-
Nis 16 2012 VALİ’NİN NİÇİN SUÇLANDIĞI DAHA ÖNEMLİDİR !
VALİ’NİN NİÇİN SUÇLANDIĞI DAHA ÖNEMLİDİR !
Bir perdenin ardında birşeyler oluyor ve kamuoyu neler olduğunu bilemiyor. Kamuoyunun bilgileri yalnızca perde üzerine düşen gölgeler yoluyla oluyor. Bu gölgeler, perdenin arkasında olanların deforme olmuş, yanıltıcı görüntüleridir. Yalnız bunlara bakarak olaylar hakkında doğru sonuçlar çıkarabilmek hemen hemen imkansızdır.
Son olarak ortaya atılan ve sonra da asılsız olduğu ihtimalinin kuvvetli olduğu ortaya çıkan İstanbul valisi ile ilgili iddialar bu açıdan çok önemlidir. Hele ve hele, iddia konusunun yeni olmayıp, durup dururken ortaya atılması, perde üzerindeki görüntüyle perde arkasındaki nesnenin çok farklı olabileceğini düşündürmektedir,.
Örneğin, İstanbul valisi, pıtrak gibi açılan kumarhanelerden rahatsız olup, bir kamu görevlisi olarak görevini yapmaya kalksa, bu kumarhaneleri açan ve/ya açtıranlarla ticari çıkar birliği bulunan bir medya organı acaba “iddia stoku” ndan bir malı ortaya süremez mi? Olay mutlaka böyle olmayabilir, ama bu bir olasılıktır ve de en az iddianın kendisi kadar rahatsız edici bir olasılıktır.
Ortaya atılan iddialara basının ve kamuoyunun duyarlık göstermesi çok yararlı ve temiz siyaset için çok ümit vericidir. Ama bu duyarlığın, madalyonun öbür yüzü için de gösterilmesi zorunludur. Aksi halde bu duyarlık, bir takım kirli ticari işleri gözden kaçırmak için pekala kullanılabilir.
Medya kuruluşlarının yalnızca “halkın doğru bilgilendirilmesi” işleviyle meşgul olması, ayrıca ticari faaliyette (doğrudan ya da dolaylı) uğraşmaması son derece önemli bir ilkedir.
Yoksa bakarsınız ki, bir kişi veya aileyi hedef alan bir medya kuruluşu, ticari çıkarlarındaki bir değişiklik nedeniyle aynı kişi ya da aileyi ülkemizin yeni kurtarıcısı olarak lanse etmeye başlamış! Olur mu olur !
-
Nis 16 2012 -
Nis 16 2012 Ezber kalıpları sorgulansa idi..
Ezber kalıpları sorgulansa idi..
Ezber sözü kamuoyu diline yavaş yavaş yerleşmeye başladı. Ama çoğu kullanımda bir belirsizlik var. Acaba orijinal anlamındaki ezber mi yoksa anlam kaymasıyla kazandığı anlamdaki ezber mi tam belli olmuyor. Her ne ise yine de kabul..
Bu konuda bir çalışma yapılıyor. İzninizle, çalışma hakkında başlıklar halinde kısa bir bilgi sunayım:
- 1994 yılında Beyaz Nokta Vakfı kurulduğundan bu yana “ezber” konusuna dikkat çekilmeye çalışılıyor.
- Farsça kökenli “ezber” (ez+ber = ..den + …yürek, göğüs) sözcüğünün hem Türkçe hem diğer dillerde (par coeur, by heart) bir anlam kaymasına uğrayarak, bellemek, bellekte tutmak (memorising) anlamı kazanmış olması bir şanssızlık sayılabilir. Çünkü, karşı çıkılan kavram “bellekte tutmak” değil, “yürekten geldiği için sorgulamaya kapalılık” idi. Bu bir karışıklık yaratıyordu.
- Bu karışıklığı aşmak için mümkün olan her yerde ezberin gerçek anlamı ile zaman içinde anlam kayması yoluyla kazandığı anlam açıklanıyordu.
- Fakat, bu işlere ayıracak yeteri zamanı bulunmayanlar, ağızlarıyla ezbere karşı olduklarını söyleseler de uygulamalar daima ezberden yana oldu.
- Çok az sayıda eğitimci hariç 2009 yılına kadar böyle gelindi.
- (http://tinyurl.com/d6xt9bm) adresindeki kaynaklar bu az sayıdaki kişi veya kurumu gösteriyor. Diğer yanda ise yüzbinlerce kişi var.
- 2009 yılında, bu durum farkedilip, neye karşı olunduğunu daha iyi anlatacak bir deyim devreye sokuldu: Sorgulanamazlık veya sorgulamaya kapalılık.
- Bu terim daha kolay anlaşılır olduğu için daha kolay yaygınlaşmaya başladı. Basında, eğitim çevrelerinde hatta MEB yöneticilerinin ağızlarında sık sık “sorgulamaya dayalı eğitim” olarak yer alır oldu.
