-
May 25 2012 “YENİ” ARAYIŞLAR, ANCAK “YENİ” TEMELLER ÜZERİNDE YAPILANABİLİR!
Başta siyaset olmak üzere tüm toplum kurumlarında yeni arayışlar var. Bu arayışları doğru değerlendirebilmek ve buna göre, kurumlar için yeni yapılanma alternatifleri önerebilmek için, öncelikle, “arayış” genel adı altında toplanan eğilimler içinden bazılarını ayıklamak gerekir.
Bunlardan birincisi, negatifliğin dışavurumu demek olan “salt şikayet”lerdir. “salt şikayet”, yapıcı bir sonuca erişmek için değil, başta “haset” olmak üzere çeşitli ruhsal sorunları tatmin etmek için yaygınlıkla kullanılan bir yöntem olup, bunu daha doğruya, iyiye ve güzele varmak amacını taşıyan eleştirel yaklaşımlardan kesinlikle ayrı tutmak gerekir.
“Arayış” görüntüsü veren yaklaşımlar içinden ayrılması gereken ikinci parça, bir siyaset geleneğimiz durumundaki “aksini söylemiş olmak için eleştirmek”tir.
Nihayet ayrı tutulması gereken üçüncü yaklaşım türü, işinin, topluma her konuda -ama her konudaki- doğruları öğretmek olduğunu düşünenlerin dile getirdikleridir.
Bu üç “değersiz yaklaşım”ın ortak yanı, bunların hepsinin, sorunların “kaynakları”nı, bu kaynakları kurutabilecek yeni ilkeleri ve bu çerçevede uygulanabilecek çözümleri değil, yalnızca sorunların “görüntüleri”ni -çeşitli sivriliklerde- dile getirmeleridir.
Çok yoğunmuş gibi görünen arayışlar’ı böylece -epey- seyrelttikten sonra, geri kalan “değerli arayışlar”ın yeni yapılanmalara nasıl dönüşebileceğine bakılabilir.
“yeni arayışlar”la doğrudan uğraşan bir bilim dalı yoktur. Olsaydı, onun temel öğretilerinden birincisi her halde, “yeni yaklaşımlar ancak yeni temeller üzerinde yapılanabilir” biçiminde olurdu.
Mevcut kurumlarımızın üzerinde yapılandığı “mevcut temel”in özellikleri nelerdir? Yeniden yapılanacak kurumlarımızın üzerinde kurulacağı “yeni temel” nasıldır? İki temel arasında ne gibi farklılıklar vardır? Ve nihayet, eski temeller üzerinde yeni yapılanmalar niçin mümkün değildir?
“mevcut temel”i tanımlayabilecek karakteristikler şunlardır:
-
Düşüncelerden birisini çürütmeye, böylece karşıtını kanıtlamaya dayalı, uzlaşmaya kapalı, kutuplaştırıcı, “evet-hayır mantık sistemi”,
-
Sorunların nedenlerini tedavi etmek yerine belirtilerini ortadan kaldırmaya çabalayan sorun çözme biçimi,
-
İyi tanımlanmamış, içi isteğe göre doldurulmaya uygun kavramlardan kaynaklanan yetersiz toplumsal iletişim ve bunun sonuçlarından birisi olarak; demokrasi, insan hakları ve bu gibi üst-kavramları oluşturması gereken “insan nitelik dokumuz”, “buluşçuluk”, “üretkenlik” gibi alt-kavramları dikkate almadan üst-kavramlar çevresinde sürekli -ve de boş yere- tartışmak,
-
Siyasetin, onunla uğraşanlara, toplumunkiyle çelişen çıkarlar sağlaması gerektiğine inananların, toplum çıkarlarıyla çelişmeyen yararlar sağlaması gerektiğine inanlara üstün geldiği ve bunun adına particilik dendiği bir siyaset anlayışı,
“Yeni yapılanma”nın, üzerinde yer alacağı temel’in özellikleri ise aynı sırayla şu şekilde özetlenebilir;
-
“Evet” ile “hayır” arasında bir uçurum değil, bir sürekli geçiş bulunduğunu, doğruların mutlak değil göreli olabileceğini kabul eden uzlaşmacı mantık sistemi,
-
Sorunların belirtilerini, onların kaynaklarına inmek için kullanan, kısa vadede belirtileri gidermeye çalışırken, orta vadede ise kaynakları ortadan kaldırmaya yönelen ve çok sayıdaki toplum sorununun, az sayıdaki “kaynak sorun”dan doğduğunu kabul eden sorun çözme biçimi,
-
Her birinin çevresinde ortak anlayışlar oluşmuş kavramlara dayalı bir toplumsal iletişim ve bunun bir sonucu olarak, hangi üst-kavramın hangi alt-kavramlardan oluştuğuna ilişkin sağlam bir toplum bilinci,
-
“Temiz Siyaset” adıyla sembolize edilebilecek olan ve toplumun her bireyinin birer siyasi parti gibi hareket edebildiği ve birörnek düşünme’yi zorunlu kılan, liderler diktası’na çanak tutan mevcut kitle particiliği yerine, her konu için ayrı ağ’lar (network) kurabilen özgür iradeli bireylere dayalı bir siyaset anlayışı.
Başlıca özellikleri böylece sıralanan iki ayrı temel’in karşılaştırılmasından kolayca çıkarılabilecek bir sonuç, “yeni arayışlar” olarak sembolize edilen ve tüm kurumları “akılcılığa” ve “temizliğe” dayanan yeni yapılanmanın, mevcut temel üzerinde kurulabilmesinin “mümkün olamayacağı”dır.
İnsanlarımız, tek tek ve/ya örgütleri -resmi ya da gayrı resmi- aracılığıyla çeşitli konulardaki düşüncelerini -kısmen ya da tamamen- dile getirebilmektedirler.
Ama, yukarıda değinilen dört konuda en küçük bir tartışma söz konusu değildir. Bu göstermektedir ki, bu konular üzerinde toplumsal bir uzlaşı vardır ve bunlar birer sorun olarak görülmemektedir.
İşte sorun, bu yanlış uzlaşıdadır. Başta, toplumumuzun düşünce önderleri olmak üzere tüm düşünenleri, bu dört konunun önemini ve bunlarda bir “yenileşme” (innovation) olmaksızın “yeni arayışlar”ın “beyhude ve pahalı arayışlar” olmaktan ileri gidemeyeceğini idrake çağırıyorum.
