sağlayamamak bir yana, amaçlananların tam aksi yönde sonuçlar yaratır ve halen de yaratmaktadır.
Bu kritik noktalar nasıl olup da dikkat çekmiyor? İlk akla gelebilecek soru budur. Dikkat çekmiyor, çünkü bunlar, sorun olduğu yolunda alışkanlık yaratılmış konular arasında yer almıyor, hatta `eğitimin kaçınılmaz gerekleri’ sayılıyor.
Uzun yıllar birlikte yaşadığımız bu noktalar artık, değer sistemimizin birer parçası olmuş, ayakkabı içindeki çivi gibi rahatsız etmez hale gelmiştir.
Literatürde bunlara saklı içerik (gizli müfredat- hidden curriculum) denilmektedir. Müfredat programlarında yer almayan fakat kuvvetli biçimde `öğrenilen’ tutum ve davranışlara bu ad veriliyor.
Bunlardan birincisi “kuşkusuzluk`’tur. Çocuk ve gençlerimiz, kendilerine öğretilenler konusunda kuşkuya sahip olmadan eğitiliyorlar. Dolayısıyla da karşılaştıkları bilgileri sorgulama, bunları zihinsel birer süzgeçten geçirme gibi bir alışkanlık edinmiyorlar.
İkna olmaya hazır oldukları alanlarda ve/ya ikna edebilecek beceriye sahip olanlarca herhangi bir `doğru’ konusunda hiç kuşkuya düşmeden ikna ediliyor, bir kısmı da bunları `inanç’ haline getirebiliyor.
Böylece hem gerçek inanç sahibi olabilme imkânlarını yitiriyor, hem de Tanrı vergisi meraklarını (kuşku) ve onun türevi olan yaratıcılıklarını kaybediyorlar. Gerçekte ise, kendilerine öğretilenlerin doğrulukları -matematik ve fizik dahil- görecelidir.
Bunun sorumlusu öğretmenler değildir, çünkü onlar da öyle eğitilmişlerdir. Hattâ toplumun büyük çoğunluğu da zamanla kuşkusuzlaşmış, yalnız okulda öğrendikleri konusunda değil, tüm kaynaklardan akan bilgileri sorgulama, süzgeçten geçirme özelliklerini neredeyse yitirmişlerdir.
Bu basit görünümlü olgunun çok sayıdaki olumsuz sonucundan birisi müthiştir: Bilim ile ilişkisini kesmiş bir toplum! Çünkü bilim, sistematik kuşkulanmanın bir başka adıdır denilebilir. Tüm keşif ve icatların altında `kuşku’ vardır. Toplumumuzdaki yaygın buluş antipatisinin altında muhtemelen bu kuşkusuzluk illeti yatmaktadır.
Bu sorun çözülebilir mi? Evet ve hayır. Farkına varılır, kabul edilir ve çözüm aranırsa evet. Uzunca süredir bu illetle yaşayan ben dahil çok sayıda kişinin buna çözüm üretebileceğinden eminim.
`Biz zaten öyle yapıyoruz’, `bunca sıkıntının içinde kala kala kuşku mu sorundur’.. ve benzeri kalıplardan kendimizi kurtaramaz isek hayır.
Dikkatinizi çekmek istediğim ikinci nokta, sınavlarda uygulanan gözetim yöntemidir. İlkokuldan üniversiteye kadar belki binlerce defa tekrarlanan bir olgu olan sınavlarda öğrencilerin kopya çekmemeleri için başlarında gözetmen bulundurmak yadırganmayan bir adettir.
Yaklaşık 15 yıl boyunca her gün en az birkaç defa çocuk ve gençlerimize, saklı içerik olarak şu mesaj veriliyor:
`Sizler, gözetimsiz kaldığınızda başkalarına ait olanı çalabilecek güvenilmez kişilersiniz. Güvenilmezliğiniz ancak gözetimle kontrol altında tutulabiliyor. Eğer gözetim altında bulunmadığınız bir durum varsa o takdirde çalabilirsiniz!‘
Beyni bu örtülü mesajla yıllar boyu yıkanan çocuk ve gençlerimizde şöylesine bir anlayışın gelişmesi acaba mümkün müdür:
`Ben güvenilir bir kişiyim; derslerimden bazıları pek iyi olmayabilir, ama onları zamanla telafi edebilir, hiç olmazsa ihtiyaç duyduğumda öğrenebilirim. Ama güvenilirlik çok onurlu bir sıfat ve çevremdekiler bana güveniyorlar. Dolayısıyla ben de kendime güveniyorum. Ben iyiyim’
Bence bu sorunun yanıtı `kesinlikle hayır‘dır.
Bunca eğrilik ve yolsuzluğa bir de bu açıdan bakılınca `saklı içeriğin izleri‘ni görebiliyor musunuz? Güvenilmez olduğu yolunda hiç kuşkuya yer kalmayacak biçimde koşullandırılan çocuk ve gençlerimiz, gerçek yaşam içinde de `güvenilmez erişkinler’ olarak rollerini oynuyorlar.
İşte bu yüzdendir ki gözetmensiz sınavların bir adı da `onur sistemi sınav‘dır.
Veli, öğretmen, idareci, kamuoyu ve dönerek de öğrenci olarak bu 2 konudaki ortalama anlayışımız bu özetlediğim gibidir. Diğerlerini istisna olarak görüyorum.
Eğitim düzenimizin sorunları kuşkusuz bu iki sorundan ibaret değildir. Ama bu iki nokta öyle sonuçlar üretmektedir ki, bütün diğerleri onun gölgesinde kalmaktadır.
Bu sorunların çözümü, eğitime ayrılan bütçe payının arttırılmasına ya da çocuk ve gençlerimizin daha pahalı okullara yollanabilecek gelir düzeyine erişilmesine bağlı değildir, neredeyse bedavadır.
Yapmamız gereken, sadece 1 dakikalığına yargılarımızdan sıyrılmak, bu mektubu kimin yazdığı, niye şimdi yazdığı, niçin size yazdığı, sorunların bu kadar mı olduğu, sizin eğitime `zaten’ ne kadar katkıda bulunduğunuz gibi ayrıntılardan kurtulmak, tüm akademik, bürokratik, siyasal, ticari ve benzeri kisvelerinizin size verdiği yetkilerden, onurlardan etkilenmeksizin mektubumu bir kere daha okumak ve sonra da `ben bu konuda neler yapabilirim’i düşünmekten ibarettir.
Çevrenizdekilerin size atfettiklerinin ne ölçüde gerçek olduğunun ölçütü, işte bu muhakeme sonundaki bulgularınıza bağlıdır.
Alışkanlıkların değiştirilmesinin güç olduğunun farkındayım. Ama ne yapıp yapıp, kendimizi alışık olduğumuz yargılardan kurtarabildiğimiz takdirde kuşkusuzlaştırma ve onursuzlaştırma denebilecek bu iki hastalığa aldırmamanın mümkün olamayacağını takdir edeceksiniz.
Sizden bu iki konuya `aldırış etmenizi’ ve elinizde tuttuğunuz herhangi bir ölçüdeki yetkinizi doğru gördüğünüz yönde kullanmanızı istirham ediyorum.
Bu vesileyle saygılarımı kabul etmenizi rica ediyor, hürmetler sunuyorum, efendim.
M. Tınaz Titiz
Macintosh HD:Desktop Folder:Belgeler:eğitim ve sorunları:EE mektup.doc, Wednesday, 28 March 2001 8:23, Sayfa 1 / 2