-
Eki 24 2025 Minimum, küçük dokunuşlarla neler yapılabilir?
Apaçık Radyo’da “Deprem Riskinin Azaltılması Konusunda Binaların Güçlendirilmesi” konusunda birkaç uzmanın katıldığı bir söyleşide[1], ABD’deki Applied Technology Council adlı bir kuruluşun ATC165 nolu projesinden[2] söz edildi.
Söyleşinin son saniyelerinde (53:38-54:50 arası) söylenen şu sözler, bu yazıyı yazmama yol açtı: “Deprem yönetmeliğinin öngördüğü kontrollu hasar denilen bir seviye var……Ama İstanbulda çok riskli öyle binalar var ki, bu binaların yıkılmaması, minimumda, küçük dokunuşlarla neler yapılabilir konusunda bir çalışma yapılıyor”.
Bu son saniye sözlerini gerçek yaşama şöyle çevirebiliriz:
- İstanbul ve çevresinde deprem açısından “çok yüksek riskli” olan 200,000 bina vardır[3]; bunlardan 1556 sı “her an çökebilir” durumdadır.
- Bu binalarda yaklaşık 3 milyon kişi; her an çökebilir binalarda ise 30,000 kişi yaşamaktadır.
- Kamu yapılarının (bina, viyadük, köprü gibi) %58 i güçlendirilmiş -%42 si ise halen de sürmekte- olup, 1.5 milyon “riskli” özel mülkte bu oran %5-7 arasındadır[4].
- Güçlendirildiği belirtilen %5-7 lik bölüm ise muhtemelen “çok yüksek riskli” bölümden değil, “yüksek rantlı” yerlerdeki dönüşümlere ait olacağı tahminiyle, “çok yüksek riskli” 186,000 bina ya da 2.7 milyon kişi “yaşamını kaybetme riski” altındadır.
- 186,000 binanın yıkılıp yeniden yapılması için para ve yüklenici yoktur. Gerçekleşen az miktardaki dönüşüm ise yüklenicilere ek daire vererek mülk sahiplerince karşılanmaktadır.
- Özel mülkler açısından, Apaçık Radyo yayınında değinilen “çok riskli binaların binaların yıkılmaması için, minimumda, küçük dokunuşlarla yapılabilecekler”bu durumda hem mali hem de teknik yönden tek anahtar çözüm olarak görünmektedir.
- Bu çözüme karşı ileri sürülen argümanlar:
- Mühendislik pratiğinin benimsediği teknikler varken bu çözümler riskleri küçültmez büyütür,
- “Minimumda, küçük dokunuşlar” denilen çözümlerin bina bazında geliştirilmesi de uygulaması da uzman kadrolara ihtiyaç gösterir. Bu kadrolar var mı?
- Harcanacak yoğun emekler sonunda binalar yine yıkılacaktır. Bu israf değil midir?
- Mevzuatımız güçlendirmeyi yeterince tanımlamıyor.
- Merkezi ve yerel yönetimler arasında etkili işbirliğine ihtiyaç gösteren bu yaklaşım, mevcut “mücadele ortamı”nda uygulanabilir mi?
- Güçlendirme konusunda halktaki güvensizlikle nasıl başa çıkılacaktır?
- Bu argümanları her birinde gerçeklik payları olabilir; fakat:
- Mühendislik pratikleri ezberlere değil yaratıcılığa dayalıdır. Bu ve diğer argümanların hepsinin karşısında değeri tartışmasız “daha yüksek” bir karşıtı vardır: Canlı yaşamı! Mühendisliğin ilk görevi yaşamı korumaktır.
- Uzman kadro eksiği iki yolla karşılanabilir:
- İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de doğan radar teknisyeni açığının kapanması için başka dallardaki meslek sahipleri kısa birer eğitimden geçirilerek kullanılmışlardır. Benzer biçimde çok sayıda işsiz üniversite mezunumuz bu amaçla eğitilebilir[5].
- Uzmanların bilgileri birer algoritmaya çevrilerek daha düşük seviyeli uzmanlığa sahip kişilerin uygulaması mümkün olabilir5. Burada Dünya Savaşı ile kurulan benzerlik abartı sayılmamalıdır. 2.7 milyon kişinin yaşamı pekala Dünya Savaşı ile benzetilebilir.
- Evet binalar yine yıkılacak, fakat daha az insan ölecektir.
- Mevzuatın uyumlandırılması “en güç” birkaç konudan birisidir.
- Merkezi ve yerel yönetimler arasındaki “mücadele”nin “işbirliği”ne dönüşmesi ise “istenildiği takdirde” bir saatlik bir süre içinde çözülebilir.
- “Aklı gözünde” deyimi, ancak gördüğüne inananlar için söylenmiş olsa gerek. Milyonlarca insan içinde güçlendirmenin bu modeline razı olabilecek çok sayıda insanın çıkacağı; onların da başka kişilerin ikna olmasında vasıta olacağı beklenir. Bir yerel yöneticinin bu yaklaşımı benimseyip uygulaması, yaygınlaşmanın viral biçimde yaygınlaşması, bir rekabet ortamına dönüşmesi için yeterli olabilir.
Binalarla ilgili bu yaklaşımın yanı sıra yıkıntılar nedeniyle ulaşımın felce uğraması riskine karşı bir öneri, bu satırların yazarınca bir yazıda[6] açıklanmıştı.
Bu radyo haberi aslında çok önemli bir gelişmeyi haber veriyor. Uzun yıllardır yok muamelesi yapılan bir çözümün akıllara gelmiş olması son derecede sevindiricidir. Gereklerinin yapılması ümidiyle.
24 Ekim 2025
Tınaz Titiz
[1] Bkz. https://apacikradyo.com.tr/podcast/altin-saatler/deprem-riskinin-azaltilmasi-konusunda-binalarin-guclendirilmesi
[2] Bkz. https://www.perplexity.ai/search/5b62ca7c-3ec6-47f6-a03c-dcc170d29f65
[3] Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, bu 200 bin binayı “çok yüksek riskli” kategorisinde değerlendirmekte; ayrıca 1,5 milyon civarında konutun genel anlamda riskli olduğu belirtilmektedir. İBB kaynaklarına göre bu binalarda 3 milyon kişi yaşamakta olup; 200,000 binanın, 30,000 kişinin yaşadığı 1556 sı “her an çökme riski” altındadır.
[4] Bkz. https://www.perplexity.ai/search/17c713ad-af09-48c5-a241-c503e1b4355b
[5] Bkz. https://www.perplexity.ai/search/2ac0551d-14a6-402c-a869-15de2eb0a792
[6] Bkz. https://x.com/titiz4873/status/1740632072232763789 veya https://bit.ly/41tWrGI
-
Eki 05 2025 Türkçe Yetkinliği ve “Gürültü”den Arınmış Düşünme
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk” olarak tanımlanan Türk Milletine ulus kimliğini kazandıran temel öğe Türkçe’dir. Ancak nüfusun bir bölümü Türkçeyi — yabancı diller için kullanılan benzetmeyle — yalnızca “orta düzeyde” konuşup yazabilmektedir[1].
Bu eksikliğin, tahmin edilenden çok daha derin olumsuz sonuçları vardır. Beyaz Nokta®’nın “Önce Anla” ilkesine[2] göre, Sorun Çözme Kabiliyeti (SÇK) yetmezliğinin başlıca nedenlerinden biri, ana dil yetkinliğinin düşüklüğüdür. Bu durum, yapılacaklar listesinde mutlaka yer alması gereken bir eğitim ve dil politikası reformu ihtiyacına, bu ise Beyaz Nokta®’nın Kavram Mutfağı® çevresinde “şimdi ve burada” bir girişime işaret etmektedir.
Türkçe’nin kullanımındaki yetmezlik ile etkileşimli olan bir diğeri Doğru Düşünme[3] becerisi yetmezliğidir[4]. Kendi Kendine içten Konuşma (KKiK) denilebilecek düşünme sürecinin amacı, “istenmeyenden uzaklaşıp istendik’e yaklaşma yolunda, henüz sahip olunmayan bilginin, iç (belleğin taranması, akıl daraltıcıların askıya alınarak tekrar tekrar taranması, sezgiye kulak kabartılması ile) ve/ya dış (başkalarının akılları, makine aklı, AGI/ASI ile) yollardan üretilmesi”dir. İstenmeyen ve/ya istendik şey ne kadar zorlu ise başvurulan yolların çeşitliliği ve gücü de o denli yüksek olacaktır.
