• “Yanılmışım” demek zordur!

    “Yanılmışım” demek zordur!

    Niçin?

    Yargılarımız -genellikle- o denli kesindir ki onların yanlışlanması, “çok bilmiş tavırlarıma bakarak söyleyip yazdıklarımı pek ciddiye almayın; sıklığı ve zamanı belli olmayan şekilde yanılabiliyorum” gibisinden bir saklı içeriği çağrıştırabilme olasılığı nedeniyle utandırır.

    Çok laf yalansız çok para haramsız olmaz kadar doğrulanmış başka bir söz var mıdır bilinmez; özellikle laf miktarı arttıkça yalan olmasa da en azından doğru olmayan sözlerin araya karışması olasılığı artar. Kuşkusuz, bu sözü bildiği ve hep de doğruları söylemek istediği için çokhoşboş[1] stil edinmiş olanlar da olabilir.

    Bir tarihte, TV’den naklen güneş tutulması anlatan yorumcunun açıklamalarını hatırladıkça birşey söylemeden nasıl uzun uzun konuşulacağının nasıl bir ulusal karakter haline geldiğini daha iyi anlıyorum.

    İnternet, olmasaydı birbirinden haberi olamayacak insanların haberdar olabilmelerini sağladı. Böylece de, okur-yazar herkes (gugl denilen çokbilmiş sayesinde) göçmen kuşların yumurtlama sıklıklarından, 550 yıl evvel Fatih Sultan Mehmet’in lalasına nasıl hitap ettiğine varıncaya kadar her şeyden haberi olabilir hale geldi. Ama bu arada -bilgisayarın işleyişindeki hatasızlığa aldanarak- o yolla edindiği bilgilerin de bütünüyle doğru olduğu gibi bir inanca kapıldı.

    İnternet ya da medyadaki kuşkusuzluğa baktıkça, insanların bu kadar bilinmezlik içinde nasıl olup da bu denli çok şeyden emin olabildiklerine şaşıp kalmamak güç.

    Ağız ya da kalemden çıkan her yargı için, “ben bu yargımdan eminim çünkü…..” açıklaması, gerçekten sağlam bir gerçeğe oturtana kadar (fazla değil birkaç tur) sürdürülse insan konuşup yazacak söz bulamaz. Peki nasıl olup da zincir baklaları gibi …dir’ler peşpeşe dizilebiliyor?

    Niels Bohr şöyle diyor: “İfade ettiğim her cümle bir belirtim olarak değil bir soru olarak anlaşılmalıdır“.

    Acaba, bir kimyasal varmıdır ki birkaç büyük kentimizin içme suyuna karıştırılınca akıllara biraz olsun kuşku gelir de bu denli kesin bilgilerimizin kaynakları hakkında biraz olsun düşünme ihtiyacı duyarız?

    Cumartesi, Ekim 3, 2009


    [1] Çok sayıda -özellikle de söylenmesi hoş olan- sözcüğü yanyana dizip katma değersiz şekilde kullanmak!

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Domuz Gribi: Bir Altın fırsat!

    Domuz Gribi: Bir Atın fırsat!

    “Öğretme”ye dayalı zorunlu eğitim nerede-ne zaman başladı?

    1717 yılında ilk defa Prusya’da başlayan, öğretmen-karatahta-tebeşir formatlı zorunlu eğitim, aradan geçen yaklaşık 300 yıla karşın bugün de devam ediyor.

    Özgür düşünceli bireylerin ortaya çıkabilmesi karşısındaki en büyük engel, bireylerin ilgi alanlarının, onların öğrenebilme profillerinin, yaşadıkları çevrelerin imkan ve imkansızlıklarının ne olduğuna aldırmadan, yaşamlarının çeşitli alanlarındaki ihtiyaçlarına karşılık gelen öğrenme ihtiyaçlarını belirlemeye kendini yetkili sayan “öğretme” paradigmasıdır. Prusya için ya da o yıllar için bu anlaşılabilir bir model olabilir[1].

    Artık yeni bir kavram var: “Zengin Öğrenme Ortamı”

    Eğitim konusunda artık neredeyse norm haline gelmekte bulunan bir eğilim var: Ana okulu ya da lise öğreniminde, artık bu kavram çevresinde oluşturulan “Zengin Öğrenme Ortamları” (ZÖO) gündemde.

    Tanım olarak ZÖO, bir grup öğrencinin sahip oldukları BİRBİRİNDEN FARKLI ilgi alanları açısından onların ilgilerini çekici ve de o kişilerin konfor alanlarını (comfort zones) genişletmelerine yardımcı olabilecek imkanlar içeren ortamlardır. “Zengin” sıfatı bu çeşitlilik nedeniyle kullanılmaktadır.

