• Virüs No 7: “Gerekli Çalışmaları Yürütmek”

    Bugüne kadar keşfettiğim altı virüs’ten1 sonra “herhalde artık başkası yoktur” derken, bir vesileyle bugünkü iki keşfimi yaptım. Bunlardan biri No 7 virüs: “Gerekli Çalışmaları Yürütmek“; diğeri ise “bu tür virüslerin sayılarının sınırlı olmadığı” gerçeği.

    Bu ikinci keşfin niçin önceden değil de şimdi gerçekleştiği ise akıl daraltıcılarım2 ile ilgili; demek ki daraltıcılardan birisinin farkına varmamı sağlayan bir olay olmuş (onun da ne olduğunu biliyorum, AFAD örgütünün misyon tanımına3 rast geldim). Aslında yıllardır (gerekli çalışmaları yürütmek) kalıbına rastlarım; hatta belli ki ne yapılacağı konusunda kafam karışık olduğunda işin içinden çabucak sıyrılabilmek için kendim de kullanmışım. Ne zaman ki “koordinasyon” örgütleriyle ilgili düşüncelerimi yazmaya kalkmışım4, o zaman bu “gerekli çalışmalar” kalıbının -bir açıklamanın öncülü olmadan durumu idare etmek amacıyla kullanıldığındaki- anlamsızlığını farketmişim.

    Gerekli Çalışmalar, çok derin anlamları olan bir ifadedir. Öz anlamı “sizi alakadar etmez“, “aklınız ermez“, “bilmemeniz daha iyidir“, “bir de size anlatmakla mı uğraşalım” gibilerden çoklu anlama sahip milli bir deyimdir. Denilebilir ki, mevzuatımız içinden bu ifadeler bulunup ayıklansa geriye kalanlardan kimse bir şey anlamaz. Bu nedenle bir anlamda insanlarımızı, “gerekenlerin ne olduğunu bilen mutlaka birileri vardır” inancıyla dağılıp parçalamaktan koruyan bir deyimdir; millilik özelliği de zaten buradan kaynaklanmaktadır.

    Şaka bir yana, AFAD gibi en kritik bir yaşam alanı ile ilgili bir sorumluluğu üstlenmiş bir kuruluşun temel varlık nedenini (misyonu) açıklayan ifade içinde “gerekenleri yapmak” diye bir ifade olamaz; tabii ki sadece AFAD için değil, görevi eşgüdüm olan -ki eşgüdümün de nasıl yapılması gerektiği de ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu5-tüm resmi ve sivil örgütlenmeler için de olamaz.

    Yabancı kökenli sözcüklerin “sorgulanma bağışıklığı” sağlayıcılığından yararlanılarak, kastın açıklanması savsaklanamaz. Benzer durum benzer anlamda kullanılarak hareket özgürlüğü(!) sağlayan “platform” kavramı için de geçerlidir. “Bir araya doluştuk, sorgulanamazlıkta buluştuk” gibisinden bir oluşum, anlamlı bir kasıt içermez. Tam olarak neyi-niçin-nasıl yapmak istediğini açıklayamayıp “gereken çalışmaları” yürütmek ya da “bir şeyler yapmak”6 üzere bir araya gelmek koordinasyon ya da platform değildir.

    14 Kasım 2023

    [1] Bkz. Zihinsel Virüsler, https://tinaztitiz.com/7475 ve 6ncı olarak da 4Y virüsü (https://tinaztitiz.com/15460)

    [2] Bkz. Akıl Daraltıcılar. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/akil-daraltici—akil-genisletici

    [3] Bkz. AFAD misyon tanımı. https://www.afad.gov.tr/vizyon-ve-misyon

    [4] Bkz. Afet Örgütlenmesi bağlamında kritik konular, https://bit.ly/3tWTvWp

    [5] Bkz. Koordinasyon (eşgüdüm). https://www.kavrammutfagi.com/kavram/koordinasyon

    [6] Bkz. Bir şeyler yapmak. https://tinaztitiz.com/7136

  • Medeniyet ve anti-medeniyet belirleyicisi: 4Y

    4Y (Yıkıp Yeniden Yapma Yöntemi), yalnızca yapıların depreme daha dayanıklı hale getirilmesi bağlamında değil, birçok alanda medeni ve medeni olmayan toplumları ayırt edebilecek bir yaklaşım olarak beliriyor.

    Örneğin, belirli bölümleri yıpranan giyeceklerin atılıp yenisinin alınması, her yeni bakanın eğitim sistemini yeni baştan kurmak için eskisini yıkması, rejimin aksayan yönleri bahane edilerek yıkılıp yenisinin yapılmaya çalışılması ya da anayasaların her defasında yeniden yapılmaya çalışılması, çeşitli alan ve ölçeklerde birkaç örnekten ibarettir. Arzu edenler biraz düşünerek bunların münferit örnekler değil, toplumumuza ana medeniyet rengini veren asli bir unsurun (yani 4Y) yansımaları olduğunu bulacaklardır.