Pazar, 18 Aralık 1994
-
-
May 25 2012 Temiz toplum ve “Beyaz Nokta” (1)
Tüm sorunlarımızda değişmeyen parçalar vardır. Bunlar aynen kimyadaki “periyodik tablo elementleri” gibi biraraya gelerek çeşitli sorunları oluşturuyorlar. Bunlara “kaynak sorunlar” deniliyor.
Ülkemiz sorunları üzerinde yapılan çalışmalar, bunların büyük çoğunluğunun 15 grup altında toplanabilecek “kaynak sorun”dan oluştuğunu gösteriyor. Böylece oluşan sorunları da “kaynak sorun”lardan ayırmak için “görünen sorun” (ya da fantom sorun) deyimi kullanılıyor.
İşte bu kaynak sorunlarımızdan birisi; çeşitli kavramların, tanımlanmamış olmaları yüzünden herkeste ayrı anlamlar çağrıştırmaları ve böylece yol açılan toplumsal iletişim bozukluğu problemimizdir.
Diğer yandan, “temiz toplum”, bir süredir ülkemizde ve diğer bazı ülkelerde kullanılan bir deyim… Rüşvet, yolsuzluk, dejenerasyon gibi kirliliklerden arınma anlamında kullanılıyor. Daha doğrusu herhalde öyledir!
Çünkü bugüne kadar “temiz toplum” deyimiyle ne kastedildiğine, buna ne gibi anlamlar yüklenip nelerin dışarıda bırakılması gerektiğine kimse değinmedi. Böylece, “temiz toplum”, herkesin kendi meşrebine göre yorumladığı ve daha da ilginci herkesin kendini temiz, başkalarını ise pis olarak nitelemesine yardımcı olan bir kavram oldu çıktı.
Şu bir gerçektir ki, bütün subjektif tanımlamalar gibi, temizlik (ve kirlilik), toplumdan topluma, zamandan zamana ve yerden yere değişen bir kavramdır. Belirli koşullar altında temiz olarak nitelenen bir olgu, bir başka yer ve/ya zamanda kirli sayılabilir.
Ama bütün bunlar “temiz toplum” için bir tanım yapmamanın gerekçesi olamaz. Ayrıca da kavramı tanımlamaya çalışırken doğabilecek tartışmaların da yararlı bir yanı olacak ve kimin neyi temiz, neyi kirli olarak gördüğü konusundaki ayrılıklar da ortaya çıkmış olacaktır.
Örneğin, bir bölüm insan (ben de dahil) kumar’ı kirli iş sayarken, belki bir başka kesim bunu, tarih boyunca var olduğu ve turistleri yolmağa yaradığı (yani öyle sanıldığı) için temiz olarak tanımlamaya kalkışabilecektir.
Bence “temiz toplum”, aklın ve erdemin egemen olduğu toplumdur. Buradaki egemen olmak deyimi bilerek kullanılıyor ve mesela akılcılığın üstün tutulduğu ama yaşama egemen kılınamadığı durumlardan ayırmaya çalışıyorum. Sigaranın sağlığa zararlı olduğunu bilmek, bunu kabul etmek ve hatta bunu savunmak ayrı, bu düşünceyi yaşamımıza egemen kılmak ise tamamen ayrı bir şeydir.
Kirli olarak nitelenen tutum ve davranışlara dikkat edilirse, bunların hepsinde ortak olan yanın, akılcılık eksikliği olduğu görülecektir. Akılcılık ise evrensel düzene uyum anlamında kullanılmakta olup, buna göre erdem, akıl, ruh ve beden sağlığı ile bilgi beceriyi de içermektedir.
Çünkü bunların herhangi birisindeki herhangi bir derecedeki yetersizlik, evrensel düzenden o ölçüde ayrılmaya neden olmaktadır.
Buna göre, akıl egemenliği altındaki hiçbir tutum ve davranış kirli olamaz.
Peki, kirli işlerin, onları yapanlara bir çıkar sağladığı da bir gerçek değil midir?
-
May 25 2012 İZMİR’Lİ MÜTEŞEBBİSLER
Bu başlığı okuyanlar, “İzmir’li müteşebbislere ne olmuş?” diyecekler ve yazımın gerisine göz atacaklardır “diye düşünüyorum”.
Ülkemizin girişimcilik haritasında en eski olma özelliğini taşıyan İzmir’li müteşebbislerin, genç girişimcilere yol gösterici bir etkinliğe katkıda bulunacaklarını tahmin ediyorum.
Zaman içinde, müteşebbislerimizin deneyim dağarcıklarında bir çok malzeme birikmiş olduğunu bilmek zor değildir. Bu birikimlerden çeşitli şekillerde yararlanmak mümkündür. Bunlardan birisi “Girişim Klinikleri”dir. Girişimci adaylarının (ya da halen bu alanda bulunanların), yeni projelerini, deneyimli girişimciler önünde masaya yatırıp onların eleştirilerini almaya verilen ad, “Girişim Kliniği”dir. Bunun üzerinde ayrıca duracağım.
Bu defa, bir başka önerim var: Müteşebbislerimizin dağarcıklarında, bürokrasiyle ilgili çok deneyim vardır. Bunların bir kısmı herkesin ortak deneyimi durumundadır. Örneğin vergi, işyeri açma hatta kapama gibi konularda hemen hemen tüm girişimciler belli deneyime sahiptirler.
Bir de bunların dışında, “çok ilginç” denilebilecek tecrübeleri olduğunu da tahmin ediyorum, bir kısmını da biliyorum. Ama ne girişimcilerin ve ne de devletin, bu “ilginç” deneyimlerden haberi olmayabilir, çoğunlukla da yoktur.
Bunların derlenip bir “vaka kolleksiyonu” haline getirilmesiyle, değerli bir eser ortaya çıkacaktır. İşte bu yüzden, İzmir’li girişimcilerimizden bunları bana yazmalarını rica ediyorum.
Bu ilginç deneyimlerinizi öyle yazınız ki, mümkün olduğunca az redaksiyonla derlenip basılabilir hale gelebilsin. İsterseniz adınızı saklı tutarak, isterseniz açık yazarak bunları bir “Girişimcilik Deneyimleri Raporu” (ya da kitabı) adı altında yayımlamayı düşünüyorum.
Eğer bu rapor ilgi görür ve hatta bir gelir getirirse onu da girişimcilik sorunları yönünde çaba harcayan bir kuruluşa (MÜTEŞEBBİSLER KULÜBÜ) bırakalım.
Bana doğrudan (T.B.M.M.-Ankara) yazabileceğiniz gibi, GÖZLEM yoluyla da iletebilirsiniz.
