-
Ara 19 2025 Gri İcra Gücü
Toplum sorunlarını anlamaya, çözümler üretmeye hattâ bu çözümleri uygulamayı düşünenlerin sıkça yakındıkları bir konu, icra gücüne sahip olmayışlarıdır. Açıkça vurgulanmasa da bu şikâyetlerin dayandığı bir varsayım, “icra gücü ya vardır ya yoktur; hükümet sistemi icra yetkisini bütünüyle elinde bulundurur”. Yani ya siyah (var) ya da beyaz (yok)!
Hemen tüm siyah-beyaz skalasında ifade edilegelen kavramlarda olduğu gibi icra gücü de gri renktedir. Siyaha ya da beyaza yakın çeşitli gri tonlar içeren bir palet.
Bir muhtar, yetkili olduğu mahalleye taşınan bir kişiye “ikametgâh belgesi” verirken, doğrudan -beyaza kaçan grilikte- bir icra gücü kullanır. O mahalledeki bir arsaya kat izni veren belediye başkanı ise biraz koyuca gri renkli yine bir icra gücü kullanmaktadır. Böyle ilerleyerek filânca ülkeye savaş ilânı da TBMM’nin kullandığı siyah renkli bir icra gücüdür.
Siyah-beyaz paletine böyle bakıldığında hükümet ve TBMM’nin kullanabildiği salt siyah icra güçlerinin dışında ve -çeşitli tonlarda- geniş bir gri icra alanı mevcuttur.
Buna göre, icra gücü eksikliğinden yakınanlar eğer bir yerlere savaş ilânı gibi niyetleri yoksa, kendileriyle benzer siyasi görüşlere sahip Gri İcra Gücü (GİG) sahiplerine erişimi deneyebilirler.
Bu deneme imkânının büyük bir rahatlama yaratamayacağını hemen belirtmekte yarar var. Fakat önemli bir kapı açtığı da kesindir. Çünkü, icra gücünü S-B ölçeğinde değerlendirmeye alışmış insanımız, ortaya çıkan GİG alanındaki lâbirent benzeri yapının yaratabileceği güçlükleri baştan tahmin edemeyebilir. Buna inanmayanlar, oturdukları ilçenin meselâ belediye başkanına erişmeye (hattâ doğrudan şahsına erişebilecek bir ePosta yollamaya) “kalkışarak” sonuçlarını bizzat deneyimleyebilirler.
GİG’e erişim
Bir sorunun çözümü bağlamında öneri iletmek ya da bir uyarıda bulunmak amacıyla GİG sahibi bir kişiye erişebilmedeki güçlükleri aşabilmek için öncelikle o güçlüklerin niçin doğduğunu anlamak gerekir. Bu metnin yazarı ve onun tanıdıklarının bu konudaki deneyimlerine göre, erişim güçlüklerinin bir nedeni GİG sahibinin zaman bütçesinin kısıtlı oluşudur. Yüzlerce kişinin çeşitli niyetlerle -ki bazılarının mevzuat dışı olma ihtimali yüksektir- zaman talebi baskısı ciddi ve makûl bir kısıttır.
Erişimi güçleştiren esas neden ise farklıdır. OECD’nin ‘80li yıllarda yerel yöneticiler için hazırladığı ve her biri ayrı uzmanlık alanı olan yönetim kitapçıklarının önsöz bölümündeki bir ifade, söz konusu “esas neden”i açıklıyor. Cümle aşağı yukarı şöyleydi: “Seçimle iş başına gelen yöneticiler, seçildikleri günün ertesinde, o görev için sahip olmaları gereken tüm niteliklere Tanrı tarafından sahip kılınırlarsa da biz bu otomatik sürece yardımcı olmak için bu yayın dizisini hazırladık.”
Kısaca “bize akıl mı öğreteceksin?” anlamındaki bu engelin aşılması için yer, zaman ve zemin koşulları dikkate alınarak önlemler geliştirilmesi gerektiği açıktır.
Buraya kadar değinilen GİG sahipleri herkesin aşina olduğu resmî icra gücü basamaklandırmasına göredir. Bir de gayrıresmî hiyerarşi vardır ki hem labirentleri daha az hem de etkililiği daha yüksektir. Ama tek sakıncası işlerliği garantili olmayışı, bu kanaldan haberdar olan herkesin kullanabilir olmayışıdır.
Dilimize bir deyim olarak sıkıca yerleşmiş etkili sorun çözme araçlarından birisi olan “adamını bulmak” (ya da bulamıyor iseniz “madam’ını bulmak”) işte bu kanalın dilimizdeki adıdır ve bir çeşit “yaşam becerisi kit’i (survival kit)” kadar olmazsa olmazdır.
Bu yüksek etkili çözüm aracı olan kişiler nadirdir ve bir özellikleri nedeniyle tüm kapıları açabilirler. O özellik, ilişkide bulunduğu kişilerde -fikir satmaya çalışan kişilerin aksine- en küçük bir rekabet duygusu yaratmayışları, aksine neredeyse hücresel bir çekim (afinite) denilebilecek kadar karşılarındakilere yakın hissettirmeleridir. Aslında sessiz olarak “siz kim olmamı istiyorsanız ben oyum” mesajı yayan bu tür kişiler tüm büyük örgütlerin (holdingler, devlet kurumları vbg) ihtiyacı olan kişilerdir.
Böylece aşılması mümkün olabilecek engellerden sonra, satılmak istenilen çözüm ipuçlarının son olarak da “biz onu zaten biliyoruz” ve/ya “bu koşullarda mümkün değil” engelleri üzerinden aşırılmasıyla mutlu sona erişilmesi ihtimali doğmuş olacaktır.
19 Aralık 2025 (Rev1, 21.12.25)
-
Ara 03 2025 Ters Eğimli Duvara Tırmanmak ve Çözüm Arayanlar
TV spor kanallarını izleyenler başlıkta anlatılan ve fotoğrafta görülen sahneleri hemen hatırlayacaklardır.
Amacım, bu spor dalındaki ters eğimli duvar ve tırmanıcıyı, Türkiye’nin içinde bulunduğu kriz ortamı ve buna çözüm arayanları benzeştirerek kimi çıkarımlar yapmak.

TV de izlerken dahi insanın avuçlarını terleten, ama yine de güvenlik halatı nedeniyle tırmanıcının yaşamsal tehlikede olmadığını bilme rahatlığı maalesef benzetmenin tek uymayan yanı. Bugüne kadar resmi tırmanma yarışlarında yaralanma veya ölüm olmuş mudur bilemem ama, Türkiye sorunlarına çözüm arayanlar için -eğer bulunamaz ise- aynı rahatlık olamayabilir.
Benzetmede normal değil de ters eğimli duvar seçilmesi anlatıya heyecan katmak için değil, gerçek durumun içerdiği “açmaz” (birbirine zıt çözümler) kilidi ile benzerliği anlatmak içindir. Tırmanıcı (çözüm arayışçılar), içinde bulunduğu durumdan yine dengede olabileceği bir duruma ve böyle devam ederek en tepelere kadar gidebilir. Ama ne yazık ki içinde bulunduğu durum ile yenisinin, düşme riski yaratmadan eklenmesi gerekir ki işte bu mümkün değildir. Ters eğim ve yerçekimi ikilisi küçük bir geçiş anının dahi kullanıp tırmanıcıyı alaşağı eder.
Duvarın fazladan güçlükleri varsa (aynen Türkiye sorunları gibi) bu defa iki veya daha fazla tırmanıcının (çözüm girişimcileri) bir takım halinde tırmanmalarını gerektirir ki, bunun birbirlerine yardım amacını taşıdığı bellidir. Bu yardım bazen akıl vererek, bazen güvenliğini sağlayarak olabilir.
Türkiye sorunlarının çözüm girişimlerinde, -örneklerini yıllardır gördüğümüz gibi- krizin çeşitli yüzünü oluşturan sorunlar tek tek çözülebilir ama aynı anda çözülmeye kalkınca birbirine zıt çözümler nedeniyle kriz daha da derinleşir. Ve derinleştikçe “değer transferi” peşinde olan iç ve dış aktörler, tırmanma duvarının eğimini biraz daha (ters yönde) artırırlar.