    Medeniyet, binlerce yıllık birikimlerin, aksayan yönlerinin sürekli olarak yenilenmesi, çok ender hallerde ise devrimsel değişimlerle daha temelden değiştirilmesiyle -ki o hallerde dahi temel yapı taşları korunarak- oluşmuş; bu gerçeğin farkına var(a)mayan toplumlar ise anti-medeniyet çukurundan çıkamamışlardır.

    4Y virüsü’nün -ki mevcut virüslere1 eklenen altıncısıdır- olumsuz etkisi medeniyet birikimine aksi yönde çaba harcama yoluyla medeni toplumdan dışlanmakla sınırlı değildir. Bir diğer olumsuzluk kendi toplumumuz içinde, her yıkıp yeniden yapma teşebbüsü sırasındaki kültürel ayrışmalar sırasında inşa ettiğimiz kultur-kampf’lardır2.

    4Y virüsünün toplumumuza son darbelerinden ikisi, beklenen İstanbul depremine karşı, tüm yerel yönetimleri işe katacak bir yaygın bir güçlendirme kampanyası yerine, yeni oluşturulan Kentsel Dönüşüm Başkanlığı ile belediyeleri dışlayarak toptan bir dönüşüm (yıkıp yenileme) girişimi; diğeri ise, T.C. Anayasası’nın maddeleri arasındaki bir uyumsuzluğu giderici önlem alarak anayasal birikimi zenginleştirmek yerine, eskisinin omurgasını çöpe atıp yenisini yapma hazırlığıdır.

    Bu iki girişim de 4Y’nin net birer türevidir. Bu virüsün tahripkarlığının farkına varılması bu topraklara tutunabilmenin ön koşullarından birisi olarak görünüyor. Bir diğer koşul ise, inanılmaz bir hızla değişen dünyada -4Y’ye yol acan- hiçbir düşüncenin ilelebed doğruluğunu koruyamayacağının idraki içinde akıl daraltıcılarımızı3 askıya alıp üzerlerimizdeki esneklik azaltıcı zırhların katılığından tedricen soyunmaktır.

    12 Kasım 2023

    [1] Bkz. Zihinsel Virüsler, https://tinaztitiz.com/7475

    [2] Bkz. Kultur-kampf, https://www.kavrammutfagi.com/kavram/kulturkampf

    [3] Akıl Daraltıcılar Zihin Haritası için bkz. http://bit.ly/3A4bv0C

  • Sorun stokumuz ve akıl ihtiyacımız

    “Bir toplumun gelişmesini önleyen sorunlardan, henüz tanımlanmamış ya da tanımlanıp da çözülmemiş olanlar bir stok[1] oluşturur. Bu sorun stoku, o toplumun ürettiği çeşitli değerlerden ne kadarını rekabet ettiği toplumlara kaybedeceğinin bir ölçüsüdür. Değer Transferi[2] olgusu bu sürecin adıdır.

    Söz konusu stok aynı zamanda, o toplumun harekete geçirebildiği kolektif akıl düzeyini de belirler. Eğer, sorun stokunu eritmek amacıyla bir girişimde bulunulmak istenirse, atılacak ilk adım mutlaka, harekete geçirilebilmiş kolektif aklı büyütüp bir yetkin akıl[3] haline getirmek olmalıdır. Fakat bu girişim toplumun çok küçük bir azınlığınca yapılabilir. Çünkü, geri kalan kesim, yetkin aklın ön koşulu olan akıl daraltıcılarından[4] kurtulmak istemeyecektir. Bu daraltıcılar birer gönüllü hapishaneye dönüşmüştür.

    Kolektif Zeka oluşturup bu yolla karmaşık sorunları daha iyi anlamaya, dolayısıyla da çözümler geliştirmeye yarayabilecek web siteleri aranıyor?

    Aşağıda bu konuda kimi ipuçları bulunuyor.

    ChatGPT / Used BrowserOp

    Kolektif zeka, bireylerin işbirliği, kolektif çabaları ve rekabeti sonucunda ortaya çıkan veya grup zekası olarak da adlandırılan bir zeka türüdür. Bu, sosyobiyoloji, siyaset bilimi ve kitlesel akran incelemesi ve kalabalık kaynak kullanımı bağlamında ortaya çıkar. Ayrıca bakterilere ve hayvanlara da atfedilmiştir.

