-
Nis 16 2012 3G teknolojisi ile goller, pizzalar ve fragmanlar ve daha neler !
TV reklamlarından büyük bir sevinçle öğrendiğimize göre artık futbol maçlarındaki golleri (basketbol sayıları için henüz bir haber yok) cep telefonumuz üzerinden defalarca seyredebileceğiz. Müjde bununla sınırlı değil; bir pizzayı yemeden (defalarca), bir filmin fragmanını (yine defalarca) sinemaya gitmeden seyredebileceğiz.
3G adı verilen üçüncü nesil cep telefonları, şimdikilere göre çok hızlı bir şekilde ses, resim ve müzik iletebilecek. Böylece gençlerimize yepyeni bir dünya kapısını açıyor (bu yolla oluşacak büyük telefon masraflarını ise kredi kartı, kredi kartı borçlarını ise ikinci, üçüncü ilh kredi kartlarıyla ödeme imkanı doğacak).
Bu müjdeli günleri -övünmek gibi olmasın- evvelden tahmin eden birisi olarak 2002 yılında yazdığım bir mektubu sizlerle paylaşmak istedim. Gerçekte amacım ise -şaka bir yana- GSM operatörlerimize bu yolla da bir çağrı yaparak, mesleksiz, işsiz ve ümitsiz gençlerimizin gol, pizza ve fragman ihtiyaçlarını bir süre erteleyerek, bu teknolojiyi yararlı bir biçimde kullanmaya özendirmek.
Mektubu, noktasına virgülüne dokunmadan aşağı alıyorum.
17 Temmuz 2009
Sayın Ahmet METE
Genel Müdür V., ERICSSON
Spring Giz Plaza, Kat 14 – Maslak / İSTANBUL
Pazartesi, 11 Şubat 2002
Sayın Mete,
Geçtiğimiz haftalarda, şirketiniz elemanlarından dostum Dr.Mustafa AYKUT’un davetiyle katıldığım WCDMA sunumu için sizlere teşekkür etmek, Creaworld konsepti ve uygulaması konusundaki önderliğiniz için kutlamak ve bir yandan da bir işbirliği önerimi size iletmek için bu mektubu yazıyorum.
Prensip itibariyle size uygun göründüğü takdirde ayrıntıları üzerinde çalışılabilecek olan önerimi ve dayandığı varsayımları kısa başlıklar halinde not ediyorum:
Herhangi bir teknolojinin bir topluma değer katabilecek şekilde kullanılabilmesi ve böylece de uzun dönemde bu değerden kendisinin de pay alabilmesi -ki sürdürülebilir gelişme budur- için:
- O teknolojinin kullanımına özgü ve içine gömülü (embedded) durumdaki toplumsal değer, alışkanlık ve becerinin mevcut olması,
- O teknolojinin, toplumun öncelikli ihtiyaç alanlarındaki kullanımına yönlendirilmesi
gerekir -diye düşünüyorum-.
Örneğin GSM teknolojisine bu ilke ışığında bakıldığında, penetration oranının bu denli yüksek, ama yararlılık düzeyinin de bu denli düşük olması, ancak bu ilkenin yeterince yerine gelemeyişi ile açıklanabilir görünmektedir.
Örneğin, cep telefonu gibi bir aletin en derin ihtiyaç hali olan doğal afet durumunda pek bir işe yaramamış olması, (a) da değinilenlerin eksikliği ile yakından ilgili görünüyor..
Dünyanın başka yerlerinde bu iki ilkeye dikkat edildiğinde yaşamı kolaylaştırıcı, insanlık ideallerine erişmede yardımcı olabilen GSM teknolojisi, Türkiye’de bugüne kadar bir “muhabbet” aracı olmaktan pek uzağa gidememiştir.
WCDMA teknolojisi, bugünkü değerlerimiz, alışkanlıklarımız ve becerilerimiz ışığında cep telefonlarından daha öte bir yarar sağlayamayacak gibi görünmektedir.
Nitekim, II Dünya Savaşı sonrasında ekonomik açıdan zayıflamış, değerler açısından erozyona uğramış ve büyük bir kitlenin işsiz kaldığı ABD’de toplumsal dönüşüm TV yoluyla sağlanmış, bugünkü dünya liderini bir anlamda TV yaratmıştır.
Aynı TV -hem de çok daha üstün teknoloji ve penetrasyon ile- bugünkü Türkiye’de pek az işe yarayabilmektedir. Bu denli az değer üretecek biçimde kullanılan TV ise dönerek hem yayıncılık, hem yapımcılık, hem de TV elektroniği sektörlerine kâr getirmemekte, bütün bu sektörler sürekli zarar etmektedirler. Toplum ise bu zararları çeşitli yolsuzluk türleri yoluyla geriye ödemektedir.
