• Bir Strateji: “Alanı b.k ile Doldurmak” (Flood The Zone with Shit)

    Bir süre önce bu sütunlarda yayımlanan “Bilinir Kılma (aleniyet)” başlıklı yazımda1, dış dünyada olup biten hemen tüm plânlı melânetlerin ortak yanının, bunları plânlayıp uygulayanların, başkalarından olabildiğince saklı yapmaya özen göstermeleri olduğunu ileri sürmüştüm.

    Bu özen iki türlü gerçekleştiriliyor: Gizleyerek ya da buna pek imkân yoksa (İsrail’in Gazze operasyonları gibi)  -hırsızlık masası polislerinin (tantanacılık2) adını verdiği yolla- başka bir melâneti hemen devreye sokup, olaya tepki veya müdahale olasılığı olanların dikkatlerinin yeni bir odak noktasına ve giderek yeni odaklara çekmek şeklinde.

    Bu benzetme gündelik olaylar seline uygulandığında hemen anlaşılabileceği üzere, halkımız da her gün yeni bir olay karşısında, önlerine darı atılan aç kuşların telaş içinde rastgele noktaları gagalayarak karınlarını doyurmaya çalışmaları gibi, hiçbir noktaya uzun süreli odaklanamadan darı serpicinin arzusu yönünde birbirlerini çiğneyerek “neyin niçin olduğundan haberdar olmaya” çalışıyor. Bunun beyhude bir uğraş olduğu ancak bu karmaşa dışına -en azından zihinsel olarak- çıkarak anlaşılabilecek gibi görünüyor.

    Bu sürecin uygulayıcı tarafında bulunanlar da, melânetlerinin aleniyet yoluyla etkisizleştirilebilme olasılığına karşı tantana yöntemiyle dikkat dağıtmaya, bunun için de olaya müdahil olma  durumunda olmayanları bile taraf haline getirip kümeyi genişletmeye çalışıyor.

    Düne kadar bu konudaki sezgilerim, ABD menşeli vox.com/policy-and-politics ve Sirkten Notlar adlı iki sitede yayımlanan yazılara3 rastlayınca daha bir ete kemiğe büründü.

    Yazılarda, Trump yönetiminin amaçlarını (her ne ise) gerçekleştirmede önündeki engelin Demokratlardan çok medya olduğu ve onu etkisizleştirmek için de alanı (medya alanı kastediliyor) “b.k ile doldurmak4” stratejisini benimsediği ve başarıyla da(!) uyguladığı anlatılıyor.

    İlginç olan, bu stratejinin esas yaratıcının Putin’in propaganda stratejisi hakkında bir kitap yazan Sovyet doğumlu reality TV yapımcısı akademisyen Peter Pomerantsev olduğu, stratejinin hem Rusya hem de ABD’de başarılı olduğunu anlatmasıdır.

    Biri müseccel iki otoriter liderin aynı yönteme sarılması, “otoriterler arasında bir karşılıklı öğrenme ve yenileşim (inovasyon) ağı bulunduğu” görüşünü ileri sürenlerin bir gerçeği dile getirdikleri görülüyor.

    Bu anlatıdan çıkarılabilecek sonuçlardan biri Türkiyedeki muhalif kesimlerin de aynen ABD’deki Demokratlar gibi  benzer tantanacılığa kapılmış olmasıdır. Medyası, siyasi partileri, partili-partisiz fikir sahipleri, bu tantananın neyi gizlemeye çalıştığını merak etmeyip; kamuoyunun siyasi magazin merakını tatminden -dolayısıyla da reytingten- başkaca bir şey önemsemeyişleri dikkat çekicidir..

    Biraz özenle tantananın gizlemeye çalıştığı şeyin ne olduğunun tam resmini çıkarıp, her gün önlerine  konulan ve giderek de neyin ne olduğu konusunda derin bir kafa karışıklığı yaratan tantanaya göz ve kulaklarını kapatarak o resmin bazı kareleri üzerinde hiç kopmadan durabilseler acaba nasıl olur? Meselâ bir veya iki “doğru soru5” belirleyip kopmadan bunlara cevap istemek gibi. 

    Bu düşüncemi oradaki dostlarıma ileteceğim.

    13 Şubat 2025

    (1)  Bkz. https://tinaztitiz.com/yaygin-bilinirlik-aleniyet-etkili-bir-sorun-cozme-araci/ 

    (2)  Bkz. https://eksisozluk.com/tantanacilik–733709

    (3) Bkz. https://gogl.to/3MoI

    (4) Burada b.k sözcüğü ile kastedilen, tek tek b.k olmasa da bir araya geldiğinde işe yarar anlamlı bir sonuç olmayan bir çeşit kakafonidir. Böylelikle, olaylara bütün olarak bakabilenler dışındakiler, boğazlarına kadar battıkları b.kun farkında olmayıp hattâ büyük zevk almakta; dahası, böylece oluşan popüler kültür, sorunları anlamayı da ona uygun çözüm akılları üretmeyi de imkânsız kılmaktadır.

    (5)Bkz. https://tinaztitiz.com/dogru-sorularisorabilmek/ 

  • Uzun Lifli Akıl Üretimi-2

    Bundan evvelki (Geri dönüşümlü kâğıtlar, lif kısalması ve kullanım yerleri!) başlıklı yazıda1, birkaç kere geri dönüşüme uğrayarak selüloz lifleri iyice kısalmış kağıtlara benzer “kısa lifli (KL) düşünce ürünleri” üzerinde durulmuştu.

    Bu defa ise uzun lifli (UL) düşünceler ve onları üreten UL akıllar (Yetkin Akıl da denilebilir) üzerinde düşünmek istiyorum.

    KL düşüncenin belirleyici özellikleri için kısa sürede üretim, kısa sürede uygulama ve kısa sürede etki gösterme denilebilir. Bir örnek vermek gerekirse “alkollü sürücülerin yol açtığı kazalar” sorunu ele alınabilir. Bu soruna çare arayanların genellikle akıllarına “sıkı denetim”, “ağır cezalandırma” ve “halkın bilinçlendirilmesi” önlemleri gelir. Gerçekten de sadece bu tür nispeten basit önlemlerle kazaların önemli ölçüde azalabildiği görülmüştür2.

    Diğer yandan, UL düşüncenin karakteristikleri:

    1. Sıradışılık da denilebilecek genel kabûl görmüş paradigmanın dışındalık geliyor. Biri çok yakın diğeri ise birkaç on yıl öncesinden iki örnek verilebilir: Birkaç hafta öncesine kullanıma giren DeepSeek YZ uygulaması sadece üretim maliyeti ile değil, ambargolu işlemcileri daha az kullanarak, daha ileri makine öğrenmesi ve açık kaynak kodu ile sergilediği ahlâki tutumla cari paradigmanın dışına çıktı. Birkaç on yıl öncesinden örnek ise, ABD İstihbarat Topluluğu’nun (IC) dev kadro ve bütçesine3 meydan okuyan Good Judgement Program4 – İyi Tahmin Programı adlı girişimdir ve o da yürürlükteki istihbarat paradigması dışındadır.
    1. KL akılların bireysel ya da uzlaşı temelli (demokratik) oluşunun aksine, UL akıllar büyük oranda, farklı kültürden, farklı akıl daraltıcılı5 insanlardan oluşan küme aklı6 ile YZ modellerinin bir araya gelerek Hibrit Akıllar7 oluşturmasına dayanıyor; ayrıca uzlaşıdan çok, “daha iyinin seçimine” (bir çeşit Likit Demokrasi8) dayanıyor.
    2. Bu iki özelliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak da orta-uzun vadede üretilebilme, uygulanabilme ve etkileri  duruma bağlı olarak kısa ve uzun arasında bir vadede görülebilme gibi özellikler ortaya çıkıyor.  Bu aynı zamanda, gündelik yaşam içinde üretilen KL düşüncelerin niçin -bağımlılığa yol açacak kadar- çok; UL düşüncelerin de niçin seyrek olduğunu açıklıyor.

    UL ya da Yetkin Akıl üretimine somut örnekler

    Bu tür sıradışı akıl üretimi için, çok geniş bir veri kümesinden, her akıl düzeyindeki kişi(ler)in tek tek ya da gruplar halinde çıkarabilecekleri sonuçları hayal etmek iyi bir zihinsel egzersiz olabilir. Örneğin 100 çocuğa ilişkin her tür veriyi içeren dev bir veri kümesinden basitten başlayarak çıkarılabilecek sonuçlar irdelenmiştir9. Veri kümesini “aritmetik ortalama”dan başlayıp “sistem dinamikleri modeli”ne kadar artan güçteki tekniklerle inceleyerek, tek kişilerin akıllarına gelmeyebilecek ve/ya kapasitelerinin dışına çıkabilecek sonuçlar elde edilebilir. Hattâ daha da ileri basamaklara çıkılıp YZ uygulamalarından; hayvan dostlarımızın hayatta kalmak için geliştirdikleri savunma tekniklerinden öğrenilebilecek tekniklerden de yararlanılabilir. Bütün bu basamakların tanımladığı akıl UL ya da Yetkin Akıl’dır.

