• Nereden başlamalı?

    15 Temmuz darbe girişimi konusunda medya organlarında bol miktarda analiz ve çözüm okuyor, dinliyoruz.

    Hemen tamamında geçen anahtar sözcükler arasında, girişimin nedenleri bağlamında aldatılma, dış güçler, hıyanet vbg; çözüm bağlamında ise, kapatma, sistem, yapılanma, demokrasi gibi kelimeler ön sıralarda yer alıyor.

    3 Ağustos tarihli bir köşe yazısında (http://goo.gl/QOE0WQ) darbe girişimine yol açan nedenler bağlamında çoklukla tekrarlanan çelişkiler dile getirilirken, çözüm bağlamında laiklik ilkesinin önemi şu cümleyle vurgulanıyor: “Laiklik Türkiye için bir ölüm kalım meselesi. Bu göz ardı edilirse, istenen tedbir alınsın, işin sonu uçurumun dibidir”.

    Bu doğruya ne denilebilir? Demokrasinin önkoşulu sayılmak gereken laiklik ilkesinin göz ardı edilmesi rejimin ortadan kalkması demek değil midir?

    Yoksa öyle değil mi?

    Öyle olup olmadığını anlamak için başka bir örneğe bakmak lazım: Toplumumuzun fanatik bir bölümü haricinde Atatürk’ü sevmeyen var mıdır? Yok gibi görünüyor. Bunun için bir asit testi olsaydı kimin ne kadar sevdiğini (daha doğrusu saydığını) anlayabilirdik, ama yok.

    Yok mu?

    Aslında var. Atatürk’ün düşünsel mirasının tam ortasında “akıl yetisini kullanma aracı olan bilimin yol göstericiliği ” yer aldığına, bilim ise kuşku – merak – sorgulama üçlüsü, yani rasyonel ve kritik düşünme demek olduğuna göre,  öz’ü oluşturan bu kavramı önemseme bir asit testi olamaz mı?

    Okuduğunu anlama konusundaki düzeyi, uluslararası güvenilirlikteki testlerde –yani PISA- belgelenmiş[1] bulunan ve çoğu da kendini laik ve Atatürk’çü olarak tanımlayan genç nüfusumuz ve onları yetiştiren aile – okul – toplum üçlüsünün Atataürk’ün rasyonel ve kritik düşünme konusundaki mirasına saygısı anılan test yoluyla belgelenmiş değil midir? E peki hangisi doğrudur: Sözel Atatürk sevgi ve saygısı mı, yoksa yabancıların integrity = bütünlük (bizdeki karşılığı namus) dedikleri anlamda yaptıkları ?

    Bu, ağzından çıkanın anlamını düşünmemiş olmak değil mi?

    Gelelim benzer biçimde laiklik konusuna: Geçtiğimiz haftalar içinde TBMM Başkanı Sn. Kahraman, anayasadan laiklik ilkesinin çıkarılması gerektiği yolunda bir test söylemi ortaya attı. Nasıl bir tepki oluşacağını merak etmiş olabilir. Beklenebileceği gibi bir tepki oluştu ve ardından sözün şöylece düzeltilmesi yoluna gidildi (mealen): “Laiklik yararlı bir şeydir; her inanç sahibinin inancını dilediğince yaşayabilmesi demektir”.

    İlginç olan, bu ifade üzerine kamuoyundan gelen rahatlama tepkileridir: “Hah işte böyle, tepkiler gelince düzeltmek zorunda kaldı” vs.

    Laikliğe saygı (Atatürk’e saygı gibi) için asit testi de bu tepkilerdir. Yani ölesiye bağlı olduğu söylenen laiklik için, laikliğin tanımını değil, laikliğin yüzlerce yararından işine gelen birisini duyunca rahatlayan, duyduğunu anlamlandırma konusundaki bu yetersizliktir. Genellemek istemem ama, hiçbir yerde “kamusal kararların herhangi bir inanca dayandırılamayacağı; çünkü kamu denilen çoğulun içinde her inanç / inançsızlıkta kişilerin bulunacağı ve onların tercihlerine (yani egemenliklerine) saygı gösterilmesinin tartışmasızlığı” dile getirilmedi.

    Ne demek istiyorsun?

    Her yazı yazan karşısına sanal bir kişi alıp, yazdıklarına o sanalın vereceği tepkileri tahmin ederek devam eder. Ben de okuyanların neler diyeceklerini tahmin edebiliyorum.

    Demek istediğim o ki, Atatürk ya da laiklik ya da demokrasi gibi onlarca kavram tanımlanmamıştır. Bu, lafazan ve çok geniş bir kesimin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Her kavram, içinde bulunan kabın şeklini alacak şekilde sıvılaşmıştır.

    Demokrasi, cumhuriyet, laiklik, laikçilik, dindarlık, dincilik gibi onlarca kritik kavram, içleri boşaltılmış, isteyenin istediği şekle sokabileceği girişimleri beklemektedir.  Nitekim 15 Temmuz girişiminin de kod adı “Yurtta Sulh” değil midir? Her yeri kaplayan Atatürk posterlerinin içleri boşalmış “araçlar” değil midir?

    Yani tam ne demek istiyorsun?

    Atatürkçü, seküler, yaşam tarzına müdahaleden korkan, ama bu konularda sadece eleştiren, bağıran, başkalarını göreve çağıran, her bireysel çabayı “iyi niyetli ama naif” bulan, ama kendisi –yukarıda açıkladığım konularda- bir çivi bile çakmaktan uzak duran ve kendini aydın olarak niteleyip, Hüseyin Cimşit dostumun ifadesiyle “ bir şeyler olsun, iyi olsun, çabuk olsun, ama benden bir şey istenmesin” beklentisi içindeki kişilere önerim, bütün bu olumsuzlukların temelindeki yapı taşlarını anlamaya ve onlar üzerinde uğraşmayı denemeleridir.

    Örneğin:

    • İçi boşalmış kavramları ortak akılla tanımlamak için Gezi Olayları’ndan sonra başlatılan çalışmalara katkı yapmalarıdır (http://goo.gl/hGfTqu),
    • Her biri, toplumun önemli bir sorun yapıtaşını hedef alan çalışmalara katkı yapmalarıdır (http://goo.gl/qGidbd),
    • 15 Temmuz girişimine yol açan nedenleri doğru tanılamak ve sonra da onları giderecek yüzlerce projeyi toplumun ortak aklını harekete geçirebilecek teknolojilere (örn. http://goo.gl/4IhpOz, http://goo.gl/7u8Kgz) bizzat katılmak için çaba harcamaları;
    • Bu topraklarda parçalanmış, aşağılanmış, çöp kamyonlarıyla sarılmış; güçlendirmek için esas yapılması gerekenin kozlarını bilme ve kullanabilme araçları geliştirmeyi bir kenara atıp, en değerli assset’lerin başında gelen kültürel birikimi yok edilmiş bir TSK’nın, düşmanlarımıza en değerli hediye olacağı gerçeğinin anlaşılmasına katkıda bulunmaları
    • Ve eğer bir şey yapmayacaklarsa gölge etmemeleridir.

    4 Ağustos 2016

     

    [1] Bkz. http://goo.gl/3qAKDR, PISA sinavlarinda Türkiye’nin performansi