Fakat, bu iç ve dış yollar üzerinden yürüyen düşünme süreci sık sık tahminler yaparken[5] içine karışabilen niyet veya akıl daraltıcılar, üretilen bilginin kalite ve güvenilirliğini zedeler. Bu bozucu etkiler (teknik deyimle gürültü), işe yarar bilginin (teknik deyimle sinyal) birbirlerinden ayırt edilmesini çoğu zaman ya da kişi için imkânsız kılar. Katışıksız (gürültüsüz) bilgiye en çok ihtiyaç duyulan yüksek karmaşıklıktaki bekâ sorunları karşısında Doğru Düşünme böylece kritik hale gelir ki Türkiye’deki durum tam olarak budur.
Tablo – Gürültü Türlerine Örnekler
Bazı İç Gürültüler Bazı Dış Gürültüler Eksik / zayıf illiyet halkalarını tamamlamak, süslemek Kirli bilgi kaynağı olarak internet Unvan zorlayıcılığı (“ben …….’ım, bilmem lazım” vb) YZ modellerinden alınan doğrulanmamış bilgiler Bağlı olunan sorgulamaya kapalı ideolojiler, dinler Paralı veya gönüllü Troller Yanlışlanabilirlik kavramının bilinmeyişi Ajanlar Sosyal medyadan viral ve doğrulanmamış alıntılar Yankı Odaları Psikografik tekniklerle kişiye özel koşullandırıcılar Psikolojik harekât Okul öğretileri içine karış(tırıl)mış bilgiden öğrenilmiş Güvenilir olması beklenen kişilerin yalan söylemesi Yanlış ebeveyn öğretilerinden öğrenilmiş Yanıltıcı amaçlı kitap makale vd Eksik mantık eğitimi Yandaş (herhangi bir yönde) medya araçları İkna edici mitlerden (yüzüncü maymun vb) öğrenme Propaganda Patolojik yüksek özgüven / unvan destekli bilgi Zayıf kavram dağarcığını tekrar yoluyla onarma Sorun Çözme becerisinin en güçlü aracı olması beklenen düşünme ve anadilini[6] iyi kullanma konusundaki bu iki derin yetersizliğin, hiçbir diğer sorunla karşılaştırılamayacak derecede yüksek tahrip gücüne sahip olduğu değerlendiriliyor. Her bireyin, içinde yaşadığını algıladığı evrenin büyük ölçüde kavram dağarcığı ve onlardan oluşan bilgi zincirleri yoluyla oluşturulduğu göz önüne alındığında, düşük sinyal/gürültü oranlı bir anadili hakimiyetinin nasıl bir “ek akıl daralması”na yol açacağı kolayca tasavvur edilebilir.
Sinyal/Gürültü Oranı (SGO) nasıl yükseltilebilir?
Bu sorunun olası cevapları, SGO düşüklüğüne yol açan -yukardaki tabloda örneklenen- nedenlere bağlı olduğuna göre, bir gürültü süzücü filtreye ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Bu filtre kişinin kendine sormayı otomatikleştirdiği net bir soru olmalı; üstelik kişi yaşamının sadece ilk evrelerinde değil, herhangi bir döneminde de uygulayabilmelidir. Buna göre bazı soru önerileri; “Bu düşünce, büyük bütünün kendini yenileyebilirliğine zarar verir mi?” ya da kısaca “bütüne zararlı mı?”, “Her şey için de doğru mu?” gibi ifadeler olabilir[7].
Düşüncelerin sürekli olarak filtrelenmesi, özellikle de yöntemin uygulanmaya ilk başlandığı evrelerde, yaş ilerledikçe güçleşebilir. Gürültülerden arındırılmış düşüncelerin yaratabileceği “mutluluk” duygusunun bu güçlüğü aşmada yardımcı bir öğe olması beklenir[8].
SGO yükseltmek için kişilerin kendi kendilerine önerilen formlardaki sorular sormalarına bir seçenek de, YZ dil modelleri yoluyla üretilen “filtreler” kullanılmasıdır.
Chat GPT’nin GPT veya Gemini’nin GEM uygulamalarına sinyal ve gürültünün ne olduğu hakkında örneklerle eğitim verildiği takdirde, bir ses kaydı ya da metnindeki SGO hesaplanabilir. Başlangıçta bir ölçüde rahat iletişimi güçleştirse de giderek kişilerin daha az gürültü içeren ifadeler kullanan iletişim biçimlerine, daha da önemlisi düşünme biçimlerine sahip olması beklenir.
Nitekim GPT yoluyla yapılan Sinyal Gürültü Oranı (SGO) değerlendirmesi[9], metin, ppt sunum veya ses kayıtlarında SGO değerlendirmesi yapılabileceğini gösteriyor. Örneğin, bu metindeki “SGO nasıl yükseltilebilir?” başlıklı paragrafın GPT ile SGO değerlendirmesi şu sonucu vermiştir:
Kısa Özet
Metin genel olarak SGO yükseltme yöntemlerini açıklayan, uygulanabilir öneriler sunan ve teknik çözüm olasılıklarını tartışan bir içerik sunuyor. Gürültü öğeleri çoğunlukla muğlak kavramlar (“büyük bütün”, “mutluluk”) ve sezgi/varsayıma dayalı ifadelerden kaynaklanıyor. Yine de cümlelerin çoğu somut öneri ve mantıklı açıklama niteliğinde olduğundan SGO yüksek sayılabilir.
Hesap: SGO = S / (S + G) = 10 / (10 + 4) = 0.714 (%71.4) ✅
Yapılan değerlendirme[10] bu paragraftaki ifadelerin %70+ oranında anlamlı (sinyal), %30’unun ise (gürültü) niteliğinde olduğunu gösteriyor. ChatGPT’ye öğretilmiş[11] bu algoritma kolayca Gemini’nin benzer GEM uygulamasına da öğretilebilir.
Bu imkânın, yüksek SGO’lu yazılı ve sözel iletişime olumlu etkilerde bulunurken, daha da çok düşünme süreçlerindeki iç ve dış gürültüleri azaltıcı etkilerde bulunması; bunun ise çeşitli durum iyileştirici eylem girişimlerinin “düşünülmesi süreçleri”nde, hatalardan koruyucu ve amaçlara hizmet edici işlevler yapması beklenir.
Beyhan T. Maybach, L. Başar Titiz, M. Tınaz Titiz
5 Eylül 2025, Rev 0
[1] Bkz. https://chatgpt.com/share/68b2a443-b714-800c-a500-9588e39f0ce3
[2] Bkz. “Önce Anla”, https://bit.ly/4lrjTxr No 95
[3] Doğru düşünme; olgulara, kanıtlara ve mantık kurallarına dayanarak, bilişsel çarpıtmalardan ve duygusal önyargılardan mümkün olduğunca arınmış, amacına uygun, tutarlı ve geçerli sonuçlara ulaşma sürecidir. Doğru düşünme mutlak kesinliğe ulaşmak değil, yanılma ihtimalini en aza indirgemek için sürekli ve disiplinli bir çaba göstermektir. Bir varış noktası değil, bir yolculuktur. “Yolculuk” kavramı aslında içinde çeşitli doğruluk tonlarını da barındırdığı için, Etkili Düşünme deyimi de kullanılabilir.
[4] Bkz. https://www.perplexity.ai/search/f0cec6fe-03a6-4cb7-937b-ed43e2807889
[5] İhtiyaca uygun bilgi üretme süreci olan düşünme sırasında beyin sık sık tahminlerde bulunur. Beynin bir Tahmin Makinesi (prediction machine) olduğu ile ilgili bir TEDx konuşması için: https://go.ted.com/eU5WZ
[6] Anneden öğrenilen dil (anadili) ile resmi dil anlamındaki (ana dil) sıklıkla karıştırılıyor. Bu metinde ayrık ve bitişik yazılarak ayırdediş, başka dillerde iki ayrı karşılıkla sağlanmıştır. Bkz. https://bit.ly/4lS6vSu ve https://bit.ly/3VqEZk8
[7] Soru’nun bu hali ister istemez “bütüne yararlı mı?” formunun daha pozitif olması nedeniyle daha doğru olabileceğini akla getirecektir. Yarar ve zarar kavramları hakkındaki şu yazı (www.tinaztitiz.com/15504) bağımsız olarak bir yarar’dan söz edilemeyeceğini, yarar denilen kavramın “zarar vermemek”ten başka bir şey olamayacağı açıklanmaktadır.
[8] Tam olarak doğrulanmasa da “Mutluluk Anlamaktır” sözünün Stephan Hawking’e ait olduğu söylenir ve hemen herkesin bu tür mutluluklara şahit olduğu da bir gerçektir.
[9] Öznel öğelerin ağırlıklı olduğu durumlar için “ölçme” yerine “değerlendirme” terimi; ayrımın belirsiz olduğu durumlarda ise “ölçme ve değerlendirme” ifadesi kullanılmıştır.
