• Pasif aktiflik!

    Pasif aktiflik!

    Tanımlanmamış iki kavram!

    İstanbul-Tophane’de meydana gelen son olayla bir kere daha tartışılmakta olan yaşam tarzına müdahale kavramı tanımlanmadığı sürece çok su kaldıracağa benzer. Neler yaşam tarzına müdahaledir ve neler değildir?

    Bir üst düzey kamu görevlisi,-farklı eğilimlerdeki- birkaç gazeteci, sokakta mikrofon tutulan vatandaş, birbirleriyle sözleşmiş gibi Tophane olayını irdelerlerken, kendilerince tartışılmaz bir doğru olduğu anlaşılan “şiddete başvurmadan herkes fikrini savunabilir” düsturunu kullandılar. Yaşam tarzına müdahale gibi şiddete başvurmak kalıbı da tanımlanmamış bir kavramdır.

    Yaşam tarzına müdahale genelde doğrudan müdahale olarak anlaşılsa da aslında dünyada en az başvurulan ve en az etkili yöntemdir. Nitekim İran’da erkeklerin favorilerini kaç santim uzatacağı, kadınların ne ölçüde göz farı kullanacağı gibi doğrudan müdahaleler -ahlak polisi eliyle- uygulansa da bir türlü istenilen sonucun alınamadığı, alınmak bir yana erkeklerin giderek daha uzun favori bırakıp kadınların daha ağır makyaj yaptıkları görülmektedir.

    Müdahalenin iyisi(!) saklı içerik yöntemiyle yapılandır ve kesin etkilidir. Örneğin, kamu görevlilerinin atamalarında, müdahale edilmek istenen tutum ve davranışlara sahip olmayanlara öncelik verilebilir. Tamamen yasaldır ve gizli de değildir. Ama bu görevlinin, toplum yaşamındaki binlerce küçük ve dikkat çekmeyen kararlarının uzun dönemde oluşturacağı yaşam iklimi‘ne müdahalesi de gayet etkilidir.

    O halde, içkinin, ramazan da oruç tutmamanın, Cuma’ya gitmemenin yasaklanması gibi bir doğrudan müdahale söz konusu değildir; hatta eğer birileri bu tür doğrudan müdahale ediyorsa oradaki niyetin bir provokasyon olabileceğinden kuşkulanılmalıdır.

    Buradaki örneklerin dini alandan verilmesi rastlantı olup aslında söz konusu müdahale yaşam kültürünün diğer alanlarında da olabilir. Örneğin sportif alanda, GS-FB maçlarında taraftarların bir arada oturamayışları tam olarak bir yaşam tarzına müdahale örneğidir. Çünkü her iki taraftar kesimi de insan olanların sadece kendi taraflarını tutabileeğini, diğerlerinin fazlalık olduğunu düşünmektedirler (döner bıçaklarının amacı da bilinç altına itilmiş bu fazlalığı temizleme dürtüsünün eseri olabilir).

    O halde kısmi bir sonuç olarak şu söylenebilir: Yaşam tarzına müdahale doğrudan değil dolaylı olursa etkilidir. Doğrudan müdahaleler ya münferit olaylardır ya da -müdahale etmek isteyenin veya müdahaleden rahatsız olanın- provokasyonudur.

    Peki şiddet ne demek?

    Her ne kadar akla hemen fiziki şiddet -dokunmak ile kafa kırma arasındaki gri tonlar- gelirse de, aynen yaşam tarzına müdahalede olduğu gibi burada da en az etkili olanı fiziki şiddettir. Nedeni bellidir, çünkü hemen hemen kimse tarafından onaylanmaz, tepki görür. Psikolojik şiddet de benzer biçimde onaylanmayıp tepki görür.

    Şiddetin iyisi(!) soft (zihinsel) olandır. Örneğin koşullandırma bir soft şiddet‘tir. Okullarımızda uygulanan tekrar ve ezber yoluyla belletme[1] tam bir soft şiddet örneğidir. Şiddet’in tanımlayıcı özelliği zorla (isteği dışında) olmasıdır.

    Bu tür şiddet yanlıları tahmin edilenden çok daha kalabalık olup, ardına sığınılan gerekçe genelde, “ihtiyaçlarını talep edemeyecek durumda olan küçük çocuklara isteği dışında -örneğin poposunu yıkamanın- birşeyler öğretilmezse ne olacağı” gibi uygunsuz örneklerdir.