Bu uzunca benzetme, tırmanıcılardan beklenen birkaç olmazsa olmaz özelliği hatırlatmak içindi:
Yaşamlarımız genellikle düz yollarda yürüyerek, zaman zaman da normal (ters olmayan) eğimli duvarlara çıkarak (merdiven ve asansör kullanarak) geçiyor. Buna alışkınız. Fakat bu defa durum farklı, alışık olduğumuz yöntemle çıkılamıyor. Merdiven vs de yok. Ayrıca ters eğimli duvar deneyimimiz de yok. O halde bu durumda tırmanıcılardan bazı ek özellikler beklemek gibi bir zorunluk doğuyor:
- Tırmanıcıların idareli kullanmaları gereken kaynakların başında “zaman” öğesi geliyor. Tutundukları yerde güç kullanarak durdukları için zaman yeni bir anlam kazanıyor. Buna “değerli zaman” denilebilir. Değerli Zaman’ın -hem kendi hem de paydaş tırmanıcı için- ayırt edici iki özelliği:
- Amaç birlikte veya tek olarak hedefe erişmektir. Ya kendi ya paydaşı ya da ikisi birlikte hedefe varmalıdır. Bu amaçlara hizmet etmeyen her şey “gürültü”den ibarettir. Tek başına hareket ancak başarısından tam emin olunan bir tırmanma stratejisi altında kabul edilebilir.
- Her saniye değerlidir. Sohbet, genel geçer öneri vb amaçla kullanılamaz. Mutlaka değer iletişimi amacıyla kullanılmalıdır.
- En kısa görünüşlü rota her zaman “mümkün rota” olmayabilir. Bu durumda daha uzun ve çok küçük çentiklere (crimp denirmiş) tutunup birkaç santim hareket etmek, bir sonraki hamleleri kolaylaştırabilir. Bu süreçte terki gereken paradigma “şimdi ve burada” hedefe ulaşma arzusudur. Tırmanıcılar, bu çentikleri görebilme ve paydaşını oraya sevk etmekle yükümlüdür.
- Her yarışmanın seyircileri gibi tırmanma yarışının da seyircileri vardır. Seyircilerin tezahüratı, tırmanmaya katkısı olmadığı gibi tırmanıcıların gönül güçlerini de azaltır. Ama yine de bütün seyirciler içinde işe yarar bir şey söyleyen birileri olabilir. İyi tırmanıcılar gürültü içindeki bu sinyalleri ayırt edebilirler.
İyi tırmanış dileklerimle.
3 Aralık 2025
- Tırmanıcıların idareli kullanmaları gereken kaynakların başında “zaman” öğesi geliyor. Tutundukları yerde güç kullanarak durdukları için zaman yeni bir anlam kazanıyor. Buna “değerli zaman” denilebilir. Değerli Zaman’ın -hem kendi hem de paydaş tırmanıcı için- ayırt edici iki özelliği:
-
Kas 30 2025 TÜLBEK Mütevelli Heyeti 2025 yılı toplantısına mesaj
Değerli Başkanım Sayın Osman İlhan ve değerli mütevelli heyet üyesi arkadaşlarım,
Vakfımızın kurulduğu 1989 yılından bu yana geçen 36 yıl içindeki mütevelli heyet toplantılarının pek azına katılmış isem de vakfın eğitim hayatımıza ne denli katkılarda bulunduğunu sürekli gözlemişimdir.
Bugün artık neredeyse tüm yerel yönetimlerin doğrudan veya dolaylı olarak “beceri kazandırma” kavramını kullanarak yörelerindeki gençlere altın bilezikler kazandırmaya devam ettiklerini görüyoruz.
Nitekim, 6 Şubat 2023 depremleri sonrasında yörenin çocuk ve gençlerine yönelik Altın Bilezik eğitimlerinden sonra şimdilerde gençlere yönelik Yenileşim (inovasyon) Eğitimi girişimimiz de yine beceri kazandırma kavramının devamı sayılmalıdır. Sanırım böylesi bir onur çok az sayıda kuruma nasip olmuştur.
Çinlilere atfedilen hem dua hem de beddua olarak kullandıkları “dilerim ilginç zamanlar yaşarsın” sözü sanırım içinde bulunduğumuz yıllar için söylenmiş olmalı.
Her bakımdan belirsizlikler içeren bu yılların anahtarı da AGI ve ASI olarak belirtilen Yapay Genel Zekâ ve Yapay Süper Zekâ’dır. Bu kavramların olağanüstü gelişme hızı şu grafikte net olarak görülüyor.
Düne kadar “aptal makineler” olarak nitelenen yapay zekâ, yazıştığı kişiyle 18 Kasım’da yukardaki gibi yazışıyor:
Çok yakın gelecekte, YZ destekli arama motorlarına yazacağımız bir isteğe “bu isteğin yersiz onun yerine şunu sormalısın” gibi sinir bozucu cevaplarla karşılaşmak; hattâ biz istemeden bizim yerimize bir şeyler yapmaya kalkması hiç sürpriz olmayacaktır.
Böylesi bir tablo TÜLBEK’e ne diyor?
Sanırım buradan çıkarabileceğimiz net sonuç, TÜLBEK’in bu koşullara uygun yeni bir vizyon tanımlama zorunluğudur.
Bu noktada, Roma Kulübü adlı ünlü örgütün 1970’li yıllarda yayımladığı “29’ncı Gün” adlı raporuyla ilgili bir hatırlatma yapmama izin veriniz.
Rapor bir soru ile başlar: “Bir göl üzerindeki nilüferler her gün bir gün önceki kadar büyürse acaba gölün yarısı kaçıncı gün kaplanır?”
Bu şaşırtmacanın cevabı 29ncu gün’dür ve çevre açısından “belki de bugün 29ncu gündür ve yarın çevre adına hiçbir şey kalmayacaktır” denilmektedir. İşte benzer biçimde ben de halâ geleneksel beceri alanları yoluyla yaşamlarını sürdüren insanlarımıza bakıp “acaba YZ açısından bugün kaçıncı gündür?” sorusunu gündemimize getirmek istiyorum.
Bu durum karşısında ortaya çıkan yeni vizyon konusuna da kısaca değinmek istiyorum:
Bu yeni varlık nedeninin gerçekleştirilebilmesi, sağlam bir eğitim felsefesine dayanmalı. Dünün -bugünlere de yansıyan- eğitim felsefesinin iki ayağı bulunuyor:
- Toplu yaşama uygun yurttaş yetiştirmek,
- Kapitalist sistemin İşgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu bilgi ve becerilere sahip insan gücü yetiştirmek.
Günümüzde bu iki ayakta, özellikle de işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu ve çoğu otomasyon ve robotik yolla karşılanan işgücü dışında, giderek kalabalıklaşan bir (NEET- Neither in Employment, Education or Training ya da ev genci) kitlesi ortaya çıktı.
Buna göre eğitim sistemlerinin temelini oluşturan ayaklar artık geçerliğini büyük ölçüde yitirdi. Yararsız Sınıf (useless class) adı verilen bu sınıf, tüm ülkelerde otokratik yönetimlerin temelini oluşturmaya başladı.
Belki bir süre yerel ihtiyaçlar doğrultusunda bu sınıfın çok küçük bir bölümüne istihdam sağlamak mümkün ise de bunun kalıcı bir çözüm olamayacağı bellidir. Bu durumda, elinde herhangi bir eğitim kurumunun sertifikasını (diploma vb.) bulundurmak bir anlam ifade etmeyecektir.
O tür kurumlar yapıları itibariyle hantal oldukları için -özellikle de çok değişiklikler içeren- ihtiyaçlara cevap üretemeyeceklerdir. Bu durumda esnekliği yüksek kurumlar çözüm aracı olarak ortaya çıkmaktadır.
Halen dahi uluslararası ortamlarda “vekil savaşçı” olarak kullanılmakta olan genç insanların sayısının artacağını ve bu tür işler için belli ücret ve çalışma koşulları normları oluşacağını tahmin etmek zor değildir.
Geri kalan ve artık uluslararası dolaşıma açık ihtiyaçlar için şu tür nitelikler aranır hale gelecektir:
- Ana dili hakimiyeti (YZ destekli çeviri araçları çok gelişmiş olacağı için ayrıca bir yabancı dil bilmek yerine, ana dilini derinlemesine bilmek bir avantaj olacaktır).
- Kendini -özellikle de soru formunda- ifade etme becerisi, İfadelerinin sinyal / gürültü oranının[1] yüksekliği muhtemelen herkesin önem verdiği bir kavram haline gelecektir.
- Uluslararası dolaşım kabiliyeti. Yani, kendi ayaklarının üzerinde durabilme; yeni beceriler edinebilme, bulunduğu topluma uyum gösterebilme esnekliği.
- Değer üretebilme kabiliyeti. Çevresindeki ihtiyaçları fark edebilme ve o doğrultuda değer üretimi sağlayabilme ve
- Zarar Vermeyen Dünya Vatandaşı[2] özelliklerine sahip olmak.