[10] SGO değerlendirme metnin her cümlesi için ayrı ayrı yapılıp sonra genel ortalaması kullanıcıya sunuluyor. Cümleler itibariyle değerlendirmeler için bkz. https://chatgpt.com/share/68ba7843-82f0-800c-b32b-8d0c7b48263b
[11] YZ modellerine “öğretme” örnekler yoluyla yapılmakta olup, SGO kavramı da bu metindeki SGO tanımı ve örnekler tablosu yoluyla eğitilmiştir. Bu yolda örnekler arttıkça değerlendirmelerin daha da işlevsel olacağı beklenir.
-
Tem 20 2025 Nelson’un Huni Deneyi (bir kere daha)
Sn. Devlet Bahçeli’nin yeni Cumhurbaşkanı için biri Kürt biri Alevi olmak üzere iki yardımcı yoluyla sorunlarımızı çözüme kavuşturma çözümünü; ardından da bu güzel çözüme ince ayar ya da alternatif olabilecek çeşitli sivil ve askeri çözüm önerilerini duyunca, ilki 1996da yazılıp, 2001 ve 2008 de tekrar yayınladığım “Nelson’un Huni Deneyi” adlı yazımı -günümüz için gereken birkaç eklemeyle- tekrar hatırlatmanın yararlı olacağını düşündüm. Lütfen tıklayınız.
Eklemek istediklerim birkaç başlık halinde şunlar:
- Hangi hâl ve şerait içinde olursa olsun “durum”, çıkış için mümkün “seçenekler” ve o seçeneklerin “gerçekleştirilebilirlikleri” en kritik ama en az ciddiyetle ele alınan yol göstericiler.
Her gün TVlerde elinde ders sopası, öğretmen edası ve kuşkusuzluk[1] ile “durum”un en üst katmanının kendine en uygun mikro parçasını verisiz tahminler ve kozsuz meydan okumalar[2] eşliğinde açıklayan kişiler, söz konusu yol göstericilerin önündeki engellerdir.
- “Bütün-parça ilişkisi” klasik felsefede ve bilimde uzun süredir tartışılan bir konu; kimi yaklaşımlar bütünü oluşturan parçalar olduğunu (indirgemecilik), kimileri ise bütünün, parçaların ötesinde bir gerçeklik taşıdığını (bütüncülük/holizm) savunur. Ancak çağdaş bilim ve felsefede, özellikle sistem teorisi, kuantum fiziği ve karmaşıklık teorisi gibi alanlarda, hem bütünün hem parçaların karşılıklı ve dinamik bir etkileşim içinde sürekli olarak birbirini etkilediği, hatta birbirini “yarattığı” anlayışı benimsendi. Yani, bütün ve parçalar sabit yapılar değil; bağlama, ilişkiye ve zamana göre sürekli yeniden oluşuyor ve birbirine dönüşüyor ve bir süreç oluşturuyorlar.
Bu basit gerçeğin kavranması, hergün ayrı bir formda önümüze çıkan sorunları tek tek ele alıp çözmek gibi bir seçeneğin bulunmadığını, sadece ilgilenilen yere çöken bileşik gerçekliğin (bütün) değişik görüntüleriyle boğuşulmaya çalışıldığının kavranmasını sağlayacaktır.
- Siyaset silâhın aracı değil, silâh siyasetin binbir aracından biridir. Bu basit ama güçlü kuralın dikkate alınmayışını defalarca deneyip henüz öğrenmemiş toplumlardan biriyiz.
Yazının adresi yoktur; postrestant’dır[3].
20 Temmuz 2025
6:30 dak’lık podcast özeti için: https://bit.ly/4eVkp4m
[1] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kusku-suzluk–ezber–sorgulanamazlik
[2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kozsuz-meydan-okuma
-
Haz 16 2025 Ateş olmayan yerden duman çıkabilir mi?
Bu konuda geçen yıl yazdığım bir yazıdan[1] alıntı yaparak başlayım: “Bir sorun çözülemiyor ise, muhtemelen anlaşılmasını kolaylaştırabilecek kavramlar -toplumun kavram dağarcığında- mevcut değildir.”
Bu defa bu savımı destekleyecek birkaç örnek vererek yine o yazıdaki “Toplumlar kavram dağarcıklarının zenginliği ve bunun paylaşımındaki yaygınlık nispetinde varlıklarını sürdürebilir ve de gelişebilirler!” iddiamı yineleyeceğim.
Bu defa bu iki sava ek olarak bir üçüncüyü öneriyorum: “Dağarcıkta bulunan her kavram doğru düşünmeye yardımcı olurken, eksik olan her kavramın yeri mutlaka -eksik olanla ilgili- ama doğru düşünmeye zarar veren bir kavramla dolar”.
Bu yazı bu savla ilgili, doğru düşünmeye yardımcı birkaç örnek verip, olası eksiklikleri halinde doğacak boşluğu dolduracak zarar verici alternatifleri ortaya koymayı amaçlıyor.
- Korkmama Özgürlüğü (korkusuzluk hakkı)[2]
Bu kavram, ne ölçekte ve hangi tür bir rejim altında olursa olsun tüm idare biçimlerinde, idare edilenlere verilecek en temel ve vazgeçilemez güvenceyi ifade eder. Bu kavramı benimseyip yaygın biçimde toplum dağarcığına yerleştirmiş bir toplumda korkutma, gözdağı verme, ibret gösterme vb yollar kullanılamaz; kullanmaya kalkan şiddetli kamuoyu tepkisini görerek zarar göreceğini idrak edip vazgeçer.
Alternatifi
Korkmama Özgürlüğü kavramının dağarcıkta bulunmayışı halinde korkutarak yönetmek bir normdur. Ailede çocuk, iş yerinde çalışan, idarede vatandaş yaşamının her adımında korkutularak yola getirilir. Toplumumuzda Korkmama Özgürlüğü’nün alternatifi “kızını dövmeyen dizini döver”, “öğretmenin vurduğu yerde gül biter”, “karnından sıpa sırtından sopayı eksik etme” vb atasözlerimiz(!) ile veciz ve yol gösterici biçimde ifade edilmiştir.
Korkmama Özgürlüğü konusunun toplum dağarcığına katılması yolunda ciddi girişimde bulunacak bir STK nın bulunmayışı alternatifin gücü hakkında bir ölçüdür.
- Tutukluluğa Karşı Yargı Koruması (habeas corpus)[3]
Habeas corpus, Latince kökenli bir terim olup kelime anlamı olarak “vücudu hazır et” veya “kişiyi huzura çıkar” anlamına gelir. Hukuki olarak ise, bir kişinin hukuka aykırı veya keyfi biçimde özgürlüğünden mahrum edilmesini engelleyen, bireyin tutukluluğunun veya gözaltının yasal olup olmadığının yargı tarafından denetlenmesini sağlayan temel bir hukuk ilkesidir. 1679 tarihli İngiltere’de çıkarılan “Habeas Corpus Act” ile yasal çerçeveye kavuşmuştur. Bu yasa, idarenin keyfi tutuklama yetkisini sınırlandırmış ve tutuklanan kişinin kısa sürede yargıç önüne çıkarılmasını zorunlu kılmıştır.
Alternatifi
T.C. Anayasası ve ilgili yasalar içinde bulunmasına karşın, veciz ve her an hatırlanabilir bir ifadeye kavuşturulmadığı; dahası alternatifinin kültürümüze daha uygun düşmesi nedenleriyle toplumumuzun kavram dağarcığında bulunmayan bu kavramın alternatifi “Ateş Olmayan Yerden Duman Çıkmaz”dır. Bu mükemmel(!) atasözümüz, yaygın linç kültürümüze çok uygun düşmenin yanında herhangi bir kişiden yapay duman çıkararak pasifize edilmesi için de çok yarayışlıdır.
Kamuoyunda 19 Mart darbesi olarak anılan süreçte çok sayıda kişi, savcı talimatı ve kolluk güçleri eliyle tutuklandı. Muhalif kesimde oldukça şiddetli protestolar yer aldı ve halen de devam ediyor. Tüm protestoların temel savı “tutuklananların mahkeme kararı olmadan tutuklanmaları” değil, “suçsuz yere tutuklandıkları”dır. Kitlelerin vardıkları yargı ile tutuklama yapanların ortak noktaları yeterli veriye sahip olmamaları, bunun yerine dumandan ateşe bağlantı kurmaları, niyet ve/ya kuşkularını “usul esastan önce gelir” ilkesi altında değerlendirmeyişleridir. Usulün esastan önce geldiği ya da habeas corpus ilkesi kavram dağarcığında bulunsaydı, bu denli büyük kalabalıkların sesleri duymazdan gelinebilir miydi!
Hukuk dernekleri ve baroların hakim kararı olmadan yapılan tutuklamalara karşı bu iki ilkeyi çok cılız biçimde dile getirmeleri, dağarcık zafiyeti ile yakından bağlantılı değil midir?
- Kirli Çıkar Çatışması[4] (conflict of interest)
“Bir konudaki çıkarın korunması görevini üstlenen birisi, aynı konuda kendisine çıkar sağlayamaz” şeklinde tanımlanabilir.