    Bir ortamın ZÖO sayılabilmesi için şu koşul aranmalıdır: Bireyin konfor alanının genişlemesine imkan verebilecek kadar alışkanlıklarının dışına taşmalı, ama onun kalıcı zarar görmesine neden olmayacak düzeyde de güvenli olmalı. Buna katlanılabilir risk de denilebilir.

    Buradaki “riske katlanma” nedeni, her türlü (katlanılabilir ya da katlanılamaz türü) riskin en iyi öğrenme ortamları oluşudur. Hemen herkes, işine yarayan ne varsa risk ortamlarında öğrendiğine, konfor alanlarını her zorladığı fırsatın mutlaka bir risk içerdiğini hatırlayabilir.

    Buna göre, bireyler -ana okulundaki minikler ya da lisedeki gençler için ayrı ayrı değerlendirilerek- için çeşitli katlanılabilir risk ortamları tanımlanabilir. Örneğin ülkemizde son yıllarda usul haline gelen kar tatilleri katlanılabilir risk ortamlarına çok iyi bir örnektir. Bir diğer deyişle, kar tatilleri çocuklarımızın en verimli öğrenme ortamlarını ellerinden alan yansıtılmış korkular‘dır.

    Deprem riski de bir risk ortamıdır ve üstelik bünyesinde katlanılamaz risk öğelerini de barındırmaktadır. Ama depreme hazırlık süreci mükemmel bir ZÖO’dır. Resmi ya da özel okullarımızın -bildiğim kadarıyla bir tanesi hariç- hiçbirisinde öğrencilerin bizzat riskle karşılaşmalarına yönelik bir ZÖO hazırlanmamıştır. O istisna, Özel Ulus Musevi Lisesi’dir. Bir de bir tarihlerde İzmir’de bir özel kolejde (Özel İzmir Koleji) 900 öğrencinin tamamına rastgele aralıklarla yangın tatbikatı yaptırılması örneği vardır.

    Peki ya Domuz Gribi?       

    Domuz Gribi de mükemmel bir ZÖO’dır. Gerek hastalık öncesi korunma, gerek hastalık sırası gerek sonrası önlemler açısından içinde birçok konfor alanı genişletme imkanını barındırmaktadır. Okullar tatil edilsin ya da edilmesin ZÖO açısından pek fark etmez; hatta tatil olması halinde -çocuklarımızın hiç alışık olmadıkları- birçok yararlı alışkanlığı edinebilmelerine imkan yaratır.

    Örneğin nereden çıktığı belli olmayan rasgele öpüşmenin ne büyük bir salgın ajanı olduğu dikkate alınırsa, bundan kurtulmak için -hele erkek erkeğe öpüşmeler ve de bol tükürüklü ve vantuzlu tipi- domuz gribi iyi bir fırsat değil midir?

    Her hafta ellerini yıkamayı adet edinmiş çocuklarımız için daha sık el yıkamaları için yine iyi bir fırsattır. Kendi aralarında iletişim ağı kurarak çevrelerine bilinç aşılamak için çalışmak, yarınların sivil toplum çalışmalarına birer hazırlık değil midir?

    Başka ülkelerde internet üzerinden kurabilecekleri haber gruplarını kullanarak alternatif korunma ve mücadele yöntemlerini öğrenmeleri öğrenme devriminin üzerine oturduğu “ağ”lardan birisi (Your Global Learning Network) değil midir?

    Maksadım bunları sayıp dökmek değil; sadece bir musibetin nasıl bir öğrenme ortamına çevrilerek Sorun Çözme Araçları dağarcığımızı zenginleştirebileceğimize bir ışık tutmak. Yani Sorun Çözme Kabiliyeti‘mizin gelişmesine önemli katkıların gelebileceği alanlara işaret etmek.

    15 Ekim 2009


    [1] Dün bir münasebetle gittiğim Bogaziçi Üniversitesi’nde tesadüfen önünden geçtiğim dersliklerde sıra sıra oturmuş kara (yeşil) tahtaya sıra sıra formüller yazıp onları belletmeye (muhtemelen de ezbere belletmeye) çalışan öğretim elemanları ve onları “dinleyen” sıra sıra öğrenciler öğretilenler dikkatimi çekti.

     

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • “Etik Güvence” aracını keşfetmek..

    “Etik Güvence” aracını keşfetmek..

    Rüşvet işi bitmez, çünkü!

    Okumayı söküp gazete okumaya başladığım yıldan beri en sık rastladığım haber türü rüşvet; hemen onunla bitişik olarak da rüşvete karşı alınacak yeni önlemler‘dir.

    Gelişmiş olarak nitelenen toplumlarla bu açıdan büyük fark, oralarda rüşvetin toplumun en üst yönetim katmanlarına özgü hale getirilebildiği, bizde ise daha demokratik biçimde tabana (iyice) yayılmış olmasıdır.

