• “Yetkin Akıl” (YA) tam olarak nedir ve niçin olmazsa olmazdır?  

    YA şöyle tanımlanabilir: “Bir durumu kavramak, sonra da o durumun içerdiği sorunlara çözüm(ler) üretmek üzere, birden fazla ve akıllarını (kavrama güçlerini) sınırlayan daraltıcılarını askıya alabilen kişi içindeki en yaratıcı ve bilgili akıllardan ve Yapay Zekadan da yararlanarak oluşturulacak akıl düzeyi. Yetkin Aklı karakterize eden iki özellik, YA oluşturma kümesindeki bireylerin bilgi ve zekâ düzeylerini aşabilen sıradışı kavrama gücü ve yine sıradışı çözüm üretme gücüdür.

    İyi, güzel; bundan bize ne ki?

    Bu omuz silkmenin ardındaki kabûlleri tahmin edebiliriz. “Sokaktaki insan için mesele sorunu kavramak ya da çözüm üretmek değil ki, biz sorunları da çözümlerini de biliyoruz. YA’ın yaptırım gücü var mı sen onu söyle.”

    Entelektüel ve/ya belli konularda uzman olanlar ise, uzmanlık alanları içindeki konularda neler yapılması gerektiğini iyi biliyor ve o alandaki yetkinliklerinin, uzmanlık dışı alanlardaki sorunlar için de bir çözüm olacağını varsayıyor olabilirler. 

    Sokaktaki insanın arka plandaki kabûlü, “aslolanın icra edebilme (yaptırım) gücü olduğu; buna sahip olan bir kişi ya da grubun sorunları çözebileceği”dir. Yani düz Türkçe ile “yaptırım gücü yüksek bir kişi” (tanıdık geldi mi?).

    İşte bu nedenle herkes bir şeylerin başı olmaya soyunuyor. Daha açıkçası ülkemizde tek adam rejimi değil tek adamlar rejimi ve de tek adamlık için yanıp tutuşan binler var. Her kurumun (çoğunun) başındakilere ve oralar için sıra bekleyenlere, makam odalarına, saraycıklarına, çevrelerine davranışlarına, kibirlerine bakınız. Hepsinin ortak yanı sorunları kavradıklarına ve çözebileceklerine duydukları güçlü inançtır. Bu denli büyük bir sorun stoku karşısında Yetkin Akıl ihtiyacının hiç duyulmamış olmasının ardında bu gerçek olmalı.

    Mevcut durumda ihtiyaç nedir?

    ‘Mevcut durum’ belirsiz bir terim. Daha belirli olabilmek için mevcut durumun başat özelliğini belirten bir kavram gerek. O da ‘asimetri’dir. Başa çıkılması gereken sorunlar, yaptırım gücü daha yüksek bir dizi aktör tarafından yaratılmış ve sürdürülmekte olup, bunlarla baş etme durumunda olanlar ise her açıdan asimetriktir. Ayrıca da -biraz dağınık olsa da-, asimetrik taraflardan birisinin kullandığı akıllar içinde oldukça gelişkin akıllar olması ihtimali de yüksektir. O halde bütün bu asimetriyi dengeleyip tersine çevirebilecek bir Yetkin Akıl’a ihtiyaç vardır’ 

    Bu durumda -mevcut durumdan yakınmalar- veya meli/malı türü ihaleci tutumlar ya da soruna yol açanlara yönelik caydırma amaçlı -ileride yaptırım gücü elde edilince yapılabilecek hesap sormalar- hariç tutulursa, sorunları çözme yolunda ciddi bir çaba yoktur denilebilir. Bunun nedeninin, ileri sürülebilecek çözüm önerilerinin çok büyük çoğunluğunun, ortak akıl, istişare vb terimlerle süslenmeye çalışılsa da ‘tek akılların eseri’ olduğu tahmin edilebilir. (Bunun iki basit nedeni ise: Çok sayıda fikir toplansa dahi, bunların hepsinden daha değerli bir bileşik fikir elde edebilecek (içinde dağınık olarak altın bulunan taş toprak yığınından altınları ayırmak gibi) bir ‘teknoloji’ geliştirilememiştir.. En ileri teknik, anket ve/ya moderatör aklı ile süzmektir. İkincisi ise, bir turda toplanan fikirlerin, çeşitli turlar boyunca zenginleşmesine imkân verecek bir algoritma kullanılmayışıdır.) Buna göre herhangi -basit görünüşlü- bir soruna dahi sürdürülebilir bir çözüm aramanın ilk ve olmazsa olmaz adımı, daha yetkin bir sorun anlama ve çözme aklı oluşturmaya çalışmaktır. Bunun göz ardı eden girişimler ancak sorun kaynaklarına zaman kazandırır ve de kazandırıyor.

    Peki o halde hemen YA oluşturalım!

    Genelde ‘akıl’ sözcüğü insanla, daha özelde ise ‘kişinin kendi aklı’ ile özdeşleşmiştir. YA ise bu bireysel akıllara zımnen bir tehdit, en azından aşağılama olarak algılanıyor. Bu nedenle ilk adım bu saklı kibirden kurtulmak olmalıdır. Bu yapılmadan YA geliştirme çabalarına yapılacak davetler hep aynı şekilde cevap alacaktır: “Tamam o zaman aklımıza gelenlerden daha farklı ne yapılabilir söyle”. Bu cümle kişinin kendi aklına olan derin bağımlılığının net ifadesidir.

    Eğer bu iç tuzakları aşabilen kişilerden oluşan bir küme oluşturulabilir ise, öncelikle bireysel akılların aldatıcılığından emin olabilmeleri için bazı örneklerle (bkz. https://bit.ly/3WA9Olb, sayfa 1)  karşılaştırılmalıdırlar.

    Sonrasında gerçek ve kümedekilerin çözümü yolunda ileri düzeyde motive olabilecekleri bir sorun seçilir. Bu nokta önemli olup, genel eğilim olabilecek “önce basit bir örnekte deneyelim” eğilimine kapılmamak gerekir. Çünkü, küme üyelerinin potansiyellerini harekete geçirme motivasyonları, sorunun karmaşıklığı ile doğru orantılıdır.

    Her küme katılımcısı, sorunu ‘tüm katmanlarıyla’ anlayıp bir yandan da çözüm ipuçları geliştirebilmek için, genellikle fikirlerine değer verdiği kişilerden oluşan ayrı birer ağ oluştururlar.

    Her katılımcı bilgi edinebilmek için çeşitli YZ araçlarından yararlanır. 

    Bütün bu süreçte istisnasız olarak her an küme üyeleri arasında çok yönlü bir etkileşim sürer.

    Küme üyelerinin herhangi bir nedenle düşüncelerini -açık veya örtülü olarak- dayatması, “sürekli arayış içinde olma tutumunundan uzaklaşması” halinde, moderatör ya da diğer üyelerce uyarılır.

    Kümenin arayış süreci boyunca bulunabilecek çözüm ipuçlarının ‘yapılabilirliği’ konusundaki olası güçlük / imkansızlıklara takılmamak gerekir. Bir durumda imkânsız görünen bir ipucunun bir değişiklikle imkânlı hale geldiği yukarıda verilen örnekte gösterilmişti (https://bit.ly/3WA9Olb).

    Kümenin çalışmalarının verimli olabilmesi ve başka kümelerce de tekrarlanabilmesini teminen bir yönerge hazırlanır.

    27 Temmuz 2024

  • Neyin Nasıl Yapılacağı ya da “çözüm araçları” fukaralığı / zenginliği 

    Bununla ne kast ettiğimden hemen önce ne kast etmediğimi açıklayayım: Kesinlikle bir şeylerin adlarını bilip, bunun bilgiçlik amacıyla kullanımını değil, o şeyleri yaşam pratiği içinde kullanmayı amaçlıyorum. (https://tinaztitiz.com/bir-seyin-adi-kendi-degildir/)

    Bu hafta içinde “geçim zorluklarına karşı ücretlere zam yapılması doğrultusunda bir toplu irade beyanı” niyetiyle (hhalde) bir toplu ışık yakıp söndürme çağrısı yapıldı. 