Alternatifi
Kirli çıkar çatışması’nın genel kabul görmüş alternatifi “bal tutan parmak yalar”dır.
Yakın geçmişte bir bakanın kendi bakanlığına eşinin şirketinden dezenfektan satmasından daha vahimi, kamuoyunda hakim tepkinin “bakan olması ailesinin ticaret yapmasına engel midir!” anlayışıdır. Bu trajedinin nedeni yine dağarcık zafiyetidir.
Uzatmaya gerek yok. Sonuç.
Kişiler, kurumlar ve toplumlar için kavram dağarcığı zenginliğinin önemini daha fazla örneklemek gereksizdir. Uzun yıllar boyunca süren yabancı dil öğretme serüvenimiz boyunca şu temel soruyu soramayışımız ile kavram dağarcığı zenginliğinin önemini merak etmeyişimiz sıkı bağlantılıdır: Yabancı dili niçin öğretiyoruz?
2010 tarihli bir yazıda[5] bu soru epey kurcalanmış ve şöyle bir değerlendirme yapılmıştı: “Bir dil, ait olduğu kültürün üretim ve yayım aracıdır. Bir dilin bilinmesi aslında o kültürün bilinmesi demektir ve her kültürün de kendine özgü yüksek ve düşük değerleri olması da doğaldır. Bir dili öğrenmenin stratejisi buna göre, o kültüre ilişkin çerçöp değerlerin, gelgeç deyimlerin değil, yüksek düzeyli, medeniyet yolunu açıcı değerlerin -ve onlara ait kavram ve sözcüklerin- alınıp öğrenilmesi olmalıdır.”
Buradan varacağım sonuç, halen süren İran-İsrail savaşı sonrası “sıranın Türkiye’ye geleceği” yolundaki tahminlerle ilgilidir. Bu tahminin doğruluğu-yanlışlığı konusunda yargıda bulunmak zordur. Kuantum Süperpozisyonu’nun ne şekilde çökeceği çeşitli olasılıklara bağlıdır. Ama hangi ihtimal olursa olsun şimdiden belli olanlar çeşitli olası sonuçlara hakim rengi verecektir:
- Daha zengin ve yaygınlaştırılabilmiş kavram dağarcığına sahip isek daha iyi sonuçlar içinde yer alabiliriz.
- Harekete geçirebileceğimiz akıl ne kadar yetkin ise o kadar iyi sonuçlar içinde yer alabiliriz
- Bu iki yol gösterici yerine “şimdi yangın var, önce sönsün sonra bakarız” diyenlere kulak vermek isteyenler ise Pascal’ın ünlü sözünü hatırlamalıdır: “Tecrübe pahalı ve zor bir okuldur; ama aklını kullanmasını bilmeyenlerin gidebileceği başka okul da yoktur.”
16 Haziran 2025
[1] Bkz. https://tinaztitiz.com/dusunme-ve-kavramlar/
[2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki
[3] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/haksiz-tutukluluga-karsi-yargi-korumasi–habeas-corpus-
[4] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kirli-cikar-catismasi–conflict-of-interest–cikar-celiskisi
[5] Bkz. https://tinaztitiz.com/yabanci-dilkargasasi-2/
-
Mar 29 2025 Zarar Vermeyen Dünya Vatandaşı (ZVDV) – I
Göç sorunu hemen hemen tüm ülkeleri sardı. Özellikle iki yönüyle, ülke yönetimlerini sınırlarına duvarlar örmeye; uçaklara doldurup başka topraklara -bir mal gibi boşaltmaya- kadar götüren ilkel önlemler alınıyor:
- Genellikle fakir (ve özgür olmayan) toplumlardan daha zengin (ve özgür) toplumlara doğru göçler, zenginlik ve istihdam kaynaklarının paylaşılmasına karşı olanlarca istenmiyor.
- Göçmenlerin bir bölümü, kimi yadırgatıcı alışkanlıklarını (cinsiyet eşitsizliği, dini hoşgörüsüzlük, şiddet gibi) gittikleri ülkede devam ettirerek uyum süreçlerini reddetmeleri nedeniyle toplumsal hoşnutsuzluk yaratıyorlar.
Madalyonun öbür yüzünde ise, kimi zengin toplumların bu zenginliklerinin kaynaklarındaki, sınırlarına bugün göçmen olarak dayanmış bulunan insanların sömürülmeleri olgusu var. Bu o denli belirgin bir gerçeklik ki, “olanlar geçmişte kaldı” ile geçiştirilebilecek gibi değil. Hattâ günümüz A.B.D. Başkanı’nın Ukrayna devlet başkanından nadir mineralleri alenen talep etmesi, bağımsız Kanada’yı topraklarına katmayı teklif (ve tehdit) etmesi gibi örnekler halen sürüyor.
Bütün bu tablo yeni bir dünya düzeni arayışlarının iki kesimini oluşturuyor: Sömürgen alışkanlıklarını devlet olmanın verdiği güçle tahkim etmiş “statükoyu korumaya direnenler” ile sömürü düzeninin sembolü durumuna gelmiş sınırları ortadan kaldırmaya çalışan göçmenler. (Tabii ki her kaostan kendine pay çıkarmak isteyenler gibi göç olgusunu da bir sömürü aracı haline getirip kullanmak isteyenler de mevcut).
Bu kaos ortamında, “Zarar vermeyen[1] ve zararı önlemek için çaba harcayan dünya vatandaşları“ndan oluşan bir toplum tasarımlamak gibi bir amaç yolunda şöyle bir soru sorulsa:
Zarar vermeme ilkesini ise şöyle tanımlasak: “Zarar vermemek, insan ve insan dışı varlıkların oluşturduğu bütünün sürdürülebilirliği ve yenilenebilirliği açısından bakıldığında, gereksiz entropi artışına yol açan tüm eylemlerden kaçınmak ve söz konusu bütüne yönelik herhangi bir zararı önlemeye çalışmak anlamına gelir. Bu yaklaşımda, yarar sağlamak kavramı, zarardan bağımsız biçimde ele alınamaz. Yarar, ancak zarar vermemek veya var olan zararı azaltmak şeklinde gerçekleşebilir.”
Bu tanıma göre ZVDV unvanı verilecek bir kişinin, hiçbir vize süzgecine takılmadan (H1B vizesi gibi özel bir vizeyle) istediği ülkeye girebilmesi, orada istediği kadar kalabilmesi, dilediği işi yapabilmesi, hatta emekli ise yeterli bir gelirle desteklenmesi için somut, denetlenebilir az sayıda nitelik ve koşul neler olabilir?
Bu soruya -YZ uygulamalarından da yardımlar alarak- şöyle cevaplar verilebilir:
Zarar Vermeyen Dünya Vatandaşı (ZVDV) unvanının bu kadar geniş bir özgürlük ve ayrıcalıkla ilişkilendirilmesi için, nesnel ve evrensel ölçülebilir kriterler gereklidir. Aşağıda, bu unvanın “küresel serbest dolaşım ve yaşam hakkı” sağlaması için minimum sayıda, denetlenebilir somut koşul öneriliyor:
Temel Nitelikler ve Koşullar
- Negatif Karbon Ayakizi
- Kriter: Bireyin yıllık karbon ayak izi, bilimsel olarak hesaplanmış küresel ortalama kişisel sürdürülebilir limitin (ör. 2 ton CO₂/yıl) altında olmalı ve telafi mekanizmalarıyla (ağaç dikme, karbon yakalama teknolojilerine finansal destek) nötrlenmeli.
- Denetim: Uluslararası sertifikalı kuruluşlarca (Gold Standard, IPCC metodolojisi[2]) onaylanmış veriler.
- Net Katma Değer[3] Üretimi: Bu katkı 3 alt başlıkta değerlendiriliyor:
- Kriter 1: Sürekli öğrenebilirlik (Yaşam Boyu Öğrenme[4]). Özellikle de YZ’nın üssel hızdaki gelişimine ayak uydurabilecek şekilde Dijital Okuryazarlık[5] kast ediliyor.
- Denetim: Dijital Okuryazarlık kavramının tanımındaki dört ayrı ölçekten herhangi birisi kullanılarak denetlenebilir.
- Kriter 2: Bilim-Teknoloji-Kültür-Sanat alanlarındaki çalışmalarıyla ürettiği mal ve/ya hizmet ürünleri açısından net değer üreticisi3 olması.
- Denetim: DZVZ satüsü verilenler öz-değerlendirme[6] yoluyla kendilerini denetler ve bu denetimde yapabildikleri ölçüde objektif olacaklarını ve aksi varit olduğunda DZVZ statüsünü kaybetmeyi taahhüt etmiş sayılırlar. Bu amaçla rastgele gözlemler yapmak ve değerlendirmek üzere DZVZ Topluluğu kendi içinde bir sistem kurar.