    İnsanlar iyi tüfek yaptıkça Tanrı da daha iyi uçan kuş yaparmış sözü sadece kuş ve tüfek için değil, eğrilik yapmaya ve önlem almaya çalışan herkes için doğru olsa gerekir. Bu nedenle de -bugüne kadarki deneyimlerimizden de görüldüğü gibi- rüşvet ya da diğer melanetlerin salt yeni ek kurallarla önlenmesi mümkün değildir. Topluma değer katabilecek herhangi bir alanda AR-GE yapma özürlü insanımız melanet ürünleri üretmede sıralama dışı olacak kadar başarılıdır.

    Nitekim son duyduğum bir AR-GE ürünü, tanıdıklar (tercihan akrabalar) arasında araba çarpıştırmak imiş. Arabasını tamir ettirmenin masrafını sigortaya yüklemek amacıyla, birbirini tanıyanlar arabalarını çarpıştırıp sonra da tutanak tutuyorlar, sigorta da ikisine birden ödeme yapıyormuş.

    Şimdi sigorta şirketleri tutanakları inceleyip aralarında akrabalık-hısımlık bulunanları saptamaya çalışıyormuş. Bu nedenle de AR-GE’nin GE kısmı devreye girip artık akrabalar değil tanıdıklar arası çarpışma tutanakları yaygınlaşmış.

    İşi gücü olmayan birisi oturup hesaplamış ki, ek kural koyarak eğrilikleri önlemeye çalıştıkça kural kirliliği denilen olay oluyor ve mevcut kuralların sayısı (2n-1 +n-1) formulü uyarınca artıyormuş (Burada n, ek kural koyulmadan önceki kural sayısı).

    Ve..

    Kurallar bu üssel hızda artttıkça, kural kırıcıların işleri kolaylaşıyor, hatta dahası potansiyel melanet pastası büyüyormuş. Bunu öğrenince güzel yurdumuz insanının en çok okuduğu gazetenin niçin Resmi Gazete olduğunu da anlamış oldum; ilkesel olarak RG’nin tüm yazıları yeni kurallar ile ilgilidir.

    Buradan birkaç sonuç çıkarılabilir..

    Bu komik görünüşlü olaylardan birkaç işe yarar sonuç çıkarılabilir. Birincisi, bir sorunu çözmek için ek kural koymanın yeni sorunlara davetiye çıkarmak anlamına geldiği gerçeğidir. Eminim ki rüşveti önlemek için tümoral biçimde büyüyen kurallar, nice kamu görevlisinin iştahını kabartıyordur. Resmi büyütmek için tıklayınız!

    İkinci sonuç, ahlaki bir taban üzerine oturmayan kuralların işe yaramayacağı gerçeğidir; özellikle de -rüşvet gibi- kanıt sağlamanın güç olduğu olaylar için.

    Çünkü caydırıcılık, ya -kanıt isteyen- yasal yaptırımlardan ya da toplumca fuzzy kanıtlara göre “ayıplanmaktan” geldiğine, ayıplanma ise bir “etik norma” dayalı olacağına göre, rüşvet ve benzeri olayları önleme araçları içinde mutlaka ahlaki bir bileşen bulunmalıdır.

    Nedendir bilinmez, ama rüşvetin toplumumuzun ahlaki değerler içindeki yeri pek öyle belirgin değildir. Bürokraside bir işi çabuklaştırmak için maaşı zaten yetersiz olan bir kişiye bir çeşit sosyal yardım olarak görülür ve “ben memnuniyetimi belirtmek için veriyorum, kime ne” gibisinden de bir ahlak temeli üzerine oturtulur.

    Örnek Tavır Ağları

    Benzer şekilde günlük yaşamımızın bir bölümünü geçirdiğimiz trafikte de çoğu ihlaller ayıplanmaz, sınavlarda kopya çeken öğrenciler de. Toplumun tuhaf bir hoşgörüyle karşıladığı bu ayıplanası olaylar için kuşkusuz bazı araçlar geliştirilebilir. Bunların en etkililerinden birisi Örnek Tavır Ağları‘dır.

    Örnek Tavır’ların neler olabileceği bellidir. Rüşvet almayan kamu görevlisi, vermeyen iş sahibi, kopya çekmeyen öğrenci, gözetimsiz (onur sistemi) sınav yapan öğretim elemanı, çıkar çelişkisine dikkat eden politikacı, elindeki kaynakları seçim bölgesine akıtmayan bakan, güvenlik şeridini kullanmayan sürücü ve benzerleri hep örnek tavırlar sergilemektedirler.

    Bu tür örnek tavırlı kişilerin toplumdaki yüzdeleri tahmin edilebileceği gibi küçüktür. Ayrıca da toplumun geri kalan büyük çoğunluğu tarafından daima -örtülü biçimde- aşağılanırlar, en azından naif sayılırlar.