Bu bağlamda hem bu çerçeveye uygun hem de gerçekleşebilir bir vizyon tanımını Mütevelli Heyetimizin değerli üyeleri arasında yapılabilecek katılımlı çalışmalar yoluyla belirlenmesini, konuşmamın son cümlesi olarak yüksek takdirlerinize sunuyorum.
Teşekkür ederim.
19 Kasım 2025
[1] Bkz. https://kavrammutfagi.com/makaleler/turkce-yetkinligi/turkce-yetkinligi-ve–gurultu-den-arinmis-dusunme
[2] Bkz. https://tinaztitiz.com/zarar-vermeyen-dunya-vatandasi-zvdv-i/
-
Kas 15 2025 Farklı Akıllar-2
Çeşitli mantık sistemleri “ihtiyaçlar” nedeniyle ortaya çıkıyor. Acaba non-human kesimde (tüm bitki ve hayvanlar) yaşamlarını sürdürmek zorunda oldukları ekosistemlere göre “uygun” mantık ve akıl sistemleri oluşmuş mudur? Bu konuda araştırma belgeleri var mıdır?
Claude Sonnet4
Bu son derece ilginç bir felsefi ve bilişsel bilim sorusu! Evet, bu konuda kesinlikle araştırmalar var. Birkaç farklı açıdan bakılmış:
İlgili Araştırma Alanları:
- Ecological Rationality (Ekolojik Rasyonalite): Gerd Gigerenzer ve arkadaşlarının çalışmaları – organizmaların yaşadıkları çevreye uyarlanmış “hızlı ve tutumlu” bilişsel stratejiler geliştirdiğini gösterir.
- Umwelt Teorisi: Jakob von Uexküll’ün klasik çalışması – her türün kendi algısal ve eylemsel dünyası (Umwelt) olduğunu savunur.
- Animal Cognition & Comparative Cognition: Hayvanların problem çözme, karar verme stratejilerinin habitatlarına göre şekillendiğini inceler.
- Plant Intelligence: Son yıllarda bitkilerin de çevresel bilgi işleme sistemleri olduğu gösterilmiştir.
Size spesifik akademik makaleleri bulayım:
Harika sonuçlar! Şimdi daha geniş bir kapsam için “comparative cognition evolution different species” gibi bir arama yapabilirim, sonra da sonuçları özetleyeyim.
Harika bulgular! Evet, bu konuda oldukça zengin bir araştırma literatürü var. İşte ana bulgular:
Önemli Araştırma Alanları ve Makaleler:
1. Ekolojik Rasyonalite (Ecological Rationality)
Farklı türlerin yaşadıkları ekolojik nişlere göre farklı karar verme stratejileri geliştirdiğini gösteren çalışmalar var – örneğin şempanzeler ve kapuşin maymunları benzer çevrelerde yaşadıkları için, uzaktan akraba olmalarına rağmen benzer bilişsel özellikler geliştirmişler ScienceDirectWikipedia.
Önemli İsimler:
- Gerd Gigerenzer ve ekibi
- Herbert Simon (bounded rationality)
- Vernon Smith
Tüm omurgalıların motor kontrolü için kullandığı sinir devrelerinin işlevsel mimarisi neredeyse hiç değişmemiş – bu, ekolojik rasyonalitenin evrimsel temellerini gösterir FrontiersPubMed Central.
2. Bitki Bilişi (Plant Cognition)
Bitkiler, ışık ve besin arama, rekabetten kaçınma ve karmaşık karar verme gibi geleneksel olarak hayvanlara özgü sayılan davranışlar sergilerler Wiley Online Library.
Bazı araştırmacılar, bitkilerin farklı çevresel koşullar arasında seçim yaparken “rasyonel” kararlar aldığını ve fitneslerini maksimize eden seçeneği tercih ettiklerini savunuyor – bu da “hayvanlar ve insanlar için geliştirilen karar verme teorilerinin bitkilere de uygulanabileceği” anlamına geliyor Wiley Online Library.
Önemli Makaleler:
- Segundo-Ortin & Calvo (2022) – “Consciousness and cognition in plants”
- Parise et al. (2020) – “Extended cognition in plants”
- Calvo & Keijzer (2009) – “Cognition in plants”
3. Umwelt Teorisi
Jakob von Uexküll’ün klasik teorisi: Her türün kendi algısal dünyası (Umwelt) vardır ve bu dünya, o türün ekolojik ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir.
4. Karşılaştırmalı Biliş (Comparative Cognition)
Araştırmalar, vahşi ortamda riskli ve maliyetli besinlerle beslenen türlerin (şempanzeler ve kapuşin maymunları gibi), laboratuvar ortamında da daha sabırlı ve risk alan davranışlar sergilediğini gösteriyor – yani türe özgü ekolojinin bilişsel stratejileri şekillendirdiği kanıtlanıyor ScienceDirect.
Ana Bulgular:
- Mantık ve akıl sistemleri gerçekten de ekosisteme göre şekillenir – Bu “ekolojik rasyonalite” olarak adlandırılıyor
- Bitkiler bile karar verme mekanizmalarına sahip – Tohumların çimlenme zamanlaması, üreme yapılarının düşürülmesi ve fotosentezin düzenlenmesi gibi süreçlerde stratejik kararlar alırlar PubMed Central
- Basit stratejiler sıklıkla karmaşık olanlardan daha etkilidir – Belirli çevresel yapılarda, daha az bilgi ve hesaplama ile şaşırtıcı derecede yüksek başarı seviyeleri elde edilebilir Wiley Online Library
- Bilişsel süreçler merkezi sinir sistemine bağlı değildir – Bitkiler, kök salgıları ve mikorizal ağlar aracılığıyla bilişlerini çevrelerine “genişletebilirler”PubMed CentralTaylor & Francis Online
Bu araştırmalar, sorunuzun çok haklı bir sezgiye dayandığını gösteriyor: Evet, farklı ekosistemlerde yaşayan canlılar, o ekosisteme uygun “mantık” ve “akıl” sistemleri geliştirmişler!
Umwelt Teorisi farklı insan kümeleri (mesela kabileler, uluslar) için de geçerli olabilir. Hele, birikmiş sorunları bulunan ve bunları çözemediği için bunları sömüren rakiplerinin baskısı altında kalan uluslar kendileri için farklı bir sosyal eko sistem oluşturmuşlardır denilebilir mi?
Mükemmel! Evet, Umwelt teorisi kesinlikle sosyal gruplara uygulanabilir ve bu konuda zengin bir literatür var. İşte bulgular:
Temel Kavramlar:
1. Epistemik Adaletsizlik (Epistemic Injustice)
Kolonizasyon bir epistemik adaletsizlik olarak, Batılı olmayan birçok halkı tarihsel olarak türetilmiş bilişsel kaynaklardan mahrum bıraktı ve bunları ya kolonizatörün bakış açısıyla ya da bilgi koloniyalitesini sürdüren aşağılık kompleksleri dizisiyle değiştirdi Marquette University.
İki tür epistemik adaletsizlik:
- Testimonial injustice: Kadınlar, azınlık grupları veya marjinalleştirilmiş topluluklar gibi belirli bilenlere atfedilen düşük güvenilirlik – bu topluluklar, meşru ve rasyonel şekilde bilgi konsensüsüne katkıda bulunmaya uygun görülmez Developmentresearch
- Hermeneutic injustice: Belirli grupların deneyimlerini ifade edecek kavramsal araçlardan yoksun bırakılması
2. Epistemisid (Epistemicide)
Boaventura de Sousa Santos tarafından tanımlanan epistemisid, tüm bilgi sistemlerinin kasıtlı olarak niteliksizleştirilmesi ve yok edilmesidir – epistemisid, soykırımın bir koşulu olmuştur Taylor & Francis OnlineUnescochair-cbrsr.
Dört büyük fetih (Endülüs, Kadınların bilgisi, Afrika’nın köleleştirilmesi, Amerika’nın fethı) hem askeri hem de epistemolojik/ideolojik idi. Cordoba’daki 500.000 kitaplık kütüphane yakıldı, Maya, İnka ve Aztek kodeksleri yok edildi Unescochair-cbrsr.
3. Epistemik İtaatsizlik (Epistemic Disobedience)
Walter Mignolo’nun geliştirdiği bu kavram, boyun eğdirilmiş, ırkçılığa maruz kalmış ve ezilmiş insanların, Batı merkezli bilgi ve varlık koloniyalitesinden koparak, bağımsız, sistematik düşünce ve bilgi üretimi yoluyla onurlarını ileri sürdükleri bir süreci ifade eder ResearchGate.