    UL aklın daha bir ortalama karmaşıklık sayılabilecek “kadına şiddet” sorununa uygulanmasında, sahip olunabilecek sorun çözme araçlarının gücü “hiç ya da yok” düzeyinden başladığında sonuç da “şiddete katlanma” ile başlayacaktır. Daha etkili araçlar kullanılarak, şiddet gösteren eşin terapiye razı olup şiddetin barışçıl biçimde sonlanacağı noktaya kadar ilerlenebilecektir10.

    Toplumsal düzeydeki sorunların çözümünde UL

    Bu tür sorunların anlaşılması da çözüm ipuçları da üretimi de neredeyse kategorik olarak UL akılların oluşturulmasına bağlı. Son yıllarda Çin’in gösterdiği hızlı gelişme içinde UL aklın ne ölçüde yer aldığına ilişkin bir sorgulama11 içinde bu ilişki görülebiliyor.

    Kısa ve uzun lifli akıl konusundaki ilk yazının son paragrafı ile benzer mesajla kapatmak gerekirse denilebilecek olan şudur: Gündelik yaşamın sonsuz çeşitlilikteki sorunları için geliştirdiğimiz KL akıllar, karmaşıklık düzeyi yüksek sorunlar karşısında işe yaramazlar. Yaramak bir yana, ısrarla -ve toplu olarak- uygulamaya çalıştıkça da hem vakit kaybettiriyor (o süre içinde sorun değişip daha çetrefil hale geliyor), hem özgüven aşındırıyor, hem de etkili araç üretimi için en gerekli malzeme olan dayanışmayı (hangi KL akıl aracının kullanılması gerektiği konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle) aşındırıyor.

    Bu kendini bitirme süreci nasıl durdurulup UL sürecine geçilebilir?

    Bilmiyorum.

    11 Şubat 2025

    [1]  Bkz. https://tinaztitiz.com/geri-donusumlu-kagitlar-lif-kisalmasi-ve-kullanim-yerleri/

    [2] MADD (Mothers Against Drunk DriversSarhoş Sürücülere karşı Anneler) adlı örgüt (https://bitl.to/3vXh) bu tür yöntemlerle can kaybını %40 oranında azalttığını belirtiyor.

    [3] Intelligence Community, ~100,000 kişilik kadrosu, ~50 milyar dolar yıllık bütçesine meydan okuyan iki analist, cari paradigmanın dışında küçük bir ekiple Good Judgement Project adlı yaklaşımla -aynen DeepSeek’te olduğu gibi- IC ile yarışabilir sonuçlar elde etti (Bkz. Süper Tahmin. https://bitl.to/3va0)

    [4] Bkz. https://goodjudgment.com/

    [5] Bkz. Akıl Daraltıcılar, https://bit.ly/3A4bv0C  

    [6] İnsan kümesi aklı deyimi, arı kolonilerinin (swarm) yeni koloni yeri belirlerken veya karınca ya da termitlerin dayanışmalı çalışmaları sırasında harekete geçirebilecekleri küme aklına benzetilerek üretilmiştir. Bkz. https://youtu.be/LHgVR0lzFJc?si=c6go6GRY48D5H0we 

    [7] Buna HHSI (Hibrit Human Swarm Intelligence – İnsan Kümesi temelli Hibrit Akıl) adını verdik.

    [8] Likit Demokrasi için bkz. https://tinaztitiz.com/ortak-kullanim-trajedisi-ve-likit-demokrasi/

    [9] Bkz. https://bit.ly/3C4KtuS

    [10] Bkz. Adım Adım Yetkin Akıl Üretimi örneği, https://gogl.to/3JXJ

    [11] Bkz. https://gogl.to/3Lsi

  • Geri dönüşümlü kâğıtlar, lif kısalması ve kullanım yerleri!

    Lütfen başlığa bakıp “benim geri dönüşümle işim olmaz” demeyiniz, anlatacağım konu kâğıtlarla ilgili değil; herkesin her gün uğraştığı “sorun çözme” çabalarıyla ilgili, hattâ daha da ileri giderek toplumumuzun bekası ile ilgili. Ama iyi örnekleyebilmek için geri dönüşümlü kâğıt örneğini kullanacağım. 

    İnternette yaptığım araştırmaya göre, “4-7 kez geri dönüştürülmüş kağıtlar, selüloz liflerinin kısalması nedeniyle yüksek dayanım gerektirmeyen ürünlerde (ambalâj, yumurta taşıma vbg işlerde) kullanılır ve lifler 4-7 geri dönüşüm sonrası ~0.5 mm nin altına düştüğü için yapısal bütünlüğünü koruyamazmış”. 

    Kâğıtlar ve geri dönüşümle ilgili konu bu kadar.

    Gelelim gerçek yaşama ve sorun çözme çabalarımıza!

    Geri dönüşüm örneğinde giderek kısalan “kâğıdın sağlamlığını temin eden selüloz lifleri”nin gerçek yaşamdaki karşılığı olduğu düşünülen kavram, “sorunların anlaşılması ve sonra da çözüm üretilmesi için harekete geçirilmesi gereken akıl düzeyi”dir. Buna göre; kâğıdın kullanım amacına göre sahip olması gereken lif uzunluğu ile, bir düşüncenin bir sorunu anlamak ve çözüm ipuçları1 üretmek için sahip olması gereken akıl düzeyi birbirine benzetilebilir. Kısaca lif uzunluğu ≈ harekete geçirilebilmiş akıl düzeyi denilebilir.

    Yaşamımızdaki sorunların karmaşıklığı basitten (örn. hava yağacak gibi, şemsiye alayım mı almayayım mı?) düzeyinden ileri karmaşıklık düzeylerine (örn. Cumhuriyete yönelik yıkım girişimleri nasıl durdurulup geri döndürülebilir?) kadar geniş bir alana yayılmıştır. Tabii ki bunların dağılımı sola çarpık şekilde, büyük çoğunluğu basit tarafındadır.

    Bu dağılım böylece, Sorun Çözme Araçları dağarcığımızdaki çeşitli akıl liflerinin de uzunluklarını belirler. Birçok sorun çözme aracının akıl lifleri, aynen 4-7 geri dönüşüm geçirmiş selüloz lifleri gibi iyice kısalmış, ezbere bellenen2şipşak kullanıma hazır” ezber kalıplarına3 dönüşmüştür.

    Bu olgunun dilimizdeki akıllı / akılsız deyimleriyle hiç ilgisi yoktur. Sadece sık rastlanan sorunlar çoğunlukta olduğu için kısa lifli akıl araçları da duruma uyum göstermiştir. Bu durum sanılanın aksine bir zekâ göstergesidir.

    Fakat bir sorun var: Kısa lifli akıl araçları ile karmaşık sorun çözmek!

    Gündelik sorunlarımızın dağılımları konusunda bir tahmine4 göre sorunların %90 kadarı basit sayılabilecek düzeyde iken, %10 kadarı da karmaşık seviyededir. İleri karmaşık düzeyinde olanlar ise %1-2 dolayındadır. İşte sorunun başladığı yer de, bu “ileri karmaşıklık düzeyindeki sorunların, alışkın olunan kısa lifli akıl araçları ile çözme girişimlerinden” kaynaklanıyor.

    Ne var bunda, biz de daha ileri araçlara geçiveririz!

    Bu çözüm önerisine sarılmadan önce, basit sorunlara karşı uzun yıllar (hatta nesiller) boyunca geliştirdiğimiz kısa lifli akıl araçlarının yarattığı bağımlılığın doğasına daha yakın plândan bakmak gerekiyor. Yani daha açık ifadeyle, “bağımlılık yaratan nedir?”

    Soru’nun cevabı, %90 lık basit sorunların bir bölümünü oluşturan “yüreklerimizde irili ufaklı sıcaklıklar yaratan hınç alma isteklerinin soğutulması”nda yatıyor. Tartıştığımız bir kişiye içten hak versek de halâ haklı çıkmaya çalışırken oluşan kızgınlıklarımızdan tutun da, karşı koyma gücümüzün olmadığı bir alanda gözümüze baka baka yüreğimizi yakan haksızlıklara varana kadar tümünün yol açtığı yürek soğutma arzusunun yıllar içinde yol açtığı bağımlılık.

    Bu bağımlılık ve kısa lifli akıl araçlarının yarattığı yürek soğutucu çareler bir çaresizlik yaratır. Kısa lifli araçların yetersizlikleri giderek ses yükseltmeye, alkışlanabilir ama imkansız5 temennilere dönüşür. (TVlerde avazı çıktığı kadar tek çarenin kendisi olduğunu bağıranları mı hatırlatıyor?)

    O halde yüreğimizi susturup uzun lifli akıl üretmeyi öğreneceğiz!

