• Çoğu “okullar” kapatılmalıdır..

    Ulemamız her ne sorun varsa çözümünü getirip getirip eğitime bağlayarak okulları adres göstermiş oluyor. Devlet ise müfredatı bu sorunların çözümleriyle şişiriyor ve sonunda bu kadar çözümün bellenmesi ancak ezberle mümkün olabileceği için de “sormayan, sorgulamayan, sadece itaat eden ve kendisine -her yönden- bakılmasını bekleyen” özel bir merinos türü yetişiyor.

    Adına “yüksek katma değer üretme yarışı çağı” denilebilecek zamanımızda kendisine yer olmayan, muhtaç, yakınıcı, tüketici, -her yönden- saygısız bir toplumsal tümör böylece ortaya çıkmaya başlıyor. “AB Türkiye’yi niçin istemiyor?” sorusunun yanıtını bu tarafta aramak daha yapıcı sonuçlara götürebilir.

    Toplumun kolektif mizah duygusu, “eğitim şart” iğnelemesini yakalamış, “hah işte söylemek istediğim buydu” demeye getirmiştir.

    Her sorunun en önemli bileşenlerinin başında “eğitim”in yer aldığı kolayca kanıtlanabilir. Ancak bu “eğitim”in hangi eğitim olduğu sorgulanmadığı için, sokaktaki insanımızın geleneksel adres olarak gördüğü okul, bu eğitimin doğal -ve sorgulama dışı kalmış- adresi olarak kabul edilegelmiştir.

    Halbuki okul, özellikle de günümüzün etkileşim araçları karşısında, “eğitim kaynakları kümesi” içindekilerden yalnızca bir tanesi, üstelik de pek etkili olmayanlardan birisidir.

    Artık bir tane okul değil bir dizi okul vardır:

    –        Milli Eğitim Bakanlığı’nca yönetilen bildik kurumlar okuldur,

    –        Aile okuldur,

    –        Stadyumlar okuldur,

    –        Sokaklar okuldur,

    –        Gazete ve dergiler okuldur,

    –        İnternet okuldur,

    –        Ve TV’ler:

    o      Geri zekalılık taklidi (taklit midir gerçek midir bilinmez) yoğunluklu dizileriyle,

    o      Cinsel açlık giderici-çoğaltıcı-pazarlayıcı programlarıyla,

    o      Cehalet timsali para ve/ya şöhret şımarıklarının sergilendiği magazinlerle

    başlı başına birer okuldur.

    Bütün bu okullar iki yolla etki yaratıyorlar: (1) Sistemlerinin gereği olarak sevdirme, kısmi zorlama, koşullandırma gibi yöntemlere dayalı “açık (resmi) içerikler” yoluyla, (2) rol modelleri üzerinden verdikleri “saklı içerikler” yoluyla (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=653, https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=659, https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=577) .

    Bu ikinci bileşen, bütün bu okullardaki eğitim süreçlerinin can alıcı noktasıdır. Hele, bilgi-beceri bileşenlerinin büyük ölçüde ezber ve koşullandırmalı bellemeye dayalı olduğu dikkate alınırsa ne denli az önem taşıdıkları, esas önemli etkinin “rol modeli” bileşenlerinden geldiği daha iyi görülebilecektir. Nitekim hemen herkes, yaşamını şekillendiren kişiliğinin, değerlerinin, böylesine rol modeli kişilerden etkilendiğini deneyimlemiştir.

    O halde önce yozlaştırıcı rol modeli okullara dikkat!

    2005 mali yılı bütçesine göre gerekli derslik sayısının sağlanabilmesi için 10 katrilyon TL (yaklaşık 7 milyar dolar) kaynak gerektiği biliniyor. Bu para -hattâ daha fazlası- bulunsa dahi, sağlanacak olumlu etkiyi tek başına yokedebilecek yozlaştırıcı rol modellerinden yüzlercesi hergün gözümüze kulağımıza sokulmaktadır.

    24 saat süreyle abazan yurttaşlarımıza tekstil sanayiinin ürünlerini(!) sunan bu işe tahsisli bir TV kanalı, diğer programların aralarına serpiştirilerek yayın yaparak gizli hayat kadınlarının -ki bu işi açık yapanların haklarını ihlal etmektedirler- pazarlamasını yapan TV’ler, yarışma adı altında dilenciliğe, onursuzluğa koşullandıran programlar, haber adı altında dahi kadınların sadece tek işe yaradığı saklı içeriğini işleyen -Asena olayında bir kadının sadece dansöz kimliğini tek kimlik olarak sunan- yayınlar bunlardan sadece birkaçıdır.

    Bu okulların büyük çoğunluğu, “eğitimin şart olduğu” konusunda boyuna ahkâm kesen, yol gösteren, akıl öğreten medya organlarınca işletilmektedir. Bu olgunun ardındaki gerçek dürtü ise -ne yolla olursa olsun- para kazanmak, savunulan neden ise “halkın böyle istediği“dir.