4. Kültürel Biliş (Cultural Cognition)
Farklı kültürel gruplar, dünyayı organize etmeye ilişkin tercihlerine (hiyerarşik-eşitlikçi, bireyci-toplumcu) göre riskleri ve gerçekleri farklı şekilde algılarlarWikipediaPubMed Central. Richard Nisbett’in çerçevesi, bütüncül ve analitik düşünme stillerinin akıl yürütme, algı, dikkat ve hafıza üzerindeki etkisini araştırdıPubMed Central.
Sorunuza Doğrudan Cevap:
Evet, kesinlikle! Baskı altındaki uluslar ve topluluklar için:
Farklı Sosyal Ekosistem Oluşumu:
- Alternatif Epistemolojiler: Yerli bilgi sistemleri hem ontolojiler hem de epistemolojilerdir – nesneler, manzaralar, ritüel ve törenlerde somutlaşmış, haptik ve dağıtılmış biliş formları olarak ifade edilirler. Hafıza, özellikle sözlü geleneğe – yer, beden ve ses tabanlı ifadelerin bütünleşmesiyle dünya ile duyusal teması koruyan bir geleneğe – kodlanır Psychiatry Times.
- Bilişsel Direnç: Dekolonyal araştırma, hiyerarşik olmayan ve sömürücü olmayan uygulamalara karşı direniş gerektirir, yerli ve tarihsel olarak marjinalleştirilmiş gruplarla dayanışma içinde sosyal ve epistemik adalet için çalışmayı içerir ResearchOnline.
- Epistemik Niş İnşası: İnsanlar, yaşadıkları, öğrendikleri ve çocuk yetiştirdikleri kültürel nişleri aktif olarak mühendislik yaparlar – kültürel çevrelerde bulunan birikmiş yapı ve adaptif bilgi, insan zekası ve davranışını açıklamak için anahtar faktörlerdir Stanford Encyclopedia of Philosophy.
Önemli Noktalar:
Her insan, geçerli ve meşru bir bilgi sistemine doğar, ancak Avrupa merkezli koloniyalite bu meşruiyeti baltalayabilir, epistemik silmelere ve epistemisidlere neden olur Developmentresearch.
Bu yerleşik güç dinamiklerinin ele alınması, dekoloniyalite ve epistemik adalete sürekli bir bağlılık gerektirir – diyaloğa dayalı, evrensel katılımlar ve marjinalleştirilmiş bilginin yeniden doğrulanması ve entegrasyonu için alanlar yaratmak Taylor & Francis Online.
Sonuç: Evet, baskı altındaki uluslar ve topluluklar, tam da dediğiniz gibi, farklı bir “sosyal ekosistem” içinde kendi mantık ve akıl sistemlerini geliştirmişlerdir. Bu sistemler, dominant epistemolojiye karşı bir direniş biçimi ve hayatta kalma stratejisi olarak işlev görür. Tıpkı farklı ekosistemlerdeki canlıların farklı bilişsel stratejiler geliştirmesi gibi, farklı sosyo-politik baskı altındaki gruplar da kendi epistemik araçlarını ve dünya görüşlerini inşa etmişlerdir.
14 Kasım 2025
-
Eyl 06 2025 Cesaret: Deli Zamanlarda Doğruyu Seçmek!
Türkiye’nin içinden geçtiği bu zor dönemde “cesaret” kavramı sıklıkla gündeme geliyor. Çoğunluk için cesaret, güce karşı açık ve sert tutumlar sergileyebilmektir. Toplum yaşamının çeşitli kesimlerini zorlaştıran hukuk, özgürlükler, ekonomi gibi uygulamalardan pek etkilenmeyip sessiz kalarak durumunu sürdürebilenler içinse cesaretin pek bir anlamı yok. Hepsinden ufak bir kesim ise ne olup bittiğini -yaşam güçlüklerinin hemen eylem talep eden çekiciliğine aldırmadan- anlayıp, bu çetrefil içinden çıkabilme aklını üretmeye çalışanlar olabilir ki onlar için cesaret -hattâ hiç adlandırmadan- sadece “gereğini anlayıp yapmak”tan ibarettir.
Yaşamın hemen her kesiti ayrı bir cesaret türü tanımlıyor. Savaşta cesaret, kumarda, girişimcilikte, akıl daraltıcıları ile yüzleşmede, kendini değiştirmede, yaşam konforundan vazgeçmede ve daha onlarca türde cesaret. İlginç olan bir nokta bu çeşitlilikteki her cesaret türünün -genellikle- birbirinden bağımsız olması; birinden çok cesur olabilen kişilerin diğer alanlarda aynı cesarete sahip olamayışıdır. Aynı ilginçlikte bir diğer nokta ise, bir alandaki cesareti yüksek olan -ya da öyle olduğuna inanan- bir kişinin, diğer alanlardaki çekinikliğini gizlemek için her fırsatta ilkini sergileme eğilimidir.
Aynı anda çeşitli cesaret türlerine birlikte sahip olunması gereken -örneğin yüksek karmaşıklık düzeyli bekâ sorunları gibi- durumlar ise karmaşık ve zahmetli bir cesaret yolculuğunu gerektirebilir. Bunun böyle olup olmadığı, mevcut karmaşık durumun tüm katmanlarıyla ortaya konulmasına bağlı. Bu zahmete katlanmadan sadece bireysel duygu ve/ya inançlarımıza aykırı görünen olgulara bakılarak girişilecek eylemler -bireysel tatmin sağlasa da- en azından yarar getirmeyecektir.
Bütün yaşam kesitleri için farklı cesaret tanımları yapılsa da en derinde bu tanımları birbirine bağlayabilecek bazı işaretler bulunabilir, bulunmalıdır da. Herhangi bir tür cesaretin içinde mutlaka bulunması gereken öğe ‘risk’ kavramıdır. Buna göre en kaba tarifle ‘cesaret risk alabilmektir’ denilebilir. Ancak bu haliyle tanım ‘deli cesareti’ denilen kavramla karışabileceği için ‘katlanılabilir risk’[1] denilmesi daha doğru olabilecektir.
Cesaret Sorgulamakla Başlar
Cesaretin ‘katlanılabilir (hesaplanmış) bir riski üstlenmek’ olduğu oldukça iyi bir tanım olsa da bileşik risklerin bir arada bulunması ve bazı risklerin daha katlanılabilir iken bazı risk bileşenlerinin katlanılamaz (sürdürülebilirliği bozabilecek) olduğu haller için yetersizdir. Böyle bir durumda kişilerin, içinde bulunulan duruma ne genişlikte bir sistem olarak baktıkları belirleyici olacaktır. Bekâ sorunları bu tür çok bileşenli riskler içerir ve bireysel cesaret gösterileri için bir çeşit yasak bölge’dir. Bu durumda farklı kişilerin üstlenmeleri gereken katlanılabilir riskleri birbirleriyle uyumlu hale getirebilmek için ‘hangi sürdürülebilir bir geleceğe varmak istiyorsunuz?’ sorusuna cevap üretilmesi gerekir[2]. Bu soruya farklı cevaplar veren iki cesur kişiden (dar bir çerçevede bakan) birisi hemen gözüne çarpan bir eğriliğe tepki gösterip cesaret sergilerken, (uluslararası ilişkileri daha geniş çerçeve içinde gören kişilerden destek alan) bir diğeri, stratejik davranıp daha sürdürülebilir bir gelecek için çaba gösterebilir. Buradaki esas sakınılması gereken risk, farklı gelecek tasavvurlarına sahip gruplar içindeki uyumsuzluğun yaratabileceği sorunlardır.
Hakiki cesaret “neyin, niçin ve nasıl olduğunu” derinlemesine sorgulamakla başlar. Ama ne yazık ki sorgulamanın başarısı sorgulayanın nesnelliğine (objektiflik), o ise akıl daraltıcıları hakkındaki öz farkındalığına; ayrıca da sorgulanacak alanlar ile ilgili bilgisine bağlıdır. Sorgulama sürecinin bu zorlukları yetmezmiş gibi hemen her alandaki belirsizlikler, mevcut durumun tanımında geniş karanlıklar yaratacaktır.
Bu belirsizlik ağırlıklı sorun ortamında, ölümü bu denli kutsamış[3] bir toplumun, çözümü bireysel cesaretler ve onun ayrılmaz ikizi ‘alkışlanabilir imkânsızlar’a[4] ya da arkasında uygulanabilir kozlar bulunmayan girişimlere[5] bağlayıp geçici bir rahatlamadan öteye geçemeyişi kaçınılmaz görünüyor.
Gerçek cesaret, sorunların kökenine inip bunları açıkça ifade edebilmektir. Bu, bazen iktidara, bazen muhalefete, bazen de kendi çevremize karşı durmayı gerektirir. Cesaret, aynı zamanda bu duruşu yaygınlaştıracak yaratıcı yolları bulmayı da içerir.