- Bu süreçte yavaş yavaş farkına varılan bir olgu da, sorgulanamazlığa karşı olduğunu ifade eden hemen hiç kimsenin çıkıp da, şu soruyu ortaya atmaması oldu: “Pekiyi, ezber (sorgulanamazlık) iyi bir şey değil, ama neyi nasıl sorgulayacağız? Örneğin ben coğrafya veya matematik öğretmeniyim ya da anne-babayım; öğrettiklerimi nasıl sorgulayabilirim?”
- Bir kişinin tesadüfen bu soruyu yüksek sesle sorması uyanmayı sağladı ve görüldü ki, sadece “sorgulanamazlığa hayır” demek, sorgulanamazlığın bağnazlığa, dogmalara ortam oluşturduğundan yakınmak meseleyi halletmiyor, toplumumuzun iliklerine kadar işlemiş bu hastalığın, çeşitli yaşam alanlarındaki örneklerini bulup görünür hale getirmek gerekiyormuş.
Hatta bununla da bitmiyor, eğer sorgulanmadan benimsenen kalıplar sorgulansa idi ne gibi olumluluklar doğacağını ve onlardan mahrum kalınacağını ortaya koymak gerekiyormuş.
- Bu düşünceler altında (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=1238) adresindeki yazı ortaya çıktı.
- Bu yazının ardından, tek kişinin ürettikleri yerine, çeşitli ilgi alanına sahip kişilerin üretebilecekleri sorgulanmamış kalıpları belirleyebilmek için, internet üzerinden bir duyuru yapıldı ve kalıp örnekleri konusunda yardım istendi.
- Duyuru kitlesi içinden yaklaşık 20 kişi çeşitli konularda kalıplar üretti ve bunlar toplandıkça kimin ürettiğini belirtilmeksizin bir birleşik liste üretildi.
- Bu listede 11 kategori halinde toplam 155 kalıp var. Tahmin edilebileceği gibi bu kalıpların hepsi “sorgulanmamış kalıp” tanımına uygunluk açısından aynı değil. Bazıları, yaygın bir kalıp olmamakla birlikte şikayetlerimizin dışavurumu biçiminde. Bazıları, sorgulanmama nedeniyle büyük zararlara yol açarken bazıları o denli güçlü değil.
- Bu kalıpların vakfın web sitesinde yayımlanması ve/ya basılı hale getirilmesi halinde, daha geniş bir kitlenin dikkatini çekebileceği, özellikle de eğitim sınıfının dikkatini çekebileceği düşünülüyor. Bu nedenle de herhangi bir yanlış anlama, hassasiyetleri rencide etme gibi olasılıklara karşı gözden geçirilmesi, gerekirse süzülmesi ihtiyacı var.
- Bu yolla toplumun gündemine sorgulama kavramının daha ete-kemiğe bürünmüş olarak konulması hedefleniyor.
Bakalım bu öngörü doğru çıkacak mı, yoksa yeni yollar aranmak mı gerekecek?
10 Nisan 12 Salı
-
Nis 16 2012 FİYAT ARTIŞLARI , “ÇIĞ ETKİSİ”
FİYAT ARTIŞLARI , “ÇIĞ ETKİSİ”
Rev.No: 1, Mayıs 22,’93[1], Rev.No: 2, Kasım 01,’98, Rev.No: 3, Aralık 28,’07, Rev.No: 4, Nisan 05,’12
Giriş
Bir mal veya hizmetin fiyatına herhangibir nedenle zam yapılması halinde, onun girdi olduğu başka mal ve hizmetlerin fiyatlarında da bazı otomatik artışlar olması doğaldır. Örneğin, petrole zam yapıldığında taşımacılık fiyatları artmakta, o ise hemen hemen tüm mal ve hizmetlerin bir girdisi olduğundan, onların da fiyatlarını yükseltmektedir.
Bu olgu herkes tarafından bilinir. Bu makaleye konu olan fiyat artışları ise bu noktadan itibaren başlamaktadır.
Bir mal veya hizmet ürününün (bundan sonra sadece ürün denilecektir) fiyatına yapılan zam sonunda, o ürünün girdi olduğu bütün ürünlerin fiyatları artmakta; artan bu fiyatlar bu defa başlangıçta zamlanan ürünün fiyatını tekrar artırmakta ve böylece bir “Çığ Etkisi” (avalanche effect) oluşmaktadır. İşte genellikle ‘ihmal edilebilir’ olduğu varsayılan olgu budur. Ancak gerçek bu varsayımı doğrulamamaktadır. Bu makalede bu etkinin boyutları incelenmektedir.
Kullanılan hesaplama algoritması
Bir I/O tablosunda bulunan çeşitli mal ve hizmet ürünlerine yapılabilecek zamların[2] ardışık etkileri, bir bilgisayar yazılımı yoluyla incelenmiştir. Kullanılan algoritma, I/O tablosunun bir satırının zamlanması halinde bütün ürünlerde meydana gelebilecek fiyat değişimlerinin bir vektörde üst üste tutulması ve bu vektörde her bir ürün için biriken zam artışı belirli bir yakınsama değerine inene kadar, bir diğer deyişle zam artışları ihmal edilebilir değişim gösterene kadar zamların ürün maliyetlerine dağıtılmasından ibarettir.