- Kriter 3: Fiili çalışma yaşını (70 varsayılıyor) aşmış kişilerde, birikimlerini -bilgelik birikimleri denilebilir- paylaşmaları beklenir.
- Denetim: Öz-değerlendirme.
- Kriter 1: Sürekli öğrenebilirlik (Yaşam Boyu Öğrenme[4]). Özellikle de YZ’nın üssel hızdaki gelişimine ayak uydurabilecek şekilde Dijital Okuryazarlık[5] kast ediliyor.
- Net-Pozitif Ekoloji Katkısı
- Kriter: Birey, yaşadığı/ziyaret ettiği ekosistemde biyoçeşitliliği artırıcı (ör. yerel tohum bankaları, yaban hayatı koruma) veya kirliliği azaltıcı (plastik toplama, su arıtma projeleri) somut projeler yürütmeli.
- Denetim: Yerel STK’lar veya BM Çevre Programı (UNEP) tarafından doğrulanmış faaliyet raporları.
- Şiddetsiz Varlık
- Kriter:
- Hiçbir şiddet suçu (fiziksel, psikolojik, ekonomik sömürü) kaydı olmamalı.
- Pasif değil aktif barışçıllık: Çatışma bölgelerinde arabuluculuk, insani yardım gibi kayıtlı faaliyetler.
- Denetim: Başlangıçta İnterpol ve yerel adli kayıtlar + en az iki uluslararası STK referansı; üyeliğe kabul sonrası öz-değerlendirme.
- Kriter:
- Ekonomik Şeffaflık ve Adil Katılım
- Kriter:
- Gelirinin en az %10’unu zarar önleyici projelere (iklim adaleti, açlıkla mücadele) aktarmış olmalı.
- Hiçbir vergi cennetiyle bağlantısı olmamalı; tüm finansal hareketleri şeffaf (ör. açık blockchain kaydı).
- Denetim: Uluslararası vergi veritabanları (CRS) ve bağımsız denetçiler.
- Kriter:
- Küresel Dayanışma Taahhüdü
- Kriter:
- Yılda en az 1.000 saat ZVDV topluluğunun küresel projelerinde (iklim grevleri, eğitim kampları) gönüllü çalışma.
- Dil engeli aşma: En az 2 dilde (biri yerel olmayan) temel iletişim becerisi.
- Denetim: Topluluk platformlarında kayıtlı faaliyet logları.
- Kriter:
Ödül ve Ayrıcalıkların Koşulları
- Vizesiz Geçiş: ZVDV pasaportu, ülkelerin “zarar vermeyen bireylere kapılarını açma” anlaşmasına dayanır.
- Çalışma İzni: İşveren, ZVDV etik kurallarına uygun bir iş teklif etmek zorunda (örneğin, fosil yakıt şirketleri hariç).
- Emekli Desteği: Küresel ZVDV Fonu tarafından asgari gelir sağlanır (kaynak: topluluk üyelerinin %10’luk katkıları ve karbon vergileri).
Eleştiriye Açık Nokta (lar)
- ZVDV modeli devasa -henüz küçük bir bölümü harekete geçmiş- göç olgusu karşısında çözüm olur mu?
Çözüm: Eğer halen varlığını bildiğimiz 2 milyon ve tahmin ettiğimiz 8.7 milyon tür içindeki biri (1) olarak varlığımızı devam ettirebilecek isek -ki ettirememe ihtimalimiz de var[7] ve son 12 bin yılda, yılda ortalama 1000 ila 10 bin türün yok olduğu düşünülmektedir[8]– bu ancak tüm canlı ve cansız türler bütününün haklarına zarar vermeme kuralına uyulabilmesine bağlıdır.
Verdiğimiz her zararın Tazmin Yasası[9] uyarınca “bütün”ün tüm türlerine tazmin ettirildiği ise pazarlığa kapalı bir olgudur.
Kısacası insan türü olarak bekamız Zarar Vermeme ile eş anlamlıdır. Bu anlayışı ne hızda gerçekleştirme iradesini harekete geçirebileceğimiz ise tamamen teknik bir ayrıntıdır.
- “Kim denetleyecek?”
Çözüm: DAO (Decentralised Autonomous Organisation- Merkeziyetsiz Otonom Organizasyon) yapısı; tüm ZVDV’ler birbirini denetler, blockchain kayıtlarıyla şeffaflık.
- ZYDV ilkelerine uyan insan sayısı nasıl artırılacak?
Çözüm: Bu ancak çocukluk evresinden başlanarak uygulanabilecek bir eğitimle sağlanabilir. Burada açıklanan sıkı standartlara ancak erişkinlik çağında rastlayan ancak az sayıda insan ZVDV statüsü alabilir. O halde bütüncül bir eğitim kılavuzuna ihtiyaç vardır.
Böyle bir kılavuzun ana hatları için bakınız[10].
Bu sistem, “zarar vermemenin küresel vatandaşlık hakkı doğurduğu” bir dünyanın prototipidir.
29 Mart 2025
[1] Zarar vermeme konusu https://tinaztitiz.com/bir-ortak-ahlak-kurali-zarar-verme-onerisi-uzerine-2/ adresli makalede açıklanmaktadır.
[2] IPCC: Intergovernmental Panel on Climate Change. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), iklim değişikliğiyle ilgili bilimsel, teknik ve sosyo-ekonomik bilgileri değerlendiren ve karar vericilere yol gösteren bir kuruluştur. IPCC metodolojisi, sera gazı emisyonlarının hesaplanması, iklim değişikliği senaryolarının oluşturulması ve karbon azaltma stratejilerinin geliştirilmesini içerir.
[3] Net Katma Değer: Kişinin yaşam sürecinde ürettiği Brüt Katma Değer’den (Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Gross_value_added) doğrudan veya dolaylı tükettiği değerler çıktıktan sonra geriye kalan değerin ölçüsüdür. Kimi insanlar bir yandan değer üretirken, sebep olduğu zararlar nedeniyle net değer tüketicisi olabilirler.
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Fam_boyu_%C3%B6%C4%9Frenme
[5] https://kavrammutfagi.com/kavram/dijital-okuryazarlik
[6] Öz-değerlendirme, böylesi bir sistem için zayıf halka sayılabilir. Ancak, -şimdilik- nadir sayılabilecek kişiler için bu yöntem yadırganmayabilir. Bir örnek öz-değerlendirme formu için bkz. https://tinaztitiz.com/dosyalar/Sorun_Cozme_Kabiliyeti/3.5.2_yasam_alani_360derecetesti.xls
[7] Önümüzdeki altı yüzyıl boyunca %30’luk bir risk öngörülmüştür. Oxford Üniversitesi’nden Nick Bostrom, yakın vadede yok olma olasılığının %25’ten az olduğunu varsaymanın yanlış yönlendirici olabileceğini savunmaktadır. Bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan_neslinin_t%C3%BCkenmesi
[8] Bkz. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1167246
[9] Tazmin Yasası: “Bildiğimiz ve henüz varlığından haberdar olmadığımız tüm canlı ve cansızlar bir bağlantılı bütün olarak, o bütüne uyum göster(e)meyenleri içinden atıp yenilerini üreterek yeni dengeler oluşturur. Bu süreçte, bütünün herhangi bir öğesinin görmezden gelinebilecek her hakkı, o varlıkla etkileşim halindeki diğerlerince yeni bir denge kurulana kadar diğer varlıklardan orantısız da olabilecek ölçülerde tazmin edilir.”
[10] Yaşam Kılavuzu için Bkz. https://bit.ly/43qPucx
-
Şub 11 2025 Uzun Lifli Akıl Üretimi-2
Bundan evvelki (Geri dönüşümlü kâğıtlar, lif kısalması ve kullanım yerleri!) başlıklı yazıda1, birkaç kere geri dönüşüme uğrayarak selüloz lifleri iyice kısalmış kağıtlara benzer “kısa lifli (KL) düşünce ürünleri” üzerinde durulmuştu.
Bu defa ise uzun lifli (UL) düşünceler ve onları üreten UL akıllar (Yetkin Akıl da denilebilir) üzerinde düşünmek istiyorum.
KL düşüncenin belirleyici özellikleri için kısa sürede üretim, kısa sürede uygulama ve kısa sürede etki gösterme denilebilir. Bir örnek vermek gerekirse “alkollü sürücülerin yol açtığı kazalar” sorunu ele alınabilir. Bu soruna çare arayanların genellikle akıllarına “sıkı denetim”, “ağır cezalandırma” ve “halkın bilinçlendirilmesi” önlemleri gelir. Gerçekten de sadece bu tür nispeten basit önlemlerle kazaların önemli ölçüde azalabildiği görülmüştür2.