“Deli Zamanlarda Doğru Düşünme”den, “Deli Zamanlarda Cesaret”e!
1930’ların, Nazi işgali altındaki Viyana’da, The Vienna Circle (Viyana Çevresi) adlı ve hepsi ünlü bilim insanlarından oluşan bir aydınlar topluluğu, “Exact Thinking in Demented Times” (Deli Zamanlarda Doğru Düşünme) başlıklı bir eserle tarihe geçti. Onlar, aklın karanlığa yenik düştüğü bir dönemde, bilimin ve mantığın ışığını taşıma cesaretini gösterdiler. Bugün Türkiye’de ihtiyaç duyduğumuz şey de tam olarak bu: “The Courage in Demented Times” – Deli Zamanlarda Cesaret.
Viyana Çevresi’nin faşizmin yükselişi karşısında gösterdiği direnç, sadece siyasi bir tavır değil, aynı zamanda epistemolojik bir duruştu. Onlar, “deli zamanlar”ın yarattığı kafa karışıklığına ve korkuya rağmen, “doğru düşünme”nin metodolojisinden taviz vermediler. Bugün Türkiye’de de benzer bir cesarete ihtiyacımız var: duygusal tepkilerin ve kutuplaşmış söylemlerin kolaycılığına kapılmadan, sorunları soğukkanlılıkla analiz etme ve rasyonel çözümler üretme cesareti.
Sonuç: Deli Zamanlarda Cesaret Bir Varoluş Biçimidir
Cesaret, sadece belirli anlarda gösterilen bir tavır değil, sürdürülebilir bir varoluş biçimidir. Sürekli öğrenmeyi, değişimi kabullenmeyi, diyaloğa açık olmayı ve en önemlisi – her koşulda – hakikati savunmayı gerektirir.
Tıpkı Viyana Çevresi’nin “deli zamanlarda doğru düşünme“yi seçmesi gibi, bizim de “deli zamanlarda cesaret” göstermemiz gerekiyor. Bu cesaret, korkuya ve belirsizliğe rağmen, aklı, erdemi ve adaleti rehber edinmektir.
Türkiye’yi bugünlere getiren nedenleri anlamadan, sistemsel analiz yapmadan, uzun erimli ve kapsayıcı çözümler üretmeden sadece suçlamak, cesaret değil aslında entelektüel bir tembelliktir.
Gerçek cesaret, kolay olanı değil, doğru olanı; popüler olanı değil, hakikati; kısa vadeli kazanımları değil, uzun vadeli iyiyi seçmektir. Ve bu cesaret, Türkiye’nin geleceği için en çok ihtiyaç duyduğumuz şeydir.
6 Eylül 2025
Tınaz Titiz
[1] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/katlanilabilir-risk
[2] Bu soru çevresinde düzenlenen bir eBeyin Fırtınasına gösterilen ilginin azlığı anlamlıdır. https://bit.ly/4n1ZUWn
[3] Bkz. tinaztitiz.com/7306
[4] ‘Alkışlanabilir Ama imkânsız’ (tinaztitiz.com/7094) başlıklı yazıdaki örnekler kastediliyor.
[5] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kozsuz-meydan-okuma
-
Tem 25 2025 Uzlaşmak Niçin Bu Kadar Zor?
Enflasyonun nasıl düşürülebileceği ya da uluslararası bağımlılıklarımızda nasıl denge sağlanacağı gibi konulara girmeden önce, çok daha basit bir konuda -meselâ 11×11 kaç eder?- uzlaşıp, sonra da oluşacak uzlaşı ilmeğini genişletmek isteyen iki kişi, bu basit işlem için birisi 121 diğeri ise 16 gibi iki farklı sonuç üzerinde ısrar etse ne olur? Karakolluk dahi olabilecek kişileri dinleyen memur “ikiniz de haklısınız” dese bu kişiler bir ortak sayı tabanı üzerinde uzlaşmadan iddialarından[1] vazgeçerler mi?
Karikatürize edilmiş gibi görünse de TV kanallarında, tezlerini ölesiye savunan, karşı görüşleri de hainlik ve/ya aptallıkla suçlayan tartışmacıların durumu benzer değil midir?
Psikologlar bu durumu “yankı odası” kavramıyla açıklıyorlar. Benzer bir durum, küçük çocukların tek doğrulara koşullandırılmalarıyla oluşan süzgeç[2] mekanizmasında da var. Zihne sorgulamaya kapalı olarak yerleşen her kavram, daha sonra gelecekleri süzüp dur-geç komutları üretiyor.
Peki ya erişkinleri kim koşullandırıyor?
Adı üstünde onların kimseye ihtiyaçları yok; onlar kendi kendilerini koşullandırabiliyorlar. Bir düşünsenize, uzun düşünce zincirleri kuruyorsunuz. Sizi kimin niçin yarattığından girip, tüm rastladığınız olayları ne kadar karmaşık olursa olsun hiç kopuksuz açıklaya açıklaya sona kadar geliyor, onu da öbür dünyaya bağlayıp “her şeyi açıklamışlığın keyfini” sürüyorsunuz.
Bu zincirde açıklanmamış bir şeye yer yok ise de ister istemez sık sık boşluklar doğuyor. “Madem öyle bu niye böyle” gibisinden sevimsizlikler kaçınılmaz. Bu defa zihinsel virüsler[3] imdada yetişiyor. Onların çözemeyeceği bir açmaz olacağını sanmam ama yedekteki “hamaset silahı”nı da ihmal etmemek lâzım.
Öyle ya da böyle. Yuvarlanıp gidiyoruz işte.
Gerçekten de durum bundan ibaret bir kişisel tatminse pek de mesele değil; yeter ki daha ciddi bir sonuç doğurmasın. Ama maalesef durum öyle değil. Üzerinde yaşadığımız topraklar ne hamaset ne de kozsuz meydan okumalar[4] ile elde tutulabilsin.
İnce nokta tam da burası!
Akla gelebilecek -en basitten en karmaşığa kadar- tüm karar ve eylemler “tüm etkenleri bir bütün içinde dikkate alan” mevcut durum tanımına (durum muhakemesi) dayanmalıdır. Bu altın kurala uyulmadığında, bizim Nasrettin Hoca, tüm dünyanın ise “âkîl (wise) Nasreddin” dediği bilgenin verdiği mizahi örnekteki[5] durum ortaya çıkabilir. O halde mevcut durumu –üstelik hem çeşitli boyutları ile hem de sürekli değişim içindeki haliyle– tanımlamaya çalışmaktan; bunun için de şu iki daraltıcıdan kurtulabilmemiz gerekiyor:
- Daraltıcı 1: İğne ile kuyu kazmaya benzeyen bu süreç için yeterli “kaliteli zaman”ı[6] ayır(a)mamak,
- Daraltıcı 2: Okullarda öğrendiklerimizin ancak ve yalnız öğrenmeye hazırlık olduğunu unutup, “yeniden ve yeniden öğrenme”ye giriş(e)memek.
Bu çetin görevin ancak multi-disipliner takımların sürekli çalışması ile yapılabilecek bir iş olduğu; Hollanda, Çin, ABD gibi ülkelerin böyle yaptıkları anlaşılıyor. Bu ülkelerin bu süreçte uyguladığı stratejilerin bileşenleri -alt kırılımları ayrıca açıklandığı üzere[7]– şu başlıklar altında özetlenebilir:
- Çok Disiplinli ve Kurumsallaşmış Analiz Mekanizmaları
- Veriye Dayalı ve Yapay Zeka Destekli Tahminler
- Senaryo Tabanlı Planlama ve Stratejik Esneklik
- Farklı Perspektifleri Dahil Etme (Şeytan Avukatı)
- Hızlı Düzeltme ve Öğrenme Kültürü
- Önyargıları Kırmak İçin Kullanılan Araçlar
Böyle yapılmaz ise n’olur?
Yazının girişinde şaka yollu açıklanmaya çalışıldığı gibi, ülkenin gidişatını kendi “gidişat tabanı”na göre değerlendiren yurtsever ve birikimli insanlar bir türlü dayanışma içine giremez; bununla da bitmez, bu iletişim kargaşası içine her tür niyet ve nitelik sahibinin de doluşmasına uygun bir ortam oluşur.
İyi de ne yapalım?