Model üzerinde yapılan deneyler
(M) adet ürün arasındaki Girdi / Çıktı (Input / Output – I/O) ilişkilerini gösteren bir tablo (I/O tablosu) esas alınarak yapılan iteratif bir çözümleme, Çığ Etkisi dikkate alınmadan hesaplanan fiyat artışlarına göre önemli farkların olabileceğini göstermiştir.
Tablo I’deki örnekte, 10 adet ürünün I/O ilişkileri gösterilmiştir (Bkz. TABLO-I). Tablonun her sütunundaki ürünün maliyeti içinde 10 ürün satırındaki ürünün payları -oran olarak- gösterilmiştir.
TABLO – I. ÜRÜNLERİN BİRBİRLERİ İÇİNDEKİ MALİYET PAYLARI
ÜRÜNLER
ürün maliyetleri (sütun) içinde ürün (satır) payları (%)
Pay
petrol
elektrik
işçi ücr
taşıma
d.çelik
kira
gazete
su
arazi
ekmek
petrol
46.2%
1.3%
50.0%
20.0%
6.7%
3.3%
10.0%
0.0%
12.5%
149.9%
elektrik
28.6%
1.3%
0.0%
20.0%
6.7%
33.3%
20.0%
0.0%
25.0%
134.8%
işçi ücreti
35.7%
23.1%
50.0%
20.0%
6.7%
33.3%
40.0%
0.0%
25.0%
233.8%
taşıma
7.1%
7.7%
26.0%
10.0%
0.0%
13.3%
10.0%
0.0%
12.5%
86.7%
dem.-çelik
7.1%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
7.1%
kira
14.3%
15.4%
45.0%
0.0%
20.0%
16.7%
20.0%
100.0%
12.5%
243.8%
gazete
0.0%
0.0%
0.3%
0.0%
0.0%
3.3%
0.0%
0.0%
0.0%
3.6%
su
7.1%
7.7%
1.3%
0.0%
10.0%
3.3%
0.0%
0.0%
12.5%
41.9%
arazi
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
0.0%
66.7%
0.0%
0.0%
0.0%
66.7%
ekmek
0.0%
0.0%
25.0%
0.0%
0.0%
6.7%
0.0%
0.0%
0.0%
31.7%
MALİYET
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
100.0%
Fiyat/ Maliyet
1.43
1.23
1.00
1.25
1.20
1.33
1.00
1.20
1.33
1.50
TABLO II’de ise, bu ürünlerden yalnız birisine (örneğin petrol) % 10 zam yapılması halinde, “Çığ Etkisi” dikkate alınmadan oluşan yeni artmış maliyetler gösterilmiştir. Aşağıda, Çığ Etkisi (ÇE) dikkate alınmadan, ardışık yansımalarla oluşan fiyat artışları (%) cinsinden gösterilmiştir.
TABLO – II. ÇIĞ ETKİSİ DİKKATE ALINMADAN OLUŞAN ZAMLAR
Ürün >
petrol
elektrik
işçilik
taşıma
dem.çelik
kira
gazete
su
arazi
ekmek
Zam >
%10.0
% 4.6
%0.12
%5.0
% 2.0
%0.67
%0.33
%1.0
% 0
%1.25
10 üründe meydana gelen bu değişik fiyat artışlarından bir ‘ortalama’ türetebilmek için, her birinin ağırlığı rastgele belirlenmiş aşağıdaki”sepet” tanımlanmıştır.
FİYATLAR GENEL DÜZEYİNİ TEMSİL EDEN ‘SEPET’
Ürün >
petrol
elektrik
işçilik
taşıma
dem.çel.
kira
gazete
su
arazi
ekmek
Ağırlık >
100
100
1
1
1
1
30
50
0
60
Bu ‘sepet’ kullanılarak hesaplanan ortalama fiyat artışı % 5.0 olmuştur. Geleneksel olarak kullanılan hesaplama yöntemi budur.
Diğer yandan, ÇE dikkate alınarak petrole yapılan % 10’luk zam diğer ürünlere ve dönerek tekrar petrole (ve tekrar diğer ürünlere……) yansıtılmış ve bu defa aşağıdaki zamlar oluşmuştur.
ÇE DİKKATE ALINARAK OLUŞAN ZAMLAR (%)
Ürün >
petrol
elektrik
işçilik
taşıma
dem.çel.
kira
gazete
su
arazi
ekmek
Zam >
20.2
13.9
9.0
14.5
11.8
4.3
10.7
10.5
4.3
11.7
Aynı ‘sepet’ kullanılarak bu defa hesaplanan ortalama fiyat artışı ise % 15 olmuştur. Böylece ÇE, fiyat artışlarını yaklaşık 3 kat artırmış olmaktadır. Buna Çığ Etkisi Çarpanı denilebilir.