    Eğer bu kişiler gevşek bir birliktelikle -yalnız olmadıklarını bilmek için- bir araya gelirler ve hangi tavrın örneğini sergiliyorlarsa onu da kısa ve denetlenebilir biçimde ilan edebilirlerse, toplumun geri kalanı için bir rol model oluşturmak bir yana, bir de ahlaki temel tanımlamış olurlar. Bu temel, yeterince bilinebilir kılınırsa, bir yasa maddesinden çok daha etkili olmaya başlayabilir.

    Sabahtan akşama kadar trafik konusunda ahkam kesen, trafik kazalarının ancak neredeyse idam cezasıyla önlenebileceğini savunan insanları gördükçe, nasıl olup da örnek tavırlı insanlardan yararlanmayı düşünemediklerine akıl erdiremiyorum.  Bir otomotiv firmasının, bir taşımacılık şirketinin, bir trafik derneğinin bunu akıl etmesi, için acaba ne gerekiyor? Bu tuzağı bize kim kuruyor, dış güçler mi? 🙂

    Rüşvet veren ve alanların dışında kalanlar içinde bu tür bir etik güvence oluşturup bunu ilan edecek örnek tavırlı kimseler kuşkusuz tepkiyle karşılaşabilirler. Örneğin, rüşvetin bir tarafı olmayacağını birkaç maddelik bir etik güvenceyle ve bir sembolle (bir rozet, bir kurdele vb) ilan edip, her yıl düzenli olarak mal bildiriminde bulunmayı taahhüt edebilecek babayiğit (veya anayiğitler) yok mudur?

    Bunları düşündükçe, toplumumuzun rüşvet ya da diğer eğriliklerden pek de öyle söylendiği kadar rahatsız olmadığını düşünüyorum. Ne dersiniz?

    9 Ocak 2011

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • “Siyasi partiler” kapatılmamalı!

    Siyasi partiler” kapatılmamalı!

    Anayasa mahkemesinin Demokratik Toplum Partisi’ni kapatma kararı üzerine, adet olduğu veçhile derhal kapatmaya yandaşlar ve karşıtlar olmak üzere iki kesim oluştu. Hatta AYM başkanı dahi, “anayasa böyle olduğu için kapattık ama keşki onu değiştirseydiniz de kapatmasaydık” gibisinden bir eleştiri yaptı.

    Bir yandan da parti kapatmanın çağdışı, anti-demokratik, darbeci bir zihniyet olduğu yolunda bir hava oluştu.

    Önce bir tanım lazım!

    Çeşitli kaynaklarda “siyasi parti” kavramı için rastlanan tanımlar aşağı yukarı şu birkaç anahtar ilke çevresinde toplanıyor:

    –       Yazılı bir ideoloji veya vizyona sahip,

    –       Hedefi, devlet içinde siyasi erke sahip olmak,

    –       Sonraki hedefi, ülke yönetiminde söz sahibi olmak.

    Bunlar yeter mi?

    Bu üç ilkenin tanımladığı “siyasi parti” pekala:

    –       Nihai hedefi ülkeyi parçalara bölmek ve

    –       Hedefleri yolunda her tür şiddeti kullanabilen silahlı bir örgüt

    de olabilir gibi görünüyor.

    Eğer bu yolda bir tartışma var ve bir kısım insan siyasi partilerin nihai hedeflerinin “barış ve bütünlük” olması gerektiğini, diğer kesim de bunun aksini, yani “silahlı mücadele de dahil ayrılıkçılığı” savunuyorsa, bu durumda ortada siyasi parti kapatılıp kapatılmamasını aşan başka bir sorun var demektir. O da, “biz ne / nasıl istiyoruz?” sorularıdır.

    Nitekim, kimi ülkelerin (örn. İspanya) anayasalarında ayrılıkçılığı savunan siyasi partiler mümkündür. Ama T.C. anayasası ne ayrılıkçı hedeflere ne de bu yolda silah kullanımına  izin vermektedir. Nitekim askeri darbeler de bu ikinci nedenle anayasal suç sayılmaktadır.

    Diğer yandan konuşan, yazan, çeşitli yollarla fikirlerini ifade eden hemen herkes -eğer yalan söylemiyorlarsa-, anayasanın bu hükümlerine paralel niyetler ifade etmektedirler.

    O zaman bu şu mu demektir?

    Bu durumda şunu mu anlamak gerekir: Ayrılıkçılığa ve şiddete karşıyız, ama siyasi partiler de kapatılmamalı?

    Buna kim itiraz edebilir! Zaten bu iki belirtim “ama” denilmesine gerek bırakmayacak kadar birbiriyle uyum içindedir.