    İşte kolektif zeka ile ilgili bazı web siteleri:

    1. MIT Center for Collective Intelligence: Bu merkez, biosiyanslar ve ilgili disiplinlerdeki liderleri bir araya getirerek yaşam bilimleri sektörünün önümüzdeki yıllarda karşılaşacağı anahtar zorluklara dair içgörüler kazanmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, kolektif zeka ölçümü, Supermind Design yaklaşımı ve Covid-19 pandemisi tarafından oluşturulan sorunlara odaklanan bir metodoloji gibi konuları da ele almaktadır. Daha fazla bilgi için tıklayınız.
    2. Collective intelligence – Wikipedia: Kolektif zeka, birçok bireyin işbirliği, kolektif çabaları ve rekabeti sonucunda ortaya çıkan veya grup zekası olarak da adlandırılan bir zeka türüdür. Bu, sosyobiyoloji, siyaset bilimi ve kitlesel akran incelemesi ve kalabalık kaynak kullanımı bağlamında ortaya çıkar. Daha fazla bilgi için tıklayınız.

    Bu iki kaynak, kolektif zekanın ne olduğu ve nasıl kullanılabileceği hakkında geniş bilgiler sunmaktadır. Eğer daha fazla web sitesi veya kaynak isterseniz, size daha fazla bilgi sağlamak için ek araştırma yapabilirim.

    Ek araştırma isteniyor..

    ChatGPT / Used BrowserOp

    Elbette, kolektif zeka konusunda daha fazla web sitesi ve kaynak buldum:

    1. The Collective Intelligence of the Web | The New Yorker: Bu makale, NASA’nın 2000 yılında Mars’ın yüzeyini haritalamak için amatörlere yardım istediği bir olayı ele alıyor. NASA, Mars’taki kraterleri sınıflandırmak için kısa bir eğitim aldıktan sonra çalışmaya başlamaları için bir web sitesi kurdu. Bu çalışma, Web’in en ilginç ve potansiyel olarak en önemli özelliklerinden birinin, problemleri çözmek için büyük grupların kolektif zekasını kullanma yeteneği olduğunu gösterdi. Daha fazla bilgi için tıklayınız.
    2. About | MIT Center for Collective Intelligence: MIT’nin Kolektif Zeka Merkezi’nin (CCI) çalışmalarından bazı örnekler şunlardır: CCI’nin Kolektif Zeka Tasarım Laboratuvarı, mevcut yaklaşımlardan daha zeki çalışabilecek yaratıcı yeni insan ve bilgisayar konfigürasyonlarını hayal etmek için büyük organizasyonlarla çalışmaktadır. CCI, dünya genelinden insanların kolektif zekasını kullanarak karmaşık zorluklara cevap veren çevrimiçi problem çözme platformları olan CoLabs’ı oluşturmuştur. Daha fazla bilgi için tıklayınız.

    Bu kaynaklar, kolektif zekanın ne olduğu, nasıl çalıştığı ve nasıl kullanılabileceği hakkında daha derinlemesine bilgiler sunmaktadır. Eğer daha fazla bilgi veya başka kaynaklar isterseniz, size yardımcı olmaktan mutluluk duyarım.

    31 Ekim 2023


    [1] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/sorun-stoku

    [2] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/deger-transferi

    [3] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/birlesik-akil–yetkin-akil-

    [4] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/akil-daraltici—akil-genisletici

  • Otobiyografi kesiti-15: Ezber, öğrenmeyi nasıl önler?

    Bilgileri akılda tutmak yerine, onları türetebileceği çok az sayıda ilkeyi aklında tutma yöntemini, geometri ve aritmetiğe uygulayarak yaklaşık 70 sayfa içinde ilkokuldan liseye kadar kullanılabilir bir belge haline getirmiş bir sıradışı kişiyle tanıştım. Bir kere daha emin oldum ki bu yöntem sadece matematik için değil, tüm derslere, hatta tüm yaşama uygulanabilir ve eğitim sistemimize musallat olmuş ezber1 geleneğinin yıkıcı etkilerini tedavide kullanılabilir. Nokta!

    Şimdi bir adım daha geriye gidip, “niçin öğrenmeli?” konusunu kurcalamak istiyorum. Yaşamının odağı “oyun oynamak” olan 0-12 yaş aralığında ya da “cinselliğin keşfi” odaklı 13-18 çağlarında, matematik, tarih ya da müzik derslerinin -hele de ezberle- anlamı nedir? Çocukların her yaşta ısrarla sordukları, verilen üstünkörü (sen anlamazsın, ben de pek anlamıyorum mealindeki) cevaplara rağmen sormaktan vazgeçmedikleri bu soru, bugün Eğitim Devrimi2 olarak adlandırılan yaklaşımı üretmiştir; o da şimdilik.