    Kendi görüş alanım içindeki konut ışıklarından, bizimki de dahil en fazla yüzde birkaç ışık yanıp söndü. Ve TVlerde bu durum alay konusu edildi. 

    Bu fikrin altındaki felsefe alaya alınabilir değildir. Kitleleri -türü ne olursa olsun- toplu harekete geçmeye yönlendiren ufak girişimler ateş yakan kavlar gibidir. 

    Ama her eylem gibi bu tür çağrılar da iki yüzü keskin bıçak gibidir. Yeterli katılım olmadığında mesajı açıktır: “Bunlar beceriksiz, bir eylemi ince planlayamayacak kadar sığ düşünceli, sadece ağzı işleyip her şey için bir şeyler söylemeye mecbur, ama çözüm araçları dağarcığı boş insanlardır; bunlar derde çare olamaz”. 

    Nedenleri çok ve de haklı olabilir, ama olgu nettir ve epeyce de genelleştirilebilir: Toplumumuzda yaygın şekilde bir beceriksizlik vardır ve tumturaklı söz yaygınlığı bundan kaynaklanmaktadır; üstelik farkına varıp onarma yolunda bir çaba da görünmüyor. 

    Çocuklarımıza dikkat! Yeni dünyada bu türe yer yok. 

    10 Temmuz 2024

  • Şiddet bir dildir

    İlk insanlar arasında dilin nasıl ortaya çıktığı konusunda iki büyük iddia var ve halen de kıyasıya sürüyor: N.Chomsky ve taraftarları, bir mutasyon sonunda birdenbire ortaya çıktığını savunurken, geri kalan ve kendi içlerinde de bölünmüş dilciler evrimleşerek zaman içinde ortaya çıktığını iddia ediyorlar.

    Bunlardan hangisinin ne kadar doğru olduğu bir yana, esas merak çeken taraf, ister birdenbire ister evrim olsun onlardan da önce varoluşunun ilk anlarından itibaren arzularını gerçekleştirmek (meselâ beslenmek, karşı cinsten birini seçip üremek vb amaçlar) için insanların nasıl iletişim kurduklarıydı.

    Stanley Kubrick’in 1968 yapımı Space Odyssey (Uzay Serüveni) filminde[1] bu sorunun cevabına ışık tutan ipuçları var. Her ne kadar mizah da olsa Taş Devri’ni konu alan gülmecelerde bu eş seçme sorununun çözümünü ilk keşfeden kişilere ait yöntemi de herkes hatırlar.

    Nüfus artıp kıtalan kaynaklar için rekabet kızıştıkça bu basit şiddet dilinin  incelmeye başlayıp -özünü kaybetmeden-içine daha çok akıl katıldığını tahmin etmek güç değil. Ancak buradaki “incelmek” deyimi yanlış anlaşılıp, daha az zarar verici sanılmamalı. Aynen yüksek voltajlı kabloları saran yalıtkan kılıfın amacının, içindeki özün şiddeti azaltmak olmayıp, sadece hedefe yönelik kullanımını garanti ederek çevredekilerin elbirliği ile müdahale olasılığını azaltmak gibi.

    Basit şiddet böylece giderek daha çok akılla kaplanarak retorik (belâgat) halini aldı. Bu süreç boyunca bir yandan da çeşitlenen sosyal ilişkiler, kişilerin çeşitli haller için çeşitli akıl kılıfları içine saklanmış şiddet özlü diller geliştirmelerine yol açtı. Akıl kılıflarının üst katmanlarına uygulanan boyalar -aynen tırnaklara uygulanan ojelerin tırnağın yaralama gücünü azaltmayışı gibi- şiddetin kanıksanmasına yol açtı. Artık şiddet sadece üzerindeki kılıfların genel kabul görmüşlüğü ile değerlendirmeye başlandı.

    Manikür ustaları -hattâ sanatçıları- gibi kişiler, etkisi zaman içinde -düşünerek- anlaşılabilecek tahripkârlıkta diller kullanmayı öğrendiler.

    Bu ortam içinde basit şiddet üzerine kaplama yapmayı öğrenmemiş kişiler girdikleri çeşitli rollerde –sağlık çalışanı, hasta, öğretmen, öğrenci, veli, çocuk, ebeveyn gibi- sorun kaynağı olmaya başladılar. Çeşitli sektörel şiddet türleri (çocuğa, kadına, hayvana, ağaca, toprağa ve daha onlarca) böylece ortaya çıktı. Aslında çeşitli türler yerine, özdeki şiddetin üstünü kaplayan akıl yani dil yetersizliği gibi tek sorun olduğunun kabulü, olup bitenleri kavramayı kolaylaştırabilir.

    Şöyle bir sav ileri sürülebilir: İlk insanın ihtiyaçlarının çoğu günümüzde kolay temin edilebilir oldu. Bu ihtiyaçları karşılamak için artık şiddet kullanma gereği yok ise halâ niçin şiddet var?

    Şöyle bir zihinsel deney, şiddete yol açan şeyin ihtiyaçlar değil, o ihtiyaçları giderebilme imkânlarını sağlayacak “rıza” olduğunu gösterecektir. Elindeki avı karşısındakine teslim eden kişinin şiddet görmeyeceği tahmin edilir. İsteğin karşılanmasına rıza göstermemek şiddetin sebebi olmaktadır.

    Bu örnek günümüzdeki şiddetin nedenini de açıklıyor. Şiddetin çeşitlenmesinin nedenlerinin başında ise başka bir faktör daha yer alıyor: Düşünce ve inançlarının doğruluğuna duyulan güven arttıkça, buna başkalarının da rıza göstermesi bekleniyor. Gösterilmeyen her rıza bir şiddet türü olarak ortaya çıkıyor.

    Sonuç

    Bu kadar sözden çıkarılabilecek iki pratik sonuç var:

    1. Dillerimize ne kadar akıl katarsak basit şiddet o denli azalacaktır. Bunun nasıl yapılabileceği ayrı bir yazıda[2] konu edilmiştir.

    Basit şiddetin akıl ile inceltilip daha tahripkâr hale gelmesini de istemiyor isek bu daha çetin ve uzun erimli bir çabayı gerektirecek. Yaşamlarımızı sarmalayan yarışma ve rekabet kültürü yerine Adil Yaşam olarak adlandırılan bir yaklaşımı[3] benimseyeceğiz. 

    1. Düşünce ve inançlarımızı sorgulayacağız[4].

    5 Temmuz 2024 (Rev. 6 Tem.)

     

    [1] 1968 yapımı film 2002 yılında tekrar gösterime girmişti. https://youtu.be/nrZxt9HNLWo?si=2hRZY6HL-9zgYKIi adresinde filmle ilgili bir yorum yer almaktadır.

    [2] Bkz. Yetkin Akıl ve Bileşenleri, https://tinaztitiz.com/yetkin-akil-ve-bilesenleri/ 

    [3] Bkz. https://bit.ly/3NjAsgu 

    [4] Bkz. https://drive.google.com/file/d/16-pKl5bWAUu5oZ8P4ufOLJbLSPVhFYnH/view?usp=sharing 

  • Yetkin Akıl ve Bileşenleri

    Yetkin Akıl (YA) ilk duyuşta bile bir yabancılık, bir tepeden bakış algısı uyarıyor. Belki de içten içe tutkuyla bağlı olduğumuz, en sevinçli, en kederli zamanlarımızda bile bir an yanımızdan ayrılmamış sadık dostumuza (aklımız demek istiyorum) karşı bir meydan okuma yaratıyor.