    Bu tür örnekleri icadedenlerin bir bölümü soft şiddeti bilinçli kullananlar ise de geri kalan -daha kalabalık- kesim, ilk yaşların öğrenme ihtiyaçlarının giderilmesi için başvurulabilecek çeşitli öğrenmeyi tetikleyici tutum ve davranışları diğerlerinden ayırdedemeyenlerdir.

    İkinci bir kısmi sonuç olarak da şu denilebilir: Fiziki şiddet büyük çoğunlukça reddedilir; dolayısıyla da fiziki şiddeti ayıplamanın ayırdedici bir özelliği yoktur, anlamsızdır. Aslolan, zihinsel şiddet denilen koşullandırmadır ve maalesef toplumumuzun çoğunluğu zihinsel müdahaleleri bir şiddet türü saymaz. Halbuki yaşam hakkından daha da öne koyulması gereken bir hak, koşullanmama hakkı‘dır.

    Yeni bir kavram ortaya koymadan birlikte yaşamak güçtür!

    Toplumumuzu oluşturan çeşitli dini, siyasi, ideolojik düşüncedeki insanın bir arada, birbirini rahatsız etmeden yaşayabilmesinin ön koşulu, kendi düşüncelerini yaygınlaştırmak için pasif-aktif bir tutumu benimsemeleri, bunun dışındaki aktif tutumlardan özenle kaçınmalarıdır. Hatta denilebilir ki bu ilke yalnızca düşünce yaygınlaştırma alanında değil, örneğin reklamlar gibi ticari alanlarda da geçerlidir.

    Pasif-aktif tutum tanım olarak, bir düşüncenin yaygınlaştırılmasına konu olan hedef kitleden bir talep gelmediği takdirde pasif bir tutum izlemek, talep geldikten sonra ise -talep sürdüğü sürece- aktif olarak ve talebedenin istediği ölçüde bilgilendirici / tanıtıcı faaliyette bulunmaktır.

    Soft şiddetin bu denli yaygın olmasının nedenlerinden birisi, insanların -yalnız bizim toplumumuzda değil- zihinsel bekaretlerine önem vermeyişleridir. Reklamlar, soft şiddetin en pornografik türüdür. Her yarım dakikada bir X marka şampuanın ya da Y marka çamaşır tozunun diğerlerinden daha iyi olduğunun beynimize -isteğimiz dışında- kazınması cinsel pornodan daha az zararlı değildir. Bir mal veya hizmetin özelliklerinin -bir koşullandırma amacı taşımadan- tanıtılması ile, insan belleğinin travmatik biçimde etki altında bırakılmasının arasındaki farkın ayırdedilebileceğini sanıyorum.

    Pasif-aktiflik kavramını toplumsal tedavüle (dolaşıma) sokmaksızın, kendi dini, etnik, siyasal, ideolojik, ticari ve diğer tercihlerini (düşünce ve/ya yaşam tarzı olarak) başkalarına soft şiddet yoluyla dayatmayı bir görev bilenlerle, zihinsel tecavüze uğramayı kabul etmeyenlerin bir arada yaşamaları güçtür. Tarih atlaslarının göçler bölümüne bir göz atılması bunu anlamak için yeterlidir.

    25 Eylül 2010 Cumartesi


    [1] Mümkün olan yerlerde “ezbere bellemek” sözcüklerini yanyana kullanıyor ve böylece farklı anlamlar taşıdığını hatırlatmayı umuyorum. Bellemek, bellekte tutmak, akılda tutmak, unutmamak anlamına gelirken; ezberlemek ise sorgulamadan kabul etmek (by heart, par coeur, yürektenlik) anlamındadır. Bellemek bir öğrenme yöntemi iken ezberlemek Tanrı vergisi merak duygusunun -kendi egemenliklerini sorgulamalarını engellemek amacıyla- yasaklanmasıdır.

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Futbolcunun aşnafişnesini ben niye destekleyeyim!

    Futbolcunun aşnafişnesini ben niye destekleyeyim!

    Bir gazete haberine göre, başarılarıyla hergün gazete manşetlerini süsleyen iki medar-ı iftiharımız (birisi futbolcu diğeri dizi oyuncusu), “mesai” dönüşünde Porche arabalarıyla ters yola girip karşı yönden gelen bir kamyonla -bunlara şimdi jip deniliyor- çarpışmışlar.

    Sonrasında vatandaşlarımızın çabalarıyla araçlarından çıkarılıp tedavi edilmek üzere hastaneye gönderilmişler.

    Haberin buraya kadarki bölümü sıradan. Hergün onlarca benzerini izliyoruz. Sorun, bu (ve benzeri) haberlerin gözenekleri içindeki bir ayrıntıda gizli.

