İslam Bu Donmuşluğu Aşabilecek mi ya da Nasıl?
NPQ dergisin 2004 sonbahar sayısında “İslam ve Bilimsel Köktencilik” (Islam and Scientific Fundamentalism) başlıklı bir makale[1] yayımlanmıştı. Makale, İslam’ın Altın Çağı[2] olarak bilinen 8nci ila 13ncü yy’lar arasındaki döneme yol açan İslam yorumunun en temel belirleyici özelliği olarak şu savı ileri sürmekteydi: “Din ve seküler felsefe arasındaki ayrışmayı bilginin kaynak ve edinim yöntemleri belirlediğinden ve İslami bilginin kaynaklarından birisi olan inanç da bilgisel (kognitif) bir içeriğe sahip olduğundan ötürü söz konusu ayrışma ortadan kalkar”.
Bu ifadede dikkat çekici olan bir paradigmadır. İslam’ın temel kavramlarından birisi olan “iman”ın, akla ait bir özelliğine yapılan vurgu, İslam Dünyasının içine düştüğü perişan durumu açıklayabilecek; üstelik o çukurdan çıkmasına yol gösterebilecek bir ipucunu da barındırıyor: İman ve akıl etkileşimi!
Bu etkileşimi sağlayan bağlaç ise, bilimin temel ilkelerinin birisi olan “yanlışlanabilirlik” ve onun öncülü “kuşku”dur; kısacası iman (bir anlamda kuşkusuzluk) ve kuşku birbiriyle etkileşim halindedir.
Birbirine zıt iki şey ancak bir şekilde bir araya gelebilir: Kuşkusuzluk (iman) ve bilimsel kuşku (akıl) bir spiral biçimde sonsuza kadar birbirlerini tetiklerler ise[3]!
İlk bakışta çelişki gibi görünebilecek bu döngüyü İslam’ın temeli olarak ilan eden Kuran referansı ise çeşitli vesilelerle 75 yerde geçen “akıl, akletme, akıl işletme” terimleridir[4].
Yan yana gelmesi günümüzde düşünülemeyen kuşku ve iman kavramları, kuşku temelli iman (tahkiki iman) şeklinde 500 yıl boyunca bir medeniyete yol açmış; sonrasında ise tekrar ayrışıp, akıl ve imanı donuk, kopuk, soyut kavramlar haline getirmiştir. Şimdilerde ise, tahkiki iman, DİB resmî sitesinde zaman zaman yer değiştirip gözlerden saklanarak, Müslümanların imanları korunmaya(!) çalışılmaktadır[5].
Köklere dönüş!
Mevcut “kuşku ve iman bir araya gelmezliği” paradigması sonunda doğan sorgulamama, itaat, biat, donmuşluk ve herkesin kendi ezberi içinde kutuplaşması, İslam’a altın çağ yaşatmış olan “kuşku ve iman etkileşiminin akıl yoluyla sağlanması” paradigmasına dönebildiği takdirde bugünkü durumdan çıkılıp sorgulama, hareket, gelişme ve barışıklık için bir imkân doğabilir.
Bu yapılabilir mi, nasıl?
Bugünün ortalama insanı büyük bir bilgi bombardımanı altında olduğu için, birisinin “kral çıplak” demesi hemen hiçbir etki yapmayabilir. Daha açıkçası artık o denli kalabalık ve o denli söylem yağmuru altındayız ve üstüne üstlük koşullanma[6] o denli derin bir hastalık haline geldi ki artık toplumu bir kül olarak ele almak mümkün görünmüyor.
Buna göre yeni bir “ikna felsefesine” ihtiyaç var. Tohum uygulamaları[7] belki aranan yollardan “birisi” olabilir. “Kuşku ve imanın, akıl aracılığı ile öğrenme peşindeki sonsuz döngüsü” şeklinde tanımlanan paradigma toplum tarafından çeşitli şekillerde yorumlanıp mutasyonlar üretilmesine izin verilmeli; bunlardan yaşayabilenler toplumu dönüştürebilmelidir.