Benzer şekilde WCDMA teknolojisi desteğinde, futbol maçlarındaki gollerin tekrar izlenmesi, film fragmanlarının izlenmesi, internet üzerinden “görüntülü muhabbet” gibi alanların dışına çıkabilecek uygulamaların pek sınırlı kalacağını tahmin edebiliyorum.
Bu tahminlerden sonra, dünya için gerçek bir devrim ve Türkiye için de derin bir ihtiyaç alanını gündeme getirmek istiyorum. Bu alan, “geleneksel eğitim”in yerini alma yolunda hızla ilerleyen “öğrenme” olgusudur. Learning Based Education bu alandaki tek norm olmaya doğru gitmektedir.
Beyaz Nokta ® Vakfı, 1994 yılından bu yana -özellikle de öğrenmeye dayalı olarak- eğitim projelerinde bilgi birikimi üretmiş bir vakıftır. Vakıf tarafından üretilen bilgilerin bir bölümü yukarıdaki web sitesinde yer almaktadır.
Nüfusunun %40’ı 25 yaş altı genç insanlardan oluşan ülkemizin bugün ve gelecekte en çok ihtiyaç duyacağı teknoloji -ki bunlara soft-teknolojiler [1] diyebiliriz-, kendi dışındakilerin onun adına yararlı olacağına karar verdiği konuların öğretilmesi yerine geçecek olan şu soft-teknoloji alacaktır.
“kendi belirlediği ihtiyaçlarını:
- kendi öğrenme hızında,
- kendi öğrenme stiline uygun olarak,
- kendi uygun gördüğü zamanlarda ve de
- içinde bulunabileceği çeşitli gerçek yaşam durumları içine gömülü olarak öğenebileceği ortamlar –learning climates– yaratılması”
Bu tür öğrenme ortamları dünyada giderek yaygınlaşmakta ise de, buna en çok ihtiyaç olan ülkenin Türkiye olduğu aşağıdaki grafikten görülmektedir:
Bu argümanlarıma dayanarak size bir öneride bulunmak istiyorum: Beyaz Nokta ® Vakfı, 1994’den bu yana eğitim -özellikle de öğrenmeye dayalı eğitim- konusunda çalışmaktadır.
Eğitim konusunda çalışan diğer kurumlardan farklı olarak, kişilerin eğitsel ihtiyaçlarını belirlemede ve de gidermede olağanüstü bir genetik beceriye sahip olduklarına, bu nedenle de onlara bir şeyler öğretmeye çalışmak yerine, belirledikleri öğrenme ihtiyaçlarını giderebilecekleri ortamlar yaratmaya çalışmaktadır.
Bu yaklaşım, çoğunluğun alışkın olduğu “öğretme” yaklaşımına zıttır ve bu nedenle de topluma anlatılması güç olmakta, destekleme imkânı olan kuruluşlar da -potansiyel sponsorlar-, gerçek ihtiyaçlara pek cevap vermese de, topluma daha kolay “satılabilecek” olan içeriği zayıf-kabuğu parlak projeleri desteklemeyi tercih etmektedirler. Biz vakıf olarak ise, israrla, açıkladığımız yaklaşımı yaygınlaştırmaya çalışıyoruz.
WCDMA teknolojisi, mükemmel bir öğrenme ortamı olabilir. Hele günümüz bilgi kaynaklarının giderek digital ortamlara aktarıldığı dikkate alındığında, Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir kişinin tek başına, istediği herhangi bir beceriyi kazanması mümkün görünmektedir.
Size önerim, bu konuda ERICSSON – BEYAZ NOKTA® VAKFI arasında bir stratejik işbirliğidir.
Bu işbirliği sürecinin çeşitli evrelerinde ortaya çıkacak olan öğrenme ürünlerinin (learning products), ERICSSON lehine önemli bir rekabet avantajı sağlayacağı açıktır. Her ne kadar diğer rakipleriniz de benzer uygulamalar yapmaya teşebbüs edecekler ise de, hem erken yola çıkmış olmak, hem de sağlam bir bilgi tabanı ile birlikte olmanız dolayısıyla daima bir avantaj farkını koruyabileceksiniz.
Kısa tutmaya niyetlenmekle birlikte yine de uzattığımı farkettiğim mektubumdaki ana fikir ile mutabık iseniz geri kalan kısımlar ayrıntı sayılabilir. Burada “ayrıntı” sözcüğünü dikkatle seçtim. Çünkü, WCDMA gibi ileri bir hard-teknoloji ile “öğrenmeye dayalı eğitim” gibi bir soft-teknoloji evliliği yalnız Türkiye açısından değil global açıdan bir “sıçrama” sayılabilecektir. Bu yüzden geri kalan kısmına ayrıntı diyorum.
Önerimi düşündükten sonra görüşmeyi isterseniz beni aşağıdaki iletişim bilgilerim aracılığı ile lütfen haberdar ediniz.
