• Bayraktepe, varsayım zincirleri ve “A sınıfı açıklama”!

    Kamuoyunda Aktütün Karakolu olarak bilinen Bayraktepe Baskını, terör konusunda rastgele bir örnek olsa da, tamamen farklı alanlarda benzer yaralayıcılıkta olaylarla sıkça karşılaşıyoruz.

    Bu olayların tümünün ortak yanı, bu konularda akıl fikir yürütmek durumunda olanların çoğunluğunun –birbirleriyle tam aksi görüşleri savunanların dahi-  açıklama metodolojilerinin benzerliğidir.

    image0022-e1391089344743

    Burası “özgür varsayımlar” ülkesidir:

    Bir paradigma oluşturacak kadar belirgin çizgili bütün bu açıklamaların başat özelliği, ardarda sıralanmış bir dizi varsayıma dayalı olmalarıdır.

    Yukarıdaki şemada, Bayraktepe olayına etkisi olabilecek öğelerden bir bölümü görülüyor.

    Kuşkusuz bu şemada sıralanan seçeneklerin her birinin sonuç üzerinde az ya da çok etkisi olabilir. Ama bir ABC sınıflaması [1] yapılırsa bunların %80 dolayındaki bir bölümü A sınıfının dışında kalacaktır.

    İkinci nokta, sonuç üzerine etki yapabilecek 50,000’i aşkın bileşimin belirgin bir çizgiyle ikiye ayrılmakta olduğudur:

    1. Belirli stratejik amaçları gerçekleştirmek amacıyla sürekli ve etkili bir sistem uyarınca eylemleri planlayıp uygulayan(lar),
    2. Yürümekteki bir sürecin ardına –zaman zaman- takılarak taktik amaçlar peşinde koşanlar.

    Bu iki grup etmen, meselelere belirli ilkeler uyarınca bak(a)mayan kimseler açısından son derece içiçe girmiş ve bir o kadar da spekülasyon üretmeye uygun bir resim ortaya çıkarıyor. Örneğin bir köşe yazarı, her gün bu etmenlerden beş-altı tanesini seçip, kendi içinde tutarlı spekülasyonlar üretebilir.

    Ama birkaç küçük(!) eksik vardır:

    • Olayı açıklamada –örneğin Bayraktepe- kullandığı varsayımların A sınıfına ait olup olmadığı,
    • Kullandığı varsayımların geçerlik dereceleri hakkında –hedef kitlesinin duygusal eğilimleri, takıntıları, temennileri, beklentileri ve kişisel tahminleri dışında- bir kanıtı bulunmayışı,
    • Birden fazla sayıda varsayımın peşpeşe dizilmesi halinde bileşik geçerlik düzeyinin son derece hızla azalacağı, ama bu yolla açıklanamayan hiçbir olayın da kalmayacağı gerçeğinin ıskalanması.
    • Örneğin, %80 düzeyinde emin olunan bir varsayımın peşine yine aynı güvenilirlikte varsayımlar dizilirse bileşik güvenilirlik şöyle olur:

     

    Şimdi bir soru akla gelebilir:

    Her varsayımın kanıtı aranacak olsa hiçbir sorun için akıl yürütülemez. Spekülasyon da bir açıklama yolu değil midir? Böylece olayları bütün yüzleriyle gözden geçirmiş olmaz mıyız?

    Evet doğrudur, böylece bir olay tüm olası yönleriyle gözden geçirilebilir. Ama, bütün bu yönler akla gelebilecek her şeyi kapsadığı ve de böylece hemen herkesi tatmin edebilecek bir açıklama seçeneği bu bulamaçın içinde yer alacağı için, üzerine gidilmesi gereken “A sınıfı açıklama” yapılamaz, yapılmasına ihtiyaç da duyulmaz.

    Her teori varsayımlara dayalıdır ama!

    Kuşkusuz teoriler de varsayımlar çevresinde oluşturulur. Bir teorinin ileri sürülmesinde kullanılabilecek varsayım sayısının bir sınırı da yoktur. Tek koşul, teorinin olabildiğince çok sayıda olayı açıklayabilmesidir; sadece bir olayı açıklayabilen, bir başka olayda varsayım değiştirmek zorunda kalınan bir teori geçerliğini yitirir.

    Sadece bu son olayda değil, bundan evvelkilerde de çeşitli kalem ve ağızlar yoluyla ortaya konulan resmi, yarı resmi, gayrı resmi açıklama, yorum, analiz vb çözümlemelerdeki varsayımlardan hatırladıklarım şunlar:

    • Türkiye’nin güneydoğusunda –şu anki petrol fiyatları karşısında çıkarılması kârlı olmayan-, katı petrol rezervleri terörün başlıca nedenlerindendir,
    • İnsan hakları, demokrasi vb kavramların yükseldiği, iletişimin son derece kolaylaştığı bu çağda terör, klasik savaşların yenilenmiş bir şeklidir. Dolayısıyla terör diye bir olgu yoktur, belli amaçlarla açılmış ve ülkelerin birbirlerine karşı örtülü güçleriyle yürüttükleri savaşlar vardır; bu savaşlar birer “kozlar savaşı”dır. [2]
    • A.B.D. Güneydoğu’da bir Kürt devleti kurmak istiyor,
    • Su petrolden önemli oluyor, Batılı’lar su kaynaklarını ele geçirmek istiyorlar,
    • Irak petrollerini kontrol edebilmek için Türkye’nin GD’sunu ele geçirmek istiyorlar,
    • Küresel ısınma nedeniyle sular altında kalacak  veya buzul çağına girecek ülkelerden insanları Türkiyeye göç ettirecekleri için buraları ele geçirmek istiyorlar,
    • Lozan sırasında zaten bu işin rövanşının alınacağı yüzümüze söylenmişti,
    • Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen dış güçler komplo kuruyorlar,
    • Bor, toryum vb değerli maden rezervlerimizi ele geçirmek istiyorlar,
    • Kuzey Irak, Suriye, İran ve Türkiye’deki Kürtler birleşerek devlet kuracaklar,
    • Terör örgütü, sahip olduğu imkanları sürdürebilmek için terörü sürekli canlı tutuyor,
    • Kürt kökenli vatandaşlarımız PKK’yı desteklemiyor,
    • PKK sempatisi Kürt kökenli vatandaşlarımız arasında çok yüksektir,
    • Batı, islamlaşmaktan korkuyor; bu nedenle ılımlı islam icat edilmiştir. Türk-Kürt kavgası yoluyla Türkler ve aynı zamanda islam zayıflatılmak isteniliyor.