Ortaya çıkacak kolleksiyonun, hem girişimcilere hem de onların sorunlarıyla ilgileneceklere yardımcı olacağı ise kesindir.
-
May 25 2012 TEPKİSİZLİĞİ AŞMAK İÇİN İLK ADIM!
Toplumumuzun “tepkisiz” olduğu, genellikle dile getirilen bir yakınmamızdır. İnsanlar ya da toplumlar ancak yok oldukları zaman tepkisiz olabileceklerine göre bu, doğru bir tanımlama değildir. Sorun’un doğru ifadesi, toplumumuzun gerektiği zaman, gerektiği biçimde tepki vermeyişi olsa gerektir. Daha iyi bir ifadeyle, “aralarında demokrasinin de bulunduğu tüm üst kurumların işleyişlerinde aksamalara neden olan, çeşitli toplum kesimlerinin örgütlenerek oluşturabilecekleri ‘çıkar dengeleri temeli’ nin toplumumuzda zayıf olması” biçiminde bir sorunumuz bulunmaktadır.
Bu sorun’un ardışık nedenleri incelendiğinde*, genellikle dile getirilen “devlet, örgütlenmeye sıcak bakmıyor” tanısından başka nedenlerin de bulunduğu, bunlardan birisinin de tepki iletecek kanalların yetersizliği olduğu görülmektedir.
Sosyal sorunlarda, nedenlerin dönerek sonuç olduğu ve bir “neden-sonuç kapalı döngüsü” oluşturduğu dikkate alınırsa, sebebi ne olursa olsun örgütlenmeye engel olan nedenlerin dönerek örgütlenmenin araçlarının gelişmesine de engel olduğu anlaşılabilmektedir.
Bu tür kısır döngüleri kırabilmenin yollarından birisi de, anılan bu araçları geliştirmeye çalışmaktır**.
Bir devlet dairesindeki görevlinin, kendisine herhangi bir amaçla başvuran bir vatandaşa davranışı -istisnalar dışında- standarttır: Vatandaş, borç istemeye gelmişçesine tepeden bakan, başvuru evrakında mutlaka bir sürü eksik bulan ve nihayet başvuru zamanını uygunsuz bulup ileri bir tarihe ertelemeye çalışan bir bakış açısı, bu standardın özetidir.
Bunun sonunda doğan ilişki de yine hemen hemen standarttır; Ya üstten bir yerlerden getirilen bir kart, ya rüşvet, ya kavga, ya da çoğu zaman vatandaşın standart davranışı olan “emredilene boyun eğmek” !..
Önereceğim önlem bu standart resmi derhal değiştirecek bir panzehir değildir. Ama oldukça etkili olacağına da şüphe yoktur.
Önlem şudur: Her kamu kuruluşunun vatandaşla ilişkilerinde izlenmesi gereken adımların AÇIK VE KOLAY ANLAŞILIR biçimde yazıldığı birer rehber yayımlaması! Standart adımları belli olmayan işler rehber kapsamı dışında tutulabileceği gibi, onlar için dahi bazı usuller verilebilir.
Bunu ilk yapması gereken kurum, belediyelerdir. Vatandaşla ençok ilgisi olan bu kurumlar, hangi işlem için nasıl başvurulacağı, aksi bir muamele, rüşvet vs. gibi bir talep halinde ne yapılması gerektiği, işlemin ne kadar sürede yapılacağı gibi önemli noktaları içeren birer rehber yayımlayabilirler. Önümüzdeki yerel seçimlerde aday olacaklardan istenmesi gereken vaatlerden birisi bu olmalıdır. Somut, işe yarar ve yapılmayınca da yüze çarpılması kolaydır.
Bu önerinin bir diğer türü, TV ekranlarının bir köşesinde -bazılarında bulunuyor-, o an yayınlanmakta bulunan programla ilgili tepkilerin iletilebileceği bir faks numarası vermektir.
Bize göre daha gelişmiş toplumlarda -örneğin Filipinlerde(!)-, TV’de yayınlanan her film için ekranın bir köşesinde “ebeveyn nezaretinde izlenmesi önerilir” gibisinden, yasak kokmayan ama sosyal sorumluluk ifade eden bir uyarı, -eğer özellikle küçük çocukların seks ve şiddet filmleri izlemesi amaçlanmıyorsa- yıllardır tartışılan bir konuda, devletin müdahalesinden daha medenice değil midir?
Benzer şekilde, her köşe yazarının köşesinin altında kendisine erişilebilecek bir faks numarası vermesi, dile getirdiği konularda okurların tepkilerini iletmesine izin verecektir.
Her şeyi getirip makro konulara bağlamadan, yasalara anayasalara koymadan becerebileceğimiz ve birer demokrasi eğitimi sayılabilecek bu tür önlemler, sivil toplum örgütlerimizin birer kampanya olarak yürütebilecekleri yararlı önlemlerdir.
Tepki göstermeyen insanlar ve toplumlardan korkulmalıdır. Bu tür insanlar ve toplumlar durur durur ve tüm tepkilerini bir defada ve incir çekirdeğini doldurmayan nedenlerle birer patlama biçiminde dile getirebilirler. Bunları önlemenin yolu, onları tahripkar olmayan -aksine yönetimler için yararlı- biçimlerde deşarj etmektir.
Bu işe öncülük edecek bir sivil toplum örgütü aranıyor!
Pazartesi, 08 Mayıs 1995
-
May 25 2012 TOPLUMSAL KALİTE ÇEMBERLERİ
Kalite Çemberi Nedir?
Kalite Çemberleri (Quality Circles), Japonlarca Dünya sanayi kültürüne kazandırılan ve günümüz sanayi ürünlerinde ulaşılmak istenen (ve birçok üründe de varılan) “sıfır hata” kavramının, üzerine oturduğu bir yönetim aracıdır.
Bir ürünün üretiminde yeralan çalışanları 7 ila 10 kişilik gruplar (çemberler) halinde örgütlenmeye özendirerek, yaptıkları işin giderek daha hatasız, daha ucuz, daha basit, daha az çalışanla, çevreye daha az atık vererek, daha az fireyle, kısacası daha mükemmel yapılmasını sağlayan bu yöntem bugün son derece yaygınlaşmıştır.
Japon Ulusal Kalite Çemberleri Derneği’ne kayıtlı yaklaşık 600,000 çember bulunduğu ve bir o kadar da kayıtsız çemberin varlığı bilinmektedir.