    Yürek soğutucu kısa lifli akıl araçları bireyseldir. Kısa sürede uygulanabilir, kullananı rahatlatır, gevşetir. Uzun lifli akıl araçları ise toplumsaldır; durum liderliği6, dayanışma, doğrularından vazgeçme, aklın emrine girme, kendini değiştirme, yeni yetkinlikler edinme ya da var olanları daha iyi kullanma, başarısızlıklardan medet ummadan tekrar başlama, hattâ sahip olduklarından vazgeçme gibi her biri yürek sıcaklığını artırıcı tercihleri yapabilmeyi öğreneceğiz.

    9 Şubat 2025

     

    [1]  Bkz. https://tinaztitiz.com/wp-content/uploads/2012/05/Yuksek_katmadegerli_Dusunce.ppsx 

    [2] “Ezber” ve “belleme” sözcükleri genelde birbirinin yerine kullanılsa da, ezber ≈ sorgulamaya kapalılık anlamında; belleme ise sorgulamaya açık olabilecek şekilde bellekte tutma anlamındadır. Bu farkı vurgulamak için “ezbere bellemek” deyimi kullanılmıştır.

    [3] Bkz. http://www.ezberkaliplarinisorgula.com/

    [4] Bkz. https://gogl.to/3MGL

    [5] Bkz. https://tinaztitiz.com/alkislanabilir-ama-imkansiz/

    [6] Bkz. https://tinaztitiz.com/genclere-yeni-rol-durumliderligi-ya-da-durum-girisimciligi/

     

  • Siyasetin Finansmanı: Oyun değiştirebilir hamle!

    Özellikle 31 Mart seçimleri sonrası daha çok konuşulmaya başlanan konuların başında “CHP’nin halka, ülkeyi yönetebileceği hakkında güven verici, neyi nasıl yapacağını -hamaset yapmadan- anlaşılır biçimde ortaya koyacağı bir yol haritası ilanı” geliyor. Gerçekten de halkın kolektif aklı neyin önemli olduğunu doğru saptamış.

    Fakat -adetimiz olduğu üzere- derhal bu soruyu bir kenara itip, iki belediye başkanından hangisinin adaylığının açıklanacağı konusu en mühim konu olarak baş sıraya yerleşti.

    Bu açmazı kırıp1 konuyu tekrar doğru yere oturtmak için sorulabilecek soru şu olabilir: Bu topraklarda yaşayan insanlarımızın mal ve hizmet olarak ürettikleri değerlerin iç ve dış paydaşların işbirlikleriyle kaybolmasına (sömürü, transfer2) yol açan en önemli deliklerden birisi olan “siyasetin finansmanı” probleminin çözümüne gidecek ilk somut adım nedir?

    Sıkışıp kalınan “hangi aday” açmazını da kırabilecek olan bu stratejik sorudur.  Bu soru, halkın cebinden siyaset alanına akmakta olan değerlerin, tekrar halkın refah ve mutluluğu için kullanımına dönecektir.

    Sorunun cevabı “halkın ürettiği tekrar halka” ya da “güneş doğacak tüm yolsuzluklar bizimle bitecek” gibi ezber sloganların avaz avaz bağırılması olamaz. Cevap bir aritmetik problemi kadar soğuk olmalıdır. 

    Bu cevabı halka onaylatabilen parti ya da aday, aranan parti ve adaydır.

    5 Şubat 2025

    [1] Açmaz Kırma kavramı için bkz. https://bit.ly/4grpmkI 

    [2] Değer Transferi kavramı için bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/deger-transferi

  • Otobiyografi kesiti-16: İki Trajedi, iki Kavram

    Yazının başlığında geçen iki olaydan birisi 1965 yılında, Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) Zonguldak-Karadon Bölgesinde bir genç elektrik mühendisi ve bir teknikerin, bir devre kesicinin patlaması sonucu, içindeki kızgın yağla yanarak ölmesidir. İkinci olay ise geçen hafta Bolu Kartalkaya’da çıkan otel yangınında 78 kişinin yanarak ölmesi.

    Birbirinden zaman ve mekân açısından uzak iki olayı bağlayan ve somut ders çıkarılması gereken ise, her iki olayın da dilimizde bulunmayan kavramlar nedeniyle meydana gelmiş, ama bambaşka nedenlerle açıklanıyor oluşudur. Alınacak dersi ise yazımın sonunda söyleyeceğim.

    Birinci olay: Karadon Bölgesindeki olaya sebep olan 3300 Volt’luk devre kesicisine yakından kumanda ederek enerjiyi kesmek üzere işlem yapan iki kişinin, kesicinin içindeki yağın tutuşup patlaması nedeniyle feci şekilde yanıp can vermeleridir.

    Maden ocaklarında kullanılan her donanım kendi marka ve modeliyle isimlendirilir. Patlayan bu kesicilere de BP31 deniliyor. Bu kesiciler ocak ağızlarında bazen de ocak içlerinde kullanılıyor ve tüm elektrik donanımı gibi güçlü bir mekanik muhafaza içinde. Ama patlama o kadar şiddetli ki muhafaza işe yaramıyor.

    Aslında bu tür yani devre kesme sırasında patlama olayları zaman zaman oluyor ama her zaman ölümle sonuçlanacak kadar şiddetli olmuyor. Uzun yıllardır kullanılan bu cihazların içinde rutubet biriktiği, onun da patlamalara yol açtığı şeklinde bir tanı var ve bu tanı bilirkişiler tarafından da doğrulanmış. Dolayısıyla kusur tespitinde insanlara yüklenebilecek bir kusur yok. Yani -o zamanlar henüz bilinmeyen tabirle- BP31’in fıtratı böyle.

    Ben de bu genel Kabul görmüş tanıyı kabullenmiş durumdayım: BP31’ler rutubet yapar, o halde sık sık içlerindeki yağlar değiştirilmeli, rutubetten arındırılmalıdır.

    O zamanlar, şimdiki gibi internet vbg bilgi kaynakları yok, genelde bilgi kaynakları o aletlerin broşürleri; ama onlar da yabancı dille yazıldığı için az sayıda kişi erişip okuyabiliyor.

    Bir tesadüf eseri bu cihazlara ait broşürü incelerken, devre kesiciyi tanımlayan iki önemli karakteristik olan kesicinin güvenli olarak kesebileceği akım şiddeti ve gerilim (Volt) yanı sıra üçüncü bir değer daha bulunduğunu gördüm: Kesme kapasitesi (interrupting capacity). O da neyi nesi?

    Bu kavramı ben bilmiyorum ama bilirkişi raporlarında da hiç rastlamamışım; birlikte görev yaptığımız mühendis arkadaşlarımdan da hiç duymadım. O zamanlar bilgi kaynaklarının en iyisi durumunda bulunan yabancı dildeki el kitaplarından birine bakınca bu kavramın o kitaplarda var olduğunu, ama henüz bizim oralara erişmediğini fark ettik. Ve biraz daha arayınca ortaya çıktı ki, patlayan BP31’ler rutubet nedeniyle değil Kesme Kapasitelerine uygun yerlerde kullanılmadığı için devreyi güvenli şekilde kesemiyormuş.

    Patlamayanlar ise ana güç kaynağı durumundaki 15,000/3,300 Voltluk trafolardan nispeten uzak -dolayısıyla da arada bir akım sınırlayıcı kablo uzunluğu bulunan- kesicilermiş.

    Bunun üzerine Akım Sınırlayıcı Reaktör denilen bir cihaz türünün bulunduğu ve bunların pekalâ işletme imkânlarıyla üretilebileceği ortaya çıktı. Bu trajik olayı anlatma nedenim, bir kavramın -ki bu olayda Kesme Kapasitesi- dilimizde bulunmayışı halinde, aynen büyücülerin olayları açıklamalarına benzer biçimde[1] o kavramla ilgili sorunları da anlamayıp yanlış tanımlanacağı ve sonucundaki trajedilere akıl dışı açıklamalar getirileceğidir.

    İkinci olay ise Bolu Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel yangını. Bu olayın ilgili olduğu eksik kavram ise Çıkar Çatışması şeklinde yanlış adlandırılan kavramdır. Çıkar Çatışması (competing Interests) dürüst ticari çatışmaları anlatırken, Kirli Çıkar Çatışması[2] (Conflict of Interest), bir hakkı korumak durumunda olan kişinin aynı zamanda bir çıkarın tarafı olmasıdır ve ahlâki açıdan sorunludur.

    Olayın özü, en üst idari makam olan ve daha alt idari kurumların (il özel idaresi, belediye, itfai müdürlüğü, özel denetim şirketleri vd) denetimlerini birleştirerek (ve eksiklerinin de müteselsil sorumluluklarını taşıyarak) bir sistem bütünlüğü içinde Denetim Otoritesi işlevi yapması beklenen Turizm Bakanlığının yöneticisinin (bakan), aynı zamanda otel üzerinden çıkar sağlamasıdır ve bu tam olarak bir Kirli Çıkar Çatışması’dır.