Oluşmuş iletişim kargaşasının kök nedeni olarak önerilen, “görüşlerimizi oluşturan temel kavramların tanımsızlığı” tanısı doğru ise bir başlama noktası da belli demektir: Bazı temel kavramlar seçip onların tanımlarını süratle müzakere edip uzlaşmak. Bu konuda bir örnek, bir vakıf tarafından yapılan çalışmada ortaya konulmuş olup[8] gerek onun üzerinde çalışılarak gerekse yenisi geliştirilerek bir ortak kavram tabanı oluşturulabilir.
Bu ilk adım şöyle bir imkânın da önünü açabilir: Türkiye içinde ve yurtdışında yurttaşlarımızca kurulmuş çok sayıda düşünce üreten oluşum var. Bir bölümü WhatsApp grubu şeklinde örgütlenmiş olanların büyük çoğunluğu, bir mevcut durum analizinden yola çıkmadığı için, üzerinde gerçekten durulması gereken noktalardan “çok uzaklarda” şimdi ve burada[9] sonuçlar elde etmeye çalışıyor.
Bunlar arasında oluşabilecek dayanışma ağlarının[10] önü bu yolla açılabilir.
Bu yolun çekici bir yanı görünmese de W.Churchill’in bu gibi durumlardaki tutumu bana çok ümit verici geliyor: “Evet biraz uzun yol ama daha garantili“!
25 Temmuz 2025 / https://tinaztitiz.com/15857
[1] 3 ve 10 tabanlı sayı sistemlerinde 113=410 ve 1213=1610
[2] Bkz. Süzgeç kavramlar. https://tinaztitiz.com/8011
[3] Bkz. Zihinsel Virüsler. https://tinaztitiz.com/7475
[4] Bkz. Kozsuz Meydan Okuma. https://kavrammutfagi.com/kavram/kozsuz-meydan-okuma
[5] Çatıda mahsur kalan kişiyi, beline bağlattığı ip ile çekip yere çaktırdıktan sonra söylediği: “geçenlerde yine birisini böyle kurtarmıştım ama galiba o kuyudaydı” sözü.
[6] Kaliteli Zaman için bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/kaliteli-zaman
[7] Bkz. Altı strateji bileşeninin alt kırılımları: https://bit.ly/3UrJJWb
[8] Bkz. http://bit.ly/3ME15vc
[9] “Şimdi ve Burada: Kısa Vade Tuzağı”. Bkz. https://tinaztitiz.com/dostlara-acik-mektup-kisa-vade-tuzagi/
[10] 2017 yılında oluşturulan Birleşik Akıl Ağı (www.BirlesikAkilAgi.com) bu tür etkileşim ağlarının oluşumuna yardım amaçlıdır. Çalışmaları için bkz: https://bit.ly/4fUYoCA
-
Tem 20 2025 Nelson’un Huni Deneyi (bir kere daha)
Sn. Devlet Bahçeli’nin yeni Cumhurbaşkanı için biri Kürt biri Alevi olmak üzere iki yardımcı yoluyla sorunlarımızı çözüme kavuşturma çözümünü; ardından da bu güzel çözüme ince ayar ya da alternatif olabilecek çeşitli sivil ve askeri çözüm önerilerini duyunca, ilki 1996da yazılıp, 2001 ve 2008 de tekrar yayınladığım “Nelson’un Huni Deneyi” adlı yazımı -günümüz için gereken birkaç eklemeyle- tekrar hatırlatmanın yararlı olacağını düşündüm. Lütfen tıklayınız.
Eklemek istediklerim birkaç başlık halinde şunlar:
- Hangi hâl ve şerait içinde olursa olsun “durum”, çıkış için mümkün “seçenekler” ve o seçeneklerin “gerçekleştirilebilirlikleri” en kritik ama en az ciddiyetle ele alınan yol göstericiler.
Her gün TVlerde elinde ders sopası, öğretmen edası ve kuşkusuzluk[1] ile “durum”un en üst katmanının kendine en uygun mikro parçasını verisiz tahminler ve kozsuz meydan okumalar[2] eşliğinde açıklayan kişiler, söz konusu yol göstericilerin önündeki engellerdir.
- “Bütün-parça ilişkisi” klasik felsefede ve bilimde uzun süredir tartışılan bir konu; kimi yaklaşımlar bütünü oluşturan parçalar olduğunu (indirgemecilik), kimileri ise bütünün, parçaların ötesinde bir gerçeklik taşıdığını (bütüncülük/holizm) savunur. Ancak çağdaş bilim ve felsefede, özellikle sistem teorisi, kuantum fiziği ve karmaşıklık teorisi gibi alanlarda, hem bütünün hem parçaların karşılıklı ve dinamik bir etkileşim içinde sürekli olarak birbirini etkilediği, hatta birbirini “yarattığı” anlayışı benimsendi. Yani, bütün ve parçalar sabit yapılar değil; bağlama, ilişkiye ve zamana göre sürekli yeniden oluşuyor ve birbirine dönüşüyor ve bir süreç oluşturuyorlar.
Bu basit gerçeğin kavranması, hergün ayrı bir formda önümüze çıkan sorunları tek tek ele alıp çözmek gibi bir seçeneğin bulunmadığını, sadece ilgilenilen yere çöken bileşik gerçekliğin (bütün) değişik görüntüleriyle boğuşulmaya çalışıldığının kavranmasını sağlayacaktır.
- Siyaset silâhın aracı değil, silâh siyasetin binbir aracından biridir. Bu basit ama güçlü kuralın dikkate alınmayışını defalarca deneyip henüz öğrenmemiş toplumlardan biriyiz.
Yazının adresi yoktur; postrestant’dır[3].
20 Temmuz 2025
6:30 dak’lık podcast özeti için: https://bit.ly/4eVkp4m
[1] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kusku-suzluk–ezber–sorgulanamazlik
[2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kozsuz-meydan-okuma
-
Tem 06 2025 Otobiyografi kesiti-18: Kartalkaya, İliç, Soma ve Rasim Usta!
Yıl 1964, yer Ereğli Kömürleri İşletmesi Karadon Bölgesi. Yeni mezun bir mühendis olarak bu ilk işim; bazı yerüstü ve yeraltı elektrik donanımının bakım ve onarımından sorumluyum. Bana bağlı, çok deneyimli (30 yıl kadar) bir şef (Rasim Akbostancı usta) ve 20 kadar da eleman.
Rasim Usta, kömür madenlerinin millileştirilmesinden önce[1] uzunca süre Fransızlar ile birlikte çalışmış ve o çalışma terbiyesini almış bir kişi; kendisinden çok şey öğrendim.
Sık sık birlikte yeraltı donanımının arızaları ya da bakımları için yer altına iniyoruz. Benim için olağanüstü bir ortam. Gördüğüm her şey neredeyse ömrümde ilk defa gördüğüm şeyler.
Dikkatimi çeken bir şey!
Bütün bu “ilginçlikler” içinde dikkatimi çeken şey, Rasim Usta’nın başını hiç kaldırmayıp sürekli yere bakışı ve zaman zaman da yerde bir şey görüp, eğilip alarak cebine atmasıydı. Önceleri çok takılmasam da giderek sıklaşan bu hareketinin nedenini birgün sorunca (mealen) şöyle dediğini bugün gibi hatırlıyorum: “Tınaz bey, mösyö Löfebr (mühendis monsieur Lefebvre) bize yerdeki bir civatanın aslında göründüğünden çok farklı olduğunu, 10 kWh enerji, 2 saat işçilik, 10 dakika tezgah süresi, 1 ay depolama masrafı, … kadar iş kazası gibi şeylerin toplamı demek olduğunu öğretti. Yerdeki ekmek parçası sizin kültürünüzde ne ise bir demir parçası da bizde odur derdi. Bu nedenle görmeden basıp geçmemek için sürekli yere bakıyorum.”
Aradan 60 yıl geçtikten sonra bugün kazanmaya çalıştığımız çevre bilincinin bu denli somut bir karşılığını şimdilerde çok daha derinden anlıyorum.
İyi de Kartalkaya vd ne alâka?
Rasim Usta yoluyla öğrendiğim bu “şeyleri tüm bileşenler ile görme” dersinin sadece nesneler için değil, tüm olaylar (Kartalkaya, İliç, Soma, deprem, sel vd) için de geçerli olduğunu vurgulayıp, oradan da “günümüz sorunları karşısındaki çaresizlik tavrı” ile bağlamak istiyorum. Böylelikle sorunların çözümü yolunda en önemli aşama olan “anlama, kavrama aşaması” için kullandığımız takım çantasına bir alet daha eklenebilecek.
Toplumumuzu derinden sarsan büyük iş felaketleri (kaza dememek için) sonrasında gerek yetkililer gerekse halkımız çoklukla bir soru’nun peşine düşer: Kim? Nitekim verilen ilk beyanat da bu soruyu cevaplar niteliktedir: “Olay çok yönlü olarak araştırılmakta olup, sorumlular en şiddetli şekilde (demek ki hafif de olabilir) cezalandırılacaktır.”