    Bu kurtarma ve tedavi süreci içindeki maliyet öğeleri oldum olası dikkatimi çekmiştir; çünkü benzer olaylar hemen hergün tekrarlanır. Olay yerinde polisin harcadığı zamanın, cankurtaranın, sağlık görevlilerinin, bazen itfaiyenin, insanlık için yardımcı olan kişilerin zamanlarının, yarattıkları sorunların dolaylı-dolaysız sıkıntısını çeken insanların yol açtığı giderlerin hepsi kamu kaynaklarından karşılanıyor ve o kaynakların içinde benim de “katkım” var.

    İster özel ister devlet hastanesine gitsinler oradaki giderlerin de bir bölümünü ben karşılıyorum. Özel hastanelere sağlanan mali özendirmeler kamu kaynağından, yani benden çıkıyor.

    Bu durumda ortaya çok somut bir soru çıkıyor: Bu ve benzeri değerli insanlarımız -ki sayıları tahminlerin çok üzerindedir- başkalarının kesesinden zamparalık yapma yüzsüzlüğünün farkındadırlar da bizi mi salak yerine koyuyorlar, yoksa bir yerlerinin dertlerine düştükleri için bunları akıl edemeyecek kadar kendileri mi salaktırlar?

    Bu soruyu düşünelim, hem de çok düşünelim.

    İnsanların suç işleme, hatta ahlaksızlık yapma özgürlükleri de vardır. Yeter ki -her türlü maliyetini- kendileri ödeme mertliğini gösterebilsinler.

    Mayıs 15, 2010

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  •  

     

    Sayın Kemal Kılıçdaroğlu

    Genel Başkan

    Cumhuriyet Halk partisi

    Ankara

     

     

    Mayıs 26, 2010

    Sayın Kılıçdaroğlu,

    Yeni görevinizi içtenlikle kutlar, topulumumuzun derinden ihtiyaç duyduğu dürüst ve akıllı yönetim yolunuzun açık olmasını dilerim.

    Bir yurttaş olarak bu koşuya bir katkıda bulunabilmek için 3 konudaki önerimi ilginize sunacağım. Çok sayıda önerinin masanızı kapladığını tahmin ederek sadece başlıklar halinde yazacağım.

    ü  Yolsuzluklar

    ü  Yolsuzlukların, milli gelirimizin önemli bir bölümünü yuttuğu, bu kaçağın yurttaşların hizmetine sunulabilmesi halinde birçok sorunun çözümüne uygun bir iklim yaratacağı söyleminize tamamen katılıyorum. Ama bunun, söylemek, ceza önermek, artırmak, yasa çıkarmak gibi geleneksel yollarla gerçekleştirilebilir olduğunu da düşünmüyorum.

    ü  Halkımızın büyük çoğunluğunun, yolsuzluklara uygun iklim yaratan değer yargıları konusunda, yukarıdaki öngörüye –hiç olmazsa uzunca bir süre için-  yardımcı bir eğilim içinde olmadığını düşünüyorum.

    ü  Kronik hale gelmiş yolsuzluklar konusunda, irili-ufaklı ve her biri bu konularda uzmanlaşmış kişi, grup ve kesimler, her türlü güç odağının çevresini –çok çeşitli kıyafetler içinde- sarmakta ve o gücü sömürmeye başlamaktadır. Bu kişi, grup ve kesimlerin ideolojisi, partisi, dini ya da herhangi diğer bir başat kimliği yoktur. Tek kimlikleri, -iktidar, muhalefet, terör örgütü, ideolojik örgüt, belediye, bürokrasi ya da ticari şirket farketmeksizin- “güç sömürücülüğü”dür.

    ü  Bu kişi, grup ve kesimler, kendilerinin dürüst kişi, grup ve kesimlerden ayırdedilememesi için gereken taklit yeteneğine fazlasıyla sahiptirler. Ama taklit yoluyla gizlenmenin mümkün olamadığı hallerde her türlü acımasız yöntemi de kullanmaktan çekinmeyecekleri bellidir.

    ü  Nitekim, kendisinin dürüstlüğünden en küçük kuşku bulunmayan nice devlet adamlarını çevreleyen bu gibi kişi, grup ve kesimlerin ne büyük yolszluklar yaptıklarına ait çok örnek vardır.

    ü  Bütün bunlar, yolsuzluklarla mücadelenin basit bir süreç olmadığını gösteriyor ve zaten siz de bunun fazlasıyla bilincindesiniz.