Diğer yandan, UL düşüncenin karakteristikleri:
- Sıradışılık da denilebilecek genel kabûl görmüş paradigmanın dışındalık geliyor. Biri çok yakın diğeri ise birkaç on yıl öncesinden iki örnek verilebilir: Birkaç hafta öncesine kullanıma giren DeepSeek YZ uygulaması sadece üretim maliyeti ile değil, ambargolu işlemcileri daha az kullanarak, daha ileri makine öğrenmesi ve açık kaynak kodu ile sergilediği ahlâki tutumla cari paradigmanın dışına çıktı. Birkaç on yıl öncesinden örnek ise, ABD İstihbarat Topluluğu’nun (IC) dev kadro ve bütçesine3 meydan okuyan Good Judgement Program4 – İyi Tahmin Programı adlı girişimdir ve o da yürürlükteki istihbarat paradigması dışındadır.
- KL akılların bireysel ya da uzlaşı temelli (demokratik) oluşunun aksine, UL akıllar büyük oranda, farklı kültürden, farklı akıl daraltıcılı5 insanlardan oluşan küme aklı6 ile YZ modellerinin bir araya gelerek Hibrit Akıllar7 oluşturmasına dayanıyor; ayrıca uzlaşıdan çok, “daha iyinin seçimine” (bir çeşit Likit Demokrasi8) dayanıyor.
- Bu iki özelliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak da orta-uzun vadede üretilebilme, uygulanabilme ve etkileri duruma bağlı olarak kısa ve uzun arasında bir vadede görülebilme gibi özellikler ortaya çıkıyor. Bu aynı zamanda, gündelik yaşam içinde üretilen KL düşüncelerin niçin -bağımlılığa yol açacak kadar- çok; UL düşüncelerin de niçin seyrek olduğunu açıklıyor.
UL ya da Yetkin Akıl üretimine somut örnekler
Bu tür sıradışı akıl üretimi için, çok geniş bir veri kümesinden, her akıl düzeyindeki kişi(ler)in tek tek ya da gruplar halinde çıkarabilecekleri sonuçları hayal etmek iyi bir zihinsel egzersiz olabilir. Örneğin 100 çocuğa ilişkin her tür veriyi içeren dev bir veri kümesinden basitten başlayarak çıkarılabilecek sonuçlar irdelenmiştir9. Veri kümesini “aritmetik ortalama”dan başlayıp “sistem dinamikleri modeli”ne kadar artan güçteki tekniklerle inceleyerek, tek kişilerin akıllarına gelmeyebilecek ve/ya kapasitelerinin dışına çıkabilecek sonuçlar elde edilebilir. Hattâ daha da ileri basamaklara çıkılıp YZ uygulamalarından; hayvan dostlarımızın hayatta kalmak için geliştirdikleri savunma tekniklerinden öğrenilebilecek tekniklerden de yararlanılabilir. Bütün bu basamakların tanımladığı akıl UL ya da Yetkin Akıl’dır.
UL aklın daha bir ortalama karmaşıklık sayılabilecek “kadına şiddet” sorununa uygulanmasında, sahip olunabilecek sorun çözme araçlarının gücü “hiç ya da yok” düzeyinden başladığında sonuç da “şiddete katlanma” ile başlayacaktır. Daha etkili araçlar kullanılarak, şiddet gösteren eşin terapiye razı olup şiddetin barışçıl biçimde sonlanacağı noktaya kadar ilerlenebilecektir10.
Toplumsal düzeydeki sorunların çözümünde UL
Bu tür sorunların anlaşılması da çözüm ipuçları da üretimi de neredeyse kategorik olarak UL akılların oluşturulmasına bağlı. Son yıllarda Çin’in gösterdiği hızlı gelişme içinde UL aklın ne ölçüde yer aldığına ilişkin bir sorgulama11 içinde bu ilişki görülebiliyor.
Kısa ve uzun lifli akıl konusundaki ilk yazının son paragrafı ile benzer mesajla kapatmak gerekirse denilebilecek olan şudur: Gündelik yaşamın sonsuz çeşitlilikteki sorunları için geliştirdiğimiz KL akıllar, karmaşıklık düzeyi yüksek sorunlar karşısında işe yaramazlar. Yaramak bir yana, ısrarla -ve toplu olarak- uygulamaya çalıştıkça da hem vakit kaybettiriyor (o süre içinde sorun değişip daha çetrefil hale geliyor), hem özgüven aşındırıyor, hem de etkili araç üretimi için en gerekli malzeme olan dayanışmayı (hangi KL akıl aracının kullanılması gerektiği konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle) aşındırıyor.
Bu kendini bitirme süreci nasıl durdurulup UL sürecine geçilebilir?
Bilmiyorum.
11 Şubat 2025
[1] Bkz. https://tinaztitiz.com/geri-donusumlu-kagitlar-lif-kisalmasi-ve-kullanim-yerleri/
[2] MADD (Mothers Against Drunk Drivers – Sarhoş Sürücülere karşı Anneler) adlı örgüt (https://bitl.to/3vXh) bu tür yöntemlerle can kaybını %40 oranında azalttığını belirtiyor.
[3] Intelligence Community, ~100,000 kişilik kadrosu, ~50 milyar dolar yıllık bütçesine meydan okuyan iki analist, cari paradigmanın dışında küçük bir ekiple Good Judgement Project adlı yaklaşımla -aynen DeepSeek’te olduğu gibi- IC ile yarışabilir sonuçlar elde etti (Bkz. Süper Tahmin. https://bitl.to/3va0)
[4] Bkz. https://goodjudgment.com/
[5] Bkz. Akıl Daraltıcılar, https://bit.ly/3A4bv0C
[6] İnsan kümesi aklı deyimi, arı kolonilerinin (swarm) yeni koloni yeri belirlerken veya karınca ya da termitlerin dayanışmalı çalışmaları sırasında harekete geçirebilecekleri küme aklına benzetilerek üretilmiştir. Bkz. https://youtu.be/LHgVR0lzFJc?si=c6go6GRY48D5H0we
[7] Buna HHSI (Hibrit Human Swarm Intelligence – İnsan Kümesi temelli Hibrit Akıl) adını verdik.
[8] Likit Demokrasi için bkz. https://tinaztitiz.com/ortak-kullanim-trajedisi-ve-likit-demokrasi/
[9] Bkz. https://bit.ly/3C4KtuS
[10] Bkz. Adım Adım Yetkin Akıl Üretimi örneği, https://gogl.to/3JXJ
[11] Bkz. https://gogl.to/3Lsi
-
Şub 23 2023 Yapılar Birdenbire Yıkılmaz!
Önce bir düzeltme!
Yazının başlığındaki genellemeyi düzeltip başına -açıkça yazılması yasak olan- (eğer..ise) koşullarından birkaçını ekleyeyim: “Eğer: a. Bir yapı ilk anda bile ayakta duramayacak kadar yanlış tasarımlanmamış ve b. Yapımında kullanılan malzeme nitelik ve nicelik olarak kötü ve eksik kullanılmamış ve c. İlk andan itibaren yıkım işaretlerini görmesi gerekenler kör olmamış iseler, Yapılar Birdenbire Yıkılmaz”.
Bir de açıklama: “Yapı” terimi ile yalnızca binalar değil, kurum organizasyonları, devlet yapılanmaları ve bu kümeye girebilecek her şey kast ediliyor. Bununla beraber gözde kolay canlandırma için binalar özelinde okunabilir.
Deprem değil bina öldürür!
“Deprem Öldürmez Bina Öldürür” yurdumuz insanınca icat edilmiş, ama diğer keşif ve icatlar gibi yaşam kolaylaştırmaya hizmet etmek bir yana onların ölümlerine yol açan bir icattır. Patentinin kime ait olduğu bilinmese de halk arasında ilk andan (1999 Gölcük depremi tahmin ediliyor) itibaren büyük beğeni toplamış ve yararlı kavramları dil dağarcığına sokmakta son derece dirençli olan halkımızın tüm kesimlerince birdenbire kabul görmüş; bununla da kalmamış devlet politikalarımızın şekillenip, “tüm dayanıksız binaların yıkılıp yeniden yapılması” gibi çok zengin ulusların bile düşünemedikleri bir modelin hemencik benimsenmesine yol açmıştır. Ancak, yöntem 24 yıl gibi kısa bir süre denenip işe yaramadığı görülünce “yıkıp yeniden yapılması zorunlu olanlar dışındakilerin güçlendirilmeleri” gibi bir akıl yoluna, çok yüksek bir fatura ödeyerek razı olunmuş görünüyor.
Birdenbire yıkılanlar..
Zaman zaman çeşitli yerlerde durduk yerde ya daküçük bir etki (yol tamiratı, doğal gaz vs boru döşeme, temel kazısı gibi) nedeniyle çöken binalar oluyor. Bunlar, yukardaki (eğer…ise) koşulunun kapsama alanı içindekiler.