Bu sürecin başarılı olması halinde gerek toplumumuz gerekse benzer durumdaki toplumlar için yeni bir güneş doğabilir; ama eğer doğmaz ise bu da akla aykırı bir sonuç sayılmamalıdır.
18 Haziran 2018
[1] Bkz. http://www.digitalnpq.org/archive/2004_fall/27_anees.html
[2] Bkz. Serhat Aydoğan, “Hıristiyan ve İslam Toplumlarında Gelişim üzerine mezheplerin etkisi perspektifinde ‘İslam’ın Altın Çağı’nın ardındaki ‘sır’ın incelenmesi”, http://bit.ly/2GYqNXD
[3] Bkz. http://wp.me/p2t6mi-22O, (Kuşku ve inanç yanyana, olmaz öyle şey ya da olur mu acaba?)
[4] Bkz. http://bit.ly/2tiWe9B
[5] 2014 yılında DİB resmi web sitesinde http://www.diyanet.gov.tr/dijitalyayin/ilmihal_cilt_1.pdf Sah 71-72 adresinde iken, http://www.diyanet.gov.tr/UserFiles/DiniBilgiler/Akaid.pdf adresine, oradan da http://bit.ly/2fq8PSmadresine nakledilmiş. Haziran 18 2018 itibariyle yeri belli değildir. DİB’nın Iman’ı tahkik ’ten ayırma konusundaki bu çabası birçok sorunun kaynağını açıklar niteliktedir.
[6] Bkz. https://tinaztitiz.com/4962/kosullanmama-hakki/
[7] Bkz. http://bit.ly/2D6Uecp ve http://bit.ly/2FumYIw
Yaratılışın diyalektiği, birbirini destekleyip denetleyen ikili (dual) yapı taşlarını her gün getirip getirip önümüze koymakta. Işığın hem dalga hem tanecik yapısında oluşundan alın şeytanilik-meleklik kavramına kadar bu tür ikili yapı taşları ile inşa edilmiş bir yaratılış düzeni içindeyiz. O bakımdan imanın amel gerektiren, amelin (eylemin) de aklı devrede tutan hallerimiz yazıda dile getirilen iman-kuşku sarmalına destekleyici anlam katıyor.
Öte yandan günümüzde ‘kral çıplak’ söylemi bir kişinin ağzından çıkacak söz olmaktan çok öte, bilinç yoğunlaşmasına ulaşmış bir aydın topluluğunun söz, eser ve davranışlarıyla ortaya koyacağı özlü bir iş olacaktır.
Peygamberliğin1400 yıl önce sonlandığını bildiren bir din, insanlık o dönemin sefil hallerine yeniden savrulmuşsa uyarıyı, kurtuluşu yeniden başlatmak başka kime düşer ki?..
Aydın kesimin bu bağlamdaki yükümlülüğüne tamamen katılıyorum.
O kesim birdenbire bir bütün olarak harekete geçme iradesi ortaya koyamayacağına göre, az sayıda da olsa küçük bir grubun, açıklamaya çalıştığım -ve bir zamanlar net olarak ortaya konulan- “iman-kuşku ayrılmazlığı” ya da diğer ifadeyle “sezgi-akıl ayrılmazlığı”nı tam farkedip; bunun çevresinde düşünsel mutasyon süreçleri oluşumuna çaba harcamalarından başka çare görünmüyor.
İman kavramı bugüne kadar o denli akıldan koparılıp hiç kimsenin yaşamında bir karşılığı olamayacak yere konuldu ki bu kavramı tam içselleştirmeden ilerleme mümkün görünmüyor.
Ortada İslam yok ki donmuşu olsun.
Yalancılık yolsuzluk utanmazlık çocuk istismarı hırsızlık karşısında suskunluk olan toplumlarda İslam mislam olamaz.
Düşüncelerinize katılıyorum, çünkü yaşayarak edindiklerim ile doğrulanmakta..
Ateist dostum kadar, Allah inancıma değer katan bir müslüman olmadı.
Çünkü o yarattığı ” Şüphe ” ile bana inancımı sorgulama ve araştırma kapılarını açtı..
Ve bitmeyecek bir süreci tetikledi..
Ona bunun için hep teşekkür ediyorum.