    1996-98 yılları arasında bir k12 kolejinde görevim oldu. Ezbersiz Eğitim3 adlı yaklaşımı tanıtmak için bir konferans için davet edildiğim İzmir’de bir kolejde, okul sahibinin teklifi üzerine tam yetkili yönetim kurulu üyesi olarak 3 yıl aralıksız görev yaptım. Zamanın MEB müsteşarı Bener Cordan da tüm bağlayıcı kuralları esnetip; o kuralları denetlemekle görevli müfettişleri de bir anlamda sistemi diğer okullara yaymakla görevlendirmişti. Şimdilerde inanılmaz görünebilir ama aynen böyleydi.

    Bu deneyim sırasında4 şu soruyu hep sordum: Lisedeki bir genç kız/erkek için, örneğin “ikinci dereceden bir fonksiyonun köklerinin parametrik incelenmesi” kadar sinir bozucu başka ne olabilir?

    Tam bunları düşünürken bir spor kazası sonucu el bileğimi kırdım ve ameliyat sonrası okuldan 2 hafta kadar ayrı kaldım. Ayrı kaldım ama o soru yine aklımı kurcalamaya devam etti. Tedavi bitip okula döndüğümde, MEB’nın çocuk ve gençlerin ilgi alanlarına ilişkin çalışması elime geçince, “bunlar yarınlarda işinize yarayacak” kalıbı yerine, mesela gazetelerdeki Top Ten listelerindeki spor, müzik veya sinema yıldızlarının şöhret basamaklarına tırmanma ve inme eğrilerine karşı gelen fonksiyonların köklerinin, onların ne zaman şöhret zirvesine çıkıp ne zaman ineceklerinin tahmininde kullanılabileceğini fark ettik.

    Bu yaklaşım öylesine tuttu ki, öğrencilerden birisi şöyle farklı bir deney geliştirdi: Stresten uzak durması gereken kişilerin kullanımı için geliştirilmiş, stres ile deri sıcaklığı arasındaki ilişkiden yararlanan mini termal sensorları elin az kullanılan bir yerine yapıştırıyor; stres azken türkuvaz, çokken siyaha dönen sensorlardaki bu değişimi 0-1 arasında sayısala dönüştürüp bir fonksiyon olarak tanımlıyor. Fonksiyonun kökleri stresin gidişatını haber veren bir alarm cihazına dönüşüyor. Sınav veya benzeri stres kaynaklarının etkilerini yönetmek isteyenler arasında bu yöntem Top Ten’den daha da fazla taraftar buldu.

    Bütün bunlar o zaman için ezber kırıcı uygulamalardı; ama yine de kısmen. Her ne yolla olursa olsun, bir şey öğrenenin aslında öğrendiği şey, öğrenmeye konu olan alanın sonsuz sayıdaki farklı cevaplara kapalılığı (yani ezber); bu kapalılık saklı içerik5 yoluyla öğrenildiği için çok da etkili.

    Buna göre, öğrenmeyi önleyebilecek ezberlerden uzak kalmayı sağlayabilecek ve her an için ihtiyaç duyabileceğimiz bilgileri türetebilmemiz için çıpa olarak kullanabileceğimiz; aynı zamanda var oluşumuzun amacını da oluşturabilecek bilgi nedir?

    Sonsuz çeşitlilikteki canlı-cansız bütünlüğünden yalıtılmışlık yaratabilecek her tür ortam ve dogmadan uzak durmak ve o bütünlüğün hiçbir bileşenine zarar vermeden6 yaşayabilmeyi, türümüzün devamını sağlayan ardıllarımıza bizzat örnek olarak, öğretmeden öğrenmelerine aracı olmak.

    25 Ekim 2023

    [1] Ezber: Yürekten, göğüsten (Farsça), by heart (İng), par coeur (Fr): Sorgulamaya kapalılık, sorgulanamazlık.

    [2] Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=iG9CE55wbtY, https://www.youtube.com/watch?v=kFMZrEABdw4&t=614s

    [3] Sistemin bileşenlerini açıklayan Ezbersiz Eğitim Yol Haritası (4.Basım) adlı kitap için bkz. https://tinaztitiz.com/kitaplarim/