    Böylece oluşan çerçeve içine oturan bir siyasi partinin kapatılması savunulamaz. Ama sorun, kapatılmaya konu olan organizasyonun bir “siyasi parti” olup olmadığıdır. Siyasi partiler -yukarıdaki çerçeve ilkelere uygun kurulup işlediği sürece- kapatılmamalı, siyasi parti vasfını kaybettiği anda ise o küme dışına çıkarılmalıdır.

    Bu “küme dışına çıkarma” çeşitli yollarla olabilir. Söz konusu organizasyonun siyasi parti vasfını kaybetmesine yol açan kişilerin parti ile ilişikleri kesilebilir, siyaset yasağı getirilebilir ya da başka teknik sınırlamalar bulunabilir.  Bu “nasıl”lar ikincil önemde olup aslolan, ayrılıkçılık ve şiddet öğeleridir.

    Ayrılıkçılık ve/ya şiddetin (ya da anayasanın izin vermediği başka bir ideolojinin) savunulmasının serbest kılınması yolunda bir anayasal değişikliğin yapılması da bir siyasi partinin ideolojisi olabilir. Buradaki kritik nokta, özgürce savunulabilecek olanın, o an için izin verilmemiş ideoloji değil, o ideolojinin savunulması için özgürlük fiilidir. Voltaire, “fikrinizin zerresine katılmıyorum ama onu özgürce savunabilmeniz için canımı veririm” derken bunu vurgulamıştır.

    Ama hiçbir şekilde kabul edilemeyecek olan, siyasi partilerin “söylem” ve “eylem”lerinin -özellikle de eylemlerini gizleyecek şekilde- örtüşmemesidir. İnsanların gözlerinin içlerine baka baka sürekli barış ve bütünlük söylemleri ileri sürüp, aynı anda da ayrılıkçı ve şiddet ideolojilerinin sahibi kişi ve örgütlerin sahiplenilmesi, ileri sürülmesi, kendileri yerine irade sahibi sayılmaları talepleri en basitinden ahlaksızlık değil mi?

    Siyasi partiler kesinlikle kapatılmamalıdır. Ama siyasi parti olmayıp da, yalan beyan yoluyla bu sıfatı kullanma hakkı edinmiş organizasyonlara da izin verilemez. En azından yalan beyanda bulundukları için.

    Pazar, Aralık 13, 2009

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Bir şey öğreten aslında ne öğretir?

    Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…

    Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?

    Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.

    “Saklı içerik”!

    Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.

    Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!

    Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.

    Bir de deney!

    Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..

    Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…

    Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

    Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..

    Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..

    Saklı içerik öyle etkilidir ki..

    Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.

    Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.

    Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!

    Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.

    Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.

    Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.

    Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?

    Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.

    Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?

    Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?

    Öğretme-benimsetme okulda bitmez!

    Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.

    Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?

    Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!

    Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..

    Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..

    Kasım 13, 2007

    Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Bir şey öğreten aslında ne öğretir?

    Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…

    Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?

    Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.

    “Saklı içerik”!

    Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.

    Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!

    Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.

    Bir de deney!

    Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..

    Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…

    Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

    Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..

    Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..

    Saklı içerik öyle etkilidir ki..

    Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.

    Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.

    Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!

    Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.

    Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.

    Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.

    Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?

    Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.

    Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?

    Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?

    Öğretme-benimsetme okulda bitmez!

    Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.

    Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?

    Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!

    Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..

    Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..

    Kasım 13, 2007

    Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Bir şey öğreten aslında ne öğretir?

    Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…

    Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?

    Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.

    “Saklı içerik”!

    Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.

    Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!

    Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.

    Bir de deney!

    Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..

    Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…

    Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

    Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..

    Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..

    Saklı içerik öyle etkilidir ki..

    Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.

    Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.

    Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!

    Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.

    Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.

    Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.

    Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?

    Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.

    Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?

    Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?

    Öğretme-benimsetme okulda bitmez!

    Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.

    Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?

    Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!

    Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..

    Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..

    Kasım 13, 2007

    Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Türban -ve benzerleri- için çıkış yolu!

    Yeni anayasaya konulacak türban maddesi konusunda şu anda iki öneri bulunduğu medyada yer aldı: “Kılık kıyafetinden dolayı hiç kimse yüksek öğrenim hakkından mahrum bırakılamaz” ya da “yüksek öğrenim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir”.

    Belki bu ikisinden biri ya da kılık kıyafeti serbest bırakan bir başkası kabul edilir, şimdiden bilinmez; ama köşe yazılarından anlaşıldığı kadarıyla tartışma, giyim kuşam üzerine bir sınırlama konulup konulamayacağı ikilisine indirgenmiş durumdadır.

    Bu durumda sorunun bitmeyeceğini, tam aksine yeni -ve daha çetrefil- sorunların ortaya çıkacağını kestirmek zor değildir.

    Bunun yerine sorunu ilkesel kökleriyle ele alıp çözüm üretmek daha doğrudur.

    Sorunun kökünde “inancını yaşamak” kavramı yatmakta olup bunun ne demek olduğu ve “çoğulcu demokrasiyi yaşamak” ile nasıl bağdaştırılacağı netleştirilmeden bu kör döğüşü akılcı bir çözüme kavuşturulamaz.