    Halk gerçekten istiyor mu ya da hangi halk?

    Halkın bir bölümünün bu tür muhabbet pazarlamasını istediği doğru olabilir. Ayrıca da bazı hallerde sunu ile arzın birbirini artırdığı da (pozitif geri besleme) bilinmektedir. Cinsellik konusu bunlardan birisidir. Cinselliği tanımamış genç nüfus çoğunluğu, başlıca motifi cinsellik olan dedikodu, mizah, haber gibi konulara doğal olarak eğilimlidir.

    Ama halkın bir bölümü de -belki sayıca daha az- bu tür yoz yayınlardan şikayetçidir ve hattâ nefret etmektedir; ama sesi de çıkmamaktadır.

    Çözüm bu noktadadır!

    Çözüm, sesi çıkmayan bu “diğer halk”ın sesinin çıkması, daha Türkçesi bu tür yayınları bütünüyle boykot etmesi ve de bunu bir yolla (izlemeyerek, reklâm vermeyerek ve bu eylemlerini yayarak) duyurmasıdır. Örneğin, telefon, faks, e-posta, mektup, makale ve diğer herhangi yollarla şöyle sesler çıkmasından başka çözüm görünmüyor:

    –       “Yayınlarınızda muhabbet tellâllığı görmek istemiyoruz“,

    –       “Mankenlerin, hangi futbolcuları nasıl avlamaya çalıştığını görmek, bilmek istemiyoruz, bunlara ilgi duymuyoruz“,

    –       “Nasıl kazanıldığı belli olmayan (olan) paralarını nasıl harcadığını milyonların gözüne sokarak, jipiyle, eviyle, masrafıyla onları tahrik eden, bir çeşit aşağılayan görgüsüzleri izlemek zorunda değiliz“,

    –       “Kadınları cinsel obje olarak sunmayı cinsel özgürlük olarak onlara yutturmaya çalışmanıza, onları enayi yerine koymanıza razı değiliz“,

    –       “Kimin kimle yattığını merak etmiyoruz, izlemek istemiyoruz“,

    –       “Mizah programı adı altında sürekli olarak geri zekâlılık taklidi yaparak gizlenen geri zekâlıları izlemek istemiyoruz“,

    –       “Yarışma programı adı altında halkın dilenciliğe özendirilmesini istemiyoruz“,

    –       “Yarışma programlaına katılanlara yapılan kaba-saba, açık-saçık tacizlerin şaka olarak sunulmasını istemiyoruz“,

    –       “Çeşitli vesilelerle TV’ye çıkarılan kişilere, sunucuların yaptıkları hakaretleri onların kişiliklerine uygun buluyoruz, ama bu hakaretleri çoluk çocuğumuza izletmek zorunda kalmak istemiyoruz“,

    –       “Reklam Öz Denetim Kurulu olarak kendini adlandıran kurulun, dili yozlaştırıcı reklamları görmezden gelmesini hazmedemiyoruz“,

    –       “RTÜK’ün bütün bunlara karşı kalabalık lâf üretiminden başka ne gibi önlemler aldığını merak ediyoruz ve vergilerimizle maaşlarını verdiğimiz bu insanlardan işlerini doğru yapmalarını bekliyoruz“,

    –       “İstemeyen seyretmesin kabadayılığına katlanmak zorunda olmadığımızın bilinmesini, çoğunluğun bu argümanı kullanması halinde -ki durum şimdilerde budur- izlenecek medya organı bulunamayacağının idrak edilmesini ve bu dayatmadan vazgeçilmesini istiyoruz“,

    –       “Ve üstüne üstlük, bütün bu düzeysizlikleri yapan, kurgulayan, oynayan, organize eden, finanse eden, bunlar yoluyla para kazanan ve bunlara akıl hocalığı yapanların gözümüze baka baka cumhuriyeti, laikliği, erdemleri savunmasını hazmedemiyor ve bunu hem kendimize hem de bu kavramlara ağır bir hakaret olarak algılıyoruz“.

    Türkiye mankenlerden, görgüsüzlerden, birbirini aldatan insanlardan, kabadayılardan ve bunları seyrettiren tellâllardan ibaret değildir. Bilim adamıyla, sanatçısıyla, yazarıyla, çizeriyle bir “öteki halk” vardır.

    Gelecek nesillere rol modeli olarak bu ikincileri sunmak tüm toplumun görevidir. Bu, bir numaralı insan haklarındandır.

    Bu yoz okullar bu yolla kapatılmalıdır. Yoksa çare, çocuk ve gençlerimizin zamanlarının ancak %9 kadarını geçirdikleri okullara, bu pisliklerin temizlenmesi görevini vermek değildir.

    Okullardan istenecek olanlardan başlıcası ise, okul dışı okulların ürettiği yozluklardan kısmen de olsa korunabilmek için veli-okul-öğrenci arasında sözleşmeler yapılması, bunun gevşek bir seçenek değil bir numaralı zorunluk haline getirilmesidir (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=692).

    Pazartesi, Kasım 8, 2004