    ü  Bu durum karşısında önerim şudur: Halkımızın, değer yargılarıyla yolsuzluklara yeşil ışık yakan çoğunluğunun yanısıra, yine o halkın içinde adına nadir azınlık denilebilecek, fakir ya da varsıl, sıradan ya da sıradışı insanlar da mevcuttur.

    ü  Bu insanlar aracılığıyla toplumda erdem odakları yaratmak üzere bir kampanya başlatmanızı öneriyorum.

    ü  Toplumdaki her kesim içinde rastgel dağılmış bu insanlar şoför, avukat, işçi, milletvekili, asker, bürokrat ya da ev kadını olabilirler. Nitekim tanıdığımız kadarıyla siz de onlardan birisisiniz.

    ü  İşte tam bu nokta, adına sosyal icat denilebilecek bir çözüm yolunu gösteriyor: Bu kesimler içindeki bu nadir azınlık mensupları, kendi iştigal alanlarıyla sınırlı olarak, ama son derece somut terimlerle ve de kolay denetlenebilir birkaç konuda etik güvence vermeye çağırılmalıdırlar.

    ü  Örneğin, sürücüler şu 5 konuda birer etik güvence verip, bunun bir simgesi olarak da araçlarının camına bunu belirten bir sticker yapıştırabilirler: Alkollü araç sürmeyeceğim, kırmızı ışıkta duracağım, kimsenin önünü kesmeyeceğim, emniyet kemeri bağlayacağım ve hız sınırlarına uyacağım gibi.

    ü  Ya da milletvekili veya belediye başkan adayları şu etik güvenceleri seçmenlerine verebilirler:

    o    Her yıl akçalı işlerimi bağımsız bir denetleme kurumuna denetletip ilan edeceğim,

    o    Çıkar çelişkisine yol açabilecek bir iş yapmayacağım,

    o    Şahsıma avantaj sağlayabilecek önerilerin bir dönem sonra yürürlüğe girmesi yolunda oy kullanacağım,

    o    Kimden gelirse gelsin her türlü yolsuzluk önergesine kabul oyu vereceğim,

    o    Hakkımda yapılacak araştırmaları etkileyebilecek konumda ise derhal istifa edeceğim

    gibi.

    ü  Halk arasında yaygınlaşması için siyasi irade ile desteklenen böylesine bir enstrüman kullanmaksızın yolsuzluklarla mücadelenin ahlaki boyutunun eksik kalacağına dikkatinizi çekmeyi bir borç bilirim.

    Sayın Kılıçdaroğlu,

    Yazdığım satırların ne ölçüde ilginizi çekeceğini değerlendiremediğim için birkaç önemli konuda daha (işsizlik ve sorun çözme kabiliyeti yetmezliği) düşüncelerimi bu aşamada yazmıyorum. Ama arzu ettiğiniz zaman onları da yazar ya da arzu ederseniz sözel olarak da anlatırım.

    Tekrar başarı dileklerimle birlikte selam ve saygılarımı sunarım.

    M.Tınaz Titiz

     

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • İNTERNET BOYKOTUNA TEPKİLER!

    İNTERNET BOYKOTUNA TEPKİLER!

    TURNET ihalesinin, bir türlü sonuçlandırılmaması ve daha da beteri, T.Telekom’un kısır bakışı sonucu ortaya çıkan caydırıcı hat fiyatlarının nihai tüketiciye yükleyeceği yüksek fiyat ve/ya niteliksiz hizmet çıkmazını ya da bir deyimle  “katır ve satır“ı herkes biliyor.

    İnternet hizmeti sağlayacak kuruluşlara $4,000 cıvarında bir maliyetle sunulması planlanan 65 kBit’lik bir hattan, 100 kullanıcıya hizmet sunumu gibi bir öngörü dahi -ki bu rakamın belirleyeceği hizmet kalitesi ayrı bir konudur-, kullanıcı başına $40/ay gibi bir hat kirası payı demektir. Bunun üzerine servis sunan kuruluşun kar payı ve hat kullanımı nedeniyle ödenecek ücret de katılınca, ortalama bir kullanıcının aylık internet faturası $100  ya da bugünkü kurla TL 8 milyon civarına gelecektir. 

    $3,000 civarındaki ortalama yıllık gelirimiz ve bunun normal dağılım uyarınca dağıldığı varsayılsa dahi, gelirinin %40’ını internet’e ayırmaya imkanı olan ve de razı olabılecek  kişi sayısının, en fazla 20-30,000 civarında olabileceği anlaşılacaktır. Bunun dilimize tercümesi, internet’in, okullar, üniversıtelerin büyük çoğunluğu, ortalama gelirli aydın gibi kesımler tarafından kullanılamayacağıdır.