Kolayca tahmin edilebileceği gibi bu çarpanın büyüklüğü, bazı faktörlere bağlı olarak değişecektir. Yani;
(a) I/O tablosunun büyüklüğüne,
(b) Çok sayıda ürüne girdi olan ürünlerin sayısına,
(c) Karşılıklı olarak birbirine yüksek bağımlılık gösteren ürünlerin sayısına
bağlı olarak ÇE Çarpanı büyüyecektir.
Nitekim, Tablo I’de verilen I/O tablosu üzerinde yapılan bir seri deney, yukarıda belirtilen 3 faktörün de etkisini göstermektedir.
I/O tablosunun 2, 3, ………, 10 elemanı alınarak yapılan deneylerde, daima ilk ürüne (petrol) % 10 zam yapılmıştır. Alınan sonuçlar aşağıdadır.
I/O TABLOSUNUN BÜYÜKLÜĞÜNÜN ÇE ÇARPANI’NA ETKİSİ
(HÜCRE SAYISI)
Hücre sayısı >
2 x 2
3 x 3
4 x 4
5 x 5
6 x 6
7 x 7
8 x 8
9 x 9
10 x 10
ÇE çarpanı >
1.14
1.16
1.35
1.41
1.53
1.64
2.05
3.14
17.79
Görüldüğü gibi tablo büyüdükçe ÇE Çarpanı’da büyümektedir.
I/O tablosu değiştirilerek, çok sayıda ürüne girdi olan bir ürünün bulunup bulunmamasına göre 2 ayrı deney yapılmıştır. Bu tür bir ürünün bulunması ve bulunmaması hallerinde ÇE Çarpanları sırasıyla 2.98 ve 1.0 olmuştur.
Modelin varsayımları ile gerçek koşullar arasındaki farklılıklar
Bu makaleye temel oluşturan model ile pratik arasında bazı farklılıklar vardır. Bu farklılıklar, pratikteki durumu -genellikle- daha da kötüleştirici (yani ÇE Çarpanı’nı daha da artırıcı) yöndedir.
Bu farklılıklar şunlardır:
a. Sistemin, “tam rekabet” altında işlediği varsayılmaktadır. Pratikte ise “eksik rekabet” koşulları geçerlidir. Fiyatların, herhangi bir yavaşlatıcı etki ile karşılaşmadan yeni bir denge durumuna doğru “çığ” biçiminde artmasını önleyebilecek bir faktör “rekabet” iken, eksik rekabet koşulları bu avantajı azaltmaktadır.
b. Her ürünün fiyatı ile maliyeti arasındaki oranın (kar oranı), ardışık zamlar sırasında sabit tutulacağı varsayılmıştır. Yani bir ürünün bir girdisine bir miktar zam geldiğinde, o ürünün yeni fiyatının ancak eski kar oranını sabit tutacak kadar olabileceği kabul edilmektedir. Pratikteki durum ise 2 açıdan farklıdır:
(1) “Nasıl olsa her zaman zam yapılamaz, yapmışken biraz daha fazla zam yapayım” düşüncesi genel geçer bir eğilimdir. Böylece zamlar, bu modeldeki kabulden daha büyük olabilir.
(2) Ama diğer yandan, yüksek fiyatlarda kar oranını düşürme yönünde bir düşünce de doğabilir. Ancak buradaki ‘yüksek fiyat’ fiyatlar yelpazesinde yer alan ucuz ürünlerin aksi olan pahalı ürünler olmayıp, ucuz ya da pahalı fiyatı yükselen ürünlerdir. Bu düşüncelerden hangisinin geçerli olacağını kestirebilmek güçtür.
c. Yuvarlatma (round-off) etkisi: Bir ürüne yapılması gereken zamın daima bir üst değere yuvarlatılması eğilimi vardır. Bu, ÇE Çarpanı’nı bir ölçüde artırır.
d. Modelde ardışık zamlar simültane olarak meydana gelmektedir. Pratikte ise çığ olgusu belirli bir zamana yayılarak gerçekleşmektedir. Ancak bu süre çok uzun olamaz. Çünkü her mal ve hizmet üreticisi, ürününün karlılık oranını korumak için vakit kaybetmek istemez. Hatta bir bölümü, ürününün girdilerinde henüz bir artış olmadan da zam yapabilir.
Modelden nasıl yararlanılabilir?
Ekonomik hayatın yönetimine ilişkin kararları verenlerin, bu hayatın ana objesi durumunda olan I/O tablosunun çeşitli değişimlere duyarlığı konusunda ayrıntılı bilgi verebilecek bir “simülatör”e ihtiyaçları vardır.
“Hangi mal ve hizmet ürünü, fiyat artışlarına karşı ne kadar duyarlıdır?” sorusunun doğru cevapları bilinemediği sürece, hiç umulmayan nedenlerden dolayı bir “çığ” olgusu harekete geçebilir. Bu nedenle model, böyle bir genel işlev için kullanılabilir.