    “İnancını yaşamak” ne demek?

    Genelde hangi dini inanca (veya inançsızlığa) sahipse o öğretinin pratik yaşam kurallarına, özelde ise islamın şer’i düzeninin emrettiği kurallara uygun yaşamak olarak tercüme edilebilir. Bunu savunanlar açısından bu talep tutarlıdır.

    “Çoğulcu demokrasiyi yaşamak” ne demek?

    %51’in seçiminin %49 için de bağlayıcı olduğu çoğunlukçu (majoritarian) demokrasi değil de, bağlı olunduğu konusunda hemen her kesimden onay verilen çoğulcu (pluralist) demokrasiyi yaşamak ise, nüfus içindeki payına bakılmaksızın her kesimin, bir diğeri üzerine egemenlik kurmadan yaşayabilmesidir. Bunu savunanlar açısından bu talep de tutarlıdır.

    Peki iki talep bir arada olabilir mi?

    Olabilir: Matematiksel olarak mümkündür. İki farklı talep kümesinin aynı anda mümkün olabilmesi ancak iki kümenin ortak alanında (kesişim alanı) mümkündür. Yani, hem inancını yaşayacak ve hem de bir kesim diğeri üzerinde egemenlik kurmadan yaşayacak.

    Bu, inancını yaşamak isteyenlerin, egemenlik kurma amacına hizmet edebilecek hiç bir aracı kullanmaması ile mümkündür. Daha da pratik olarak, inancını yaşamak isteyenlerin, sadece kendi özel alanlarında -diğer küme ile birlikte olunmayan alanlarda- inancının gereklerine göre yaşamaları, onun dışındaki alanlarda HİÇBİR YOLLA inançlarının başkalarına da benimsetilmesine yol açabilecek kılık, kıyafet, simge, davranış, tutum sergilememeleri demektir.

    Ya da olmayabilir!! İnanç sahiplerinin, böylesine ikili bir yaşam biçimini inançlarına aykırı bulmaları, şer’i düzeni ya hep ya hiç olarak benimsemek durumunda olmaları halinde ise inancını ve çoğulcu demokrasiyi bir arada yaşamak mümkün olamaz.

    O halde karar verilmesi gereken nedir?

    Buna göre karar verilmesi gereken konu türbanın serbest olup olamayacağı değildir. Konu, şeriat ve çoğulcu demokrasi arasında bir tercih yapmaktır. Tek tek her birinin seçilmesi tutarlıdır, ancak ikisinin birlikte seçilmesi tutarsızlık, tutarsızlık değilse en azından cehalet ya da toplumun cahil yerine konmasıdır.

    İnançların benimsetilmeye çalışılmasında ne sakınca var?

    Görüldüğü gibi iki talep kümesi arasındaki “inancı ile birlikte çoğulcu demokrasiyi birlikte yaşamak” kesişim alanını gerçekleştirmedeki sorun, inanç (ya da inançsızlık) simgelerinin (mesela türban) benimsetme anlamına geleceği varsayımından kaynaklanıyor. Peki gerçekte de böyle midir? Yani birisi inancını (ya da inançsızlığını) herhangi bir simge ya da davranışı ile açığa vursa bunda ne sakınca olabilir?

    Hele söz konusu olan, tartışmalı bir ideoloji değil de bir dini inançsa bu benimsetme girişimlerinin ne zararı olabilir ki?

    Sorunun özü, yaşam hakkından da önde gelen bir haktadır: “koşullanmama hakkı”!

    Görüldüğü gibi olay sadece dini inançların belirleyeceği yaşam biçimlerinin benimsetilmeye çalışılmasıyla sınırlı değildir. Sorun, “zihinsel tecavüz” sayılabilecek bir tacizle ilgilidir. Bir kişinin doğru, güzel ve iyi olarak benimsediği değerleri -ki doğru-yanlış aklın, güzel-çirkin estetiğin, iyi-kötü ise ahlakın alanıdır- bir başkasına ve de onun talebi dışında benimsetmeye çalışmaktır.

    Bu benimsetmenin taciz sayılmak dışında ahlaki boyutu da vardır. İnsan -ve tüm varlıklar- değişmez amaçları olan “yaşamını sürdürme”nin otomatik bir gereği olarak nesiller boyunca öğrenebilme yetilerini geliştirmişlerdir. Böylece giderek, en iyi öğrenebilenler yaşamlarını sürdürebilmiş, öğrenemeyenler ise yok olmuşlardır.

    Bu uzun ve yorucu süreç insanoğlunda bir ayırdetme yeteneği geliştirmiştir: kime güvenilip öğrenilecek kime güvenilmeyecek?