Bir ürünün üretiminin tek tek bütün safhalarında daha mükemmele varmayı hedefleyen ve işyerindeki diğer çemberlerle olduğu kadar başka işyerleriyle de rekabet halinde bulunan bu çemberler birer sorun çözme grubu (veya iyileştirme grubu) durlar.
Hangi ürünü üretirlerse üretsinler, hangi ülkede olurlarsa olsunlar bütün Kalite Çemberlerinde değişmeyen bir çalışma yöntemi vardır. Bu yönteme göre önce;
-
Belirlenen bir soruna yol açan neden(ler) araştırılır,
-
Bu neden(ler) önem sırasına göre sıralanır,
-
Sıradaki nedeni ortadan kaldıracak (veya etkisini azaltacak) bir çözüm planlanır,
-
Bu çözüm uygulanır, ne sonuç verdiği kontrol edilir ve daha çok iyileştirme sağlamak üzere yeni bir çözüm planlanıp aynı adımlar tekrarlanır.
Buna, P-D-C-A (Plan-Develop-Control-Action) çevrimi denilmektedir.
Belirlenen bir soruna yol açan neden(ler)in araştırılması için ise Japon bilim adamı Prof. Ishikawa’nın adıyla bilinen Ishikawa Diyagramı (veya Kılçık Diyagramı) denilen metod kullanılır.
Bu metoda göre, kılçığın başındaki balık kafası bir sorunu, bu kafadan çıkan omurga üzerine saplanan (ve giderek küçülen) kılçıklar ise, o soruna (kafa) yol açan çeşitli nedenleri temsil eder.
Ülkemizde birçok alanda kullanılan ASM-Ardışık Sorma Metodu da, benzer amaçlı olup bir soruna yol açan nedenleri, o nedenlerin nedenlerini ilh. sorgulamaya dayanır.
Bu bültenin ileriki sayılarında Kılçık Diyagramları ve ASM hakkında uygulamaya dönük bilgiler verilecektir.
Kalite Çemberleri Toplum Yaşamındaki Sorunlar için de kullanılabilir..!
Evet, KÇ, toplum yaşamındaki irili ufaklı sorunların çözümü için de mükemmelen kullanılabilir. Nitekim KÇ’nin bu denli başarılı oluşundan sonra çeşitli ülkeler bunları kamu yönetiminde de kullanmak üzere harekete geçmişlerdir.
KÇ’nin, sanayi dışında uygulanabileceğinin düşünülmesinin nedeni, demokrasi denilen ve aslında “katılımlı karar verme”den başka birşey olmayan sürece olan olağanüstü uygunluğudur.
İnsanlar toplu olarak yaşarlarken, birçok hizmet ürünü üretirler. Bu ürünler (mükemmel) olmayıp kusurları vardır.
İşte bu kusurlar insanların günlük yaşamındaki sorunlardır. Bunlar giderilebildiği ölçüde daha mutlu ve müreffeh olacaklardır.
Bu olguyu tam anlayabilmek için, insanların karşıkarşıya oldukları ve onları manen ya da maddeten rahatsız eden sorunların genel yapısına daha bir yakından bakılmalıdır.
Bu amaçla, haftalık bir gazetede çıkan bir yazımı buraya alacağım:
Her Melanet Bir Küçüğünün Üzerinde Yeşerebilir!
“Bilmem hiç tamircilere dikkat ettiniz mi? Bozulan TV’nizi onarmak üzere verdiğiniz kişiler, daima iki gruptan birisine dahildir: Önceki arızaların tekrarlanma olasılıklarını kestirmeye çalışıp, el ve göz yordamıyla yanmış bir kablo, kırılmış bir parça gibi “görünen” nedenleri kullanarak arızayı teşhis edip gerekli parçaları değiştirenler birinci gruptur.
Tamircilerin çok büyük bölümü bu gruba girerler ve olağan durumlarda gayet ucuz ve süratli olarak işlerini yaparlar.
İkinci gruptakiler ise görünenlerden yola çıkıp, o görüntülere hangi nedenlerin yol açmış olabileceğini araştırırlar. Bunu yapabilmek için de önce ellerindeki mekanizmanın nasıl çalıştığını öğrenirler. Bu gruptaki tamircilerin çalışması daha uzun sürer, sabırsız müşteriler ise bunlardan hoşlanmaz ve malları iyice elden çıkana kadar diğerlerine para verirler.
İki grup arasındaki farklar ise şunlardır: El ve göz yordamıyla arıza arayıp onaranlar, o arızaya ne(ler)in yol açtığı ile ilgilenmezler. Dolayısıyla onarımdan bir süre sonra o aynı nedenler aynı arızaları -biraz daha kronikleşmiş olarak- yeniden üretirler.
Önce mekanizmanın nasıl işleyip, göze çarpan arızalara nelerin yol açmış olabileceğini belirleyerek ilerleyenlerde ise aynı arıza tekrarlanmaz. Bu bir!
İkinci farklılık daha da önemlidir: Bazı arızaların nedenleri çok karmaşıktır. Çeşitli parçalar üzerinden defalarca yansıyıp şekil değiştirdikten sonra olmadık bir yerden ve olmadık bir görünüşte ortaya çıkarlar. Ortaya çıktığı yeri ne kadar onarırsanız onarın arıza giderilemez, cihaz bir türlü çalışmaz, giderek daha da kötü olur. Bu tür arızaların, bu birinci gruptaki tamircilerce onarılabilmesine imkan yoktur.
Bu benzetmenin nedeni, “televizyonların arızası şöyle giderilmelidir” gibi bir ukalalık etmek değil, toplumumuzdaki her türlü rahatsızlığın mekanizmasını anlamadan giderilemeyeceğini örneklemek içindir.
Toplumu huzursuz eden sorunların herbiri, diğerinden bağımsız görünse de bunların çoğu aynı kaynaklardan türerler.
Dalgın bir adam, işçi olarak çalıştığı fabrikadan çıkan mesela eksik parçalı araçlarda, evden çıkarken açık unuttuğu ocak nedeniyle çıkan yangında, kırmızı ışığa dikkat etmediği için arabasıyla çarptığı yayanın ölümünde ve alt dairesine yerleşmiş hücre evinden haberdar olmadığı için de yapacakları katliamda hep pay sahibidir ve neden hep aynıdır: dalgınlık!
Ama dışarıdan bakan bir göz, eksik parçalı aracı, yangını, ölen yayayı ve terörislerin yaptığı katliamı birbirinden bağımsız olaylar olarak değerlendirebilir.
Dikkat edilmesi gereken ikinci nokta, adına “melanet hiyerarşisi” denilebilecek bir olgudur.