    [4] Bir kolejde yapılan bu deneme oradan, ilkokulda çocuğu bulunduğu için ne olup bittiğini yakından izleyen Dokuz Eylül Üniv. Tıp Fak. Dekanı Prof. Dr. Emin Alıcı üzerinden üniversiteye sıçramış oldu. Bir gün okula gelip beni Tıp Fakültesinde, Ezbersiz Eğitim (EE) ilkelerini Aktif Eğitim adı altında hekim eğitiminde nasıl kullandıklarını göstermeye davet etti ve bu münasebetle tanıştık. Daha sonraları bazı üniversitelerde de uygulanan bu sistemin şimdilerdeki durumunu bilmiyorum. İzmirde bulunduğum yıllar içinde DEÜ’nde EE konusunda iki konferans yaptığımı; ikicisinin ise en çok güçlük yaratan Mühendislik Fakültesi olduğunu hatırlıyorum. Bu bana hiç sürpriz olmamıştı. Çünkü okulda da EE’e en çok direnenler matematik öğretmenleri olmuştu. Nedeni de “matematik, fizik gibi derslerde zaten ezber olmaz” inancıydı. Halbuki bu iki ders ezberin en yaygın olduğu, dahası ezberin ezber olduğunun farkında olunmadığı derslerdir. Bu nedenle mühendislik fakültesinin direnişi pek anlaşılabilir bir konuydu. Fen derslerinde kullanımı pek yaygın olan formüllerin “yoğunlaştırılmış ezber” olduğunun farkında olmayanlar, muhtemelen hala ezbere devam ediyorlardır.

    [5] Saklı içerik için bkz. https://tinaztitiz.com/sakli-icerik-2/, https://tinaztitiz.com/sakli-icerik/

    [6] Bkz. https://tinaztitiz.com/bir-ortak-ahlak-kurali-zarar-verme-onerisi-uzerine/

  • İkinci, Cumhuriyet Yüzyılı’nı Nasıl Kutlamalı?

    Refah, insanlık tarihi boyunca -farklı görüntüler altında- daima sömürü’lere dayanmıştır (bkz. https://tinaztitiz.com/6266). 

    Bu süreçte toplumların kabaca üç kümede toplandıkları görülüyor:

    Sömürü sürecini en kurnaz, acımasız ve ahlaksız biçimde yöneten liderler önderliğinde, olup bitene değil kendi refahına odaklanmış, nispeten küçük  (%20 kadar) ve zengin toplumlar. Bunları da kendi içindeki birkaç kişi sömürerek en üst düzeyde refaha erişmiştir. 

    İkinci ve dünya nüfusunun yaklaşık %70ini oluşturan grup ise, sömürülen ama bu “değer transferi süreci”nin nasıl işlediğini merak ed(e)meyen, sürekli övünen ve çevresine kabaran, fakir toplumlar (bkz. https://bit.ly/46xjD8B).  Bunları da kendi içlerindeki kişiler sömürerek kendi toplumlarını daha çaresiz kılarlar. 

    Üçüncü kesim (%5 kadar), sömürüldüklerinin farkında ama değer transferi yöntemlerine karşı önlem geliştiremeyecek olanlar. İç savaş, kargaşa ve/ya yolsuzluklarla kendilerini tüketirken, sürekli emperyalizmden yakınır ve aynı zamanda da emperyal geçmişlerine dönme hayali kurarlar. 

    Bu üç grubun en belirgin ortak özelliklerinden birisi, “kendi dışındakileri sömürme arzusu” olup, birbirlerinden farkları, yetenekli liderlere sahip olup olmadıkları ve aynı zamanda kolektif toplum (ve devlet) aklı üretip üretememedikleridir. 

    En önemlisi olmasına rağmen hiç yokmuş gibi davranılan diğer ortaklık, “bütün” (yani canlı ve cansız her şey) içindeki payının küçüklüğüne aldırmadan, kendini de yok etmek pahasına “bütün”ün kendi dışındakileri sömürmesidir. 

    Geldiğimiz noktada birincil ihtiyaç,  bu oldukça basit sömürü döngüsünün anlaşılması; sonra da daha fazla sömürülmemek için gereken uzun erimli önlemleri alabilmektir (Bkz. https://bit.ly/3tGL3KY)

    Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılını kendi kendimize sevinerek kutlamak bir yol ise de, daha işlevsel bir yol, “a. Nasıl oldu da Cumhuriyet’in işlevsel kazanımlarının farkındalığını derinleştirip yaygınlaştıramadık?, b. Onu koruyup kollayabilecek (fikren, ilmen, bedenen, kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızları) hangi somut kök nedenler dolayısıyla halen dahi yetiştiremiyoruz?, c. Gücü yeten yetene ilkesinin tek reel kural olduğu günümüz dünyasında çok sınırlı bir toplam rekabet gücümüz olduğu ve o gücü yoğunlaştırıp işe yarar amaçlara kanalize etmemize engel bir “organize kötücül aptallık” baskısı gerçeği karşısında, nasıl bir stratejik tutumun, bütüncül görüntüsü altında kültürel olarak daha da ufalanıp bu topraklardan süpürülmemizi engelleyeceğini belirleyip en azından uzun vadede gerçekleştirebileceğimiz” üzerine yoğunlaşmamız olabilir.