Diğer yandan, ekonomik sistemi oluşturan gerçek I/O sisteminde bazı ürünlerin diğerlerinden “daha etkileyici” ve/ya “daha duyarlı” olmaları doğaldır. Çok sayıda ürüne girdi olan bir ürün “daha etkileyici” iken; çok sayıda ürünü girdi olarak kullanan bir ürün de “daha duyarlı” olacaktır. Bu iki gruba birlikte “Kritik Ürünler” denilebilir.
“Kritik Ürünler”in bir bölümü bilinmektedir. Örneğin petrol, elektrik, işçi ücretleri gibi ürünler böyledir. Ancak, I/O tablosu üzerinde ayrıntılı analizler yapılmadan bütün kritik ürünleri tam olarak bilmek mümkün değildir.
Kritik Ürünlerin maliyetine giren ve dikkat çekmeyen bazı girdilerin (vergi, resim, harç gibi) küçük miktarlarda dahi artırılmasının olası sonuçlarını, I/O tablosu üzerinde gerekli deneyleri yapmadan bilmek mümkün değildir.
Modelin verdiği sonuçlardan en ilginci ise negatif zam (fiyat indirimi) olgusudur. Zamların yol açtığı “çığ” etkisi, benzer biçimde fiyat indirimi halinde de doğmaktadır. Aşağıda çeşitli ürünlere yapılan +%10 ve -%10 zamların yol açtığı ÇE Çarpanları verilmiştir.
HER ÜRÜNE AYRI AYRI ±%10 ZAM YAPILMASI HALİNDE
FİYATLAR GENEL DÜZEYİNDEKİ % DEĞİŞMELER
Ürün #
Ürün adı
+%10 zam
-%10 zam
1
Petrol
15.0
18.0
2
Elektrik
9.7
-11.0
3
İşçi
ücreti16.5
-21.8
4
Taşıma
8.1
-9.3
5
Demir-çelik
1.1
-1.15
6
Kira
13.3
-17.1
7
Gazete
12.0
-1.25
8
Su
6.1
-6.3
9
Arazi
~0
~0
10
Ekmek
6.8
-7.5
Bazı kritik ürünlerde fiyat indirimi yapılabildiği takdirde fiyatlar genel düzeyinde kendisinden daha büyük bir azalmaya neden olması olgusu, enflasyonla mücadele politikasında son derece etkin bir araç olarak kullanılabilir.
Yakınsaklık ölçütünün (EPS) etkileri
Deneyler sırasındaki ardışık iterasyonlarda oluşan yansımış zamların ürün maliyetlerine dağıtımında her zaman yakınsama garanti edilemez. Yakınsamanın olup olmaması, I/O tablosunun yapısına, yapılan zamın miktarına ve nihayet yakınsaklık ölçütüne (EPS) bağlıdır.
Teorik olarak, birbiri arasında bir denge halinde bulunan bir I/O tablosunun bu dengesi bozulduğunda (bir zam yapıldığında), hangi fiyatlarda tekrar dengenin oluşacağı yukarıdaki bu faktörlere bağlıdır. Oluşan Çığ Etkisi, sönümlü (giderek azalan) tipte ise belirli bir iterasyon sonunda denge oluşmaktadır. Bazı hallerde ise çığ, giderek büyüyen (gerçek çığa benzer şekilde) bir hal almaktadır.
Deneylerde, 0.5TL’lık bir yakınsaklık ölçütünün (EPS=0.5) iyi sonuçlar verdiği gözlenmiştir.
Sonuç
Elektrik enerjisi birim fiyatına (sanayi için) %10 oranında bir zam yapılacağı ilan edilmiştir. Modelden görüldüğü gibi doğacak çığ etkisi kesinlikle birinci dalga denilebilecek zam yayılmasıyla sınırlı kalmayacak, doğan zamların geriye (tekrar elektrik enerjisi fiyatlarına) yansıması sonucunda, sönümlenen ama sönümlenene kadar fiyatlar genel seviyesini tahmin edilenin üzerine çıkaran bir çığ etkisi oluşacaktır.
Tablo-I’in en sağ sütununda, çeşitli ürünlerin çığ tetikleme açısından ne derecede kritik olduğu görülmektedir. Dolayısıyla enerji ve işçilik gibi kritik ürünlere yapılacak zamların çığ tetikleyici etkilerinden korunabilmek için bazı önlemler alınması gerekir. Bu kapsamdaki iki önlemden birincisi, bir trend oluşturmayan çok küçük zam gereksinimlerinin, oluşturulacak bir fon yardımıyla sönümlenmesi; diğeri ise, global ölçekli trendlerden doğabilecek zam gereksinimlerinin düzenli bir şekilde (bekletilmeksizin) kullanıcılara yansıtılmasıdır.