Bir kural olarak denilebilir ki, hiçbir yanlış, daha küçük yanlış(lar)ın üzerine oturmadan varolamaz.
Bu basit kural iyi kullanılabilirse, en büyük sorunları dahi çözmede kullanılabilecek yararlı bir alet olabilir. Dahası, bu alet kullanılmadan hiçbir (ama hiçbir) sorun çözülemez.
Hangi sorun çözülmek isteniliyorsa, o sorunun altında, o soruna taban oluşturan daha küçük sorun(lar)a, sonra da onların altlarındaki daha küçük sorunlara bakılmalıdır.
Böylece, küçük bir yetmezliğin, yanlışın, umursamazlığın üzerine hangi inanılmaz büyüklükteki sorunların inşa olabildiğini hayretle görebilirsiniz.”
Buradan varılabilecek sağlam bir sonuç şudur: Önemli toplum sorunlarının temelinde dahi küçük sorunlar yatar. Onlar çözülürse büyük sorunlar da ya azalır ya da bütünüyle ortadar kalkar.
Diğer yandan, insanlar hemen bütün sorunlarının kendileri dışındakilerce yaratıldığını düşünürler. Bu, büyük ölçüde doğru da olabilir. Ama ilginç olan nokta şudur: Herkes, birbiri için sürekli sorun üretmekte, herkes başkalarının ürettiği sorunlarla boğuşmakta hatta bazen boğuşmayıp altında ezilmektedir.
İnsanlar, kendilerini rahatsız eden şeylerin, kendileri tarafından bir başka yerde bir başka zamanda yapılmış şeylerin benzerleri olduğunu görebilselerdi kendilerini düzeltmeye yönelirlerdi.
Toplumu rahatsız eden şeylerin hepsinin (ama hepsinin), aslında bireyler, gruplar ya da toplumun bütününce yapılanların ta kendisi olduğunu görebilmek çok büyük bir terbiye aracı olsa gerektir.
Şimdi çevrenize dikkatlice bakınız. İnsanlar nelerden şikayet ediyorlar?
Üst kattaki komşusunun gürültüsünden, yere tüküren hemşehriden, bölücülük ya da terörden mi?
Bunların benzerlerini o veya bu derecede, farklı yerde, farklı zamanda ve farklı içerikte yapmayan çok az kişi bulunur. Mesele, farklı gibi görünen şeyler arasındaki benzerlikleri yakalayabilmektedir.
Örneğin ülkemizde bölücülükten şikayeti olmayan var mıdır? Çok küçük bir grup zavallı hariç herhalde yoktur.
Ama; bir hemşehrisini bürokraside bir yerlere getirmek için uğraşanlar, ülkenin bütününe hizmet vermesi gerekirken yalnız kendi doğum (ya da seçim) yerine hizmet edenler, bunu olağan kabul edenler, destekleyenler, susanlar ve bunlara benzer melaneti yapanlar bir yandan bölücülükten yakınırken bir yandan da bölücülüğün yapı taşlarını bizzat dizmiyorlar mı?
Aynı şeyleri okulculuk adına yapanlar, meslek dayanışması adı altında, bir mesleğin mensuplarına haksız çıkar sağlamaya çalışanlar acaba “bir avuç” mudurlar?
İnsanlar, kendilerini rahatsız eden şeylerin aslında bizzat kendi davranışları olduğunu anlamalıdırlar. Dolayısıyla, bu ilişkiler zinciri içinde çoğu kimsenin tahsil edilmemiş bir “alacağı” yoktur.
O Halde Çözüm; Toplumsal Kalite Çemberleri !
Madem ki herkes birbiri için sorun üretmektedir, o halde sorunları azaltmanın bir yolu, kişilerin kendilerince üretilen sorunları çözmeleri için basit ve yaygın bir mekanizma kurmaktır.
Bu mekanizma, insanları birer sorun çözme uzmanı sosyolog olarak değil, oldukları gibi kabul eden, ama çok sayıda insanı katılmaya ve basit sorunlarıçözmeye özendiren yaygın bir sistem olmalıdır.
Sanayide başarıyla kullanılan Kalite Çemberleri yaklaşımının toplumsal sorunlar için de kullanılabilmesi mümkün görünmektedir. Yeter ki sistem iyi kurulsun..
Toplumsal Kalite Çemberleri-TKÇ, Bir “Moda” Haline Getirilebilir!
TKÇ uygulamaları bir “moda” haline getirilebilirse istenilen yaygınlık sağlanabilir. Moda haline gelme ise ancak bir koşulla mümkündor: Uygulamanın, bizatihi uygulayanlara da bir yarar sağlaması..!
Hangi Sorunların Üzerine Gidilmeli?
İnsanlarda bir özgüdü (self-motivasyon) yaratabilmek için onlara dışarıdan reçeteler vermek yerine, çözümleyecekleri sorunları kendilerinin saptaması için uygun ortam yaratmak gerekir. Buna göre, küçük “uyum ve güven grupları” halinde biraraya gelebilecek kişiler, birbirinden çok farklı sorunlar üzerinde çalışabilirler.
Önemli nokta, hangi sorunların üzerinde çalışılacağı değil, birlikte sorun çözmek için biraraya gelebilmektir.
“Uygun, Sorun Çözme Ortamı” Nasıl Sağlanabilir?
-
Önce Pilot Gruplar oluşturulmalı!
Sorun çözme isteğine ve de yeteneğine sahip olduğu bilinen kişilerden oluşan birkaç grubun teşkili, atılacak ilk adım olmalıdır.
-
İkinci adım, eğitim!
Pilot Grupların, basit sorun çözme teknikleri hakkında bilgilendirilmesi ise ikinci adım olmalıdır.
Kılçık Diyagramı, Ardışık Sorma Metodu, Beyin Fırtınası, Kaynak Sorunlar gibi teknikler, basit olarak öğretilebilecek sorun çözme araçlarıdır.
-
Üçüncü adım, sorun belirlemek!
Üçüncü adım, Pilot Gruplar’ın “çözülebilecek sorunlar” belirlemelerine yardımcı olmaktır. Grupların başarı kazanmaları, bunun diğerlerine örnek olması ve böylece arzulanan “moda”nın oluşması açısından bu gereklidir.
Çözülecek sorunların, onları çözenlere de yarar sağlaması koşulu gözönüne alındığında, en verimli alanın “tasarruf” konuları olduğu görülecektir. Bu amaçla, her Pilot Grubun mesela 100’er adet potansiyel tasarruf konusu belirlemesi istenebilir ve bu listeler çoğaltılarak grupların birbirlerinden yararlanması sağlanır.