    Dilimizdeki kavram eksikleri sorununu kamuoyu gündemine taşımak amacıyla oluşturulan Kavram Mutfağının[3] amacı böylelikle daha iyi anlaşılabilecektir.

    Özet olarak denilebilir ki, “bir sorunla -enflasyon, Cumhuriyetin aşındırılması ya da dış güçlerin yıkıcı etkileri- karşılaşıldığında, ilk bakılması gereken yer hangi kavramların eksik olduğudur.” Bu yapılmadığı sürece bakanlar kendi kurumlarına mal satmaya ya da otel pazarlamaya devam edecekler; ölen insanların ölüm raporlarında ise (rutubet veya ışıklı yön göstergesi eksiği gibi) yanlış tanılar yer alacaktır.

    27 Ocak 2025


    [1] “Büyücüler ve Sistem Tıkanması” için bkz. https://tinaztitiz.com/3303

    [2] Kirli Çıkar Çatışması için bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/kirli-cikar-catismasi–conflict-of-interest–cikar-celiskisi

    [3] Kavram Mutfağı’nın misyonu için bkz. https://kavrammutfagi.com/hakkimizda

  • Zamana Yaymak: Fark Yaratıcı bir Sorun Çözme Aracı

    Son 20 yıl boyunca giderek artan ölçüde “laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi Cumhuriyet kurumlarına karşı sistemli bir yıpratılma uygulandığı” bir gözlemden yola çıkıyorum.

    Bu sürecin en belirgin özelliği özenli biçimde zamana yayılmışlığıdır[1]. Karşı devrim denilebilecek bu sürece karşı muhalefet cephesinin (siyasi partiler, STK, bireyler) bir noktadan direktif almışçasına ortak tutumu ise, sadakatle uygulanan planın her adımına karşı, hemen o an içinde sonuç vermek üzere (yani şimdi ve burada- Ş/B) karşı bir hamle[2] ilan etmesi, ardından da bir sonraki yıkıcı hamlenin beklenmesidir.

    Bu tutum yalnız siyasi partilere özgü görünmüyor. Örneğin bir üniversitemize yapılan “operasyona” karşı, akademisyenlerin tepkisi idareyi girişimden vazgeçirmek şeklinde olmuştur.

    İdarenin, elindeki güçleri bir defada kullanarak Ş/B sonuç alması mümkün iken, başarı(!) şansını garantilemek uğruna zamana yaydığı operasyona karşı akademisyenler, üstün durumda oldukları soft yetkinlikleri kullanarak stratejik çareler üretip öne geçmek yerine Ş/B sonuçlar beklentisiyle idareyi utandırmak gibi çok zayıf bir koz yardımıyla geri adım attırma yolunu tercih etmişlerdir.

     Soft yetkinlikler deyimiyle kastım, daha yetkin kolektif akıl algoritmaları üretebilecek iç ve dıştaki akademisyenler arasında ağlar oluşturmak; bu ağlar yoluyla hem olayı “idarenin münferit bir tasarrufu” görüntüsünden çıkarmak, hem de sanal ortamda üniversite modelleri[3] gibi suyun zaten akmakta olduğu yöne doğru ilerlemek gibi tutumlardır. Bunun yerine zaten asimetrik olan güç dengesini daha da bozan, muhalif kesimlerin Ş/B tutkusunun nedeni ne olabilir?

    Sebepler çeşitli olabilir ama sonuç bellidir: Cumhuriyet kurumlarının korunamayışı! Bu başarısızlığın nedenleri çeşitli olsa da içinde kötü niyet olmadığı açıktır. Sebeplerden birisinin saklı kibir olduğunu düşünüyorum. Hayvan ve bitki dostlarımızın sınırlı nöron sayılarına sahip olmaları, aralarında mükemmel dayanışma algoritmaları oluşturmalarına yol açarken; türümüz (büyük çoğunluğu) Ş/B’nın şehveti ve nöron bağlantı zenginliğinin kibirine yenilmiş sonuç olarak da Kolektif Akıl Yetmezliği ile yenik düşmüştür.

    YZ destekli insan kümesi zekasına[4] karşı olumsuz yaklaşımların altında, bu kibire eşlik ediyor olabilecek “yeterli çabanın harcanmasındaki çekingenlik” ve “bildiklerinin doğruluğu yönündeki kuşkusuzluk” da yatıyor olabilir.

    Cumhuriyetimizin başına gelen, bir üniversite özelinde örneklenen, ama hemen tüm sorunlar karşısında tekrarlandığına şahit olduğumuz trajedi de -kanımca- budur.

    Bu durumda doğru bir soru şu olabilir (mi?): Benzer yıkım girişimlerini birer öğrenme fırsatına çevirip, sahip olduğumuz beşeri sermayeden yararlanarak yıkıma eşlik eden ezberlerimizin dışında yapılar[5] kurabilir miyiz? En çok sıkıntısını çektiğimiz sorun alanı olan eğitim bunun için doğal aday değil mi? Kısa yoldan akademik unvan üretimi için apartman dairelerinde kurulan üniversitelere para döküp diploma almaya çalışan potansiyel Faydasız Sınıf[6] üyeleri yerine teknolojinin imkanlarını kullanarak her evi birer Bireysel Öğrenme Evi’ne çevirmek. 

    Genelde usta zanaatkârlar için söylenen “hangi aracı nerede kullanacağını bilen ve takımlarını da işe göre çeşitlendiren kişi” tanımı, sorunlar -özellikle de ilk defa karşılaşılan sorunlar- için geçerlidir.

    Demokratik gelenekler içinde yönetilen kurumlar ve idare arasındaki anlaşmazlıklarda Ş/B türü çözümler işe yararken, kurumları ideolojik amaçlar için zamana yayılı olarak dönüştürmeye kararlı yönetimlere karşı yine aynı türde (zamana yayılı) araçlar zorunlu hale geliyor.

    Bunlardan ilki için ezberlerimizde tuttuğumuz listeden alışkın olunan birini seçerken; ikinci durum için mutlaka daha yetkin akıllar üretmek gerekecektir. Bunun kolektif akıllar olacağı, hatta YZ destekli hibrit küme akılları olacağı açıktır. Toplumumuz henüz bunu tartışmıyor. Tecrübeler -Pascal’ın ünlü sözü uyarınca- bunu biraz acıtarak öğretecektir.

    07.01.2025


    [1] Kaderin bir cilvesi midir bilinmez, ama Beyaz Nokta’nın tam 5 yıl önce Ş/B tutkusuna karşı ortaya attığı Sosyal Tohumlama kavramı (http://bit.ly/2FumYIw), halâ birkaç kişi arasında kalmışken, karşı devrimcilerin bu yöntemi neredeyse kusursuz uygulamalarıdır.

    [2] Bkz. Kozsuz Meydan Okuma: https://tinyurl.com/mtsy967p

    [3] YZ’nın gelişimi karşısında üniversite eğitiminin nasıl dönüştüğüne ilişkin kısa bir GPT Akademik Arama Uzmanı yorumu için bkz: https://chatgpt.com/share/677d3232-c738-800c-ab97-894bfc78341b

    [4] Hybrid Human Swarm Intelligence (HHSI): bkz.  https://bit.ly/3BNd5Jb

    [5] Bkz: https://chatgpt.com/share/677d3232-c738-800c-ab97-894bfc78341b

    [6] Bkz. https://tinyurl.com/5n82br5k

  • Ayrık Sorun Alanları Aslında Bir Bütündür

    Bir soru: Üzerinde kafa yorulan çeşitli sorunlar gerçekten de birbirlerinden ayrık olarak var mı, yoksa ortada büyük bir bütünlük var, ama onu tüm boyutlarıyla algılamak imkanımız olmadığı için daha küçük parçalara mı ayırıp üzerinde konuşuyor, yazışıyor, uğraş veriyoruz?

    Akıl Dışı Eğitim (ADE), Kadınsız Toplum (KT), Din İstismarı (Dİ) ya da Beka vd. sorunlar[1] arasında belirli sınırlar var mı ya da bunlar birbirlerini etkileyerek daha farklı ve aralarında sınırlar olmayan (hücre yapıları farklı) yapılara mı dönüşüyorlar?

    Biraz daha ileri giderek, acaba tüm alanlarla bileşik yapmaya istekli ama ayrı -ve saygın- bir alan adı bulunmadığı için önemsenmeyen bazı “kirleticiler” de var mı? Örneğin, kleptoman bir kişi gün içinde girip çıktığı her yerde kimi şeylerin kaybolmasına yol açıyor ve kurnazlığının yardımıyla bunu gizlemeyi de becerebiliyorsa, çeşitli alanlarda ortaya çıkacak sorunları nasıl ele almak gerekir?