    Peki, bunu önleyen nedir? (lütfen süssüz cevaplar)

    18 Ekim 2023

  • Otobiyografi kesiti-14: İfade Özgürlüğü pahalıdır!

    24 yıl evvel, 1999 depreminden sonra İstanbulda Lütfi Kırdar salonunda, Çelik Konstrüksiyon Yapı Üreticileri Derneği gibi bir kuruluşun düzenlediği bir panele moderatörlük yapmam istenmişti.

    Yaklaşık 2500 kişi (alt ve üst salonlar video ile bağlı. Konularında uzman yedi kişi sırayla konuşacaklar ve izleyiciler de sonra sorularını soracaklar. Bütün bunlar için toplam süre 2 ½ saat. Ben de her kişiye 15 dak süre verdim; aklımca 45 dakika da S/C için kalacak. Yetmez ama evet!

    İlk konuşmacı 25 dak konuşunca akıbet belli oldu ve bütün sıkıştırmama rağmen S/C için 15 dak kaldı.

    Bunun üzerine şöyle bir hitabım oldu: 

    Sevgili izleyiciler, şimdi sıra sizin. Sorularınızı sorunuz, hocalarımız da lütfen cevaplasınlar. Fakat şöyle bir uyarıda bulunmak isterim: S/C için 15 dakikamız olduğu için gerek izleyiciler gerekse cevap verecek olanlar soru ve cevaplarından vazgeçebilir ya da en azından kısaltabilir. Deprem konusu malumunuz çok önemli; bu nedenle lütfen çekingen davranmayınız, tüm sorularınızı ve cevaplarınızı eksiksiz ifade ediniz. Tabii ki belirtmeme ihtiyaç yok ama şu birkaç noktaya da özen gösteriniz:

    Soru ve cevaplarınız öyle ifade edilmeli ki: 

    •  Mevcut belirsizliği azaltabilsin, 

    •  İçerdiği varsayım(lar) varsa açıkça belirtilmiş olsun, 

    •  Tekrar sözcüklerinden arındırılmış olsun, 

    •  Anlamı belli olmayan kavramlar içermesin, 

    •  Bir kişiyi yermesin, 

    •  Bir kişiyi övmesin, 

    •  İfadenin başı ile sonu birbiriyle çelişmesin, 

    •  Kanıtsız genellemeler içermesin, 

    •  Koşullandırma amacı taşımasın, 

    •  Tek (mutlak) doğru iddiasında olmasın, 

    •  Belirli, tekil ve net olsun, 

    •  Başkalarının ifade özgürlüklerini sınırlayacak kadar uzun ve/ya uzun süreye yayılmış olmasın,
    • Yeterli bilgiye dayansın,

    • Ha bir de zihinsel virüs içermesin,

    Bunun üzerine uzun bir sessizlik oldu; bir süre sonra arkalardan bir el kalktı, mikrofon taşıyıcı kişiler yanına eriştiler ve kişi tüm toplantının tek sorusunu sordu: Sorularımızı yazılı mı ileteceğiz yoksa mikrofona mı söyleyeceğiz?

    O gün bugün hep bir alet tasarlamayı düşlerdim. Kişilerin elllerine ve ağzına takılabilir ve yukardaki (eğer ise)lere uyanları geçirip diğerlerini geçirmeyen bir fitre. GPT ile bu mümkün olmak üzere.

    7 Ekim 2023

  • Otobiyografi kesiti-13: Berlin Kültür Başkenti

    Yıl 1988. Yer Berlin-Almanya. “Berlin Kültür Başkenti” kutlamaları çerçevesinde bir konsere T.C. Kültür Bakanı olarak davetliyim. Eşimle birlikte belirtilen saatten epey önce konser mahallindeyiz. 

    Konsere Almanya devletinin bakanları, başbakanı ve Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker de katılacak. Cumhurbaşkanı dışındakiler de önceden gelmişler ve bizlerle birlikte fuayede bekliyorlar.

    Bizim adetlere göre cumhurbaşkanları herkes yerine oturduktan sonra, konserin başlamasından 3 dakika kadar önce salonu teşrif edeceği anons edilir; herkes ayağa kalkar, cumhurbaşkanı salona girer, birkaç adım sonra durur ve İstiklal Marşı çalınır. Ve bitişinde CB da yerine oturur ve konser başlar.

    Adet her yerde aynı olacağına göre Weizacker’in henüz gelmemiş olması normal bir durum.

    Nihayet salona girişimiz için anons yapıldı ve herkes kendine ayrılan yere oturdu; sadece Cumhurbaşkanı ve eşi için iki kişilik yer boş kaldı; onlar da adet gereğince gelip oraya oturacaklar.

