GENÇLERE YENİ ROL: DURUM LİDERLİĞİ YA DA DURUM GİRİŞİMCİLİĞİ!
Toplum yaşamının çeşitli kesitlerindeki karmaşıklık düzeyi, kesitler arası etkileşimler ve bunlara bağlı sorunlar giderek artıyor. Her gün bunun bir başka örneğine daha bir diğeri kaybolmadan tanık oluyoruz. İnsanın çevresini giderek daha iyi tanıması, teknoloji kullanımının yaygınlaşması, artan nüfus, kıtalan kaynaklar karşısında bu durumu anlamak kolaydır.
Sorunlarla ilgili taraflar da bunlara karşı çözümler geliştiriyorlar. Bu süreç bütün dünyada hemen hemen böyle işliyor.
Ülkemizde ise ister devlet, ister özel sektör kuruluşları, hattâ isterse gönüllü örgütlenmelerle ilgili olsun, geliştirilen çözümlerin ortak bir yanı, “sorunla ilgili bir birim kurulması” ya da mevcut bir “örgütün büyütülmesi” biçimindedir.
Bir örgütün kurulması ya da büyütülmesi bir akıllıca bir tasarıma dayanıyorsa mesele yoktur. Ama, tasarım kavramının bilincine ne denli az varıldığı, sanayi ürünlerini ucuz yoldan allyıp pullayarak “miş gibi” yapmaya endüstri tasarımı adını vermemizden, üniversitelerde bununla ilgili “birim” kurmamızdan bellidir. Bu nedenle, bu birim kurma ve büyütme eğiliminin kaynağı, sorunu kontrol altına alabilme yolunda başkaca yapacak şeyi bulunmamak’tır.
Bilinç altına yerleşmiş az sayıda dürtünün, üst-bilinçteki birçok davranışı kontrol ettiğini biliyoruz. Emir verme-alma, kesin talimatlar, belirlilik, yön değiştirmeden dümdüz yürümek gibi eğilimlerimiz o denli güçlüdür ki, bunların alt-bilincimize yerleştiği söylenebilir.
Bu dürtüler, bir sorunla karşılaşıldığında derhal harekete geçmekte, hiyerarşik bir yapılanma kurmak ya da var olanı genişletmenin en iyi çözüm olduğuna bizi inandırmaktadır. Hiyerarşik bir yapı, bilinçaltımızdaki “hükmeden ya da hükmedilen olma” dürtümüze en iyi karşılıklardan birisidir.
Bu yargımı biraz abartılı bulanlar, rastgele on kişiyi bir araya getirip bir sorun hakkında tartışsınlar. Tartışma sonunun mutlaka bir baş seçip emir ve komutayı ona bırakmakla biteceğini şimdiden söyleyebilirim. Bunun yerine, “hangi durumda ne yapılacağı”nın tartışılması çok küçük bir olasılıktır.
Hangi ölçekte olursa olsun her sorunun ve çözümlerinin birden fazla tarafı vardır. Bu tarafları bir hiyerarşik yapı içine yerleştirmeye çalışmak, daha başlangıçta, çözümsüzlük yolunda bir adım atmak demektir. Aksine, tarafların her birini “ağın eşit üyeleri” olarak görmek -ki eşit olup olmamaları önemli değildir- çözüm için olumlu ilk adımdır.
Bireysel ve toplumsal yaşam içinde duyu organlarımız aracılığıyla her an onlarca algı topluyor, belleğimizdeki birikimlerle bunları birleştirerek ayrıca da belki yüzlerce sanal duyu oluşturuyoruz.
Böylece oluşan algıları bir hiyerarşi içine yerleştirmeye çalışmaktan vazgeçmek, “ağ tabanlı düşünme biçimi“ne doğru atılacak iyi bir adım olabilir.
Bir sorunu tartışmak için bir araya gelen taraflar, -içlerinden de olsa- birbirlerinin yetkilerini tartmaktan, kendilerini en üstlere yerleştirebilecek yaklaşımlarda bulunmaktan vazgeçerlerse iyi bir çözüm atmosferi yaratmış olurlar.
Ağ tabanlı sorun çözmede değerli bir araç, “ağ protokolu”dur. Neyin, kim tarafından yapılacağının baştan belirlenmesi demek olan ağ protokolu, tek amir yerine “duruma göre lider” belirler.
Gerçek yaşam, “duruma göre liderlik” ya da daha kısacası “durum liderliği“kavramı çevresinde yürür. Sorunların çözümünde bu doğal ilkeyi benimsemek, özellikle taraf sayısı çok olan sorunlar halinde durumu çok kolaylaştıracaktır.