-
Dördüncü adım, duyuru!
Pilot Grupların başarılarının çeşitli medya kanalları yoluyla olabildiğince duyurulması ve hatta biraz abartılı olarak duyurulması gerekir.
Bir yandan bu duyuru faaliyeti yapılırken bir yandan da “sorun çözme için uygun ortam yaratma” faaliyetine yer verilmelidir.
Bu “uygun ortam” şu araçlarla yapılabilir;
-
Sorun çözme teknikleri konusunda eğitim vererek,
-
Çeşitli sorunların saptanabilmesi için basit algoritmalar ve örnekler üreterek,
-
Sorun çözme gruplarının (TKÇ) çalışması için yer, danışmanlık hizmeti vbg destekler sağlayarak,
-
Benzer amaçlı yöresel organizasyonlarla işbirliği yapılarak, TKÇ tabanının genişlemesini sağlayarak. (Bu çerçevede, kurulmakta bulunan Beyaz Nokta Dernekleri ve Beyaz Nokta Vakfı ile ilişki kurulabilir)
Bir-iki Örnek!
Yukarıda adımları açıklanan TKÇ uygulamaları, her çeşit
toplum sorununu konu alabilirse de bazı örnekler, yaklaşımın somutlaşmasına yarayabilir:
-
-
May 25 2012 TOPLUM SORUNLARINA İLGİ DUYANLAR İÇİN BAZI ÖNERİLER!
Özellikle son zamanlarda, çeşitli adlar ve örgütlenme biçimleri altında biraraya gelen insanlarımızın, çeşitli toplum sorunlarına ilgi gösterdiklerini görüyoruz. Dernek, vakıf gibi bilinen türlerin yanısıra “platform”, “hareket” ya da “duyarlık grupları” gibi daha bağımsız örgütlenmelere de sıkça rastlanıyor. Bu, henüz gelişme sürecinin ‘bir yerlerinde’ bulunan demokrasimiz açısından son derece ümit verici bir gelişmedir.
Her oluşum, olumlu beklentilerin yanısıra bazı potansiyel olumsuzlukları da içerir. Eğer bu olumsuzluklar bilinir ve baştan giderilebilirse, bu önemli toplumsal kaynak da heba edilmemiş olacaktır.
Çeşitli biçimlerde oluşan bu örgütlenmelerden beklenen olumlu yan, ilgili oldukları konularda olumlu gelişmelere -doğrudan veya dolaylı olarak- yol açmalarıdır.
Ama aynı oluşumların içerdiği potansiyel olumsuzluklar da vardır. Bunlardan başlıcaları, “yanlış sorun formülasyonu” ve “yanlış amaç saptaması”dır.
Yanlış Sorun Formülasyonu, üzerinde çalışılmak istenen sorunu, içinden çıkılamaz hale getirir ve sonuçta şöyle -yersiz- bir yargıya varılmasına yol açar: Bu sorun çözülemez!. Bu, bir toplumsal gelişim potansiyelinin kaybolması, ayrıca da bu sorunu çözmeye kalkışanların ilerideki başka girişimlerini de caydırması demektir.
Örneğin, “toplumumuzda, birey ve çeşitli kesimlerin, haklarını daha iyi savunmalarını sağlamak” gibi bir amaçla bir duyarlık grubu oluşmuş ise, ilk yapılması gereken, bu bu sorunun doğru olarak ifade edilmesidir.
Sorun, doğru formda mıdır?
Ortaya konulan sorunu ifade eden soru’nun doğru cevaplanabilmesi, herşeyden önce onun doğru formda olup olmadığına ve ayrıca aynı soru içinde, cevapları birbirinden farklı soru’ların bulunup bulunmadığına bağlıdır.
Örneğin, bireysel olarak haklarını savunamamak ile örgütlü olarak savunamamanın nedenleri arasında zıtlıklar varsa, bu durumda sorunun cevaplanmasına imkan yoktur. Bu, yanıtları karşıt iki sorunun birleştirilmiş olduğu anlamına gelir ve bu durumda yapılması gereken, soruların birbirinden ayrılmasıdır.
Bireysel ve örgütlü olarak savunamama nedenleri aranırken zıtlıklar olup olmadığına bakarak bu test uygulanabilir.
Sorunun doğru formda olup olmadığının ikinci bir testi, soruyu ifade eden sözcüklerin birden fazla kavrama işaret etmesi halinde bu farklı kavramlara göre zıtlaşan nedenlerin bulunup bulunmadığıdır.
Yukarıdaki örnekteki sorunun ilk sözcüğü olan “toplumumuz”, birçok kesimleri içermektedir. Öğrenciler, kadınlar, tüketiciler, silah altındaki erler, şoförler, sanayiciler, öğretmenler gibi yüzlerce kesim, hepsi toplum sözcüğünün içindedir.
Örneğin, “tüketiciler”in haklarını savunamayışının bir nedeni “sanayicilerin güçlü oluşları”, “sanayiciler”in haklarını savunamayışlarının bir nedeni de “sanayicilerin güçsüz oluşları” ise buradaki zıtlık, bu iki kesimin birlikte ele alınmaması gerektiğini gösterecektir.
Bu ikinci test açısından sorulması gereken bir diğer soru ise, bu kesimlerin hepsinin haklarını aynı düzeyde savunup savunamadıklarıdır. Örneğin sanayiciler haklarını iyi savunuyor ve öğrenciler savunamıyorlarsa, soru doğru formda sorulmamış demektir. Bu takdirde, haklarını koruyabilen kesimlerin “toplumumuz” sözcüğünden -yalnız bu amaç için- hariç tutulması gerekir.
Daha doğru bir form önerisi!
Yukarıda açıklanan testler altında, ortaya konulan örnek soru’nun, bazı çelişkili cevaplara yol açabileceği görülmektedir. Bu nedenle soru çerçevesini değiştirmeyen şöyle bir form testlerden geçebilir:
“Bir toplumu oluşturan bireyler ve kesimler, çıkarlarını tam olarak savunabiliyorlarsa, o toplumda bir ‘çıkar dengeleri temeli’ oluşmuş demektir. Toplumumuzda, birey ve kesimlerin çoğunluğu çıkarlarını savunamadığından dolayı bu ‘çıkar dengeleri temeli’ zayıftır. Bu zayıf temel üzerine oturan ve aralarında demokrasinin de bulunduğu tüm üst-kurumlar da bu nedenle aksamaktadır. Acaba, bu zayıf temelin nedenleri neleridir?”