    Yalnız -bizde de var olan- bir durum dikkatimi çekti: Koltuk aralarında, merdivenlerde ayakta bekleşen rastgele kıyafetli (bu özensiz kıyafet konusu özellikle dikkatimi çekti) epey bir kalabalık var. Bir süre içinde o insanları inceleyince durumu çözdüm: Bu rastgele görünüşlü kişiler, salondaki önemli devlet büyüklerini (tabii beni ve eşimi de) koruma amaçlı servis elemanlarıydı ve dikkat çekmemek için böyle giyinmişlerdi.

    Nihayet “kimse dışarda kalmasın” anlamında bir anons zili daha çaldı ve herkes CB ve eşinin salonu teşrif edecekleri kapıya bakmaya başladı(k).

    Fakat birkaç saniye sonra görevli kişiler kapıları tam 20.30’da kapadılar ve ardından o aralarda bekleşen  ve benim servis elemanı sandığım kişiler boş buldukları yerlere oturmaya başladılar ve birkaç dakika içinde ayakta kimse kalmadı ve tabii CB için ayrılan iki koltuk da dahil doldu. Ardından bir görevli sahneye çıkıp herkese hoşgeldiniz ve konserin mahiyeti hakkında bilgi vermeye başladı, alkışlandı ve şef değneği ile müziği başlattı.

    Ve birkaç dakika sora, salonun arka taraflarından bir kapıdan Von Weizacker (o zaman 68 yaşında) eşinin elinden tutmuş telaşla içeri girdi ve kendilerine ayrıldığını bildikleri en ön sıradaki koltuklara yöneldiler. Fakat orası -ayakta bekleşen o pejmürde kıyafetlilerden ikisi tarafından gasp edildiği için- doluydu. İşin ilginci ne CB “ kalksanıza koca CB gelmiş ayaklarınızı uzatmış oturuyorsunuz, bizim örf ve ananelerimizde böyle şey yok” dedi ne de oturanlar kalıplarını bozdu. CB ve eşi araya araya, ara veya arka sıralarda boş kalmış iki koltuk bulup oturdular.

    Ara verildiğinde bir görevli sahneye çıkıp, Cumhurbaşkanı ve eşinin gecikmesi nedeniyle özürlerini izleyiciler ile paylaştı.

    Bu olay o salondakiler için sıradan bir olay olabilir ama benim için yaşamımdaki gerçeklik anlarından birisi, belki de en önemlilerinden birisiydi.

    Demek ki bir toplum ve ülke sadece belirli kişilerin niteliği ile değil, aynı zamanda onun çevresindeki insanların da nitelikleri ile yükseleyebiliyormuş.

    28 Eylül 2023 Alanya

  • Otobiyografi kesiti-12: “Kaş Yaparken Göz Çıkarmak” ya da “Yarar Yerine Zarar Vermek”!

    Bundan önceki “otobiyografi kesiti” ile başlayan yazılarımda hep kendi başımdan geçmiş ilginç (ve başkalarının tekrarlamaMAsı önerilen) olaylara yer verdim. Bu yazımda yine kaçınılması gereken bir tutumu, ama bu defa başımdan geçen değil şahit olduğum bir olayı örnekleyerek anlatacağım.

    Bu farklılığın nedeni, Adil Yaşam® paradigmasının “mesaj iletme ağızları”ndan birisi olan Marmelat® adlı vantrolog kuklasının bir şarkısını duyuran bir haber (https://bit.ly/3roK15m). Haberdeki şarkı videosunun sonunda şöyle bir kapanış sloganı var: “Zarar Verme Yarar Sağla”.

    Ben ise bu konuda farklı düşünüyorum: İnsan türünün, “bütün”ü oluşturan bileşenlerden farklı bir misyonla dünyaya gönderildiği anlayışına dayanarak öylesine yıkıcı benciliğe dayalı insan odaklı yaşam biçimi yaratmışız ve bütüne o kadar çok yönlü zarar veriyoruz ki, bu külliyetli kötü alışkanlıklardan vazgeçmek yerine birazcık kefaretini verip (yani iyilik yaparak) bütünün (diğer adı Tanrı, Allah) olası gazabını biraz olsun dindirmiş oluyoruz(!). 

    Tüm verdiğimiz zararlardan vazgeçsek (mesela) ve artık biraz da iyilik yapmaya karar versek bu defa daha da zor bir durum ortaya çıkacak: İyilik yapalım derken -neyin iyilik sayılacağına pek kafa yormamış isek- acaba zarar vermiş olabilir miyiz? Yani kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi. İşte bu yazı göz çıkarma olasılığına dikkat çekmek için yazıldı. Daha da açıkçası, fayda denilen şeyin aslında zarar verilmesini önlemekten başka bir şey olmadığını açıklamak için.

    Gelelim gözün nasıl çıkarılacağına!