    Matbaayı, “yasaklama“, sanayi devrimini temsil eden buhar makinesini ise “aldırmama” yollarıyla toplumdan uzak tutan, çocuklarının kafalarını ezberle dondurmayı “birlik” sağlamanın yolu olarak bulmuş zorbalar, bugün internet için benzer bir yol kullanıyor. Görünüşte, herkesin kullanımına özgürce sunulan bu imkan, pratikte çok küçük bir kesimin kullanımına açılıyor.

    Bu oldu-bittiye ses çıkarmamak, buna iştirak etmekten farklı değildir. Mecellenin de Roma hukukunun da temel ilkelerınden birisi, suç işleyen kadar ona  katılanların da suçlu olduğudur. İnternet’ın yapay olarak pahalandırılması yoluyla yasaklanması olgusu, ceza yasalarımıza göre değil ama sorumlu insanlarımızın vicdanlarına göre bir suçsa, buna ses çıkarmamak suça katılım anlamına gelmez mi?

    Bu katılımı reddetmek yolunda bir ilk adım olmak üzere düşünülen, “internet kullanımını boykot edıp, bunu tüm dünyaya duyurmak ve bu yolla buradaki yasakçılar üzerinde bir baskı ortamı kurmak”  girişimim, bunu destekleyen ya da gereksiz gören tepkiler aldı.

    Destekleyen tepkilerin ortak noktasını “ben de varım, devam edip yayalım”  oluştururken, karşı çıkanlar oldukça değişik gerekçeler ileri sürdüler. Büyükçe bir bölüm, Anadolu insanımızın bin yıllık tipik davranışı olan “fare dağa küsmüş dağın haberı olmamış”  felsefesini savunan, sorunlarının çözümünü demir yumruklu kurtarıcılara bağlamış ve ömürlerını bu demir-el’leri bekleye bekleye tüketmekte olan  insanlarımızdır.

    Bir diğer bölüm ise, “ses çıkarırsak bunların bize zararı dokunur” diye düşünen ve yasakçı zihniyetin bir numaralı silahını oluşturan “korku”ya teslim olmuş olanlardır. Başka yollar aranmasını savunan, zorbaların zamanla yola geleceğini hayal eden, interneti pahalı da olsa kullana kullana idareyi yola getirmeyi öngörenler de bir diğer bölüm tepkiler oldu.

    Her toplum layık olduğu idareyi bulur”  özdeyişi çok doğrudur. İran’da bile yasaklanamayan internet’i kullandırmamanın yolunu bulabilen kafalar kendiliğinden ortaya çıkmamış, bu tür sivil tepkisizlik ortamında semirmişlerdir. Bu gerçeğin farkedilmesi, internet’ten de bütün diğer sorunlarımızdan da önemlidir.

    Köylülükle kentlilik kültürlerinin göstergeleri, köy odası ve disko değildir. Kendisine zararı dokunacağını bile bile, ama toplumun sağlayacağı yararın, dönüp kendisine yansıyacak kısmının, uğrayacağı anlık zararı misliyle karşılayacağı bilincine sahip olup olmamaktır iki kültürün göstergesi.

    Bu çağrıya lütfen tekrar kulak veriniz.

    Pazartesi,10 Haziran 1996

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • “Yanılmışım” demek zordur!

    “Yanılmışım” demek zordur!

    Niçin?

    Yargılarımız -genellikle- o denli kesindir ki onların yanlışlanması, “çok bilmiş tavırlarıma bakarak söyleyip yazdıklarımı pek ciddiye almayın; sıklığı ve zamanı belli olmayan şekilde yanılabiliyorum” gibisinden bir saklı içeriği çağrıştırabilme olasılığı nedeniyle utandırır.

    Çok laf yalansız çok para haramsız olmaz kadar doğrulanmış başka bir söz var mıdır bilinmez; özellikle laf miktarı arttıkça yalan olmasa da en azından doğru olmayan sözlerin araya karışması olasılığı artar. Kuşkusuz, bu sözü bildiği ve hep de doğruları söylemek istediği için çokhoşboş[1] stil edinmiş olanlar da olabilir.

    Bir tarihte, TV’den naklen güneş tutulması anlatan yorumcunun açıklamalarını hatırladıkça birşey söylemeden nasıl uzun uzun konuşulacağının nasıl bir ulusal karakter haline geldiğini daha iyi anlıyorum.