1990 yılında yapılan bu çalışmanın, aradan geçen 22 yıl içinde ekonomimizi temsil eden 65 kalemlik gerçek I/O tablosu ile yapılması ve sonuçlarının akademik ve siyasal çevrelerle paylaşılması beklenirdi. Ekonomistlerimizin ilgisine bir defa da bu yolla sunarım.
Nisan 5, 2012
-
Nis 16 2012 Yaşamı birbirimize kolaylaştırmak
Bu basit söz ilk bakışta pek bir değer taşımaz gibi görünse de, “yaşamı birbirimize zorlaştırmak” gibi tersinden alınırsa, ortaya çıkabilecek türevlerin toplum yaşamını nasıl derinden ve yaygınlıkla etkileyebileceği kolayca anlaşılabilir.
Taksi şoförü, ev kadını, öğretmen, erkek eş, üst veya alt kat komşusu, apartman görevlisi, Türk, Kürt, sünni veya alevi müslüman, agnostik ve daha onlarca yüzlerce insan tipi ve bunlardan oluşan kurumlar, kesimler.. Bunların birbirlerine çıkarabilecekleri güçlüklerin kombinasyonu bir arada yaşamı bir cehenneme çevirmez mi?
Bu varsayımsal bir durumdur. Yani, sayılan ve burada sayılmayan tüm kişiler ve bunların üst oluşumları birbirlerine yaşamı güçleştirme kararı verecekler, sonra da bu kararlarını gerçekleştirebilecek yollar icat edip uygulayacaklar. Bu pek gerçekçi bir senaryo değildir.
Gerçekçi senaryo hangisi?
Gerçekçi olan, başlangıçta küçük bir nüfus ve birbirlerine daha çok saygı duyan bir topluluğun, zaman içinde kalabalıklaşması, bir yandan da çıkar, kin, ahmaklık, cehalet gibi çeşitli nedenlerle hayatı birbirleri için yavaş yavaş (tedricen) zorlaştırır davranışlar içine girmeleri ve daha da beteri toplumdaki aydın kesimin bu sürecin farkına varıp gerekli önlemleri almayı ihmal etmesidir.
Bu durumda çoğu kimse bu yavaş gelişen sürecin rahatsız ediciliğinin farkına varamayabilir ve olanları “normal” kabul etmeye başlar. Cehennemin giriş kapısı burasıdır (zaten tek kapı vardır).
Kritik bir soru: Yaşam güçleştirme yollarının yapı taşları var mı, neler?
Aydın kesim olarak adlandırdığım insanlar -mesela ki- bir araya gelseler ve bu duruma çözüm arayacak olsalar, her bir güçlük kombinasyonunun nasıl ortadan kaldırılabileceğini tartışmaya başlasalar, herhalde kısa bir süre içinde bu denli çok sayıda zorlaştırıcıyla başa çıkmaya çalışmak yerine, bunların yapı taşlarını bulup onları ortadan kaldırmayı düşüneceklerdir.
Acaba bu durumda bulunabilecek yapı taşları neler olabilir? Aklıma gelenler şöyle:
1. Toplu yaşamı kolaylaştırma görevi olan:
a. Kural koyma yetkisine sahip genel ve yerel idarelerin yaşam kolaylaştırma kavramını:
i. Merak etmeyişleri nedeniyle
ii. Uyaranları dikkate almayışları nedeniyle
doğan güçlükler,
b. Hangi konuların, toplum yaşamının bütününü zincirleme olarak güçleştirdiği konusunun toplum gündemine hiç gelmemiş oluşu nedeniyle doğan yaşam güçleştirmeler[1].
2. Değer İletişimi ilkesine uymamak nedeniyle:
a. Zaman kaybettirme yoluyla yaşam güçleştirme, (örnek için tıklayınız)
b. Yanlış anlamalar nedeniyle yeni sorunlar üretilmesine yol açarak güçleştirme.
3. Sırasına / payına / hakkına razı olmamak nedeniyle:
a. Başkalarına da örnek oluşturarak bir çığ etkisinin oluşması yoluyla hem kendine hem başkasına güçleştirme,
b. Türünü sürdürme temel amacının gereği olan “dayanışma”yı bozarak güçleştirme.
Bunlardan başka yaşam güçleştirme elementleri de bulunabilir. Ama ilave elementler de bulunsa, insan nitelik dokusu‘nu oluşturan ahlak, zihinsel yetiler, bilgi-beceri, ruhsal sağlık dörtlüsünün tüm yaşam kolaylaştırma ya da güçleştirme türlerini üretebileceği görülebilir.
Bu konuda nelerin yapılabileceği konusunda hemen herkes çeşitli önlemler düşünebilir. Yeter ki toplumumuzun kavram dağarcığına, “yaşamı birbirimize kolaylaştırmak” gibi bir kavram girsin. Kararlarıyla geniş kitlelerin yaşamlarını etkileyen kurumlar bu yeni kavramla çevrelerine çok farklı bakmaya başlayacaklardır, buna eminim.