    Doğal olarak ana, baba, yaşça büyükler, önceleri büyücüler sonraları bilim insanları, yöneticiler, öğretmenler “güvenilecekler” sınıfını oluşturmuşlar, daha sonraları bu gruplara zenginler, ünvan sahipleri gibi başlangıçta olmayan sınıflar da katılmışlardır.

    Kendi doğru-iyi-güzel’lerini başkalarına da benimsetmeye çalışanlardan kimileri, insanların, güvenilir öğrenme kaynağı olarak bu sınıfları gördüğünü gözlemleyince ilk zihinsel tecavüz olayları yaşanmaya başlamış olsa gerekir.

    Buna göre benimseticiliğin (tecavüz) en kolay yolu, para, inandırıcılık, siyaset, ünvan gibi bir gücü ele geçirmek ve bu gücün koruyuculuğunda kendi değerlerini -hiç bir direnmeyle karşılaşmadan-benimsetmek.

    Hiç bir direnme ile karşılaşılmayışının nedeni, insanoğlunun yüksek öğrenebilirliği ve öğrenme kaynağı olarak genellikle herhangi bir gücü elinde bulundurmayı görmesidir.

    İşte insanın bu en zayıf yönü, güvendiği gruplara ait kişilerin koşullandırma (tecavüz) girişimlerine karşı savunmasız oluşudur. Bu zafiyetin suistimali en büyük insan hakkı ihlalidir ve yaşam hakkından dahi daha önceliklidir. Çünkü kendi doğru-iyi-güzellerini bulma özgürlüğü tecavüz yoluyla elinden alınabilmektedir.

    Bu satırlar okuyanların zihinlerinde muhtemelen koşullandırmanın yaşamımızda işgal ettiği geniş yer hakkında sorular uyanacaktır. Koşullandırma olmaksızın çocukları nasıl iğdiş edeceğiz? Halk koşullandırma olmadan nasıl yönetilecek? Kızlar kendi hallerine bırakılırsa davulculara kaçmaz mı? Hele reklamlar ne olacak? Siyasi partiler propaganda yapmayacaklar mı? İnsanlar inandıkları fikirleri yayamayacaklar mı? Vs vs

    Aktif benimseticilik, öğreticilik ya da pasif öğrenme ortamı hazırlayıcılığı!

    Zihinsel tecavüz olarak adlandırdığım benimseticilik ne denli yanlış bir girişimse, bir şeyler öğrenmek isteyenler için pasif olmak, benimsetici girişimlerde (simgeler, davranışlar, tekrarlar, zorlayıcı ön koşullar vb) bulunmaksızın öğrenme ortamları hazırlamak da o denli saygın bir tutumdur.

    Pazartesi, Eylül 17, 2007

    İğdiş, iğmek kökünden gelip eğmek’e oradan da eğitime dönüşmüştür. Education ise Latince ducere kökünden gelip “dik durdurmak” anlamındadır. Eğmek ya da dik durdurmak. Bu fark tesadüf olabilir. Ama değilse çok şey açıklar.

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • “Stratejik Çerçeve” Niçin Önemlidir?

    “Stratejik Çerçeve” Niçin Önemlidir?

    Önce bir soru!

    Halen elli’nin üzerinde siyasi parti var. Ayrıca yeni kurulmuş ve kurulması öngörülenler var; bir de henüz kurulma eylemi aşamasına gelmemiş, ama lider adaylarının çevresinde kurulması için çalışmalar yapılanlar var.

    Bu bağlamda soru şu: Parti kurma alanındaki bu zenginlik nedendir?

    Düşüncem, çeşitli yetersizlikler nedeniyle bir türlü yerine gelmeyen, ama nedenleri de iyi irdelen(e)mediği için her defasında başka başka kişilerce tekrarlanan girişimlerin genellikle parti kurulumlarıyla sonlandığıdır.

    İnsanların normal olarak herhangi bir konuyu gereken tüm çevresiyle birlikte ele alarak değerlendirmeleri beklenmez. Bunun yerine, o konuyu doğrudan ilgilendiren çevreyi dikkate alır ve -o çerçeve ile tutarlı da olabilecek- çözümler üretirler.

    Örneğin, ayrılıkçı terör konusunda sadece askeri yöntemler çerçevesi dikkate alınırsa, o konudaki becerisi yüksek bir kişi ve çevresindekiler pekala bir siyasi parti kurarak beceriksizce ele alınmakta olduğunu gördükleri “sorun”u çözmeyi kamuoyuna önerebilirler. Hatta daha da ötesi, bu konuda bu denli sorun çözücü bir yaklaşıma sahip olunduğuna göre pekala başka sorun alanlarında da “güç”e (iktidar) talip olacaklarını ilan edebilirler.

    Herhangi bir alanın (askerlik, sanayi, ticaret, spor, sanat vbg) başarılı kişilerini bekleyen en önemli tehlike muhtemelen bu “belirli bir çerçevedeki başarılarını daha geniş ele alınması gereken bir çerçevede de tekrarlayabilecekleri” inancı ve ardından gelen özgüven ve onun da ardından gelen eylem girişimleridir.