    İnternet, olmasaydı birbirinden haberi olamayacak insanların haberdar olabilmelerini sağladı. Böylece de, okur-yazar herkes (gugl denilen çokbilmiş sayesinde) göçmen kuşların yumurtlama sıklıklarından, 550 yıl evvel Fatih Sultan Mehmet’in lalasına nasıl hitap ettiğine varıncaya kadar her şeyden haberi olabilir hale geldi. Ama bu arada -bilgisayarın işleyişindeki hatasızlığa aldanarak- o yolla edindiği bilgilerin de bütünüyle doğru olduğu gibi bir inanca kapıldı.

    İnternet ya da medyadaki kuşkusuzluğa baktıkça, insanların bu kadar bilinmezlik içinde nasıl olup da bu denli çok şeyden emin olabildiklerine şaşıp kalmamak güç.

    Ağız ya da kalemden çıkan her yargı için, “ben bu yargımdan eminim çünkü…..” açıklaması, gerçekten sağlam bir gerçeğe oturtana kadar (fazla değil birkaç tur) sürdürülse insan konuşup yazacak söz bulamaz. Peki nasıl olup da zincir baklaları gibi …dir’ler peşpeşe dizilebiliyor?

    Niels Bohr şöyle diyor: “İfade ettiğim her cümle bir belirtim olarak değil bir soru olarak anlaşılmalıdır“.

    Acaba, bir kimyasal varmıdır ki birkaç büyük kentimizin içme suyuna karıştırılınca akıllara biraz olsun kuşku gelir de bu denli kesin bilgilerimizin kaynakları hakkında biraz olsun düşünme ihtiyacı duyarız?

    Cumartesi, Ekim 3, 2009


    [1] Çok sayıda -özellikle de söylenmesi hoş olan- sözcüğü yanyana dizip katma değersiz şekilde kullanmak!

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Bir şey öğreten aslında ne öğretir?

    Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…

    Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?

    Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.

    “Saklı içerik”!

    Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.

    Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!

    Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.

    Bir de deney!

    Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..

    Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…

    Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

    Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..

    Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..

    Saklı içerik öyle etkilidir ki..

    Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.

    Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.

    Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!

    Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.

    Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.

    Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.

    Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?

    Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.

    Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?

    Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?

    Öğretme-benimsetme okulda bitmez!

    Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.

    Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?

    Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!

    Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..

    Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..

    Kasım 13, 2007

    Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Töre Cinayetleri ve Ezber!

    Töre Cinayetleri ve Ezber!

    Töre cinayet nedeni olur mu? Oluyor.

    Sorun daha buradan başlıyor. Cinayetin başına töre nitelemesi konulunca cinayet bir çeşit meşruiyet kazanıyor. Cinayet ama adi bir nedenden değil töremizden dolayı!!! Hatta onurlandırıcı bir yanı bile var.

    Töre nedir?

    Vikipedi’ye göre, “bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü” anlamına geliyor.

    TDK sözlüğüne göre bir anlamı da “ahlaki davranış biçimi”. Dolayısıyla kavramsal, adlandırmaya ilişkin bir yanlış pek yok. Gerçekten de bu tür cinayetler, “benimsenmiş, yerleşmiş yaşam biçimimiz“in gereklerinden birisi olarak “gerçekleştiriliyor”. (Bu gerçekleştirme sözcüğü giderek olumsuz eylemler için de kullanılmaya başlandı!)

    Sorgulanmayan töre tam olarak “ezber”dir.

    Sadece töre değil sorgulanmayan her şey ezber’dir. Bir toplumda sorgulamamanın kendisi bir töre halini almışsa, -esas anlamı doğru-iyi-güzel de olsa-  zaman içindeki anlam kaymaları nedeniyle, benimsenip yaygınlaşmış ahlaki davranış biçimleri anlamındaki “töre” kavramı sonunda cinayet nedeni “töre”ye dönüşmektedir.

    O halde cinayet nedeni “ezber”dir!

    Toplumdaki sorunların hemen hepsi “soru sormadan itaat etmek, biat etmek” ile ilişkilendirilebilir. Ama töre cinayetleri denilen olgu tam olarak ezberin, yani soru sormadan itaat etmenin sonucudur.

    Peki şimdi bir soru..

    Türkiye sorunları üzerinde düşünen, konuşan, yazan bunca insanımız var. Nasıl olabiliyor da, tüm sorunlara girdi oluşturabilen (kök neden, root cause) “soru sormamak = biat = ezber” kök sorununu kendisine dert eden birkaç kişi çıkmıyor.