29 Mart 12 Perşembe
[1] Örneğin kentlerde sokak adlandırma, işaretleme, bina numaralandırma ve işaretleme gibi konular, yaşam güçleştirici süreçlerin kök noktalarından birisidir (Bkz. bir örnek)
-
Nis 16 2012 Planlar ve vizyon..
Planlar ve vizyon..
Özel şirketlerin, kamu kuruluşlarının, STK ve varsa diğerlerinin, sürekli olarak planlar -hem de stratejik- hazırlamaları çiğnenemez bir töredir.
Her birisinin amacı farklı da olsa hemen hepsinde ortak iki başlık vardır:
1. Mevcut durum (envanter, GZFT[1] vs adları altında) tesbiti,
2. Vizyon.
Her ne kadar birincisi daha tumturaklı görünse de, planların belirleyici öğesi “vizyon”dur.
Bir yandan da vizyon ifadeleri içine, “zihinsel bulanıklık”, “kavramsal bulanıklık”, “ifade bulanıklığı”, “süslü söz hastalığı” gibi enfeksiyon ajanları sızar.
Peki bu vizyon aslında neye yarar? Kısacası, “bir kitleyi belirli bir yönde uygun adım yürütmeye, yol boyunca saptırıcı etkileri en aza indirmeye” yarar.
Sorunlar başlıyor!
Vizyon ile ilgili sorunlar, bu sözcüğün anlamı ile kavramsal tanımı arasındaki farktan başlar. Vizyon, sözlükteki anlam olarak “fiziksel görüş“, yüklenmiş anlam olarak ise “zaman içinde uzağı görebilme“dir.
Vizyon’a yüklenen ikinci anlam, “ileriye doğru konumlanma” bağlamındadır. İleriye doğru konumlanma şu dört bileşeni içeriyor:
Bileşen 1. Zaman içinde ileriye doğru, her an için korunması gereken bir “öz-niyet”. Bir diğer deyişle, “niçin varsın?” sorusunun cevabı ki buna misyon da deniliyor.
Bileşen 2. Zaman içinde ileriye doğru, her an için korunması gereken “öz-değerler”. Bunlar, “öz-niyet” ve “Büyük İddialı Sonuç”un, uygunluğunu denetlemeye yarar. Burada uygunluk deyimiyle doğruluk-yanlışlık açısından[2] doğru olup olmadığını; iyilik-kötülük açısından iyi olup olmadığını ve güzellik-çirkinlik açısından da güzel olup olmadığını denetlemeye yarar.
Bileşen 3. Zaman içinde (duruma göre 5-30 yıl gibi) belirli uzak bir vadede varılmak istenilen önemli hedef demek olan “Büyük İddialı Sonuç”. Buna ülkü de deniliyor.
Bileşen 4. Ve nihayet, Büyük İddialı Sonuç’a (ülkü) varıldığında ortaya çıkabilecek olumluluklar (envisioned vision).
Vizyon, her biri böylece belirli hale getirilmesi gereken dört bileşenden oluşuyor. Şu an’dan, uzak gelecekteki bir an’a kadar her saniyenin, bu dört bileşenin kontrolunda olması gerektiği, ancak bu durumda bir vizyon’dan söz edilebileceği, bunun dışında üretilebilecek süslü vizyon ifadelerinin bir anlamı olmayacağı görünüyor.
Bir vizyon, bu bileşenleri içermekle birlikte yine de işe yarar olmayabilir. Bunun için şu işe yararlık sınıflarının tanımladığı alanlardan hangilerine ne kadar girildiğine[3] dikkat edilmelidir:
İşe yararlık alanı 1. Öz’e ait (core): Tam olarak yol göstericilik (işin öz’ü) amaçlı.
İşe yararlık alanı 2. Özlemsel (aspiration): Gerçekleştirilmesi yolunda içtenlikli bir çaba harcanmamasına karşın hiç olmazsa sözel olarak tatmin sağlama amaçlı.
İşe yararlık alanı 3. Olağan (permission-to-play): Zaten olması gerekenlerin tekrarı amaçlı (örn. Dürüstlüğün bir öz-değer olarak ileri sürülmesi gibi)
İşe yararlık alanı 4. Rastlantısal (accidental): Kalıcı olmayabilecek bir rastlatıya uygunluk sağlamak amaçlı. (örn. spora meraklı bir yöneticinin, “herkesin sportmen olacağı bir firma”yı bir vizyon olarak benimsemesi gibi)
Bir vizyon ortaya nasıl koyulmalı?
Bir uzmanlar grubu veya bir buyurgan yönetici veya bir lider ya da kalabalık bir topluluk.. Acaba hangisi bir vizyon ileri sürebilir?
Vizyonu, bunlardan herhangi birisi ortaya atabilirse de, kimin ortaya attığının önemi sınırlıdır. Esas önemli olan:
(a) Vizyonun kavraması öngörülen kitlenin her bireyinin o vizyon içinde kendisini konumlandırabileceği bir yer bulabilmesi,
(b) Vizyonun ilham ve heyecan verici olması,
(c) Vizyon -ve ifadesinin- “efradını cami, ağyarını mani[4]” olması,
(d) Kavranacak kitlenin –ki bir firmanın çalışanları, bir spor klübünün taraftarları, bir sanayi sektörü ya da bütün bir ulus olabilir– somut desteğini alabilmesi; yani, kitlenin bu vizyon uğrunda çaba harcamayı anlamlı bulması.