    Ortak Akıl, Kolektif Akıl, Birleşik Akıl gibi terimlere aşina olanlarda bile cisimlendirilmesi güç bu soyut şeyin bir de yetkinleşmiş hali ima ediliyor.

    Bu yabancılaşmayı biraz olsun azaltabilmek için “akıl” sözcüğü yerine sözlükteki karşılıklarından1 -bence- en işe yararı olan “kavrama gücü”nü benimseyerek, cisimlendirme yolunda bir kısa adım atayım: Akıl, çevremizde olup bitenleri kavrama, onlar üzerinde düşünme ve onları paylaşım araçları olan dillerimizdir.

    Yetkin Akıl Nedir? (Tıkla)

    “Dillerimiz” ile kast edilenler ise başta sözel dil olmak üzere icat ettiğimiz çeşitli diller. Matematik, mantık, grafik ve diğer diller. Bir de o dillerin kullanım yetkinliğini sağlayan yetenekler ya da sınırlayıcılar var. IQ, EQ ve diğerleri ile Akıl Daraltıcılar gibi.

    “Her dil çeşidi bir akıl anlamına geliyor”

    Bu özdeşliğin anlaşılması, Yetkin Akıl kapısını açacak olan anahtardır. Eğer dillerin, kavrama gücü’nün başlıca aracı olduğu kabul edilirse, bu dil birlikteliğinin de birleşik (yetkin) bir kavrama gücü oluşturacağı gibi bir olgu ortaya çıkacaktır. Dahası, bu yetkin kavrama gücünün (yani aklın) keskinleşmesini sağlayabilecek her bir dilin kavrama gücünü artırıcı yolların birlikte kullanılmasıyla daha da gelişmiş bir akıl ortaya çıkacaktır. Aranan akıl budur.

    Tanımlanan bu sürecin tersi de aynı şekilde geçerlidir. Kümeden ayrılacak her dil veya o dilin gücünü artırıcı öğe, bileşik aklı zayıflatacaktır. Giderek kümedeki dillerin ve destekleyici öğelerin azalmasıyla, en basit olguları kavrayamayan bir akıl düzeyi ortaya çıkacaktır. PISA testlerindeki “anadilinde okuduğunu anlayamamak” şeklinde ortaya çıkan yerimizin bu olgu yoluyla değerlendirilmesi yararlı olur.

    Küme oluşturan diller ve onları destekleyen KGA (Kavrama Gücü Arttırıcılar)ın giderek azalmasının doğuracağı “akılsızlık ortamı”nın sonuçları  maalesef sadece PISA sonuçları ile sınırlı değildir.

    İlgili Zihin Haritasında da2 görüldüğü gibi, çeşitli diller bir diğer dilin (şiddet dili) olumsuz etkilerini terbiye edici etkiler yaratabilmesini sağlamaktadır. Bu nedenle, terbiye edici etkinin azalmasına yol açacak her zayıflama, ortadaki kavrama ve ifade gücü ihtiyacının bir başka yoldan tamamlanmasına yol açmak zorundadır. Toplumdaki yaygın şiddetin ve onun çeşitli düzeydeki yansımalarının (en hafifi sözel şiddet, hakaret, taciz vd) kaynağı olacaktır.

    Somut sorunlar ve Yetkin Aklın buluşturulması: Nasıl?

    Daha ilerlemeden hemen önce işaret edilmesi gereken iki ön koşul var:

    Ön koşul 1) Sözü edilen diller ve onları kullanma yetileri ne denli eksiksiz olsalar dahi bu, herhangi bir sorunun mutlaka tam anlaşılabileceği ve çözümler üretilebileceği anlamına gelmez. Garanti edilebilecek tek şey, yetkin aklın ancak bu kadar harekete geçirilebileceğidir. Bu düzey ise ele alınan sorun konusunda üretilebilecek en yüksek akıldır.

    Ön koşul 2) Zihin haritasında bir bütün olarak görünen parçalar aslında ayrık olup, her bir parçanın bir diğeriyle birleşik hale getirilebilmesi için bir “birleştirme işlemi”ne ihtiyaç vardır. Bu, zaman, beceri ve emek demektir.

    Örneğin, “Söz ve Yazı Dilleri” ile onun Kavrama Gücü Artırıcılarından birisi olan “Sözcük ve Kavram Dağarcık Zenginliği”ni birleştirmek için, ilgili çalışma grubundaki kişilere özgü bir eylem plânı yapılıp uygulanması gerekir. Bunun basit ve kısa süre içinde yapılabilecek bir iş olmadığı bellidir.

    Buna göre zihin haritasındaki tüm birleştirmeler bu tür eylem planları uyarınca yapılmak zorundadır. Kuşkusuz çalışma grubunun seçiminde “bu ihtiyaçları en aza indirecek kişilerin seçilmesi” gibi bir yol kısaltıcı tercih yapılarak, Yetkin Akıl üretimi daha mümkün hale getirilebilir.

    Bir diğer yol kısaltıcı önlem, “soruna özgü ağırlıklandırma”dır. Zihin haritasındaki her dil, sonuçta üretilecek yetkin akıl açısından -sorunun niteliği dikkate alındığında- eşit önemde olmayabilir. Buna göre, 80-20 kuralı uyarınca sonucun %80 ini etkileyecek %20 dil ve kavrama gücü artırıcı öğe seçilebilir.

    Üçüncü bir yol kısaltıcı önlem, bu yolda tekrarlanacak uygulamalar kullanılarak “yapay zeka araçlarından birisinin eğitilmesi”dir.

    Good Judgment Project3 örneğine benzer biçimde, çok sayıda problem çözümünde görev almış kişilerden oluşan bir kişiler panelinin4 oluşması ise bir diğer kolaylaştırıcıdır. Nitekim 2020 yılında tasarlanan Sound Predict® adlı Beyaz Nokta® web sitesi5 bu amaca yönelik “güçlü tahmin yapabilen kişiler paneli” oluşturmak için kullanılabilir.

    Dil ve KGA birleşimi yoluyla dillerin çeşitli düzeylerde akıllandırılması böylece -pratik açıdan- mümkün olabilir.

    Belirli bir sorun’un çözümü -ki teknik olarak bir veya birkaç soru’nun cevaplanması6, o da cevaplar konusunda bazı tahminlerde bulunmak7 demektir-

    Çeşitli dilleri daha akıllandırarak bu tahminleri yapmak üzere oluşturulan çalışma grubu, kendi karar vereceği bir müzakere yöntemiyle ilerler.

    Sonuç

    Bu yazıda önerilen oldukça meşakkatli yolla toplumun karmaşık sorunlarını (bulamaç8) ya da onun (yapı taşlarına9) cevaplar, bugün için İnsan Kümesi ve Yapay Zeka Melezlemesi (Hybrid Human Swarm Intelligence) yoluyla aranabiliyor. Bu melezin YZ bileşeninin yarınlarda insanı bir yana itekleyip, ayrıca çözülecek sorunları da yeniden tanımlayacağından kuşku duyulmamalı. Etkileşimli büyük bütün herşeyi insana göre düzenleyen mevcut paradigmaya değil Tazmin Yasası denilebilecek bir ilkeye göre çalışıyor (galiba)!

    “Bildiğimiz ve henüz varlığından haberdar olmadığımız tüm canlı ve cansızlar, bir bağlantılı bütün olarak, o bütüne uyum göster(e)meyenleri içinden atıp yenilerini üreterek yeni dengeler oluşturur. Bu süreçte, bütünün herhangi bir öğesinin görmezden gelinebilecek her hakkı, o varlıkla etkileşim halindeki diğerlerince yeni bir denge kurulana kadar diğer varlıklardan -orantısız da olabilecek ölçülerde- tazmin edilir.”10

    27 Nisan 2024

     

     [1] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/akil–kavrama-gucu

     [2]  Bkz. https://bit.ly/43H569U

     [3]  Bkz. https://goodjudgment.com/

     [4]  Söz konusu kişiler, en fazla sayıda dil açısından en yetkin kişilerin en iç çemberde yer aldığı ve giderek daha az yetkinlere doğru büyüyen eş merkezli çemberler biçiminde örgülendiği varsayılıyor. Örneğin, Good Judgement Project’in en iç çemberinde Fareed Zakaria, Philip E. Tetlock – Dan Gardner (The Super Forecasting kitabının yazarları) gibi kişiler bulunuyor.