    Bunun birkaç açıklaması olabilir!

    1.     Soru sormamak = biat = ezber aslında bir kök sorun değildir. Bu satırların yazarının bir takıntısıdır,

    2.     Soru sormamak diye bir konu yoktur; çok sayıda soru sorulmakta ama doğru sorular sorulmamaktadır (https://www.tinaztitiz.com/dosyalar/Ogrenme_Evi/dogru_sorular.ppt),

    3.     Doğru sorular da sorulmakta, fakat soru sorma kültürü asırlar boyunca dümura uğramış toplum çoğunluğu bu soruların kendileriyle ilgisini kavrayamamakta, soru soranlar da bu nedenle vazgeçmektedir,

    4.     Soru sormak gereksiz görülmekte, çünkü soruların cevapları bilinmektedir,

    5.     Soru sorması gerekenlerin, cevapları bulmak zorunda olanlarla aynı kişiler olduğu inancı bir töre haline gelmiş, insanlar soruları soracak kişileri beklemektedirler,

    6.     Bu seçenekler geçerli değildir, başka nedenler vardır, ama o nedenleri sormak ya da cevaplarını vermek ayıp olur.

    Töre cinayetleri ile uğraşmak için yurt içinden ve özellikle yurt dışından ilgi gösteren çok sayıda kişi ve kurum var. Yurt dışındakileri anlıyorum. Peki yurt içindekilerin -çoğu da eğitimle meşgul- akıllarına “bu neyin töresidir?”, “acaba bu töre denilen şey başka alanlarda da var mı?”, “acaba benim de benzer ezberlerim var mıdır?” diye hiç düşünmezler mi?

    Bu soru’nun yanıtlarını düşünmekte yarar var.

    25 Mart 2009 Çarşamba

     

    … Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Bir şey öğreten aslında ne öğretir?

    Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…

    Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?

    Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.

    “Saklı içerik”!

    Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.

    Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!

    Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.

    Bir de deney!

    Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..

    Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…

    Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

    Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..

    Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..

    Saklı içerik öyle etkilidir ki..

    Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.

    Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.

    Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!

    Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.

    Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.

    Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.

    Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?

    Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.

    Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?

    Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?

    Öğretme-benimsetme okulda bitmez!

    Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.

    Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?

    Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!

    Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..

    Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..

    Kasım 13, 2007

    Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Bir şey öğreten aslında ne öğretir?

    Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…

    Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?

    Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.

    “Saklı içerik”!

    Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.

    Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!

    Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.

    Bir de deney!

    Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..

    Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…

    Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

    Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..

    Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..

    Saklı içerik öyle etkilidir ki..

    Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.

    Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.

    Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!

    Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.

    Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.

    Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.

    Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?

    Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.

    Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?

    Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?

    Öğretme-benimsetme okulda bitmez!

    Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.

    Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?

    Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!

    Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..

    Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..

    Kasım 13, 2007

    Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))

  • Bir şey öğreten aslında ne öğretir?

    Ağrı Dağı’nın yüksekliği, üçgenin iç açılarının toplamı, cisimlerin niçin düştüğü, Karlofça Antlaşması’nın maddeleri ve daha binlercesi…

    Bunları bize öğretenler, aslında esas öğrettiklerinin bu bilgiler olmadığının acaba farkındalar mı?

    Burada “öğreten” sözcüğü ile yalnızca eğitim sınıfını değil, birilerine bir şeyler öğretmeye, benimsetmeye, ezberletmeye, belletmeye çalışan tüm kişi, kurum ve kuruluşları kastediyorum.

    “Saklı içerik”!

    Bu bir eğitim terimi. Alttan alta öğrenilen anlamına geliyor; hatta, öğreten de öğrenen de farkında olmadan.

    Bir karikatür görmüştüm. Saklı içerik terimini çok iyi açıkladığını düşünürüm: Muhtemelen bir diktatör, bir kürsüden halka hitap ediyor. Dinleyenlerin ellerinde çeşitli yüceltici pankartlar var. “Yaşa varol”, “sen bizim her şeyimizsin”, “seninle sonsuza kadar”, “ülkemizi kalkındırdın”, “dostlarımız sevinsin düşmanlarımız korksun” ve bu gibi onlarcası. Fakat bu övgü dolu pankartları taşıyanlar öyle dizilmişler ki büyük harflerle şöyle bir sözcük oluşturmuşlar: YUH!

    Buradaki fark sadece, dizilenlerin ne söylemek istediklerini çok iyi bilmeleri.

    Bir de deney!

    Bir kafese beş maymun koyulur..Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar..

    Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk suyla ıslatılır…Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Daha sonra, suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler…

    Daha da sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir…ve merdivene ilk yaptiği atakta dayak yer..Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.

    Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur..

    Son olarak en baştaki ıslanan maymunlarin dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir.Tepelerinde bir hevenk muz asılı olduğu halde artık hiç biri merdivene yaklaşmamaktadır..

    Saklı içerik öyle etkilidir ki..

    Öğretilmesi niyetlenilene açık içerik (Arapça müfredat) denilirse, saklı içeriğin en önemli özelliği, öğrenilebilme düzeyinin açık içeriğe oranla kat be kat yüksek oluşudur. Bu nedenle, öğreticilerin ne öğretmeye niyetlendiklerinin bir önemi yoktur, nasıl olsa pek öğrenilmez, ama saklı içerik çok iyi öğrenilir.

    Hatta denilebilir ki açık içerik yoluyla sadece bilgiler, saklı içerik yoluylaysa eğitimin esas amacı olan davranışlar öğrenilir.

    Her açık içeriğin arkasında bir de saklısı vardır!

    Neredeyse bir kural olarak, öğretilmek istenilen her şeyin ardında bir de saklı içerik vardır. Eğer öğretici kişi bunun farkında ise gerekli önlemleri alarak saklı içeriğin varsa olumsuz etkilerini silebilir.

    Bu kavramın farkında olan kişiler, karşılarındakilerin gerçekten öğrenmelerini istediklerini saklı içerik biçiminde verirler. Tabii ki bu, öğreticinin farkındalığına ve de niyetine bağlıdır. Farkında ve iyi niyetli kişiler bu dolaylı mesajlar yoluyla gayet yararlı davranışlar kazandırırken, bu kavramın farkında olmayan öğreticiler -bilmeden de olsa- derin olumsuzluklara yol açarlar.

    Hem farkında ve hem de kötü niyetli olanlar ise gerçek birer zihin soykırımcısıdırlar.

    Peki öğretenler -aslında- ne söylüyor?

    Herhangi bir yolla birisine bir şey öğretme girişiminde bulunan bir öğreticinin dolaylı mesajı açıktır: “bir şey öğrenmen gerekiyorsa, bir öğretici olmaksızın bunu kendi kendine yapamazsın”.

    Bunun, hergün yeni bilgi, beceri ve davranışlar kazanmak zorunda olan ve de bunu kendi kendine yapmak zorunda olan çocuk, genç ve de erişkinlerimiz açısından ne anlama geldiğini düşünebiliyor musunuz?

    Tüm insanların -hiç ayrımsız- doğuştan sahip oldukları genetik miraslarından, yaşamlarını sürdürmede başlıca yardımcıları olabilecek bir araçtan mahrum bırakılmaları demek değil midir?

    Öğretme-benimsetme okulda bitmez!

    Keşke bu süreç okulda bitseydi. Türünün öğrenme yeteneğini keşfeden insan, kendi doğrularını benimsetebileceği etkili bir yol bulmuş, üstüne üstlük bunu “ona yararlı bilgileri öğretirken” dolaylı olarak öğrettiği “sen kendi başına öğrenemezsin, öğreticilere ihtiyacın var” koşullandırmasıyla, gelecekteki ideolojik, etnik, dini saklı içeriklere de zemin hazırlamıştır. Bu ise giderek benimsetme, zorlama, şiddet, terör ve savaşların gerçek alt yapısıdır.

    Çevrenize bakınız, “aklına geliveren” ya da “duyduklarından” bu kadar emin insan başka nasıl mümkün olabilirdi?

    Yaşlı, orta yaşlı ve genç cesetler!

    Bildiklerinin doğruluğuna yürekten ikna olmuş / ikna edilmiş, artık merak etmeyen, sadece bildiklerini başkalarına da benimsetmeye, öğretmeye çalışarak, gerekirse bu yolda ölmeye ve öldürmeye azimli kaçınılmaz sona adım adım yürüyen her yaştan milyonlar..

    Yeni çağın sadece “bildiklerinden kuşku duyanların, sürekli merak edenlerin ve kendi kendine öğrenebilenlerin” ayakta kalacağı, diğerlerinin ise kendi kendilerini yok edeceği bir çağ olduğunu umabilir miyiz? Maymun ve muz deneyi ümidimizi kırıyor ama..

    Kasım 13, 2007

    Yürekten (Türkçe) = Sorgulamamak, by heart (İng.), par coeur (Fr), ezber (Farsça)

    Yazıyı beğendiyseniz, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’na bağış yapabilirsiniz: http://www.beyaznokta.org.tr Teşekkür ederim :-))