Fakat, hemen tüm olaylar sonunda görüldüğü gibi o “kim” bulunamaz, ama bulunmak gerektiği için de bir temsili kişi bulunup bir süre hapse atılır. Kamuoyu çoğunluğu ise siyasi görüşlerine göre iktidar ya da muhalefeti suçlayarak, olayın anlaşılmasını iyiden iyiye güçleştirir.
Aslında bu açıklanamazlığın nedeni açıktır:
- Olaylar tek sebepli değildir. En basit görünüşlü olana bile dikkatli bakıldığında, ona yol açan çok sayıda neden görülebilir.
- Bu bakış derinliği bir alışkanlık haline getirilirse herkes edinebilir. Nitekim zeytin ağacına ya da deresine sahip çıkan az eğitimli yurttaşımız bu derinliğe sahipken, daha çok eğitimlilerde
bulunmayabiliyor. - Birisi çok boyutlu diğeri ise tek boyutlu bakış farkı, olayların nedenlerini anlamayışın sebebidir. Örneğin deprem afeti zararlarının nasıl oluştuğunu gösteren şu grafik (tıklayınız) nedenleri ve aralarındaki ilişkileri ortaya koyuyor. Çeşitli olaylara bu yolla bakılırsa, hemen hepsinin kolektif birer cürüm olduğu görülecektir.
Peki bu demek? Herkesi mi tutuklayalım?
Eğer eldeki tek araç “ters kelepçeli tutuklamak” ve sonra da “yeni felaketlerin gelmesini sabırla beklemek” ise iştirak halinde işlenen bu tür suçlar karşısında “herkesi tutuklamak” bir yol olabilir. Kısa süre içinde tutuklanacak kimse kalmayacağı için oldukça radikal biçimde sorunlar da çözülmüş olur.
Ama eğer daha medeni bir yol aranılıyor ise, toplumun sürekli olarak el birlikleri ile suç işlemeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş olmasındaki tuhaflığa teslim olmayıp, aptallık-bilgisizlik-özensizlik-ahlâksızlık-kasıt merdiveninin ilk üç basamağını eğitim, son iki basamağını da cezalandırma yoluyla küçültmeye; buna paralel olarak da görevi mazeret üretmek değil sorun çözmek olan insanlara da “çok boyutlu olgular az boyut ile anlaşılamaz” ilkesini belletmeye çalışmak iyi olur.
6 Temmuz 2025 / https://tinaztitiz.com/15796
[1] Millileştirmenin kısa tarihçesi şöyle: Millileştirme süreci şu şekilde gerçekleşmiştir: 1936 yılında, Cumhuriyet Hükümeti, Fransız sermayeli Ereğli Şirketinin elindeki imtiyazları 3.500.000 Türk Lirası karşılığında satın alarak millileştirme yolunda ilk büyük adımı attı. Bu satın alma ile birlikte Zonguldak ve İstanbul’daki kömür varlıkları devletin eline geçti. 1937’de, Ereğli kömür tesisleri, 11 Haziran 1937’de yayımlanan 3241 sayılı kanun ile Etibank’a devredildi ve 3 Ocak 1938’de “Ereğli Kömürleri İşletme Müessesesi” (EKİ) kuruldu. 1940 yılında çıkarılan bir dizi kanunla, havzadaki diğer tüm ocaklar da devletleştirilerek EKİ’ye devredildi ve böylece kömür havzasının tamamı devlet kontrolüne geçti. Bu süreç, devletin kömür üretiminde tam tekel kurmasını sağladı.
-
Tem 02 2025 Parmak İzi, Retina Taraması, Yüz Tanıma….
Bunların her biri, bir kişiyi diğerlerinden ayırt etmeye yarıyor ve genelde de adli amaçlarla kullanılıyor. Tümüne verilen isim ise Biyometrik Tanımlayıcı.
Peki acaba başka bir “tanımlayıcı” var mıdır ki, kişilerin çeşitli Akıl Daraltıcı’larını[1] “isteyerek askıya alabilme becerileri”nin göstergesi olsun ve de kişinin beyanından bağımsız ölçülebilsin. (Örneğin, orta ve işaret parmağı uzunluklarının oranı, kanındaki magnezyum ve çinkonun oranı vbg. Bu göstergeye de farklı bir ad vermek gerekirse Fizyo-biyolojik Tanımlayıcı (FT) denilebilir.
Bunu niye merak ediyorum?
Yapay Zekânın büyük babası denilen Geoffrey Hinton’un bir söyleşisinde[2] değindiği “Yapay Süper Zekâ” desteği alan bir kişinin oluşturabileceği ya da Alex Pentland’ın peşinde olduğu, çok sayıda insanın beyinlerini aynen bir beynin içindeki nöronların birbirleriyle etkileşimine benzer şekilde birleştirerek oluşacak “Doğal Süper Zekâ[3]” gibi bir Yetkin Akıl üreterek, “ben / biz ne yapabiliriz ki…” engelini aşabilme sürecinin neresindeyiz acaba?.
Ya da daha mütevazı bir hedef olarak, şu anda sahip olduğumuz doğal (insan) ve yapay (makine) zekâlarından yararlanarak, halen harekete geçirebildiğimiz Birleşik Akıl’dan daha yetkinini[4] nasıl üretebiliriz?
Bu iki uzmanın yaklaşımlarına bir ön koşul eklemek istiyorum..
Sözü geçen iki uzmanın dile getirdikleri yetkin akılların bileşiminde yer alacak insan öğesinin -deneyimlerimizle gerekliliği görülmüş- bir özelliğe sahip olması gerekiyor: Akıl Daraltıcılarını[5] askıya alabilme yeteneklerinin ölçüsü olan Fizyo-biyolojik Tanımlayıcı’nın gerekli eşiği aşabilmesi. Ancak bu durumda ortaya çıkabilecek akla Yetkin Akıl denilebilir.
Ses Duvarı ve Akıl Daraltıcılar arasındaki benzerlik!
Ses hızını aşana kadar duyulan sesleri, aşıldıktan hemen sonra birdenbire oluşan derin sessizliğe benzer şekilde, Akıl Daraltıcılar askıya alındıktan sonra birdenbire oluşan zihinsel duruluğa tek kelimeyle muhteşem denilebilir.
Böylesi bir ortamda, o ana kadar “gürültü” formlarında ortaya çıkmış bulunan suçlaşma, yakınma, başkalarına ihale, vasatlıkta eşitlik gibi Yetkin Akıl aşındırıcılar artık söz konusu değildir. Sonsuz çözüm seçeneklerini gizleyen, herkesi sadece kendini savunma konumuna iten gürültü perdesi ortadan kalkmıştır.
O ana kadar görünür olamayan saf merak, arayış, adanmışlık, yardımlaşma, başkalarının başarılarından kıvanç duyma gibi duygular ortaya çıkmıştır.
Bütün bunlar ancak başlangıçta değindiğim Fizyo-biyolojik Tanımlayıcı’nın icat edilmesine ya da o icat gelene kadar yaklaşık olarak bir fikir verebilecek olan bir dolaylı başarım ölçütünün (PI)[6] geliştirilebilmesine bağlıdır. Böylece bir yandan bu ölçüte uygun paydaşlar aranırken, bir yandan da herkes kendi öz değerlendirmesini bu ölçütler yoluyla yaparak daraltıcılarını fark edip onlarla baş etmeyi deneyebilir.
Yani..
Dünyanın, ister istemez de Türkiye’nin içinde bulunduğu, düşük sorun çözme kabiliyeti ile geçen kaotik ortamın “ben / biz ne yapabiliriz ki” bölümündeki kolektif yalnızlık ve umutsuzluk ortamında böyle bir akla sahip olmaya çalışmak, gerçek bir ümit ya da Çoban Ateşi olabilir.
2 Tem 2025, https://tinaztitiz.com/15789
[2] https://youtu.be/giT0ytynSqg?si=TJgY8egAxMF35oD3
[3] The Human Strateji (İng ve Türkçe): https://bit.ly/3XgWWSL
[4] Adım adım yetkin akıl üretimi: https://bit.ly/3FYMNFy
[5] Akıl Daraltıcılar: bit.ly/3A4bv0C ve bit.ly/3ZUzn4w
[6] Başarım Ölçütü (performance indicator), bir alandaki başarıyı ölçmek için geliştirilen göstergelerdir. Özellikle birden fazla konuyu -hele sosyal konuları- birlikte değerlendirebilen ölçütlerin geliştirilmesi teknik olmanın yanında bir sanat da sayılabilir.
