• Her şeyin dersi!

    TBMM’de bütçe görüşmeleri sırasında çeşitli bakanlıkların bütçeleri üzerinde konuşan sözcüler, istisnasız olarak bir noktada birleşirler: hangi konuda bir sorun varsa, onunla ilgili bilgiler ilkokul programlarına konulmalıdır!

    Orman sevgisi, tarım bilinci, çevreye saygı, trafik kurallarına uyum, vatanın bölünmezliği, üst mahkemelerin yararları ve daha akla gelebilecek tüm değerli kavram ve bilgilerin ilkokul müfredatına konulması, aslında ülkemiz sorunlarının konuşulduğu hemen her platformun değişmez önerisidir.

    Nitekim, bu denli ısrar ve süreklilikle savunulagelen bu yaklaşım, ulusumuzca üzerinde en çok (ve en kolay) uzlaşı sağlanmış “doğru”lardan biri haline gelmiş ve bu büyük uzlaşı, ilkokul müfredatına yansıtılmıştır.

    Üzerinde bu denli anlaşma doğmuş bir konu hazır bulunmuşken ilkokul düzeyi ile yetinilmemiş, orta, lise ve yüksek öğretim kurumlarına da yaygınlaştırılmıştır.

    Bu durumun da yeterli sayılmayıp, gelecekte daha da genişletileceği, yeni çıkacak hastalıklardan nasıl korunulacağı, yeni çıkarılacak kanun hükmündeki kararnamelerin vatandaşlara yüklediği sorumluluklar gibi hayati konuların da üniversitelere lisans üstü programlar olarak eklenebileceğini tahmin etmek güç değildir.

    Şaka bir yana, “çocuk ve gençlerimizin bilmelerinde yarar olabilecek konuların, onların öğretim programlarına konulmasında ne zarar var?” denilebilir. Nitekim, bu düşünce çok yaygın bir destek bulduğu için bu denli kolaylıkla hayata geçebilmiştir.

    Buna verilebilecek yanıt kısa ve nettir: Evet, son derece zararlıdır. Çünkü, eğitim kurumlarının görevi, ihtiyaç olabilecek tüm bilgileri vermek değil, çocuk ve gençlerin o bilgilerden yararlanıp ihtiyaçlarına karşı gelen bilgileri oluşturma becerisini kazandırmaktır.

    İhtiyaç olan bilgileri ayrı ayrı vermek demek, ileride ihtiyaç duyabilecekleri bilgi-beceri-davranışları oluşturabilme becerisini verememek demektir. İhtiyaçlarını bu şekilde “bileşenlerden oluşturmak” yoluyla değil de, birilerince hazırlanmış olarak karşılamaya alıştırılan çocuk ve gençlerin yalnızca bilgi-beceri-davranış ihtiyaçlarını değil tüm ihtiyaçlarını başkalarından (genellikle de önce anne baba, onların da devletten) bekler durumda bulunmaları boşuna değildir.

    Eğitim işlerini yürütmek “durumunda” olan görevlilerin bu gerçeği anlamaları, her ihtiyacı eğitim programlarını şişirerek karşılamaya kalkışmak ve böylece durgun, yaratıcılığı bastırılmış çocuk ve gençler yetiştirmek yerine, bu ihtiyaçların temel bileşenlerinin neler olduğunu -ki bunlar bellidir- araştırmaları ve müfredatı buna göre tasarlamaları gerekir.

    Daha da önemlisi, çocukların -hatta tüm canlıların- doğal öğrenme yöntemi olan “oyun”a daha çok zaman ayrılması, hatta oyun’un, “en temel öğrenme yöntemi” olduğunun idrak edilmesidir.

    Pazar, 18 Aralık 1994