İkinci tehlike : Yanlış Amaç Saptaması!
‘Yanlış sorun formülasyonu’ tehlikesi böylece aşıldıktan sonra ikinci tehlikeye de dikkat etmek gerekir. Bu, duyarlık grubunun ne yapmak istediğiyle ilgilidir. En kolay akla gelebilecek ‘amaç’, sorundan duyulan tepkinin bir biçimde dile getirilerek kolay ve süratli bir biçimde tatmin olmaktır.
Bunun için toplumumuzda kullanılagelen geleneksel yöntemler, soruna dikkat çekmek için imza toplamak, yürüyüş yapmak, bildiri yayımlamak ya da gazeteye ilan vermektir. Bu yöntem yalnız duyarlık grupları tarafından değil idare tarafından da en çok kullanılan metottur. Yurt içi ya da dışından kaynaklanan sorunlara karşı çoğunlukla “şiddetle kınanmıştır” cümlesinin söylenmesinin yeterli sayıldığı hemen herkesçe bilinir.
Gelişmiş demokrasilerde, seçenler ile seçilenler arasındaki ilişkiler, bu tür araçlardan fazlasıyla etkilenmektedir. Ülkemizde ise bu tür araçların kullanımı, biraz “nahak yere masraf etmek” anlamına gelir.
Dolayısıyla, ülkemizdeki duyarlık gruplarının işleri biraz daha zordur. Bu nedenle, ilki kadar kolay olmayan şöyle bir yol izlenmesi yararlı olacaktır: Sorun “doğru formda” ifade edildikten sonra, bu soruna yol açan nedenler, o nedenlere yol açan nedenler ilh.. belirlenerek, daha anlaşılabilir, daha kolay çözümlenebilir, daha az girdisi olan “uç sorunlar”a ulaşılır. İşte bu “uç sorunlar”, duyarlık grubunun eylem planına ışık tutacaktır.
Uç Sorunlar’dan bazıları yürüyüş yaparak, bazıları bildiri yayımlayarak, bazıları politikacılara faks bombardımanı yaparak, bazıları ise medyayı ilgilendirerek çözümlenebileceklerdir. Uç sorunlardan bir kısmı ise o an için ya da hiç bir zaman çözümlenemeyebilir. Bu da, ilgilenilen sorunun ne ölçüde çözülebileceği ile ilgilidir.
Böylece, soruna “tek ilaç” ile yaklaşmak yerine “çeşitli ilaçlar” yoluyla yaklaşılacaktır. Uygulamada bu tür bir yaklaşım genellikle uzun vadeli sayılır ve pek tutulmaz. Zamanın darlığı, sorunun kronikleşmesi ya da başka nedenlerle daha çok, “hemen yapılıp sonucu alınıverecek” ilaçlar peşinde koşulur.
Ama unutulmamalıdır ki BU TÜR İLAÇLAR YOKTUR!
Cumartesi, 20 Ağustos 1994
-
May 25 2012 “SEKRETER”LER YOLUYLA NASIL HAKARET EDİLİR?
Hukukumuzda hakaret, cezalandırılması gereken bir eylem olarak tanımlanmıştır.
Ancak neyin hakaret sayılacağı konusunda kanaatimce büyük yanlışlar yapılmaktadır.
Örneğin, “Aslan gibi” ya da “Ceylan gibi” denilince keyiflenen insanoğlu “yılan”, “sıçan”, “öküz” gibi hitaplardan hiç hoşlanmamakta, bunları hakaret olarak almaktadır.
Aslında ne birincisi övgü ne de diğeri hakarettir. Tüm hayvanlar muhteşem varlıklardır.
Dolayısıyla bu yolla hakaret etmek hem anlamsızdır hem karışıklığa yol açar hem de kanunlara göre suçtur.
Hayvanların, büyük sistem içindeki yerinin bilincine varmış kişiler için ise hayvan adları hakaret anlamı taşımaz.
O halde, kanunlara göre suç olmayan yöntemler geliştirmek lazımdır. Bilimde, teknikte, ekonomide, siyasette yeni ürünler geliştirmekte çok üretken olmayan insanımız çeşitli hakaret metodları üretmekte olağanüstü bir beceri göstermiştir.
Çok çeşitli ürünlerinden bir tanesi sekreterler yoluyla hakaret etmektir.
Bu metodu kullanmak isteyenler için tarifnamesini aşağıda arzediyorum.
-
Önce, sekreter olmaya yeteneği bulunmayan bir hatun seçilir.(Unutkanlık, Türkçe bilmezlik, savrukluk, haddini bilmezlik gibi özelliklere bakılarak aranan bulunabilir.)
-
Sekreterlik eğitimi gibi bir gerekliliğin saçmalık olduğuna inanılır ve bulunan bu hatun da inandırılır.
-
Sekreterin, birlikte çalıştığı kimsenin dışarı bakan bir yüzü olmadığı, kapı önünden geçerken çalan telefonu duyup koştuğu telkin edilir.
-
Sekreterin, birlikte çalıştığı kişinin yetkilerine sahip ama onun sorumluluğunu taşıyamayan bir kişi olduğu zannettirilir.
-
Sonra sıra iş tanımına gelir. En önemli bölüm de zaten budur. Sekreterin görevleri şunlardır:
-
Telefonla arayanları atlatmak için çeşitli standart numaraları öğrenmek ve yapmak (filan beyefendi şu an bina dışında bulunmaktadır, gece çok geç çıktılar henüz gelmediler, biz numaranızı alalım sizi ararız vs.)
-
Kendisine bırakılan mesajları unutmak ya da bu mümkün olmazsa hiç olmazsa yanlış aktarmak
-
Telefon aktarmaları sırasında sevimsiz müzik dinletmek ve sonra tekrar hatta girip “ne istiyordunuz” diye sormak,
-
Okey, bay bay gibi kelimelerden oluşan yabancı dil dağarcığı oluşturmak
-
Çalıştığı kuruluşla, dışarısı arasında aşılmaz, sinir bozucu bir engel oluşturmak.
Belirtmeye gerek var mıdır bilmem ama, bu tanıma uyan sekreterler en çok kime zarar verirler bilirmisiniz? Sekreterliğin ne olduğunu anlamış, işini haklarıyla yapan sekreterlere. Eskilerin “kenarına bak bezini, anasına bak kızını al” sözü biraz değiştirilerek, sekreterlerin hizmet vermek “durumunda” oldukları görevlilerin kaliteleri anlatılabilir:
“Sekreterine bak, amirini tanı”.