    Muhtemelen her alan, eşyalarının kaybını önleyebilecek karmaşık denetim prosedürleri geliştirecekler; bir süre sonra işe yaramadığını görünce bu önlemleri daha karmaşık hale getirecekler; giderek de o alanın asli işlevinin çok geri planlara düşüp, gereksiz işlerin asli unsur haline gelmesi gibi bir ucube ortaya çıkmayacak mıdır?

    Bu ayrık yaşam alanları -genelde- Dünyayı kendilerinden ibaret sayma eğiliminde oldukları için, sorunları kendi çapları içinde çözmeye çalışacaklar ve de çözemeyeceklerdir. Örneğin, İstanbul’un trafik sistemini yönetmekten sorumlu alan ile sokakların temizliğinden sorumlu alan ilgisiz iki alan olduğuna göre, her iki alanı da derinden etkileyen mesela “saygısız hemşeriler” daima dikkat dışında kalacak ve birinciler sorunları daha çok yol yaparak; ikinciler ise daha çok otomatik süpürge satın alarak çözmeye çalışacaklardır.

    Sadece bir adet ”kirletici”nin ne denli karışıklık yaratacağı belliyken, kirletici çeşitlenmesinin ve de kirleticilerin birbirlerinin üremesini özendirmesinin bileşik etkisinin ne kadar büyük olacağı tahmin edilebilir.

    Bu hipotetik -görünüşlü- yaklaşımdan çıkarılabilecek somut sonuçlardan birkaçı şunlar olabilir:

    –       Sorunlar ayrı kompartımanlar şeklinde değildirler; bu ayrıştırma, bütünleşik (sistem yaklaşımı) olmayan “parçalara ayırarak algılama” kolaycılığından kaynaklanır. Halbuki “bütün”, “parçalarının toplamından daha büyük” bir şeydir.

    Ortada masif hale gelmiş, yapı taşları kolay ayırt edilemeyecek kadar birbirlerine geçmiş bir “bütün sorun” mevcuttur. Bu bütün, ilgilenilen alan üzerinde ayrı bir izdüşümü bırakmakta ya da nereye bakılırsa oraya çökmektedir.

    –       Kompartıman olarak algılanan alanlar zaman içinde etkileşerek birbirlerinin içine geçerler ve umulan işlevlerini kısmen ya da tamamen yitirirler. Bu etkileşimleri dürten sebep, alanların içlerinde bulunan “güç kaynaklarından nemalanma” isteğidir.

    Örnek olarak verilen “saygısız hemşeri” kirleticisi durumundaki dürtü, ideal bir trafik düzeninde bulunan “başkasının hakkını çiğnememe” kuralının içerdiği “kuralı çiğneyerek zaman kazanma” dürtüsü; veya yine ideal bir düzende çöpünü atmak için çöp sepeti arama amacıyla harcanan zamanı, çöpü olduğu yere atarak zaman kazanma dürtüsü; ya da ideal olarak vergi affının olmadığı bir düzende vergisini zamanında ödemek yerine, ödemeyip bir seçim affını bekleyerek maddi kazanç sağlama dürtüsüdür. Saygısız hemşerinin bu kazanımlarının hepsi birer güçtür.

    Bu örneklerin hepsinde görülen eğriliklerin çözümü, o kompartımanlara sıkı ve giderek karmaşıklıkları artıracak denetimler koyarak, haksız kazanımları önlemek olamaz. Çünkü o tür karmaşıklaştırmalar, sonunda o ayrık alanlardan beklenen işlevlerin giderek gerilere itilmelerine; ayrıca da kural çiğneyenlerin giderek güç sahibi olup bütünü etkilemelerine yol açacaktır. Bu tam bir “çığ etkisi”dir.

    –       Bu durumda geçerli olabilecek bir çözüm, ayrık alanların -hepsini diyerek genellememek için- çoğunu olumlu etkileyebilecek, sinir uçlarına ekilebilecek “tohum[2]” denilebilecek dönüştürücülerden yararlanmaktır.

    –       Sinir uçları’nın, “güç kaynaklarından nemalanma” ile ilişkisi anlaşılabiliyor. Her nerede bir eğrilik (kirletici) izi yani sorun varsa, orada mutlaka “istismarı yoluyla sağlanan bir çıkar” vardır. O halde çıkar izlerini sürerek sorunların kaynaklarına varılabilir.

    Bu yol çözümlerin de geliştirilebilmesine ışık tutuyor: Süreçler içindeki güç kaynaklarını kaldıramayız; çünkü toplu yaşam zaten bu güç kaynaklarının yönetimi demektir. Ama güç kaynaklarının kullanımını blok zinciri[3] felsefesiyle yaygın denetime açabiliriz. Örneğin trafik dahil onlarca alana “haksız kamu kaynağı kullanma suçu işleyen” saygısız hemşeri sorununa karşı yaygın bir şikayet sistemi[4] oluşturulabilir. Bu bir tohum fikridir.

    –       O halde, ADE, KT, Di ya da Beka olarak adlandırdığımız sorunların, bir bütünün izdüşümleri olarak ele alınıp uygun birincil (o alana yönelik) ve diğer (diğer alanların etkilerine yönelik) tohumların neler olabileceklerine yoğunlaşılması daha geçerli görünüyor.

    Yoğun gücün yaygınlaştırılması (blok zincir) yaklaşımının bir avantajı da, merkezi otoritelerin katkısı olmaksızın tamamen birer sivil yurttaş İnisiyatifi olarak uygulanabilmesidir. Gerek örnek olarak verilen Trafik Şikayet Sistemi, gerek diğer alanlarda uygulanabilecek Yaygın Şikayet (veya denetim) Sistemleri, sivil inisiyatifler olarak uygulanıp, yerel ve/ya merkezi idareyi harekete geçirmek üzere kullanılabileceği gibi, doğrudan etkileri olabilecek şekiller de geliştirilebilir. “Ben ne yapabilirim ki” sloganıyla istirahate çekilmiş geniş bir kesimin toplum düzeni açısından büyük bir atıl potansiyel olduğu bellidir.

    13 Aralık 2018

    [1] Bu şekilde adlandırılan sorunlar, Birleşik Akıl Ağı® (BAA) adlı bir platformun üzerinde çalıştığı bazı sorunlardır. BAA bildirgesi için bakınız. http://www.birlesikakilagi.com/baa-manifestosu/

    [2] Bkz. https://tinaztitiz.com/?p=7991

    [3] Bkz. https://www.wikiwand.com/en/Blockchain

    [4] Bkz. https://www.beyaznokta.org.tr/cms/images/201005121838_Trafik_Sikayet_Sistemi.pps

  • Sorun alanlarının “tohumlama” yoluyla iyileştirilmesi

    “Tohum” tanım olarak, “Yaşam alanlarımızın (eğitim, aile, iş, eğlence, öğrenme, ibadet, inanç, gönüllülük ve benzer) bir veya daha çoğunda, küçük ölçekli olumlu farklar yaratabilen; ama bir araya geldiğinde daha gözlenebilir bir değişim ve/ya dönüşüme yol açabilecek etkenler” şeklinde özetlenebilir[1].

    Sürdürülebilir bir kültür dokusuna sahip olmak: Beka anahtarı!

    Bir toplumun uzun süreler içinde geliştirdiği kültür, bir bölümü kendi içindeki özgün öğeler, bir bölümü ise başka toplumlarla kültür değişmeleri yoluyla içselleştirilen öğeler olmak üzere iki ana kaynaktan geliyor[2]. Her iki kültür bileşeni içinde de süzülüp evrensel hale gelen kültür ile uyumlu olmayan, uyumlu olmadığı gibi toplumun sürdürülebilirliği açısından da olumsuz öğeler bulunabiliyor.

    Bunları tespit edip gereken değişim ve/ya dönüşümleri becerebilenler varlığını sürdürürken, diğerleri zaman içinde yok oluyor ya da daha gelişkin kültürlerin egemenlikleri altına girip, içinde eriyorlar.

    Bozuk doku alanları

    Kültür dokusu içindeki “sürdürülemez doku alanları”, iyileştirilmeye konu sorun alanları olarak tanımlanabilir ve kısaca bozuk doku da denilebilir. Bozuk doku alanı’nın başlıca özelliği, “kendini besleyecek ve de kendinden beslenecek etkenleri çevresine çağırıp, kendine yeterli bir kolonileşme yaratması”dır.

    Herkes, çevresine bu gözle baktığında, her eğriliğin tek başına var olmadığını, o eğrilikten beslenen ve o eğriliği besleyen diğer eğriliklerle birlikte varlığını giderek güçlendirilip kolay başa çıkılamaz birer tümör alanı oluşturduğunu göreceklerdir.