Bu vesile ile işlerinizde başarılar dilerim.
Saygılarımla,
M.Tınaz TİTİZ
-
Nis 16 2012 Telekulak nasıl engellenir?
Uzaktan algılama bir teknoloji ve üstelik çok da gelişkin bir teknoloji.
Medyada sıkça yakınılan “bu kadar çok insan de dinlenir mi, ayıptır” ve de yargıtay’ın verdiği karara gerekçe olarak gösterilen, “herkesi izlemek olmaz“ı kolayca geçersiz kılabilecek gelişkinlikte bir teknoloji paketi.
İçinde sadece bir tek sözcüğün geçtiği tüm iletişimi (telefon, e-posta, faks vb) izlemek, üstelik de hiç mahkeme kararı olmadan izlemek, hatta Türkiye sınırları dışından izlemek mümkündür.
Nitekim 11 Eylül sonrası, içinde Guantanamo, terör, bomba, Ladin, ikiz kule gibi yüzlerce sözcüğün geçtiği e-postalar -hem de servis sağlayıcı aracılığıyla- izlenmişti.
Bugünün gelişkin teknolojileri ortaya çıkmadan 40 yıl kadar önceleri, Sinop’taki ABD dinleme merkezinin şöhreti, “Rusya’daki askeri üslerdeki pilotların diş fırçalama seslerinin dinlenebildiği“ne kadar varmıştı.
Ulaştırma Bakanı’nın “dinlenmek istemiyorsanız konuşmayın” önerisi belki yanlış formüle edilmiş olabilir ama kesin bir gerçeği dile getirdiği de unutulmamalıdır.
Sözün kısası, sizi birisi izlemek isterse bunu yapabilir.
Peki şimdi bir soru: İzleme işi epey çaba -ve tabii ki masraf- gerektiren bir uğraş olduğuna göre buna kalkışan(lar) bunu niye yapsınlar?
İnternette virüs yayan hacker’ların çok çok küçük bir bölümünün zeki ama psikopat kişiler olduğu, geri kalan çok büyük bölümünün ise sipariş üzerine çalıştıkları biliniyor.
Yazılım firmalarının -tabii ki hepsi değildir- kimi departmanları güvenlik yazılımları üretirken, başka birimleri de bu güvenlik duvarlarını aşabilecek virüs yazılımları üretiyor. Kuşkusuz bunun için her iki departman grubunun çok sıkı bir eşgüdüm(!) içinde çalıştıkları kolayca tahmin edilebilir.
Açık kaynak kod uygulamasını yaygınlaştırmak isteyen kişi ve şirketlerin bir türlü -yeterince- yaygınlaşamayışının altında, güvenlik ve virüs yazılımını aynı anda üreten şirketlerin olduğu bellidir.
Bu noktadaki sözün kısası, “bir malın, ancak alıcısı varsa üretilebileceği“dir.
Bu basıt akıl yürütmeden görülebilen gerçek, izleme konusunda teknolojik önlem geliştirmek, yasaklayıcı mevzuat üretmek vb araçların işe yaramayacağı, sadece malın (izlemeye yarayan donanım, yazılım, işgücü vd) fiyatını artıracağıdır.
Kritik nokta ise, malın müşterileridir…
Müşteriler, alt etmek istedikleri kişi ve/ya kurumlara karşı koz üretmek peşindedirler [1]. Bir diğer deyişle, birbirini alt etmek isteyen taraf sayısı arttıkça müşteri sayısı artacak, müşteri arttıkça mal sağlayıcı artacak, mal sağlayıcılar dönerek yeni pazarlar üretebilmek için pazarlama faaliyetine girişecekler ve kendini besleyen bir döngü oluşacaktır.
Bu süreci önce azaltıp sonra da durdurmanın çaresi, herhangi bir konuda birbirini alt etmenin tek mümkün yolunun, yargılarına güvenilen bir hukuk sisteminden geçtiği anlayışının yerleştirilmesidir. Eğer, altetme aracı olarak kullanılan izlemenin bir alternatifi herkes tarafından kolay ve ucuz erişilebilir şekilde piyasaya sürülürse kim kimi niye izlesin. Bu alternatif, “hukuk”tur. Özgürlükler ve demokrasi de -iletişim özgürlüğü dahil- ancak böyle bir ortamda mümkün olabilir.
Demokrasi ve hukukun birbirinin alternatifi olarak sunulduğu dikkate alınırsa izleme tırmanışının kök nedeni anlaşılmış olacaktır.
Bu nokta üzerine yoğunlaşmak yerine, izlemeyi imkansız kılacak önlemlere kafa yormak abesle iştigal sayılabilir.
5 Haziran 2008
[1] https://tinaztitiz.com/dosyalar-2/#alegar