-
-
May 25 2012 SERBEST DOLAŞIMDAN TÜRKLER KORKMALI !
AT üyeliği konusunda Avrupalıların yıllardır başlıca engel olarak gördükleri “işgücünün serbest dolaşımı”nın, gerçekten korkulması gereken bir konu olduğu artık yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı. Ancak ufak bir farkla: Korkması gerekenlerin Avrupalılar değil biz olduğumuz farkıyla!
Tam üyelik gerçekleşir ve niteliksiz işgücümüz Avrupa’ya yayılırsa ne olur?
Hiç birşey olmaz. Sadece göçen insanlarımız, halen oralarda yaşamaya çalışan işsizlerimizin sayısını bir miktar artırır. Bu, Avrupa’nın sosyal yaşamına bir miktar olumsuz etki yapar.
Ama madalyonun bir de öbür yüzü vardır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde halen işsiz bulunan nitelikli işgücü Tükiye’ye akmaya başlarsa ne olur? Çok şey olur. Öğretmenler, mühendisler, bilim adamları, ve özellikle de politikacılarımızın büyük bölümü işsiz kalır.
Bir engel gibi sanılan “Türkçe bilmemek” katiyen bir sorun değildir. Türkiye’ye gönderilen yabancı görevlilere kısa sürede mükemmel Türkçe öğretilebildiği ve ayrıca yeni teknolojiler yoluyla bunun daha da kolaylaşacağı dikkate alınırsa dil sorununun önemsiz olduğu anlaşılacaktır.
Bu Türkiye için iyi olur mu? Şüphe edilmemelidir ki çok iyi olur.!
-
May 25 2012 İŞ GÜVENCESİNİ DEVLET VEREMEZ, İŞGÜCÜ PİYASASI VEREBİLİR
Bir gazete haberi, sağlık teknisyeni olarak kursa tabi tutulan lise mezunlarının, kendilerine verilen “iş güvencesi” sözüne rağmen işsiz kaldıklarından söz ediyor ve Sağlık Bakanı’ndan bu “güvence” nin yerine getirilmesini istiyor.
“İş güvencesi”, bütün saklamalara karşı devletçi niteliği eski SSCB’den daha aşağı olmayan sistemimizin ürettiği yeni bir “kandırmaca”dır.
Bundan evvel LİMME adıyla ortaya konulan ve 1985-88 arasında uygulanan ve “Beceri Kazandırma Programı”nın kötü bir taklidi olan uygulamada da aynı yanlış yapılmış ve lise mezunu gençlere (niçin lise mezunlarıdır o da bilinmez), “istihdam güvenceli” kurslar düzenlenmiş ve sonra da acemi berber eliyle usturaya vurulmuş kafa gibi ortada kalan gençler, “devlet bize güvence verdi, işsiz kaldık” diye tutturmuşlardı.
Bu tür kursları düzenleyenlerin ve bunları onaylayanların öncelikle birer kursa tabi tutulmalarını öneririm. Bu kursta, katılanlara işgücü piyasası denilen mekanizmanın işleyişi anlatılmalı ve istihdam güvencesinin devlet tarafından verilemeyeceği, ancak piyasanın isteklerine uygun insanlar yetişiyorsa bunların doğal olarak istihdam güvencesine sahip olacakları öğretilmelidir.
Aksi yapılırsa ne olur ? Cevap basittir. Güvence verirsiniz, sözünüzü tutamazsınız ve devletin güvenilirliğini zedelersiniz. O kadar. Ne eksik, ne fazla !
-
May 25 2012 «SİVİL» Mİ «GÖNÜLLÜ» MÜ?
Yabancı dillerde “hükümetle ilişkisiz” (non-governmental) biçiminde kullanılan deyim dilimizde genelde “sivil” olarak anılıyor. Buna, “devlete dayalı olmayan örgütlenme” demek daha doğrudur.
“Sivil”, latince “civicus” kökünden geliyor ve halk, hemşehri, yurrtaş anlamlarına geliyor. “Sivil haklar” ise, vatandaşların siyaset dışı bireysel hakları olarak anlaşılıyor. Aynı zamanda askerlik ve din dışındaki işler için de sivil sözcüğü kullanılıyor.
Bir de herhangi kişisel bir maddi karşılık beklemeksizin, yalnızca toplum yararına yapılan işler için kullanılan “gönüllü” sözcüğü var.
Görüldüğü gibi üç ayrı deyim, üç ayrı boyuta karşılık geliyor: Devletle olan ilişki boyutu, siyaset-askerlik-din alanlarının içinde olup olmama boyutu ve nihayet hizmetin kişisel maddi karşılığı boyutu..
Bu üç boyutun en az ikişer ucu bulunduğu düşünülürse, asgari altı ayrı kombinezon ortaya çıkmaktadır.
Toplumumuzda bütün bu bileşimler için bir ayrım gözetilmemekte, hepsine birden “sivil toplum kuruluşu (veya girişimi)” deyimi kullanılmaktadır. Din işleriyle uğraşan dernekler, siyasi partiler ya da güvenlik görevlerini yaparken yaşamlarını kaybedenlerle ilgili kuruluşlara da “sivil toplum kuruluşu” denilmektedir.
Ayrıca da, sivil toplum kuruluşu deyimiyle, toplum kuruluşlarından sivil olanlar mı yoksa sivil bir toplumun kuruluşları mı kastedildiği belli değildir.
“Sivil”i medeni olarak çevirince daha da içinden çıkılmaz bir durum doğmaktadır. Medeni, bilindiği gibi Medine kentine ait anlamına gelmektedir. Aynen “kutsal”ın Kudüs kentine ait anlamına geldiği gibi!
Yukardaki üç boyutlu olgunun tamamına birden tek isim vermek gerekirse “yurttaş girişimi” gibi bir deyim kullanılabilir. Durum böyle değil de, üç boyutun özel bir kombinezonu kastediliyor ise, o takdirde kastedileni tam ifade edebilecek şekilde her boyutu ayrı ayrı söylemek gerekir.
Ama gündelik konuşmada en çok kullanılan, sanırım ki girişimin kişisel maddi karşılık olmaksızın yapıldığının vurgulanmasıdır. Bu nedenle de “gönüllü girişim” ve “gönüllü kuruluş” deyimleri daha bir yerine oturmaktadır. Ayrıca da Türkçe olması bir ayrı üstünlüktür.
Ben bundan böyle bu deyimleri bu yaklaşım uyarınca kullanacağım. Yani kastim neyse tam onu kullanarak.