    Bozuk doku parçaları ve onlarla iştirak halinde olan etkenlere daha yakından bakıldığında şunlar kolayca görülebilir:

    • Doku’nun çıktıları: İyileşmesi istenilen kültür öğeleri yani bozuk doku (örneğin, karşılıklı saygı eksiği, kopya çekme, özgüven eksiği, tembellik ya da boş övünme gibi),
    • Doku’yu besleyenler: Salt şikayet, salt suçlama, göz yumma, kanıksama, aldırmama, kendini sorumlu saymama, bilmezlik, aymazlık, bilinçli taksir vb.
    • Doku’dan beslenenler: Bozuk kültür dokuları sürdürülemez olsa da kısa vade ve/ya toplumun bir kesimi için kolaylaştırıcı bir etkisi olduğu da yadsınamaz. Buna göre, örneğin kopya çekenler sınavda başarılı(!) olarak not alır, işe girer veya terfi ederler; yalan söyleyenler ceza almaktan kurtulabilirler; saygısızlar kuyruklarda zaman kaybetmezler ilh..
    • Bozuk doku’lar arası görünmez etkileşim: Aralarında bir bağlantı olmasa da her eğrilik, bir başka alanda da eğrilik yaratma potansiyeline sahiptir. İnsan aklı bu konuda çok yaratıcıdır.

    “Tohum”un bir iyileşme sağlaması: Ama nasıl?

    Bozuk doku yapısına ait açıklanan tasavvura dayanarak, iyileştirme için şu formül ileri sürülebilir: Bozuk dokuyu besleyen ve dokudan beslenen yardımcı eğriliklerin etkilerini nötralize edebilecek bir çekirdek teşkili.

    Ama bir sorun var: Yardımcı eğrilik olarak anılanlar da diğer eğrilikler gibi besleyen – beslenen ilişkilerine sahip olacağına göre, bir sorun alanında iyileşme amaçlanırken bu defa çok sayıda sorunla karşı karşıya kalınacak demektir[3]. Nitekim pratikte çoğu sorun’un -o sorun için doğru önlemler alınsa da- kolay çözülemeyişinin altında bu ardışık ilişki gerçeği bulunuyor.

    Ancak bu ardışıklık zincirindeki ilişkilerin giderek zayıflaması, güç de olsa bir çıkış yolu oluşturuyor. Buna göre örneğin her adımda yarı yarıya azalan bir ilişkiler zincirinde, ilk etkinin üç adım sonraki etkisi 0.5^3 yani yaklaşık %12’ye düşmektedir. Ama yine de, bir eğriliği “onu besleyen ve ondan beslenen yakın eğriliklerle birlikte ele almak zorunluğu” bir altın kural olarak ortaya çıkıyor.

    Bir de amorti var: Sorun çözme girişimcilerinin işlerini zora çıkan bu ardışıklığın olumlu bir getirisi ise bir bozuk doku alanında iyileşme sağlamaya çalışırken, onunla iştirak halindeki (besleyen – beslenen) alanlarda da kısmi de olsa iyileşmeler sağlanabilmesidir.

    Bir diğer beklenmeyen yarar ise, bozuk doku alanlarındaki iyileşmelerin, umulmayan alanlarda mutasyon etkileri yaratıp baştan öngörülemeyen iyileşmelere yol açabilme olasılığıdır.

    Bir örnek: Sınavlarda kopya’ya karşı önlem.

    Gerek okullarda gerekse kamu yönetiminin diğer alanlarında giderek daha çok kullanılan[4] sınavları enfekte eden kopya olgusunu[5] kökten çözebilecek bir yöntem olarak gelişkin kültürlerce benimsenen yöntem, “kendine güvenildiğini bilen kişilerin bu güveni istismar etmeyerek onurlarını korumaları”dır.

    Nitekim, toplumumuzun başlıca sorun çözme yöntemi(!) olarak benimsediği “Japonya, Finlandiya vd. yerlerde şöyle, bizim burada ise böyle” alaycılığına konu olan olgu bu “onurunu korumayı amaç edinmiş insanların güveni kötüye kullanmama tutumları”dır.

    Toplumumuzda bu tutumu yaygınlaştırmak için kullanımı yaygınlaştırılmak istenilen Gözetimsiz Sınav[6]  (diğer adıyla Onur Sistemi) kopya denilen bozuk doku’ya karşı bir mücadele örneğidir. O dokuyu besleyen – beslenen etkilerini nötralize edebilecek “çekirdek” ise şu öğleleri dikkate almak zorunda:

    • Onur’unu korumanın kişisel bütünlüğünü[7] korumak anlamına geldiği bilinci uyarılmış yeter sayıda[8] öğrenci,
    • Çocuklarının aldıkları notlardan çok değerlerini korumanın daha önemli olduğu bilincine sahip aynı sayıda ebeveyn,
    • Kopya’nın yol açacağı zararların ve onur korumanın yararlarının farkında birkaç öğretmen,
    • Kopya çekerek (hırsızlık) yoluyla başarı(!) sağlayan öğrencilerin olası itirazlarına pabuç bırakmayacak idareci ve okul aile birliği üyeleri,
    • Kendilerine dolaylı yoldan “onursuz” denilmek istendiğini iddia ederek kopya düzenini sürdürmek isteyenlere alet olmayacak sosyal çevre.

    Gözetimsiz Sınav, kullanılacak olan ana tohum ise de, kopya tümörünü besleyen ve beslenen bozuk kültür alanları da dikkate alınarak birkaç tohum daha bileşik olarak kullanılması gerekecektir. Örneğin böylesi üç besleyen – beslenen bozuk doku alanı için:

    • Beyana güven, söz verme, taahhüt gibi değerlerin daha öncelikli sayıldığı” yakın geçmişteki kültürümüzün yarattığı boşluğun, kendimizden saydıklarımızı kayırma, saymadıklarımızı ise cezalandırma amacıyla kullanma amaçlı bürokrasi ile sureta doldurmaya çalışmanın yol açtığı güven bunalımına[9] karşı tohum fikirleri: Saklı içerik[10], “Okul – Veli – Öğrenci Sözleşmesi[11]”
    • Din kurumunun şekli ritüellerden ibaret sayılması, bunun dışında ahlak (bütünlük, integrity) ile ilişiğinin koparılmışlığı olgusuna karşı bir tohum fikri: “Din iyi ahlaka dayalı yaşamdır”.
    • Kavramların içlerinin boşalmış, böylece içlerine kişiye özel yükleme yapılabilmesine karşı bir tohum fikri: “Toplum yaşamının temel kavramlarında ortaklık sağlanması[12]”.

    Bu tohum fikirlerinin her birinin kendi kendine yaygınlaşması mümkün olamaz. Bu nedenle Tohum Uygulama Araçları adı verilebilecek çeşitli yaygınlaştırma yolları kullanılmalıdır[13].

    Bu açıklamalardan çıkarılabilecek sonuçlardan birisi de, bir kültürde bozulmaların oluşumu kadar giderilmesinin de kolay olmadığı, emir ve direktiflerle, hatta yasalarla dahi düzeltilemeyeceği; mümkün tek yolun, bozuk kültür dokularını besleyen ve ondan beslenen eğriliklerin tek tek anlaşılması ve sonra da yine tek tek her birini besleyen kan akımlarının azaltılması / durdurulmasıdır.

    25 Kasım 2018

     

    [1] Çeşitli tohum fikirleri ve beklenebilecek etkileri için bkz. https://goo.gl/BrsWvi

    [2] Bkz. http://bit.ly/2zqyC73

    [3] Bkz. http://wp.me/p2t6mi-RG

    [4] Sınav olgusunun giderek daha çok kullanımı bir başka hastalığın belirtisi gibi görünüyor: İmkanların kıtalması taliplerin çoğalması karşısında çare olarak “eleme”nin bulunması ve sınavların bu amaçla yapılması.

    [5] İntihal olgusu da bu bağlamda düşünülmelidir.

    [6] Bkz. https://goo.gl/wvBnMH

    [7] “Bütünlük” (integrity) kavramı kimi kültürlerde “namus” anlamında kullanılıyor. Namus’u cinsellikle eş anlamlı kullanan kültürlere göre, söz ve eylem bütünlüğü anlamına gelen bu kavram dikkat çekicidir.

    [8] Gözetimsiz Sınav’ın okul ya da en azından bir sınıfının bütününde uygulanması istenilirse de, sistemi başlatmak için bu her zaman mümkün olamayabilir. Bu nedenle göze çarpabilecek -ve istisna olarak nitelenemeyecek sayıda- öğrenciden ibaret bir grupla da başlanabilir.

    [9] Anketlere göre (http://bit.ly/2OZma2U) Türkiye’de kişilerin birbirlerine güveni %8 civarında.

    [10] Bkz. http://wp.me/p2t6mi-XN

    [11] Bkz. https://goo.gl/REmnsr

    [12] Bkz. http://bit.ly/2P1E8ln

    [13] Bkz. http://bit.ly/2D6Uecp adresindeki belgenin sağ sütununda sıralanan araçlar.

  • İstanbul’daki piyano akortçuları, Fermi’nin sınav soruları ve sorun çözme!