Duruma göre liderlik bir girişimcilik türüdür. Bir girişimcide bulunması gereken, yaratıcılık, risk almaya yatkınlık, başarısızlıklardan öğrenme, her şeye baştan başlayabilme gibi özellikler durum liderinde de bulunmak zorundadır.
Toplumumuza yakıştırılan niteliklerden birisi de lider yetiştirememektir. Lideri, ekonomik kararlar vermekten iyi hitabete, savaşlarda inisyatif kullanmaktan geniş halk kitlelerini büyülemeye, zekâdan cinsel çekiciliğe kadar her ne varsa hepsiyle yüklü varsaymaya devam edildiği takdirde, bunların hepsini bir araya getirebilen bir kişiye rastlama olasılığı başımıza meteor düşme olasılığından daha fazla değildir.
Modern durum liderleri, çeşitli alanlardaki liderlerle ağ yapıları oluşturmaya istekli ve o ağların gerektirdiği yönetişim becerisini sergilemeye yatkın kişiler olmalıdır.
Gençlerimizin kendilerini geleceğe böyle hazırlamaları, beyaz atlı prens olmayı özlemekten vazgeçip durum liderleri ya da durum girişimcileri olma yolunda kendilerini hazırlamalarını öneririm.
27 Ekim 2002
Tınaz bey merhaba,
Yargınıza katılıyorum: “..rastgele on kişiyi bir araya getirip bir sorun hakkında tartışsınlar. Tartışma sonunun mutlaka bir baş seçip emir ve komutayı ona bırakmakla biteceğini şimdiden söyleyebilirim. Bunun yerine, “hangi durumda ne yapılacağı”nın tartışılması çok küçük bir olasılıktır.”
Bu durumun nedenlerini anlamaya çalıştığımda:
1-) bit.ly/1nW0mVm
2-) on.fb.me/1jIJWje
3-) bit.ly/1mZRxJK
“Hiyerarşik bir yapı, bilinçaltımızdaki “hükmeden ya da hükmedilen olma” dürtümüze en iyi karşılıklardan birisidir.” doğruysa, yaşamımızın belki başlangıç anlarından başlayarak, 1,2 ve 3’deki nedenlerin koşullandırmasıyla sanıyorum, GÜÇLÜ gördüğümüze sorumlulukları bırakmaya ve kendi rutinlerimize devam etmeye eğilimli gibiyiz.
Sevgi ve selamlar,
A.Şükran Demiralp
Ek olarak: Gerçekten lider olabilmeyi becerebilmiş bir lider “duruma göre liderlik” önerisini yaşama geçirebilmek için gençleri harekete geçirebilen ve “ölene dek liderlik” geleneğini bu davranış biçimiyle yıkabilen liderdir diyebiliriz. Ve böylece nice değerli genç özgüven ve yeteneklerini keşfederken bir çok sorun da kemikleşmekten kurtulabilir. Sanırım sorunların çoğu bazı insanlar olması gerektiğinden çok daha aktifken, diğer bir çoğu ise aşırı pasif kalabilmekte! Bu konumda irdeleyebilen insanların sayısının artması da pek olası değil gibi.. Biat kültürü de böyle bir şey işte:-(
BN’nin öğretmen yerine öğrenme yoldaşı kavramını benimsemesi de yine “duruma göre liderlik” anlayışı içerisinde.
Aslında evden, aileden başlayabilmeli bu yaklaşım.
Sonuç: Halkın çoğunluğu savaşları istemiyorsa, NEDEN savaşlar VAR?
TEK ADAMLAR olduğu sürece OTORİTER REJİMLER YOK OLABİLİR Mİ? OTORİTER REJİMLER; KÜRESEL OTORİTELER olduğu sürece SAVAŞLAR YOK OLABİLİR Mİ?
Gençlere verilecek yeni roller çok değerli olacaktır.
Bu konuda da en büyük engel neler olabilir?
Gençler misyon ve vizyon konularında ne derece ortak paydada buluşabilecekler?
Benim görebildiğim genel manzara: Bazı gençler 1930 yılların değerlerini değiştirme gayretinde iken, bazıları bunları sürdürme, diğer bazıları ise çok daha gerilere gitme gayretindeler. Her dönemden çıkarılacak dersleri alarak ve değişimin öncelikle insanların TEMEL HAK ve ÖZGÜRLÜKLERİNİ birbirine yaklaştırmakla başlayabileceğinin BÜTÜNSEL BİLİNCİ; DÜNYADA; GELİŞMİŞ denilen ÜLKELERDE ne derecede yaygın?
Kısacası, artık KÜRESELLEŞME nedeni ile göbek bağı ile iyice bağlandığımız DÜNYADAKİ HİYERARŞİ kendi düzenini ve ritüellerini devam ettirmekten VAZGEÇEBİLECEK mi?