    Yıl 1972. Yer Zonguldak. E.K.I. Ereğli Kömürleri İşletmesi, Yöneylem Araştırması ve Otomasyon Grup Müdürlüğü. Grup yeni oluşmuş, amacı maden ocağına bilişimi ve yöneylem araştırması tekniklerini sokmak. Tahmin edilebileceği gibi Müslüman mahallesinde salyangoz satıyoruz.

    Müessese içinde açıktan bir muhalefet yoksa da hiç olmazsa adını yanlış ifade ederek örtülü bir karşı duruş sergileniyor: “Yönelme Araştırma ve Oturmasyon Grubu” gibi.

    Grupta üç müdürlük var: Yöneylem Araştırması, İstatistik, Bilgi İşlem. Bu bölümlerden ilkinin yöneticiliğini ben yapıyorum. Bilgi İşlem bölüm müdürü ise (vefat) son derece yaratıcı çözümleri olan bir arkadaşımız. Yaratıcılığının ölçüsü olarak örnek, şehirde kiraladığı bir hobi dükkanında uçak yapması. Denizden kalkıp denize inmesi planlanan uçağın her ne kadar birinci prototipi başarılı olamasa da devam etmişti. 

    O sıralar bir otomobile sahip olmak her mühendisin harcı değildi. Ama bu arkadaşımın ailesinin de hali vakti yerinde olduğu için klasik Amerikan arabalarından birisine sahipti. Anlatmak istediğim olay bu arabayla ilgili.

    Bir gün arabadan bazı alışık olunmayan -bir arıza habercisi gibi- sesler gelince, bir tamirciye gidilir ve araba bir lift ile kaldırılıp bu sesin kaynağı aranmaya başlanır ve kısa sürede de bulunur: Arkadan çekişli arabanın öndeki motorunun gücünü arka tekerleklere aktarmaya yarayan şaft hafifçe eğilmiştir.

    Yüksek kaliteli çelikten mamul şaftın basit yollarla düzeltilmesi mümkün görülmediği için, arkadaşımızın hemşerisinin de önerisiyle şaft önce iyice ısıtılıp sonra da eğim giderilecek şekilde dövülür ve hiç sarkma kalmayacak şekle getirilir. (Tabii bu işlerin ne kadar külfetli olduğu tahmin edilebilir.)

    Arkadaşım ve onun hemşehrinin ortak akıllarıyla “düzeltilen” şaft yerine biraz zorlukla takılır; çünkü düzeldiği için boyu birkaç milimetre de olsa uzamıştır. Bu fazlalık da yine ortak akılla tornada alınarak, şaft tam yerine oturacak hale getirilir. Bütün bunlar olurken, sık sık Amerikan endüstrisinin yetersizliğinin de aramızda konuşulduğunu kaydetmeliyim.

    Bu başarılı operasyon sonrasında aracın kontak anahtarı çevrildiği ilk birkaç milisaniye içinde şaft birkaç yerinden kırılır.

    Bu defa kısa sürede soruna tanı konulur: Yüksek kaliteli çelik şaft çok ısıtıldığı için mukavemeti azalmış ve kırılmıştır.

    Yeni ve aynı kalitede şaft imal etmek imkanı olmadığı için tek çözüm, aynı şaftın ABD’deki firmasından ithal edilmesidir. O günün döviz sıkıntıları ve mevzuat sıkıntıları içinde bunun ne kadar zahmetli olacağı bellidir. Bir seçenek arabayı hurdacıya bırakmak ise de orijinalinin ~20,000 ABD Doları olması, birkaç bin dolarlık yeni şaftı haklı gösteriyordu. Ve uzun bir süre ve çaba sonunda şaft ithal edildi.

    Ama o da ne?

    Yeni gelen şaftın koruyucu kutusundan çıkarılıp onun da eğri olduğunun görülmesi, arkadaşım için tam bir gerçeklik anıydı. Firmayla yapılan  yazışma eğriliğin nedenini açıklıyordu: Uzun bir araç olduğu için boyu da uzun olan şaftın sükunet halindeki küçük sarkması, belli bir hızla dönmeye başladığında azalıp, hız arttıkça sıfıra iniyordu. Yarar sağlamak amacıyla yapılan bu bilinçsiz müdahale bu komik durumu doğurmuştu.

    Yarar sağlamak hemen bütün kültürlerde kutsanan bir terimdir. Gerçekte yapılması gereken ise, yarara ihtiyaç bırakılmamasıdır. Şu ilkenin akılda tutulması kişiyi güvenli bölgede tutabilir: “Hiçbir zarar, yarar sağlayarak tazmin edilemez.” Deming’in kalite devriminin başladığı nokta bu ilkedir.

    22 Eylül 2023