     [5]  Bkz. https://soundpredict.com/

     [6]  “Sorunları sorulara çevirerek çözülebilirliklerinin artırılması” için bkz. https://tinaztitiz.com/sorukonferansi/

     [7]  Her çözüm bir dizi soru’nun cevaplanması, daha net ifadeyle cevaplar açısından tahminlerde bulunmaktan ibarettir. “İlk Neden”i (https://en.wikipedia.org/wiki/Unmoved_mover#First_cause) bilemediğimiz sürece tahminden ötesini yapamayız. Bkz. https://tinaztitiz.com/her-cozum-bir-tahmindir/

     [8]  Sorunlar Bulamacı için bkz. https://ggle.io/3cYM

     [9]  Sorunlar Bulamacının Yapı Taşları için bkz. https://bit.ly/3pPzSuX

     [10]  Bkz. https://adilyasam.net/ay-ilkeleri/

     

  • Parçalar,  yap-boz’lar ve kedinin gözü!

    Yap-bozlar nedendir bilinmez ama hep mutluluk yayarlar. Sevimli hayvanlar, harika doğa fotoğrafları ya da mutluluk yayan resimler gibi. Muhtemelen bu tüm parçalar bir araya getirildiğinde ortaya çıkacak resimlerin seçimindeki alışkanlık nedeniyledir. 

    Ama mesela, “sevimli bir kedi yavrusunu köşeye kıstırıp tekmelere öldüren bir cani resmi” 1000 parçalı bir yap boza çevrilse, tek tek parçalara bakan bir kişi tüm parçalar bir araya getirilene kadar hiçbir olumsuzluk sezmeyecek; hattâ, sadece örneğin kedinin bir gözünü içeren parçaya bakıp hayranlık bile duyabilecektir.

    Yap-boz’lardaki bu durum karmaşık olaylar için de benzerdir. Olaylar da yap-bozlar gibidir. Peşpeşe eklendiklerinde  doğru-iyi-güzel uzayında[1] gerçek durumu ortaya koyarlar. Ama çoğu insan ya zaman yokluğundan ya sabır yokluğundan ya da doğru-iyi-güzel eksenlerinden bazılarına sempati ya da antipatisi (yani akıl daraltıcılar) nedeniyle, olayların birbirlerine nasıl eklemlendiğini göremeyebilir. 

    Bu eksiklik halk denilen ve ağırlıklı amacı yaşam sürdürmek olan çoğunluk için olağan sayılabilirse de, ne olup bittiğini daha etraflı algılamak durumunda olanlar (mesela siyasetçiler, toplum sorunlarını çözmeye çalışanlar vb) için affedilemez bir eksikliktir.

    Ana akım ve sosyal medya ise yapıları itibariyle bu yap-bozların bütünü ile ilgilenmeye uygun değildir. Bir yandan da tüm dünyayı cep telefonunun ekranında göründüğü kadar algılamak zorunluğu hisseden, onu zenginleştirebilecek yazıları ise “uzun yazılar beni sıkıyor” diyerek okumayı reddeden çoğunluk, medya tenceresine tam uygun kapaktır.

    Topraklarımız kim oldukları, kimlere çalıştıkları belli olmayan insanlara km2’ler ile toptan satılmıyor. Ama alt alta yazıldığında yüzlerce metre uzunluğunda listeler olabiliyor. Değer üreten düşük ve orta ölçekli kuruluşlarımız da toptan değil, küçük parçalar halinde el değiştiriyor. Yasalarımız toptan değil torba yasalar içinde tıkıştırılmış cümlelerle “kedinin gözü” küçüklüğünde parçalar halinde dönüşüyor. 

    Ve bütün  bu parçaları bir araya getirebilecek olanlar ise “bunlar uzun, karışık, anlaşılmaz, somut değil, akademik, teorik” gibi gerekçelerle çok boyutlu yap-bozları tek boyutlu (o da kısa) videolara indirgemek peşinde.

    Bu kısa yaklaşımdan çıkarılabilecek sonuçlardan birisi, küçük parçaları yap bozlar içine -tahmin veya temennilere değil bilgiye dayandırarak- yerleştirip büyük resimlerin toplumca bilinir kılınması yapıl(a)madığı takdirde el ele faydasız toplumlar ligine doğru ilerlemekte olduğumuzdur.

    İkinci sonuç, halen harekete geçirebilmiş olduğumuz Birleşik Toplum Aklı’nın, özellikle de YZ alanındaki son günlerin gelişmeler karşısında giderek gerilediğinin farkına varıp Yetkin Akıl konusunda çaba harcamanın yeni Kurtuluş Savaşı anlamına geldiğini kavramaktır.

    23 Mart 2024

    [1] Doğru-yanlış akıl ekseni; iyi-kötü ahlâk ekseni; güzel-çirkin ise estetik ekseni, olayların her yönüyle değerlendirilebileceği olaylar uzayını tanımlıyor.

  • Parçalar,  yap-boz’lar ve kedinin gözü!

    Yap-bozlar nedendir bilinmez ama hep mutluluk yayarlar. Sevimli hayvanlar, harika doğa fotoğrafları ya da mutluluk yayan resimler gibi. Muhtemelen bu tüm parçalar bir araya getirildiğinde ortaya çıkacak resimlerin seçimindeki alışkanlık nedeniyledir. 

    Ama mesela, “sevimli bir kedi yavrusunu köşeye kıstırıp tekmelere öldüren bir cani resmi” 1000 parçalı bir yap boza çevrilse, tek tek parçalara bakan bir kişi tüm parçalar bir araya getirilene kadar hiçbir olumsuzluk sezmeyecek; hattâ, sadece örneğin kedinin bir gözünü içeren parçaya bakıp hayranlık bile duyabilecektir.

    Yap-boz’lardaki bu durum karmaşık olaylar için de benzerdir. Olaylar da yap-bozlar gibidir. Peşpeşe eklendiklerinde  doğru-iyi-güzel uzayında[1] gerçek durumu ortaya koyarlar. Ama çoğu insan ya zaman yokluğundan ya sabır yokluğundan ya da doğru-iyi-güzel eksenlerinden bazılarına sempati ya da antipatisi (yani akıl daraltıcılar) nedeniyle, olayların birbirlerine nasıl eklemlendiğini göremeyebilir. 

    Bu eksiklik halk denilen ve ağırlıklı amacı yaşam sürdürmek olan çoğunluk için olağan sayılabilirse de, ne olup bittiğini daha etraflı algılamak durumunda olanlar (mesela siyasetçiler, toplum sorunlarını çözmeye çalışanlar vb) için affedilemez bir eksikliktir.

    Ana akım ve sosyal medya ise yapıları itibariyle bu yap-bozların bütünü ile ilgilenmeye uygun değildir. Bir yandan da tüm dünyayı cep telefonunun ekranında göründüğü kadar algılamak zorunluğu hisseden, onu zenginleştirebilecek yazıları ise “uzun yazılar beni sıkıyor” diyerek okumayı reddeden çoğunluk, medya tenceresine tam uygun kapaktır.