    Başlıktaki üç benzemez ifadenin açıklanmasından önce bir kitap tanıtımı: Philip E. Tetlock ve Dan Gardner’in birlikte yazdıkları “Süper Tahminleme: Öngörü Sanat ve Bilimi”[1].

    Böyle bir kitap adı ilk bakışta pek az kimseyi ilgilendirir gibi görünebilir. Ama biraz düşününce, tahmin yapmanın, doğru tahmin yapmanın, hele hele süper tahmin denilebilecek kadar güç tahminleri yapabilmenin ilgilendirmediği hemen hiç kimse olmadığını kolayca çıkarabiliriz.

    Kim olursak olalım yaşamlarımızın her karesini dolduran tek ortak şey “sorun çözmek” denilebilir. Ev kadını, futbol takımı teknik direktörü, filanca kuruluşun CEO’su ya da bir politikacı, herkes her an kendi çapında bir sorunu çözmeye çalışıyor.

    Bu çabaların yine hemen hepsi, bazı varsayımlara onlar da tahminlere dayanıyor. Ev kadınının yemek pişirirkenki varsayımı pişirdiği yemeğin onu yiyecek olanların hoşlarına gideceği; bir önce hafta harika bir gol asisti yapan futbolcuyu ilk 11de sahaya süren direktörün varsayımı bu hafta da aynı performansı göstereceği varsayımı; emekliye ikramiye vaat eden politikacının varsayımı ise emeklilerin kendi partisine oy vereceği varsayımları yani tahminleridir.

    Bu kısa akıl yürütmeden çıkarılabilecek sonuç, sorun çözmek ile tahmin yapmak arasındaki sıkı bağlantıdır. Karl Popper’in ünlü “Tüm yaşam sorun çözmektir” sözünü biraz çevirip “Tüm yaşam tahmin yapmaktır” dense yeridir (hatta galiba biraz daha doğrudur).

    Biraz daha ileri gidelim!

    Tahminlerin sadece sorun çözme aracı değil, o sorunların ortaya çıkmasının da en önemli sebeplerinden birisi olduğu söylenebilir. Lütfen şahsen çeşitli zamanlarda ya da tam şu anda çözmeye uğraştığınız sorunların nedenlerini bir düşününüz. İçinde mutlaka en az bir yanlış tahmin vardır.

    Dünyanın başına iş açmış dertlere bakıldığında, mesela Irakta 1 milyona yakın insanın öldüğü özgürleştirme(!) savaşının nedeni “Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu” yanlış tahmini (ya da o tahminin bahane olarak kullanımı) değil miydi?

    Kısacası, nerede bir hatalı tahmin varsa ardından mutlaka en az bir sorun ortaya çıkar. Tahminler ve sorun çözme arasındaki yakın akrabalık buradan çıkıyor.

    Fermi’nin sınav soruları!

    Enrico Fermi (İtalyan asıllı Amerikalı fizikçi) ders verdiği Maryland Üniversitesi mühendislik fakültesindeki bir sınavda sorduğu “bir dönem boyunca üniversite öğrencilerinin tüketmiş oldukları toplam pizzanın alanının tahmini” sorusu daha sonraları mühendislik müfredatına girmişti[2].

    Fermi’nin sorularından birisi de “Chicago kentindeki piyano akortçularının sayısı” idi ve hemen çoğu kimsenin “ne bileyim ben!” diyebileceği belirsizlikte bir sorudur. Ama bu problemi, tahmini -nispeten- daha kolay sorulara[3] bölerek gerçeğe epey yakın bir tahmin yapabilmiş

    Bunlar kimin işine yarar?

    Net yanıt, “herkesin işine yarar” olsa da, “en çok kimin işine yarar?” şeklinde tekrar sorulursa, doğru yapılmamış bir tahmin sonunda doğabilecek zarar en çok neredeyse orası ile ilgili insanların işine yarar denilebilir.

    Buna göre “akşam yemeğine ne pişirsem?” konusunda tahmin yapan bir kişinin yanılması ile “şirketimize kimi seçsek sorun stokumuzu en az zararla azaltır?” konusunda yanılacak şirket hissedarlarının uğrayacağı zarar tabii ki aynı değildir. Birincisinin karşılaşabileceği durum, “eline sağlık ama ben tokum, almayayım” iken, ikinci durumda “iflas masasına ne zaman başvursak” şeklinde olabilir.

    İstihbarat servisleri, politik tahminciler, ekonomik analiz yapanlar ve bütün bu kanallardan gelen bilgileri kullanarak ülke ya da şirket yönetenler, doğru tahmin konusunda birincil müşterilerdir.

    Burada işareti gereken en kritik nokta ise, “doğru tahmin” deyimindeki “doğru” nitelemesidir.

    Tahminin doğrusu nasıl olur?

    Tahminlemenin iki bileşeni istatistik ve sezgi olarak biliniyor. İstatistik yoluyla en doğru (yani en az yanlışla) tahmin yapabilmek, eldeki sorun’un daha elemanter sorulara bölünmesine, böylece birden fazla soru’nun aynı soru içinde bulunmayışına bağlı.

    İstanbul’da kaç piyano akortçusu bulunduğu, içinde en az 6 grup soru bulunduğuna hatta bunların da içinde de başka alt sorular bulunabileceğine göre doğru bir soru değildir. Ama alt sorular, istatistik tahmine daha uygundurlar.

    İkinci bileşen sezgi olup, yakın zamana kadar varlığı bile kuşkuluyken bugün deneysel yolla gösterilebilmiştir[4].

    İstatistik tahminin doğruluğu nasıl ki dar alana sıkıştırılmış sorular koşuluna bağlı ise, sezgisel tahminin doğruluğu da bir diğer koşula bağlıdır: Sezgilerin dayandığı bilgi tabanının zenginliğine.

    Bu ikinci koşul, sıkça karşılaştığımız derinden etkilendiğimiz kutuplaşma sorununu da anlamaya yol açıyor: Az bilgi ve kesin inanç sahibi olundukça düşüncelerinde gayet samimi olan birçok insan, tahminlerinin doğruluğundan o denli emin hale geliyorlar ki, benzer tahminlere dayalı tasavvurlara sahip olmayanları “öteki” olarak etiketliyor.

    Buna göre doğru tahmin, olabildiğince elemanter cevapları olabilecek yalın sorulara ayırmak ve zengin bir bilgi tabanından beslenen sezgileri de hesaba katmak yoluyla yapılabilir.

    Aksine, hoşa gidenlerin, doğru sandıklarımızın, en kötüsü de işimize gelenlerin paketlenip başkalarını ikna amacıyla kullanımı tahmin değil falcılıktır.

    Sorun Çözme Kabiliyeti (veya kapasitesi) düşük olduğu için sürekli artan ve altında ezilmekte olduğumuz sorun stokunu küçültme yolunda güçlü araçlardan birisi de hem sanat hem bilim sayılabilecek olan tahminleme aracıdır. Bu aracı doğru kullanmaya yönelmek, stoku küçültmek için sağlam adımlardan birisi sayılmalıdır.

    3 Mayıs 2018

    [1] Tetelock, E.D and Gardner, D., Superforecasting: The Art and Science of Prediction, 2015, NewYork

    [2] Vefa Lisesi matematik öğretmenlerinden rahmetli İhsan Irk’ın (salla İhsan) geometri sınavında -her öğrenciye ayrı sorduğu- sorulardan bana düşen soru benzer nitelikteydi: “Bir masa satın almak isteyen kişi, birbirine yakın fiyatlı iki masadan 3 ayaklı olanı mı 4 ayaklı olanı seçmelidir ve niçin?” Belki o da imkan bulsaydı bir başka Fermi olabilirdi. Bu vesileyle nur içinde yatsın.

    [3] Sorduğu sorular: (1) Kentin nüfusu nedir? (2) İnsanların yüzde kaçında piyano olabilir? (3) Başka piyano bulunduran kurumlar kaç tane olabilir? (4) Bir piyano ne kadar zamanda bir akort edilir? (5) Bir akordun süresi ne kadar olabilir? (6) Bir akortçu ortalama ne kadar çalışır? Sorularına verilen olsa olsa türü tahminlere göre bulduğu 62.5 akortçu’nun gerçeğe ne kadar uyduğunu sarı telefon sayfalarından kontrol etmiş ve 63 rakamına ulaşmış. (Fakat çoğu ismin mükerrer olduğunu, dolayısıyla tahminin gerçekten farklı olduğunu da not etmiş). Bu satırlar dipnot1’deki kitaptan alınmıştır.

    [4] Avustralya New South Wales Üniversitesi’nden Ass.Prof. Joel Pearson ve 20 öğrencisinin yaptığı bir deney için bkz. http://bit.ly/2H3cRvT.