Bir de 6 Şubat Pazarcık merkezli deprem veya hemen ardından gelen artçıları sırasında yıkılan / devrilen1 binalar var; sanki kontrollu yıkım gibi birkaç saniye içinde bir moloz yığınına dönüşüyorlar.
Bu bir göz yanılsamasıdır!
Bu birkaç saniye içinde göçtüğü sanılan binalar mesela temellerine ilk kazma vurulduğu andan itibaren bir kamerayla hiç aralık vermeden izlense ve kaydedilseydi, herhalde en az birkaç yıl veya birkaç onyıllık bir video kaydı ortaya çıkardı. Şimdi, sabırlı birilerinin çıkıp bu videoyu kare kare izlediğini düşününüz. O ilk andan itibaren acaba neler görürdü?
Hazır mısınız?

(Büyütmek: https://bit.ly/3jVZoi3) Neler görüleceğinin bir zihin haritasında özetini yandaki haritada görebilirsiniz. Açıkça görüldüğü gibi binalar, daha temeli bile atılmadan adım adım çökmeye başlamıştır2.
Daha arama kurtarma çalışmaları devam ederken, o binaları yapan müteahhitlerin peşine düşmekten başka bir şey düşünemeyen insanlarımıza duyurulur.
23 Şubat 2023
Tınaz Titiz
(Not: Ben bu kadar kalabalık işle uğraşamam diyenler, bütün o kalabalık nedenlere yol açan başlangıçtaki birkaç kök nedene, ona da vakti olmayanlar sadece birisine yönelik çaba harcayabilir; daha meşgul durumda olanlar saati söyleyebilirler :-))
(1) 2001 tarihli bir devrilen bina yazısı: https://tinaztitiz.com/bina-saglam-ama-zemin-yumusak/
(2) Bu konuda daha genişçe açıklamalar YouTube (https://www.youtube.com/watch?v=bKAO6hUTIrU), LinkedIn (https://www.linkedin.com/video/event/urn:li:ugcPost:7033350536884011009/) ve Facebook (https://www.facebook.com/events/1325586901342366) mecralarındaki video kaydında bulunmaktadır.
-
Kas 10 2022 Atatürk’ü anmak..
Atatürk’ün anılacağı her yıldönümü vesilesiyle aklıma tekrar tekrar gelen bir soruyu okurlarımla paylaşmak istiyorum: Sık sık Atatürk’ün düşünme stiline referansta bulunuluyor; bu toplu söylem bende şu soruyu uyardı: Atatürk nasıl düşünürdü?
Atatürkün kısa ama yoğun yaşamında olağanüstü denilebilecek başarılarına objektif gözle bakılırsa, bu başarıların bileşenleri olarak şunlar görülebilir:- daha çok bilgi (tarih ve sosyoloji bilgisi başta),
- daha çok risk alabilecek cesaret,
- aldığı bir karara yapışmaksızın hatalı / işlevsel olmadığında süratli geri dönebilme (esneklik),
- yüksek ikna yeteneği,
- fiziksel dayanıklılık,
- yüksek enerji (çalışkanlık),
- gerektiğinde kişiliğini hiçe sayabilecek (Reşit Galip örneği) ahlâk,
- akıl daraltıcılarını askıya alabilme,
- çok sayıda evren tasavvurunun mümkün olabileceğinin farkındalığı içinde dogmalara kapalılık VE
- zihinsel olarak da (Düşünme Kabiliyeti) açısından:
- Ağzından çıkan ve/ya aklından geçen her bir sözcüğün:
- kökeninin ve anlamının tam farkında olarak:
- kopuksuz,
- nedensel (rasyonel),
- amaca hizmet açısından elenip (kritik) az sayıda sonuca indirgenmiş,
- hızlı,
- parçadan bütüne-bütünden parçaya kolay geçebilen,
- çoklu zeka (multiple intelligence) bileşenlerinin birden fazlasının gelişkinliği,
- yüksek odaklanabilme yeteneği,
- imkansızı mümkün varsayan yaratıcı (lateral) düşünebilme yeteneği,
- akıl ve sezgiyi eşit ve etkileşimli kullanabilme becerisi.
- Ağzından çıkan ve/ya aklından geçen her bir sözcüğün:
Bu bileşenler birbirinden oldukça bağımsız, çok boyutlu bir kişilik oluşturuyor. Bu düşüncelerle bir kısa yazı yazmış ve birkaç tanıdığım ADD’ye iletmiştim (Lütfen tıklayınız https://bit.ly/2YfjLvb).
Şu kolayca anlaşılabilir ki, Atatürk’ün salt düşünebilme becerileri değil, onu da içeren ama onunla sınırlı olmayan diğer kişilik özellikleriyle birlikte müstesna bir “düşünce ve eylem bütünlüğü” ortaya çıkıyor.Bu bileşenlerin her biri tek tek değerlidir; çocuk ve gençlerimize örnek gösterilmeye değer. Ama bunlar sıkıca paketlenip toplum önüne sürülüp, üstüne de birkaç kelimelik bir etiket yapıştırıldığında, çoğu insanın tereddütsüz benimseyebileceği, ama yaşamının hiçbir alanına olumlu etki sağlamayabilecek bir kutuplaştırma aracı haline gelmez mi ve de gelmedi mi?
Atatürk’ten yana ve karşı olanların ne kadarı sevdikleri ve sevmedikleri Atatürk’ün bu kişilik profilinin farkındadır?
10 Kasım’ların geçiştirilecek bir ritüel olmaktan çıkarılıp, O’nu salt övgü ve salt yergi ötesinde “düşünmek” acaba “Atatürk gibi düşünmek” olmaz mı?Bileşenlerini ortaya koymadan konfor alanlarında istirahat sağlayan toplu övgü ve yergiler yerine, O’nun gibi düşünüp hareket edebilmenin az sayıda maksimini (mesela, “sokaktaki insan bilim konusunda 10 şey bilse iyi olur (tıklayınız)” gibisinden) ortaya koymak ve o yolda çaba harcamak O’nu anmanın daha iyi bir yolu olmaz mı?
10 Kasım 2022 -
Ara 30 2018 Akla yerleşen her kavram sonrakiler için birer süzgeç olur!
Özellikle küçük yaştaki çocuklar, ama genelde genç denilebilecek yaşlara kadar hemen herkeste gözlediğim bir olgu hakkında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Küçücük çocukların belirli bir ideoloji yolunda nasıl koşullandıklarını, hatta giderek o yolda ölmeye ve de öldürmeye nasıl hazır hale geldiklerini; o fırsatı(!) yakalayana kadar da içlerindekileri nasıl birer nefretle “karşı cephe”ye yönelttiklerine şahit olmuşsunuzdur.
Bu nasıl olabiliyor?
Dünyaya gelirken “içine doğdukları ortamlara zarar vermemek” güdüsünü de beraber getiren insan (ve diğer) türler, nasıl olup da bu hale gelebiliyorlar? Bu geçiştirilebilecek, “efendim nasıl eğitir, koşullandırırsanız öyle olur” gibisinden beylik kalıplarla karşı tezleri susturmaya veya düşünsel çaba harcamaktan kurtulmaya dönük bir soru olamaz. Bu zehirli sürecin nasıl işlediği tam anlaşılamadığı sürece herhangi bir toplum ya da kişi varlığını koruyup sürdürebilme (beka diye de okuyabilirsiniz) misyonunu güvende sayamaz.
Davranışsal psikoloji -çoğu B.F.Skinner’ın hayvan deneylerine dayalı- çok sayıda bulgu ortaya koymuş olsa da çoğu, çevrel koşulların uygun bileşimlerinin bu tür davranışları ortaya çıkardığı şeklinde kısmi bir genelleme şeklindedir; ama esas cevap bulunması gereken, daha da temelde “kendinden sonrasını şekillendiren bir şey”in olup olmadığıdır.
O şey “süzgeç kavram” olabilir mi?
Yaşam boyu çeşitli sorulara cevaplar ararız. Eğer soruların önünü kesecek bir “toplu cevap” (ideolojik, siyasi ya da sorgulamaya kapalı bir dini yorum[1]) ile karşılaştırılmayacak kadar şanslı isek, bulabildiğimiz cevaplarla sınırlı, ama giderek genişlemeye açık bir evren tasavvuru[2] oluştururuz. Bilim de dini imân da ancak öyle bir genişleme süreci yoluyla ortaya çıkabilir.
Bebeklikten başlayarak -çoğu beslenme ve güvenlikle ilgili- sorular ebeveyn tarafından doğrudan fiilen cevaplanırken, daha sonraları okul ve sosyal çevre yoluyla her soru için alternatifli cevaplar ile karşılaşılır; bunlardan önceden (bebeklikte) cevaplanmış olanlarla çatışmayan ve de daha çok soruya cevap veren birileri seçilir ve her bir seçilen cevap aynen bir süzgeç gibi, artık yeni sorulara cevap adaylarını süzer, gerisini “yanlış” olarak niteler.