    Topraklarımız kim oldukları, kimlere çalıştıkları belli olmayan insanlara km2’ler ile toptan satılmıyor. Ama alt alta yazıldığında yüzlerce metre uzunluğunda listeler olabiliyor. Değer üreten düşük ve orta ölçekli kuruluşlarımız da toptan değil, küçük parçalar halinde el değiştiriyor. Yasalarımız toptan değil torba yasalar içinde tıkıştırılmış cümlelerle “kedinin gözü” küçüklüğünde parçalar halinde dönüşüyor. 

    Ve bütün  bu parçaları bir araya getirebilecek olanlar ise “bunlar uzun, karışık, anlaşılmaz, somut değil, akademik, teorik” gibi gerekçelerle çok boyutlu yap-bozları tek boyutlu (o da kısa) videolara indirgemek peşinde.

    Bu kısa yaklaşımdan çıkarılabilecek sonuçlardan birisi, küçük parçaları yap bozlar içine -tahmin veya temennilere değil bilgiye dayandırarak- yerleştirip büyük resimlerin toplumca bilinir kılınması yapıl(a)madığı takdirde el ele faydasız toplumlar ligine doğru ilerlemekte olduğumuzdur.

    İkinci sonuç, halen harekete geçirebilmiş olduğumuz Birleşik Toplum Aklı’nın, özellikle de YZ alanındaki son günlerin gelişmeler karşısında giderek gerilediğinin farkına varıp Yetkin Akıl konusunda çaba harcamanın yeni Kurtuluş Savaşı anlamına geldiğini kavramaktır.

    23 Mart 2024

    [1] Doğru-yanlış akıl ekseni; iyi-kötü ahlâk ekseni; güzel-çirkin ise estetik ekseni, olayların her yönüyle değerlendirilebileceği olaylar uzayını tanımlıyor.

  • Derinden İyileşme

    Ne amaçlanıyor?

    “Canlı-cansız bütünü”nün ayrılmaz parçaları olarak, çeşitli imkan ve kabiliyetleri açısından harekete geçirebileceklerimizle yardımlaşarak, “bütün”ün bilinçsiz ve/ya yıkıcı bencil amaçlara sahip bileşenlerinden zarar görmemek için stratejiler üretmek istiyoruz.

    Bu amaca erişmek için:

    “Durum”u bileşenleri ve ağırlıklarıyla anlayıp sonra da iyileştirici tohumlar bulabilmek (gerekirse icat etmek),
    Bu tohumları sosyal toprağa atabilecek olanları ikna etmek.

    1. Derinden iyileşme sağlayabilecek tohum fikirleri

    Her ölçekteki sorunların ortak elementi, iç içe çemberler şekinde örgülenmiş “insan” malzemesi, daha da net “insanların sahip oldukları değer ölçüleri” olduğuna göre, bu değerler içinde yeşermesi sağlanabilecek ve mevcut insan dokumuzun hakim kesimlerinin de savunmak zorunda hissedecekleri anlayışlara uygun tohumlar atılabilirse, iyileştirici etkilerde güçlenme sağlanabilir.

    Olası bir tohum “zarar verme” şeklinde ifade edilen ahlâk kuralı ve onun yaptırımı olan “Tazmin Yasası” olabilir. Ahlâk kuralının yaygınlaşmasından beklenen etki, halka karşı girişilebilecek her zarar verici eylemin karşılığının mutlaka görüleceği anlayışının, hoyrat tutumları frenleyebileceği beklentisidir. Bu beklentinin gerçekleşme süresinin orta ve uzun vade olduğu açıktır. Siyasi Partiler ve STK’nın fikri satın almaları halinde süre kısalabilir.

    Zarar verme kuralı, anlamı tam bilinmeden de olsa toplumun bir bölümünde yerleşik bir değer olan “kul hakkı” kavramına oturtulabilir ve onun güçlenmesine yol açabilir. “Kul” kavramı ise “canlı cansız bütünlüğü”nü içerdiği için “Adil Yaşam” yaklaşımının yayılmasına katkı sağlar. 

    Zarar verme tohumu ile birlikte kullanılabilecek ikinci bir tohum “Korkmama Özgürlüğü / Korkusuzluk Hakkı” olabilir. Özellikle her düzeyde kamu görevi yapan (CB’ndan, PTT memuruna kadar) her kişinin birincil görevinin, “yurttaşları yetkisi ölçüsünde korkudan masun tutmak” olduğu bir siyasi talep haline getirilebilir.

    Görevini korkutarak yapmak ve zarar vermek ilişkili tutumlardır. Bir yandan zarar vermemesi, diğer yandan da korkutmayı bir araç olarak kullanmaması telkin edilen insanların daha belirgin bir etkilenme göstermeleri beklenir.

    Bu iki tohum dışında başka ve daha derine atılabilen (etkileri de daha dolaylı olarak ortaya çıkabilen) tohumlar ancak yetkin akıl yoluyla bulunabilir.

    2. Tohumların sosyal toprağa atılması

    Bu bağlamda cevaplanması gereken soru, bir kişinin çevresindeki kişilere bir tohum fikrini nasıl satabileceğinin nasıl bir algoritma uyarınca yapılması gerektiğidir. (https://chat.openai.com/share/ebde9a4d-3a46-47a1-a8ba-839cb6d7c383 adresinde bazı YZ önerileri var.)

    http://bit.ly/2Ys5oQp adresindeki Tohum Uygulama Araçları’nın (TUA) incelenmesi yararlı olur

    3. Yetkin Akıl ve n’nci dereceden sonuçlara göre tasarım yapabilme yeteneği

    3.1. Böylesi bir yetenek ile kasıt nedir ve niçin gerek var?

    n’nci dereceden sonuçlar” ile kasıt, bir tohumun ilk göze çarpan (yani birinci) meyvesi ya da dolaylı olarak yol açacağı sonucu (yani ikinci) ve ardışık (yani 3, 4, …. n’nci) sonuçlarıdır.

    3.2. Böyle bir sonuca göre tasarım niçin gereksin?

    Sosyal tohumlar istisnasız olarak “istendik, ama gerçekleşmesi önünde yavaşlatıcı engeller bulunan” amaçları gerçekleştirmek için tasarlanırlar. Ama bu engeller istendik amaca zıt amaçlar olduğu için, tohumun gerçekleşmesine karşı yavaşlatıcı etkiler oluştururlar. Dolayısıyla, tohumun daha derinlere gömülmesi, böylece yavaşlatıcı etkilerden korunmaları gerekir. Tohum ne kadar derine gömülürse yavaşlatıcılardan o kadar çok korunur; ama bu defa da beklenen olumlu etkileri göstermesi o kadar uzun süre alır.

    3.3. Bir örnek: Herhangi bir dinin temel ahlâki ilkelerinin yaygınlaşmasına engel olmak isteyebilecek niyetler, kaçıncı dereceden derine gömülü olumsuz tohumları[1]kullanabilirler?

    a. Dini öğütleri, esas ilkeler fark edilemez hale gelecek kadar çeşitlendirmek,

    b. Hadisleri çeşitlendirmek,

    c. Ana dillere çevirmenin günah olduğunu yaymak,

    d. Arapça’yı ancak yüzünden okuyabilir ama anlamını bilmez şekilde öğretmek,

    e. Dinde sorgulamanın günah ve imkansız olduğunu yaymak,

    f. Ritüellere bağımlı ama temel ilkeleri merak etmeyen bir kitle yaratıp, temelleri merak edenlerin karşısına koymak.

    3.4. Bir örnek: Çevresinde dayanışma olması imkânı olan noktaları (örnek. Bir ahlâk ilkesi) yok ederek toplumu “sürüleştirmek” için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Okullarda Gözetimli Sınav yoluyla “gözetleyen varsa dürüst gibi davran” tutumu aşıla,

    b. Yine Gözetimli Sınav yoluyla “sen güvenilmez bir kişisin” saklı içeriği yoluyla özgüven aşındır,

    c. Anlamını bilmediği kelimeleri diline sokarak fen derslerini anlamadan ezberlemesi sağla,

    d. Öğretmeni aşırı müfredat yükü altında bırakarak, gerek zaman yetmezliği gerekse sorgulanamazlık nedenleriyle anlamını tam kavramadığı bilgilerin ezberlenmesini sağla ve bu öğrenciler içinden en az anlayıp en çok ezberleyenleri test yoluyla seçerek toplum elitini oluştur.