  • “Yargıların askıya alınması” ve “düşünme” üzerine

    Düşünme yerli ve yabancı birkaç kaynakta şöyle tanımlanıyor:

    • Bir şey hakkında muhakeme yürütme süreci
    • Bir yargıya varmak ereğiyle bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki bağlantılardan yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmak
    • Aklından geçirmek, göz önüne getirmek

    Bu tanımlarda -ve buraya alınmayan birçoğunda- ortak nokta, beynin akıl adı verilen “nöronlar arasında bağlantı arama ve/ya kurma” yetisinin özgürce hayal kurmak ve/ya bir amaca yönelik olarak kullanımıdır.

    Diğer ortak nokta, bu sürecin mutlaka birbirine ve / veya / ise / değil / dir / eğer gibi mantık operatörleri ile ya da birbirinin neden veya sonucu olacak şekilde bağlı olma zorunluğu olmasıdır.

    Damdaki kemancı’nın “eğer zengin olsa idim” düşüncesi böylesine özgür bir düşünce iken, “eğer çevre şartları normal ise su yüz derecede kaynar” cümlesini oluşturan ve her biri tanımı belirli öğeler ise, birbirine mantık operatörleriyle bağlı başka bir düşüncedir.

    Buna göre “hâkim bey düşünsenize bu durumda rüşvet vermeyip de ne yapacaktım?” cümlesindeki düşünme’nin yanlış olduğunu değil, ancak yasalara göre suç olduğu söylenebilir. Bu nedenle düşünme sürecinin başına, onun niteliğini belirten bir sıfat eklenmesi adet olmuştur. Yaratıcı düşünme, rasyonel veya irrasyonel düşünme, ahlak normlarına uygun düşünme, şeytani düşünme, abuk-subuk düşünme vd. daha belirli tanımlar sayılabilir.

    İşaret edilebilecek ikinci nokta, her “düşünme” eyleminin, şu altı öğe ile sınırlı bir alan içinde gerçekleştiğidir:

    (1) Kavram dağarcığı,

    (2) Belleğindeki ve erişimindeki bilgiler,

    (3) Başkaları ile etkileşimler[1],

    (4) Ön yargıları,

    (5) Çevre koşullarının empoze ettikleri[2] ve

    (6) Bu beş öğeyi işleyebilme konusundaki yetisi[3].

    Yukarıda sayılan çeşitli düşünme türlerinin her birisindeki düşünme verili olarak kutsanması gereken bir eylem değildir. Değerli olan düşünme, kişinin düşünebildiği çerçeveyi genişleterek, daha önceden sahip olmadığı bir “buluş” ile sonlanan düşünme olup, buradaki buluş, kişinin mevcut bilgileri ile bağ kurabilme -ki buna akletme[4] deniliyor- sonucudur.

    Düşünme sürecini denetleyen bu öğeleri askıya almaksızın bir buluş üretilemeyeceği net olarak görülüyor. Toplumumuzun, buluşçuluk konusundaki geleneksel zafiyetine[5], akıl kullanma ya da düşünme konusundaki zafiyeti; ona da askıya alma konusundaki çekingenliği açısından bakmak gerekir.

    Bu tür düşünme süreçleri en sonunda kişinin evren tasavvuru denilebilecek bir noktada durmak zorundadır. Bu nokta bir süre, yeni bir düşünme yoluyla değişebilmeye açık bir inanç olarak kalabilir. Örneğin düşen bir cismin, yerçekimi adı verilen bir nedenle düştüğüne “inanılır”; eğer bu inanç değiştirilmeye kapanmaz ise bir süre sonra daha akla yakın başka bir bilgiyle değiştirilip, yeniden değişene kadar yeni inanç olarak benimsenir.

    Düşünme süreci bedendeki enerji bilançosu açısından en önde gelen süreç olup, toplam enerjinin %20 kadarlık bir bölümünü kullanmaktadır[6]. Gerek bu nedenle gerek düşünce çerçevesinin sınırlarını genişletme çabası yeni belirsizlikler getireceği ve onların aşılması için de yukarda sayılan altı öğede değişiklik yapma ihtiyacı nedeniyle ve nihayet doğan belirsizliklerin yaratacağı korkular nedeniyle düşünceler değişime kapatılabilir ve giderek değişime dirençli inançlar oluşabilir.

    Bu süreç dini bağlamdaki inançlar için de geçerli olup, inancın nihai derecesi denilebilecek olan “iman” için dahi İslami öğretideki “tahkîkî iman” (doğrulamaya dayanan iman) kavramı geçerlidir[7].

    Kimi yorumcular “iman”ın, sürekli gelişen bir süreç olmayıp, doğrulamalar sonunda birden sıçranan bir bilinç durumu olduğunu ileri sürseler de, şu cümle iman’ın gelişime açık karakterini göstermeye yeterlidir: “Aslolan her Müslümanın tahkîkî imana sahip olması, neye, niçin ve nasıl inandığının bilincini taşımasıdır[8]”.

    İman’ın bireysel karakteri, bunun “bir başkasının imanını tahkik etme” anlamı taşımayacağı, ancak ve yalnız kişinin kendi imanını sorgulama yoluyla doğrulaması ve giderek onu zayıflatmış olabilecek öğelerden arındırma çabası olması gerektiğini gösteriyor.

    Bu yazının konusunu oluşturan “askıya alabilme” becerisi düşünme çerçevesinin genişletilmesi için en önemli araçtır denilebilir. Düşüncelerinin -ki nihai durumda inançlarının- doğruluğundan emin bir kişi için bilim de din de donmuş birer kalıptan başka bir şey değildir.

    Bunun sürekli bir arayış içinde olmak anlamına geldiği açıktır. Fakat bu durumda, düşünme sürecinin altı öğesinin her biri içindeki çok sayıdaki element de kesinlikten uzak olacağına göre kaotik bir durum doğmaz mı? Eğer her şey değişebilirse neye dayanarak yeni düşünceler üretilebilecektir?

    İşte bu nedenle, altı düşünme öğesinin her biri için “daha az değişeceğine inanılan” birer omurga oluşturulmalı, diğerleri o omurgalar içine yerleştirilmelidir. Kuşkusuz omurgalar da değişime açık olmalıdır; ama her an için yine de elde “sabit duran bir omurgalar sistemi” mevcut olacaktır. Bu omurgalara “temel ilkeler”, “kurucu ilkeler” ya da “maksimler” denilebilir. Çeşitli alanlardaki maksimler için yapılan bir araştırmaya verilen cevaplar http://bit.ly/2BlLpGa adresinde -hiç dokunulmadan- verilmiştir.

    Sonuç: Bir toplumun sorun çözme kabiliyeti, beka (varlığını sürdürebilme) kabiliyeti ile neredeyse eş anlamlı sayılacağına; bu ise doğrudan doğruya o toplumu oluşturan bireylerin düşünsel kapasitelerine bağlı olduğuna göre, başta eğitim olmak üzere çeşitli alanlar için önemli bir yol göstericinin “düşünme becerilerinin geliştirilmesi” olduğu görülüyor.

    Bu yol göstericinin aksi de işe yararlıdır: Bir ülkeyi yok etmek için, onların düşünsel becerilerini azaltacak önlemler (ezber, sorgulamama, değişmez öğretilerle beyinleri doldurma vb) uygulamak, o ülkeyi işgal etmekten daha düşük maliyetlidir.

    Gerektiğinde askıya alınamayan ya da istemli unutulamayan[9] bilgi yararsız bir yüktür; yaratıcılığın, yeni öğrenmelerin ve en önemlisi muhakemenin önündeki aşılmaz engeldir. Bilgiçlik, bağnazlık ve köktenciliğin başlıca yapı taşı bu tür bilgidir.

    19 Aralık 2017

    [1] Kişinin başkalarıyla etkileşimi yoluyla elde ettikleri, “erişimindeki bilgiler” başta olmak üzere diğer öğeleri de etkilemektedir.

    [2] Örneğin, bir işte çalışan ve yaşamı için gereken ücreti kazandığı iş koşullarının dikte ettiği kimi zorunluklar, kişinin düşünce sınırlarını ister istemez etkilemektedir.

    [3] Bu yetiye zeka (intelligence) adı verilmekte olup ½’sinin genetik, ½’sinin çevrel faktörler olduğu biliniyor. Bkz. https://ghr.nlm.nih.gov/primer/traits/intelligence

    [4] Düşünme sürecini mümkün kılan yetiye akıl veya zihin (mind) adı verilmektedir. Zeka ve akıl arasında ortak yetiler olsa da akıl daha üstün yetiler (muhakeme, problem çözme vb) için kullanılıyor. https://en.wikipedia.org/wiki/Reason

    [5] Bkz. https://tinaztitiz.com/3634/biz-nicin-icat-yapamiyoruz/, https://tinaztitiz.com/wp-content/uploads/2012/05/total_history-1.pdf

    [6] Bkz. https://popsci.com.tr/cok-dusunmek-insani-yorar-mi/

    [7] Bkz. Tahkiki iman, https://goo.gl/wyu1Yq

    [8] a.g.e. (6)

    [9] Unlearning, geçerliği kalmamış bir bilginin istemli olarak unutulması