Bu süreçteki süzgeç kavramlardan birisi kuşku[3] kavramı olup, yaşam boyu yeni sorular sorabilmenin ve “anlama” denilebilecek mutluluğun önünü açar. Kuşkusuzluk ise yaşamı daraltan “sorusuzluk” denilebilecek ölüm türünün eşdeğeri olup toplu cevaplarca oluşturulan bir yan üründür.
Süzgeç kavram konusundaki iki kural önerim: (1) Her süzgeç kendisinden önce oluşmuş süzgeç(ler)in geçirebildiği kavramlar yoluyla oluşabilir, (2) Kendinden önce oluşmuş bir süzgece aykırı kavramlar kişide ya kafa karışıklığına ya da çok nadiren o yeni kavramın yolu üzerindeki eski süzgecin terkedilmesine yol açar.
İster seküler ister dinsel olsun bebeklik ve çocukluk çağlarında karşılaştırılan kavramlar bu nedenle çok belirleyicidir. Toplu cevaplar, soruların önünü kesen tüm doğrular her zaman için hem bireyler hem toplumlar için birer risktir. Toplum sorunlarıyla başa çıkmak isteyenler, toplumu toplu cevaplardan koruyacak rotalar çizebilmek için bu kavramı bir “tohum fikri”[4] olarak kullanılabilirler.
30 Aralık 2018 / https://tinaztitiz.com/8011
[1] “Sorgulamaya kapalı dini yorum için” bkz. https://tinaztitiz.com/?p=7356
[2] Bkz. https://tinaztitiz.com/?p=7922 (parag. 19)
[3] Burada bilimsel kuşku (skepticism) kastedilmekte olup, ucu paranoya’ya kadar dayanan kuşku (suspicion) kastedilmiyor.
[4] Bkz. https://goo.gl/Uz6WCo
-
Ağu 14 2018 Yanlış varsayım nelere mal oluyor?
Kimi uğraşı alanlarının görevlilerinin görev, yetki ve sorumlulukları hakkındaki varsayım hatalarımız -her zaman olmasa da- genellikle katlanılabilir sonuçlara yol açar. Örneğin, bir taksi şoförünün para bozma gibi bir sorumluluğu olduğunu bilmeyen bir kişi, dükkân dükkân gezip para bozdurmaya çalışabilir. Ya da doktorun hastayı mutlaka iyileştirmesi gerektiği varsayımına sahip bir hasta yakını, iyileşmeyen hasta nedeniyle doktoru hastanelik edebilir.
10 Ağustos döviz krizi bende, bir başka alandaki varsayımlarımız bağlamında epey (yani çok) yaygın bir yanılgının var olduğu kuşkusu yarattı. Bu varsayım, “Allah / Tanrı’ya atfedilen bağışlayıcı (gaffar) sıfatının, yaşam pratiği içinde nasıl işlediği” ile ilgilidir.
Acaba, bu sıfat şunlardan hangisi anlamına gelmektedir?
- Tüm uyarılara rağmen yanlışlarını düzeltmeyen bir kulunun her defasında uğradığı kaza belayı bağışlaması, geçmişi silmesi,
- Eyleme girişmeden önce peşinen bağışlanmayı dileyip sonrasında yine yanlış eylemini sürdürmesi halinde de aynı şekilde bağışlanacağı,
- Birkaç yanlışından sonra ders alıp eylemini düzelten bir kişinin geçmiş günahlarının yarattığı zararların silineceği,
- Geçmiş yanlışların yol açtığı zararların birikimli olarak kalıp etkilerinin süreceği, ancak düzelmeden sonraki eylem değerlendirmelerinde bir kin güdülmeyip eski zararların dikkate alınmadan değerlendirme olacağı.
Allah / Tanrı hakkında ancak kavramsal planda tasavvurlarımız var.Bu nedenle daha somut bir örnek iyi olabilir: Bir sıcak cisim (ütü, soba vbg.) kendi ile ilgili kurallara (örn. “sıcak iken dokunmamak”) uyduğumuz sürece sizi cezalandırmayacak, kurala karşı geldiğiniz her defasında ise cezayı kesecektir. Aslında burada cezalandırma eylemini hiçbir iradesi olmayan sıcak cisim değil, kurala uymama iradesi sahibi kişi bizzat uygulamaktadır. Üstelik, her cezalandırma bir diğerinden tamamen bağımsız, yani adil olsa da cezaların etkileri açısından bir birikimlilik söz konusudur (eğer hep aynı yer yanıyor ise giderek bir yaranın oluşması). Yani bir “toptan af” söz konusu olmayıp, sadece her defaki yargılamanın “tam adil” olacağı garantisi vardır ve gerisi bütünüyle irade sahibi kişiye aittir.
Evren Tasavvuru
Sıcak cisim konusundaki bu “eylem-karşılık süreci”nde -akıl sahipleri açısından- hiçbir karışıklık söz konusu değilken, sıra Allah’ın taraf olduğu eylemlere gelindiğinde ne hikmetse inanılmaz bir akıl dışılık ortaya çıkıyor. Kanımca bu akıl dışılığın başlıca nedeni, tabu haline geldiği / getirildiği için gündem dışı kalmış bir kavram ile ilgilidir: Evren tasavvuru!
Evren tasavvuru[1] içinde tüm sorularımız –cevaplanmış, cevaplanmamış, arzu olarak kalmış, inanca dönüşmüş vd.- ve o bağlamda Tanrı kavramı da bulunuyor, daha doğrusu çoğu kişi için bulunuyor “idi”. Kültürümüzde Allah ile ilgili soru sorulması ya günah ya da “bilgiç bir tavırla” gereksiz-yersiz sayıla geldiği için şu soru’nun karşılığı yoktur: Allah’ın ‘zati (O’na özgü)’ ve ‘sübuti (kanıtlı)’ sıfatlarının zihnimizde şekillenmesine imkân olmadığına göre, insanların haklı olarak, bu sıfatlara kendilerinin işlerine gelebilecek yolda anlam vermeleri kaçınılmaz değil midir?
Bu durumda, yukarıda 4 seçenek halindeki “bağışlayıcılık” sıfatının yaşam pratiği içindeki karşılığının bu dörtten herhangi birisi olmasını önleyen ne vardır?
Tanrı böyle tanımlandığı ve yorumlanması konusunda din bilginlerine (CAH gibi) başvurmaktan başka çare bırakılmadığı sürece, doların TL karşısındaki değerinin yükselmemesi için salavat zinciri kurma’nın birçok insan nezdinde çok geçerli bir çare olacağı kaçınılmaz değil midir?
Allah’ın yaşam içinde nasıl şekillendiğini A. Einstein şöyle anlatıyor[2]: “Ben, Dünya’nın yasalara dayalı uyumunda kendini açığa vuran Spinoza’nın Tanrı’sına inanıyorum, insanlığın işlerini yapan ve kaderi belirleyen bir Tanrı’ya değil”. Dikkat edilirse bu tanım bir yandan Allah kavramının olağanüstü netlikte yerli yerine koyulabilmesini sağlarken, bir yandan da zati ve sübuti sıfatlarına bir aykırılık göstermemektedir.
Bugüne kadar milyonlarca çocuk ve erişkinin zihinlerinde “pazarlık edilen”, “rüşvet vaat edilen”, gerektiğinde “hesap sorulan” sıradanlaştırılmış bir Tanrı yaratmak yerine, “her alandaki kusursuz yasalarda şaşmaz bir adaletle kendini açığa vuran ve bu sistemin anlaşılabilmesi için insanı da akılla donatan bir Allah” anlamlandırmasının yapılması için A.Einstein’lere ihtiyaç duyuyor olmamız günah sayılamaz, ama Müslüman Dünyası için ayıptır.
Evren tasavvuru kavramının dağarcıklara girmesi ve sorgulama denilen akıl aracı ile zenginleştirilmesini bugüne kadar yapamamış olmanın cezalarını çektik ve bundan böyle de çekeceğiz. Geçmişe dönük af söz konusu olamaz. Bu nedenle, Allah’ı göreve çağırarak dolar kurunu düşürmeyi düşünmekten vazgeçip, eldeki değerli sorun çözme aracını (akıl) kullanmaktan başkaca çözüm yoktur. Bu kesinlikle aklın putlaştırılması değil, Tanrı’nın kurduğu sistemde tüm canlılara -bu arada biraz da insanlara- verdiği kendini anlama aracıdır.
14 Ağustos 2018
[1] Bkz. http://wp.me/p2t6mi-23E, parag.13.
[2] Albert Einstein’ın, New York’ta Rabbi’ Herbert S. Golstein’ın sorusunu yanıtladığı sözleri, 24 Nisan 1929