    3.5. Bir örnek: Bir halkın memnuniyetsizliğinin (yumuşatıcı, etkisizleştirici) “sosyal amortisörler” yoluyla kontrol altında tutulması için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Etkisiz şikayet kanalları oluşturmak ve var olanları açık tutmak; bir yandan da olumsuz eylemlere yol açmasını kuvvetle caydırmak,

    b. Daha yetkin akıl yoluyla olup bitenin en derindeki köklerinin anlaşılmasını önleyip derine gömülü tohum kullanımı olasılığını caydırmak için, yetkin aklın zaten ne kadar üretilebiliyorsa o kadar üretildiği inancını desteklemek,

    c. Öte dünyayı özendirip bu dünyanın bir sınav yeri olduğu inancını yaymak,

    d. Yerel Grup Lideri konumundaki birikimli insanları sürekli olarak, ama ancak sınırlı ölçüde üzerinde durup derhal yeni gündemlere atlamasını zorlayacak sorunların yüzeysel ve popüler adlarıyla bir çeşit narkoz halinde meşgul ve tatmin olmuş halde tutmak.

    4. Sonuç

    Bu kısa yaklaşımda, sorun bulamacındaki olası iyileşmelerin nerelerden başlayabileceği gözden geçirilmiştir. Net olarak görünen, bilinçli ve/ya bilinçsiz tüm olumsuzlukların bir dizi tohum yoluyla oluştuğu; iyileştirici girişimlerin de yine sosyal tohumlama yoluyla gerçekleşme şansının bulunduğudur.

    17 Mart 2024

    [1] Bu örneğin verilmesinin nedeni, benzer yolla olumlu sonuçların da alınabileceğine işaret etmektir.

  • Derinden İyileşme

    Ne amaçlanıyor?

    “Canlı-cansız bütünü”nün ayrılmaz parçaları olarak, çeşitli imkan ve kabiliyetleri açısından harekete geçirebileceklerimizle yardımlaşarak, “bütün”ün bilinçsiz ve/ya yıkıcı bencil amaçlara sahip bileşenlerinden zarar görmemek için stratejiler üretmek istiyoruz.

    Bu amaca erişmek için:

    1. “Durum”u bileşenleri ve ağırlıklarıyla anlayıp sonra da iyileştirici tohumlar bulabilmek (gerekirse icat etmek),
    2. Bu tohumları sosyal toprağa atabilecek olanları ikna etmek.

    1. Derinden iyileşme sağlayabilecek tohum fikirleri

    • Her ölçekteki sorunların ortak elementi, iç içe çemberler şekinde örgülenmiş “insan” malzemesi, daha da net “insanların sahip oldukları değer ölçüleri” olduğuna göre, bu değerler içinde yeşermesi sağlanabilecek ve mevcut insan dokumuzun hakim kesimlerinin de savunmak zorunda hissedecekleri anlayışlara uygun tohumlar atılabilirse, iyileştirici etkilerde güçlenme sağlanabilir.
    • Olası bir tohum “zarar verme” şeklinde ifade edilen ahlâk kuralı ve onun yaptırımı olan “Tazmin Yasası” olabilir. Ahlâk kuralının yaygınlaşmasından beklenen etki, halka karşı girişilebilecek her zarar verici eylemin karşılığının mutlaka görüleceği anlayışının, hoyrat tutumları frenleyebileceği beklentisidir. Bu beklentinin gerçekleşme süresinin orta ve uzun vade olduğu açıktır. Siyasi Partiler ve STK’nın fikri satın almaları halinde süre kısalabilir.
    • Zarar verme kuralı, anlamı tam bilinmeden de olsa toplumun bir bölümünde yerleşik bir değer olan “kul hakkı” kavramına oturtulabilir ve onun güçlenmesine yol açabilir. “Kul” kavramı ise “canlı cansız bütünlüğü”nü içerdiği için “Adil Yaşam” yaklaşımının yayılmasına katkı sağlar. 
    • Zarar verme tohumu ile birlikte kullanılabilecek ikinci bir tohum “Korkmama Özgürlüğü / Korkusuzluk Hakkı” olabilir. Özellikle her düzeyde kamu görevi yapan (CB’ndan, PTT memuruna kadar) her kişinin birincil görevinin, “yurttaşları yetkisi ölçüsünde korkudan masun tutmak” olduğu bir siyasi talep haline getirilebilir.
    • Görevini korkutarak yapmak ve zarar vermek ilişkili tutumlardır. Bir yandan zarar vermemesi, diğer yandan da korkutmayı bir araç olarak kullanmaması telkin edilen insanların daha belirgin bir etkilenme göstermeleri beklenir.
    • Bu iki tohum dışında başka ve daha derine atılabilen (etkileri de daha dolaylı olarak ortaya çıkabilen) tohumlar ancak yetkin akıl yoluyla bulunabilir.

    2. Tohumların sosyal toprağa atılması

    Bu bağlamda cevaplanması gereken soru, bir kişinin çevresindeki kişilere bir tohum fikrini nasıl satabileceğinin nasıl bir algoritma uyarınca yapılması gerektiğidir. (https://chat.openai.com/share/ebde9a4d-3a46-47a1-a8ba-839cb6d7c383 adresinde bazı YZ önerileri var.)

    http://bit.ly/2Ys5oQp adresindeki Tohum Uygulama Araçları’nın (TUA) incelenmesi yararlı olur

    3. Yetkin Akıl ve n’nci dereceden sonuçlara göre tasarım yapabilme yeteneği

    3.1. Böylesi bir yetenek ile kasıt nedir ve niçin gerek var?

    n’nci dereceden sonuçlar” ile kasıt, bir tohumun ilk göze çarpan (yani birinci) meyvesi ya da dolaylı olarak yol açacağı sonucu (yani ikinci) ve ardışık (yani 3, 4, …. n’nci) sonuçlarıdır.

    3.2. Böyle bir sonuca göre tasarım niçin gereksin?

    Sosyal tohumlar istisnasız olarak “istendik, ama gerçekleşmesi önünde yavaşlatıcı engeller bulunan” amaçları gerçekleştirmek için tasarlanırlar. Ama bu engeller istendik amaca zıt amaçlar olduğu için, tohumun gerçekleşmesine karşı yavaşlatıcı etkiler oluştururlar. Dolayısıyla, tohumun daha derinlere gömülmesi, böylece yavaşlatıcı etkilerden korunmaları gerekir. Tohum ne kadar derine gömülürse yavaşlatıcılardan o kadar çok korunur; ama bu defa da beklenen olumlu etkileri göstermesi o kadar uzun süre alır.

    3.3. Bir örnek: Herhangi bir dinin temel ahlâki ilkelerinin yaygınlaşmasına engel olmak isteyebilecek niyetler, kaçıncı dereceden derine gömülü olumsuz tohumları[1]kullanabilirler?

    a. Dini öğütleri, esas ilkeler fark edilemez hale gelecek kadar çeşitlendirmek,

    b. Hadisleri çeşitlendirmek,

    c. Ana dillere çevirmenin günah olduğunu yaymak,

    d. Arapça’yı ancak yüzünden okuyabilir ama anlamını bilmez şekilde öğretmek,

    e. Dinde sorgulamanın günah ve imkansız olduğunu yaymak,

    f. Ritüellere bağımlı ama temel ilkeleri merak etmeyen bir kitle yaratıp, temelleri merak edenlerin karşısına koymak.