    Peki bu durumda Bayraktepe baskını’nın “A sınıfı açıklaması” nedir?

    Yukarıda bir bölümü sıralanan varsayımların hepsi birden gündemde tutulduğu –ve böylece her nabza uygun şerbet sunulduğu- sürece, belirli bir tehdit senaryosu oluşturup yeterli güçle üzerine gitmeye imkan yoktur.

    Nitekim, “terör magazini” şeklindeki medya haberlerinin en sonlarında –artık soracak soru kalmadığında-, “peki terör örgütü bu saldırıyı niye yapmıştır?” sorularının sorulması, bu “tanı dağınıklığı”nın bir göstergesidir.

    Yani, belki de son derece doğru bir varsayım üzerinde yoğunlaşabilmek için gerekli sorgulama yapılmadığı için –ki buna da terör ezberi denilmelidir- ne Dağlıca baskınının, ne Bayraktepe baskınının ne de Diyarbakır’daki bombalı saldırıların nedeni bellidir.

    Müteveffa başbakanlardan Bülent Ecevit’in, Öcalan’ın yakalanması üzerine söylediği, “niçin teslim ettiklerini bir türlü anlayamıyorum” sözleri de bu belirsizliğin bir diğer kanıtıdır.

    Kısacası, PKK niçin var? sorusunun cevabı olarak onlarca alternatif cevap vardır, ama “A sınıfı açıklamaya” esas tek cevap yoktur.

    Terör adını verdiğimiz çağımız savaş türü karşısındaki başarı düzeyimizin düşüklüğünün nedenine bir de böyle bakınız.

    9 Ekim 2008

     

     

     

  • Başıboş insanlar tehlike saçıyor !

    Önce bir okur mektubundan alıntılar:

    “Gözlem Gazetesinin Ağustos ’93 sayısındaki yazınızı büyük bir coşku ile okuduk (Belediye Başkanlarımıza Açık Mektup,T.T). Duygularımıza tercüman olduğunuz için çok teşekkür ederiz.

    İzmir’e çok yakın bir tatil yöresindeki evimizde bir köpeğimiz vardı. Maalesef bu yörede son zamanlarda başıboş köpekler artmıştı. Bir sabah köpeğimiz eve döndükten sonra kasılarak yere yıkıldı ve zavallıyı veterinere yetiştirmemize rağmen kurtaramadık. Tasmalı, nüfus kağıtlı, aşıları tam olduğu halde, bu yörenin belediyesinin hiç habersiz yaptığı itlafa bizimki de kurban oldu. Yapılan otopside, kullanılmaması gereken striknin maddesi bulundu.

    Bu yazıyı diğer köpek sahiplerinin dikkatini çekmek için yayımlamanızı rica ederim.

    Şimdi başka bir köpeğimiz var. Boynunda belediyenin verdiği bir numara asılı. Eğer yukarıdaki gibi bir hadise tekrarlanırsa o belediyenin canına okuyacağız.

    Nilüfer/Güngör Altıkulaç- İzmir”

    “Başıboş hayvan” deyimi pek yaygındır. Aslında bu deyimi hayvanlar için değil başıboş insanlar için kullanmak çok daha doğrudur.

    Bir ara Bursa’da sahipsiz kedileri toplatıp fırında yakan bir belediye başkanı da “ne yapalım yani insanlar kudursunlar mı?” diyerek küçük aklıyla bir savunma yapmıştı.

    Bu tür bir kafa yapısı, mutlaka birilerinin ölmesi gerektiğini, insanlar öleceğine hayvanların ölmesinin daha doğru olduğunu savunan sapık zihniyetin çok sayıdaki temsilcilerinden yalnızca birisine aittir.

    Bu yaratıkların, kendilerine zarar verceğini düşündüğü her canlıyı ortadan kaldırabilecek tehlikede, Hitler’e rahmet okutacak birer cani olduklarına şüphe edilmemelidir.

    Bence başıboş hayvanlardan ziyade bu insanlar daha tehlikelidir ve mutlaka tecrit ve mümkünse tedavi edilmeye ihtiyaçları vardır.

    Çocuklarımıza (ve bir kısım büyüklere) canlı sevgisini öğreten hayvan dostlarımızı yakarak, vurarak, zehirleyerek yok eden bu canileri iyi tanımalı, bunlara verilebilecek en iyi cezanın onları seçmemek olduğunu bilmeliyiz.

    Önümüzde yerel seçimler var. Sırasıra adaylar karşımıza çıkıp neler yapacaklarını anlatıp oylarımızı isteyecekler. Lütfen bunlara, hayvanlar için ne düşündüklerini ve özellikle itlaf konusunda ne düşündüklerini sorunuz. Kerli ferli birçoğunun bu konuda ne denli caniyane niyetler taşıdığını dehşetle göreceksiniz.

    Başıboş insanlara dikkat. Esas onlar tehlike saçıyorlar, hayvanlar değil!