-
Haz 16 2025 Ateş olmayan yerden duman çıkabilir mi?
Bu konuda geçen yıl yazdığım bir yazıdan[1] alıntı yaparak başlayım: “Bir sorun çözülemiyor ise, muhtemelen anlaşılmasını kolaylaştırabilecek kavramlar -toplumun kavram dağarcığında- mevcut değildir.”
Bu defa bu savımı destekleyecek birkaç örnek vererek yine o yazıdaki “Toplumlar kavram dağarcıklarının zenginliği ve bunun paylaşımındaki yaygınlık nispetinde varlıklarını sürdürebilir ve de gelişebilirler!” iddiamı yineleyeceğim.
Bu defa bu iki sava ek olarak bir üçüncüyü öneriyorum: “Dağarcıkta bulunan her kavram doğru düşünmeye yardımcı olurken, eksik olan her kavramın yeri mutlaka -eksik olanla ilgili- ama doğru düşünmeye zarar veren bir kavramla dolar”.
Bu yazı bu savla ilgili, doğru düşünmeye yardımcı birkaç örnek verip, olası eksiklikleri halinde doğacak boşluğu dolduracak zarar verici alternatifleri ortaya koymayı amaçlıyor.
- Korkmama Özgürlüğü (korkusuzluk hakkı)[2]
Bu kavram, ne ölçekte ve hangi tür bir rejim altında olursa olsun tüm idare biçimlerinde, idare edilenlere verilecek en temel ve vazgeçilemez güvenceyi ifade eder. Bu kavramı benimseyip yaygın biçimde toplum dağarcığına yerleştirmiş bir toplumda korkutma, gözdağı verme, ibret gösterme vb yollar kullanılamaz; kullanmaya kalkan şiddetli kamuoyu tepkisini görerek zarar göreceğini idrak edip vazgeçer.
Alternatifi
Korkmama Özgürlüğü kavramının dağarcıkta bulunmayışı halinde korkutarak yönetmek bir normdur. Ailede çocuk, iş yerinde çalışan, idarede vatandaş yaşamının her adımında korkutularak yola getirilir. Toplumumuzda Korkmama Özgürlüğü’nün alternatifi “kızını dövmeyen dizini döver”, “öğretmenin vurduğu yerde gül biter”, “karnından sıpa sırtından sopayı eksik etme” vb atasözlerimiz(!) ile veciz ve yol gösterici biçimde ifade edilmiştir.
Korkmama Özgürlüğü konusunun toplum dağarcığına katılması yolunda ciddi girişimde bulunacak bir STK nın bulunmayışı alternatifin gücü hakkında bir ölçüdür.
- Tutukluluğa Karşı Yargı Koruması (habeas corpus)[3]
Habeas corpus, Latince kökenli bir terim olup kelime anlamı olarak “vücudu hazır et” veya “kişiyi huzura çıkar” anlamına gelir. Hukuki olarak ise, bir kişinin hukuka aykırı veya keyfi biçimde özgürlüğünden mahrum edilmesini engelleyen, bireyin tutukluluğunun veya gözaltının yasal olup olmadığının yargı tarafından denetlenmesini sağlayan temel bir hukuk ilkesidir. 1679 tarihli İngiltere’de çıkarılan “Habeas Corpus Act” ile yasal çerçeveye kavuşmuştur. Bu yasa, idarenin keyfi tutuklama yetkisini sınırlandırmış ve tutuklanan kişinin kısa sürede yargıç önüne çıkarılmasını zorunlu kılmıştır.
Alternatifi
T.C. Anayasası ve ilgili yasalar içinde bulunmasına karşın, veciz ve her an hatırlanabilir bir ifadeye kavuşturulmadığı; dahası alternatifinin kültürümüze daha uygun düşmesi nedenleriyle toplumumuzun kavram dağarcığında bulunmayan bu kavramın alternatifi “Ateş Olmayan Yerden Duman Çıkmaz”dır. Bu mükemmel(!) atasözümüz, yaygın linç kültürümüze çok uygun düşmenin yanında herhangi bir kişiden yapay duman çıkararak pasifize edilmesi için de çok yarayışlıdır.
Kamuoyunda 19 Mart darbesi olarak anılan süreçte çok sayıda kişi, savcı talimatı ve kolluk güçleri eliyle tutuklandı. Muhalif kesimde oldukça şiddetli protestolar yer aldı ve halen de devam ediyor. Tüm protestoların temel savı “tutuklananların mahkeme kararı olmadan tutuklanmaları” değil, “suçsuz yere tutuklandıkları”dır. Kitlelerin vardıkları yargı ile tutuklama yapanların ortak noktaları yeterli veriye sahip olmamaları, bunun yerine dumandan ateşe bağlantı kurmaları, niyet ve/ya kuşkularını “usul esastan önce gelir” ilkesi altında değerlendirmeyişleridir. Usulün esastan önce geldiği ya da habeas corpus ilkesi kavram dağarcığında bulunsaydı, bu denli büyük kalabalıkların sesleri duymazdan gelinebilir miydi!
Hukuk dernekleri ve baroların hakim kararı olmadan yapılan tutuklamalara karşı bu iki ilkeyi çok cılız biçimde dile getirmeleri, dağarcık zafiyeti ile yakından bağlantılı değil midir?
- Kirli Çıkar Çatışması[4] (conflict of interest)
“Bir konudaki çıkarın korunması görevini üstlenen birisi, aynı konuda kendisine çıkar sağlayamaz” şeklinde tanımlanabilir.
Alternatifi
Kirli çıkar çatışması’nın genel kabul görmüş alternatifi “bal tutan parmak yalar”dır.
Yakın geçmişte bir bakanın kendi bakanlığına eşinin şirketinden dezenfektan satmasından daha vahimi, kamuoyunda hakim tepkinin “bakan olması ailesinin ticaret yapmasına engel midir!” anlayışıdır. Bu trajedinin nedeni yine dağarcık zafiyetidir.
Uzatmaya gerek yok. Sonuç.
Kişiler, kurumlar ve toplumlar için kavram dağarcığı zenginliğinin önemini daha fazla örneklemek gereksizdir. Uzun yıllar boyunca süren yabancı dil öğretme serüvenimiz boyunca şu temel soruyu soramayışımız ile kavram dağarcığı zenginliğinin önemini merak etmeyişimiz sıkı bağlantılıdır: Yabancı dili niçin öğretiyoruz?
2010 tarihli bir yazıda[5] bu soru epey kurcalanmış ve şöyle bir değerlendirme yapılmıştı: “Bir dil, ait olduğu kültürün üretim ve yayım aracıdır. Bir dilin bilinmesi aslında o kültürün bilinmesi demektir ve her kültürün de kendine özgü yüksek ve düşük değerleri olması da doğaldır. Bir dili öğrenmenin stratejisi buna göre, o kültüre ilişkin çerçöp değerlerin, gelgeç deyimlerin değil, yüksek düzeyli, medeniyet yolunu açıcı değerlerin -ve onlara ait kavram ve sözcüklerin- alınıp öğrenilmesi olmalıdır.”
Buradan varacağım sonuç, halen süren İran-İsrail savaşı sonrası “sıranın Türkiye’ye geleceği” yolundaki tahminlerle ilgilidir. Bu tahminin doğruluğu-yanlışlığı konusunda yargıda bulunmak zordur. Kuantum Süperpozisyonu’nun ne şekilde çökeceği çeşitli olasılıklara bağlıdır. Ama hangi ihtimal olursa olsun şimdiden belli olanlar çeşitli olası sonuçlara hakim rengi verecektir:
- Daha zengin ve yaygınlaştırılabilmiş kavram dağarcığına sahip isek daha iyi sonuçlar içinde yer alabiliriz.
- Harekete geçirebileceğimiz akıl ne kadar yetkin ise o kadar iyi sonuçlar içinde yer alabiliriz
- Bu iki yol gösterici yerine “şimdi yangın var, önce sönsün sonra bakarız” diyenlere kulak vermek isteyenler ise Pascal’ın ünlü sözünü hatırlamalıdır: “Tecrübe pahalı ve zor bir okuldur; ama aklını kullanmasını bilmeyenlerin gidebileceği başka okul da yoktur.”
16 Haziran 2025
[1] Bkz. https://tinaztitiz.com/dusunme-ve-kavramlar/
[2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki
[3] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/haksiz-tutukluluga-karsi-yargi-korumasi–habeas-corpus-
[4] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kirli-cikar-catismasi–conflict-of-interest–cikar-celiskisi
[5] Bkz. https://tinaztitiz.com/yabanci-dilkargasasi-2/