    3.4. Bir örnek: Çevresinde dayanışma olması imkânı olan noktaları (örnek. Bir ahlâk ilkesi) yok ederek toplumu “sürüleştirmek” için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Okullarda Gözetimli Sınav yoluyla “gözetleyen varsa dürüst gibi davran” tutumu aşıla,

    b. Yine Gözetimli Sınav yoluyla “sen güvenilmez bir kişisin” saklı içeriği yoluyla özgüven aşındır,

    c. Anlamını bilmediği kelimeleri diline sokarak fen derslerini anlamadan ezberlemesi sağla,

    d. Öğretmeni aşırı müfredat yükü altında bırakarak, gerek zaman yetmezliği gerekse sorgulanamazlık nedenleriyle anlamını tam kavramadığı bilgilerin ezberlenmesini sağla ve bu öğrenciler içinden en az anlayıp en çok ezberleyenleri test yoluyla seçerek toplum elitini oluştur.

    3.5. Bir örnek: Bir halkın memnuniyetsizliğinin (yumuşatıcı, etkisizleştirici) “sosyal amortisörler” yoluyla kontrol altında tutulması için derine gömülü hangi  olumsuz tohumlar kullanılabilir?

    a. Etkisiz şikayet kanalları oluşturmak ve var olanları açık tutmak; bir yandan da olumsuz eylemlere yol açmasını kuvvetle caydırmak,

    b. Daha yetkin akıl yoluyla olup bitenin en derindeki köklerinin anlaşılmasını önleyip derine gömülü tohum kullanımı olasılığını caydırmak için, yetkin aklın zaten ne kadar üretilebiliyorsa o kadar üretildiği inancını desteklemek,

    c. Öte dünyayı özendirip bu dünyanın bir sınav yeri olduğu inancını yaymak,

    d. Yerel Grup Lideri konumundaki birikimli insanları sürekli olarak, ama ancak sınırlı ölçüde üzerinde durup derhal yeni gündemlere atlamasını zorlayacak sorunların yüzeysel ve popüler adlarıyla bir çeşit narkoz halinde meşgul ve tatmin olmuş halde tutmak.

    4. Sonuç

    Bu kısa yaklaşımda, sorun bulamacındaki olası iyileşmelerin nerelerden başlayabileceği gözden geçirilmiştir. Net olarak görünen, bilinçli ve/ya bilinçsiz tüm olumsuzlukların bir dizi tohum yoluyla oluştuğu; iyileştirici girişimlerin de yine sosyal tohumlama yoluyla gerçekleşme şansının bulunduğudur.

    17 Mart 2024

    [1] Bu örneğin verilmesinin nedeni, benzer yolla olumlu sonuçların da alınabileceğine işaret etmektir.

  • Korku Ortamı ve Zoraki Cesaret

    Vatanını korumak için sahip olduklarından vazgeçebilmek, zarar göreceğini bile bile bir düşünceyi desteklediğini açıklayabilmek, büyük risk almak pahasına doğru bildiğini yapabilmek gibi davranışlar, üstelik bunları tutum haline getirebilmiş olmak; bunlar birer cesaret örneğidir. Ortak özelliklerinden başlıcası, bu tür davranışları sergileyebilmenin kimsenin iznine tabi olmadığı; hattâ izin verilmediği hallerde yapmanın cesaret tanımına daha da uygun olduğudur. 

    Kısacası cesaretin özü risk alabilmektir. Risk alabilmenin (cesaretin) makbul olanı da uğranabilecek zararın ve karşılığında kazanılanın farkında olunan (hesaplı risk) türüdür. Aksine, -salt cesur denilmek için- körlemesine katlanılan risk ise mutlaka bir yerlere zarar veriyordur. Napoleon Bonaparte’a atfedilen “aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun” sözü bu ayrımı güzel anlatıyor.

    Buna göre, cesaret, risk almak, korkmama, korkusuzluk gibi terimler -hesaplı ya da körlemesine- olan türler için birbirinin yerine kullanılabilir. Bunların tersi için uygun terim ise korkaklıktır..

    Kimsenin iznine tabi olmayan bu korkusuzluk türleri dışında çok geniş bir alanı kapsayan, diğerinden ayırt edebilmek için de dayatılan risk denilebilecek bir zoraki korkusuzluk türü var. Aynen Rus Ruleti oynamak istemeyen bir kişinin ölümle tehdit edildiğinde, “hiç olmazsa bir kurtuluş şansı var” düşüncesiyle istemeye istemeye kendi kafasına dayalı silahın tetiğini çekmek gibi.

    Mesela yüksek enflasyon altında yaşamak böylesi bir diğer  zoraki cesaret örneğidir ve ne zorla Rus Ruleti oynayan ve ne de yüksek enflasyon altında yaşamak zorunda olan ve bu dayatma nedeniyle korkan kişilere hiç bir şekilde korkak; katlanan kişilere de cesur denilemez.

    İyi de nasıl kaçınalım?

    Zoraki cesaret göstermek zorunda olunan alanlar o kadar çoktur[1] ve  hemen hepsi aynı kurumla ilgilidir ki, bir dünya cehennemi sayılabilecek bu korku atmosferinden kurtulabilmenin tek çaresi, ilgili kurum olan “siyasal iktidar”lardan siyasi bir talepte bulunmak ve bu talebin arkasına da -zorlayıcı güç olarak- oylarımızı koyabilmektir.

    Bu siyasal talebin medeni dünyadaki karşılığı “korkmama özgürlüğü” ya da daha iyi bir Türkçe ile “korkusuzluk hakkı” olup[2], Temel Bütün Hakkı[3] olarak gündeme getirilmelidir.

    Bu tür siyasi talep haline gelmiş[4] isteklere geçiştirici vaatlerle cevap verilmesini önleyebilmek için de korkusuzluk taleplerinin şu birkaç örnekteki netlikte dile getirilerek olası kaçış yollarının kapatılması (azaltılması) önerilir:

    Çocuğumuzun kendi dini ve/ya ideolojik tercihlerine kendisinin özgür iradesiyle karar hakkının elinden alınmasından,Ülkemizin demografik yapısının bozulup ülkemizde sığıntı olmaktan,Dünyanın acımasız rekabet ortamında, ürettiğimiz değerlerin sömürü yoluyla çalınmasından,Herhangi yolla hak ihlaline uğradığımızda mahkemelerin tarafsız davranmayacağından,Emperyal emeller besleyen odakların ülkemizi maceralara sürükleyip vatan topraklarında tutunamayacağımızdan,Sahip olduğumuz mülkümüzün elimizden alınmasından,Deprem riskine karşı akıl ve gerçek dışı önlemler nedeniyle hazırlıksız yakalanacağımızdan,Vergilerimizle oluşan kamu kaynaklarının, belirli yandaşlıklar nedeniyle peşkeş çekilmesinden,Anayasal güvencenin keyfi olarak askıya alınmasından,

    Ve daha onlarcasından korkuyoruz.

    Yerel ve merkezi idarenin en temel varlık nedeninin, yurttaşlarını bu çeşitlilikteki “amaçlı üretilmiş korkular“dan uzak tutmak (yani korkusuzluk hakkı) olduğuna inanıyor; bu yolda yurttaşları makbul ve makbul olmayanlar olarak bölünmesinin ise parantez dışı ana korku olduğunun altını çiziyoruz.

    İdarelerin, yurttaşlarına korkusuzluk ortamı sağlamasından daha öncelikli hiç bir işi ve vaadi; siyasi partilerin de korkmama hakkı’nın savunmasından daha başka işleri olamaz. 

    Kamu çıkarlarını savunma misyonu edinmiş tüm kişi ve kuruluşların, “nelerin yanlış olduğunun iletişimi yoluyla en değerli kaynak olan kamu zamanını harcama” yolundaki geleneksel tutumlarını gözden geçirerek, bu çabalarını “korkusuzluk ortamı tesisi” yolunda harcamaları önerilir.