    İşte bu nedenle, herhangi bir alanda -siyasi parti kurmak da dahil- eylem girişiminde bulunmayı düşünenler, o alanla ilgili manifestolarını mutlaka bir “Stratejik Çerçeve”ye oturtmuş olmalıdırlar.

    Stratejik Çerçeve nedir?

    Bir girişime ait manifesto (sorunların nasıl çözüleceğine ilişkin bildirge), genellikle bir “ortam tanımı” (mevcut durum tanımı) ile, buna bağlı bir “yol haritası”ndan oluşur. Eğer ortamı yeterince iyi tanımlıyor ve yol haritasında da kısa-orta-uzun vadeli olarak bunların çözüleceğini de vaad ediyorsa kamuoyunca bu yaklaşım kabul görür.

    Fakat, mevcut durum (ortam) ile yol haritasını birbirine bağlayan bazı kritik öğeler mevcut değilse, manifesto bir temenni bildirgesinden ileri gidemez. Örneğin siyasi partilerin çoğunun programlarındaki sorun çözümü önerilerine bakılırsa, ortak bir özelliklerinin bulunduğu görülecektir: Sorunu yine bir sorunla çözme yöntemi! (http://tinyurl.com/5faswd adresine tıklayıp indireceğiniz ppt sunumu izleyebilirsiniz).

    Bu tür yol haritalarının yumuşak karınları genellikle şunlar olabiliyor:

    –       Tüm iç /dış faktörleri dikkate almamış olabilirler,

    –       Temennileri tetikleyebilecek, çoğaltan etkisi yüksek elementlere yer vermemiş, dolayısıyla da çözümlerin kendiliğinden yaygınlaşacağı şeklinde gerçek olmayan varsayımları olabilir,

    –       Yol haritasının gerçekleşeceği süreyi, bir insanın ömrüyle sınırlı tutmuş olabilirler.

    –       Ve, tüm yol haritasının sabit bir ortam içinde gerçekleştirileceğini varsaymış olabilirler.

    Bu tür çözüm önerileri platform, siyasi parti, dernek, vakıf vbg örgütleniyor ya da en azından basılı biçimde kamuoyuna (bir niyet olarak) sunuluyor olabilir. Hatta, birçok siyasi partinin mevcut programları (yol haritaları) bu modelden pek farklı değildir.

    Bunun için de boyuna yenileri kurulmakta, gerekçe olarak da mevcutların lider ya da kadrolarındaki yetersizlikler sanılmaktadır. Halbuki durum farklıdır ve eksik olan element, açıklanmaya çalışılan “stratejik çerçeve” adı verilebilecek olan kritik öğelerdir.

    Kritik öğeler ise, çözüm önerilerinin birer temenniden öteye gitmesini sağlayabilecek olan katalizör elemanlardır:

    o    Tüm yaklaşımı bir arada tutabilecek vizyon (ülkü, Büyük İddialı Sonuç), misyon (temel var oluş nedeni, öz-niyet) ve öz-değerler,

    o    Hiçbir değişim kendiliğinden ortaya çıkmayacağına, “artık silkinip kendimize gelmemiz gerekir” gibisinden temennilerin bir işlevselliği olamayacağına göre, arzu edilen değişimleri tetiklemede kullanılabilecek araçlar olarak nelerin öngörüldüğü,

    o    Topulumun koz ve zafiyetleri (http://tinyurl.com/6ljgtg).

    o    Yaratıcı bileşenler.

    Bunlar toplu halde yandaki şemada görülmektedir. büyütmek için tıklayınız!

    Son olarak akla gelebilecek bir soru, stratejik çerçevesi iyi çizilmiş yaklaşımların başarıyı ne ölçüde garanti ettikleridir. Stratejik çerçeve yoluyla gerçekleştirilecek olgular başarı güvenceli değillerdir. Sonuç verebilir ya da vermeyebilirler. Risk faktörleri yüksektir.

    Bu yaklaşım, “yapılabilecek olan” kavramına dayalıdır. Yani hasta tatamen iyileşebilir, sakat olarak yaşamını sürdürebilir ya da kaybedilebilir.

    Pazartesi, Aralık 1, 2008

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Bir şey öğreten aslında ne öğretir?

    Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…

    Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?

    Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.

    “Saklı içerik”!

    Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.

    Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!

    Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.

    Bir de deney!

    Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..

    Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…

    Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

    Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..

    Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..

    Saklı içerik öyle etkilidir ki..

    Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.

    Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.

    Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!

    Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.

    Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.

    Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.

    Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?

    Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.

    Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?

    Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?

    Öğretme-benimsetme okulda bitmez!

    Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.

    Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?

    Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!

    Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..

    Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..

    Kasım 13, 2007

    Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))