    Bu yolda bir başlangıç adımı var: Kavram Dağarcığımıza Korkusuzluk Hakkı (korkmama özgürlüğü) kavramını yerleştirmek. Bir yandan da her bir korkunun nasıl giderileceği konusunda -meli/-malı’sız çözüm üretilmesi; bunun dışındaki vaatlere kulakların kapanması.

    Tınaz Titiz , 7 Mart 2024 (Rev.1, 9 Mart 2024)

    [1] Bkz. “Kimler Nelerden Korkuyor?” https://tinaztitiz.com/kimlernelerden-korkuyor/ 

    [2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki 

    [3] Kullanımı adet olmuş Temel İnsan Hakları terimi yerine, canlı ve cansız varlıkların (hayvanlar, bitkiler, sular, taş ve topraklar, hava) hepsini kapsayan “Temel Bütün Hakları” terimi kullanılıyor. Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kul-hakki–butun-haklari- 

    [4] Siyasi Partiler ve asli görevi “kamu haklarının savunulması” olan sivil toplum kuruluşları bu tür talepleri, birer etik taahhüt olarak yerel ve merkezi idarelerden ister ve yerine getirilip getirilmediğini denetlerler.

  • Korku Ortamı ve Zoraki Cesaret

    Vatanını korumak için sahip olduklarından vazgeçebilmek, zarar göreceğini bile bile bir düşünceyi desteklediğini açıklayabilmek, büyük risk almak pahasına doğru bildiğini yapabilmek gibi davranışlar, üstelik bunları tutum haline getirebilmiş olmak; bunlar birer cesaret örneğidir. Ortak özelliklerinden başlıcası, bu tür davranışları sergileyebilmenin kimsenin iznine tabi olmadığı; hattâ izin verilmediği hallerde yapmanın cesaret tanımına daha da uygun olduğudur. 

    Kısacası cesaretin özü risk alabilmektir. Risk alabilmenin (cesaretin) makbul olanı da uğranabilecek zararın ve karşılığında kazanılanın farkında olunan (hesaplı risk) türüdür. Aksine, -salt cesur denilmek için- körlemesine katlanılan risk ise mutlaka bir yerlere zarar veriyordur. Napoleon Bonaparte’a atfedilen “aptal dostun olacağına akıllı düşmanın olsun” sözü bu ayrımı güzel anlatıyor.

    Buna göre, cesaret, risk almak, korkmama, korkusuzluk gibi terimler -hesaplı ya da körlemesine- olan türler için birbirinin yerine kullanılabilir. Bunların tersi için uygun terim ise korkaklıktır..

    Kimsenin iznine tabi olmayan bu korkusuzluk türleri dışında çok geniş bir alanı kapsayan, diğerinden ayırt edebilmek için de dayatılan risk denilebilecek bir zoraki korkusuzluk türü var. Aynen Rus Ruleti oynamak istemeyen bir kişinin ölümle tehdit edildiğinde, “hiç olmazsa bir kurtuluş şansı var” düşüncesiyle istemeye istemeye kendi kafasına dayalı silahın tetiğini çekmek gibi.

    Mesela yüksek enflasyon altında yaşamak böylesi bir diğer  zoraki cesaret örneğidir ve ne zorla Rus Ruleti oynayan ve ne de yüksek enflasyon altında yaşamak zorunda olan ve bu dayatma nedeniyle korkan kişilere hiç bir şekilde korkak; katlanan kişilere de cesur denilemez.

    İyi de nasıl kaçınalım?

    Zoraki cesaret göstermek zorunda olunan alanlar o kadar çoktur[1] ve  hemen hepsi aynı kurumla ilgilidir ki, bir dünya cehennemi sayılabilecek bu korku atmosferinden kurtulabilmenin tek çaresi, ilgili kurum olan “siyasal iktidar”lardan siyasi bir talepte bulunmak ve bu talebin arkasına da -zorlayıcı güç olarak- oylarımızı koyabilmektir.

    Bu siyasal talebin medeni dünyadaki karşılığı “korkmama özgürlüğü” ya da daha iyi bir Türkçe ile “korkusuzluk hakkı” olup[2], Temel Bütün Hakkı[3] olarak gündeme getirilmelidir.

    Bu tür siyasi talep haline gelmiş[4] isteklere geçiştirici vaatlerle cevap verilmesini önleyebilmek için de korkusuzluk taleplerinin şu birkaç örnekteki netlikte dile getirilerek olası kaçış yollarının kapatılması (azaltılması) önerilir:

    • Çocuğumuzun kendi dini ve/ya ideolojik tercihlerine kendisinin özgür iradesiyle karar hakkının elinden alınmasından,
    • Ülkemizin demografik yapısının bozulup ülkemizde sığıntı olmaktan,
    • Dünyanın acımasız rekabet ortamında, ürettiğimiz değerlerin sömürü yoluyla çalınmasından,
    • Herhangi yolla hak ihlaline uğradığımızda mahkemelerin tarafsız davranmayacağından,
    • Emperyal emeller besleyen odakların ülkemizi maceralara sürükleyip vatan topraklarında tutunamayacağımızdan,
    • Sahip olduğumuz mülkümüzün elimizden alınmasından,
    • Deprem riskine karşı akıl ve gerçek dışı önlemler nedeniyle hazırlıksız yakalanacağımızdan,
    • Vergilerimizle oluşan kamu kaynaklarının, belirli yandaşlıklar nedeniyle peşkeş çekilmesinden,
    • Anayasal güvencenin keyfi olarak askıya alınmasından,

    Ve daha onlarcasından korkuyoruz.

    Yerel ve merkezi idarenin en temel varlık nedeninin, yurttaşlarını bu çeşitlilikteki “amaçlı üretilmiş korkular“dan uzak tutmak (yani korkusuzluk hakkı) olduğuna inanıyor; bu yolda yurttaşları makbul ve makbul olmayanlar olarak bölünmesinin ise parantez dışı ana korku olduğunun altını çiziyoruz.

    İdarelerin, yurttaşlarına korkusuzluk ortamı sağlamasından daha öncelikli hiç bir işi ve vaadi; siyasi partilerin de korkmama hakkı’nın savunmasından daha başka işleri olamaz. 

    Kamu çıkarlarını savunma misyonu edinmiş tüm kişi ve kuruluşların, “nelerin yanlış olduğunun iletişimi yoluyla en değerli kaynak olan kamu zamanını harcama” yolundaki geleneksel tutumlarını gözden geçirerek, bu çabalarını “korkusuzluk ortamı tesisi” yolunda harcamaları önerilir.

    Bu yolda bir başlangıç adımı var: Kavram Dağarcığımıza Korkusuzluk Hakkı (korkmama özgürlüğü) kavramını yerleştirmek. Bir yandan da her bir korkunun nasıl giderileceği konusunda -meli/-malı’sız çözüm üretilmesi; bunun dışındaki vaatlere kulakların kapanması.

    Tınaz Titiz , 7 Mart 2024 (Rev.1, 9 Mart 2024)

    [1] Bkz. “Kimler Nelerden Korkuyor?” https://tinaztitiz.com/kimlernelerden-korkuyor/ 

    [2] Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu–korkusuzluk-hakki 

    [3] Kullanımı adet olmuş Temel İnsan Hakları terimi yerine, canlı ve cansız varlıkların (hayvanlar, bitkiler, sular, taş ve topraklar, hava) hepsini kapsayan “Temel Bütün Hakları” terimi kullanılıyor. Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kul-hakki–butun-haklari- 

    [4] Siyasi Partiler ve asli görevi “kamu haklarının savunulması” olan sivil toplum kuruluşları bu tür talepleri, birer etik taahhüt olarak yerel ve merkezi idarelerden ister ve yerine getirilip getirilmediğini denetlerler.