(Örnekler için örnek sunumun 23 ve 24ncü yansılarına bakılabilir)
Vizyon adlı dört bileşenli yol gösterici “sistem”in (a)……(c) olarak sıralanan olmazsa olmaz koşullarının başında, “kişinin, vizyon içinde kendisini konumlandırabileceği bir yer bulması” geliyor.
O halde, bireylere hitap etmeyen, onların dışındaki oluşumların (firma, STK, sektör ya da toplum) çıkarlarını gözeten vizyonlar birer çöp değerindedir; övünmekten başka işe yaramazlar.
İlanen duyurulur J
27.03.2012
-
Nis 16 2012 Karmaşıklığı sürdürmek zordur
Karmaşıklığı sürdürmek zordur
Yaşamımızı kolaylaştıran şeyler birer karmaşıklık (kompleksite) ürünüdür. Buğday tohumunun buğday, buğdayın un, unun kek haline gelmesi adım adım karmaşıklığı artırır. Artan karmaşıklık doğru yönetilebilirse refah -bazen de mutluluk-, yönetilemezse karışıklık, huzursuzluk ve sonunda refah azalması ve daha da sürerse toplumların parçalanmasına yol açar.
Joseph Tainter, 1988’de yazmış olduğu Karmaşık Toplumların Çöküşü adlı eserinde, karmaşıklığın yönetilemediği bir noktaya ulaşan toplumların nasıl çökmeye başladıklarını anlatıyor. Karmaşıklığın getirileri pozitif iken sesi çıkmayan toplumlar, bu getiriyi sağlamak için ödenen bedeller arttıkça huzursuzlanır; bir noktadan sonra ise, ödedikleri bedel (yani vergi, çalışma, sıkıntılara katlanma gibi) artıp getiri de negatife dönünce artık birarada yaşamanın gereksizliğini anlarlar. Toplumların parçalanmaya başladıkları nokta burasıdır.
Tainter, karmaşıklığın yönetimini, karmaşıklığın yarattığı sorunları çözebilme becerisi olarak tanımlıyor.
Karmaşıklık bireysel ölçekte nasıl yönetilir?
Tumturaklı sözcükler kümesine son yıllarda girenlerden “yönetmek” sözcüğü, bireysel ölçekte genellikle şu anlama gelir: “sahip olmak istediğin yaşam kolaylaştırıcıların (konfor) bedelini nasıl ödeyeceksin?”
Verilebilecek cevaplar şunlar olabilir:
Ö Şu anda sahip olduğum gelir, söz konusu bedeli ödemeye yeterlidir.
Ö Daha çok çalışıp aradaki farkı karşılayacağım,
Ö Yeni beceriler kazanarak karşılayacağım,
Ö Değerlerimi satarak karşılayacağım:
– Elimdeki yetkileri (varsa) satarak (halk arasında rüşvet deniliyor),
– Doğru-iyi-güzel değerlerimden para edenleri değiştireceğim (halk arasında dönek deniliyor),
– Cinselliğimi satarak (halk arasında İ.. veya O.. deniliyor),
– ve giderek daha az getiri sağlayan yollarla (çanta çarpmak, yol kesmek vd) .
Ö Hiç bir şey yapmayacağım; kaos olmasını, böylece herşeyin bedelinin önce sonsuza sonra da sıfıra inmesini bekleyeceğim.
Görüldüğü gibi yöntemler giderek ödeme güçlüğü yaratır dizidedir.
Kişinin üretimi ile arzuları arasındaki makas giderek açılıyor..
Bu makas açıldıkça yukardaki yöntemler sırasıyla devreye giriyor. Ayrıca, mesele sadece bireysel ölçekteki iflas etmişlik (her anlamda) ile bitmiyor; hayvanı, bitkisi, taşı toprağı ile bizi çevreleyen ortam da iflasa sürükleniyor.
Ve bütün bunlara karşı tek çare görünüyor: Yeni bir tüketim ahlakı oluşturmak!
10 Mart 12 Cumartesi
-
Nis 16 2012 UZAKTAN EĞİTİM VE RTÜK!
UZAKTAN EĞİTİM VE RTÜK!
30 Mayıs 1998. TV kanallarından birisi. Hemen hepsinde bir benzeri her akşam oynatılan kiloluk filmlerden birisi: Bir soygun sırasında yaralanan bir gangster, kaçıp şehir dışında bir veterinerin evine tedavi amacıyla ve silah zoruyla girer. Yarası sarıldıktan sonra, adamı bir sandalyeye bağlayarak, gözünün önünde -bu işlere gayet teşne olan- karısı ile uzun uzun oynaşırlar. Buna dayanamayan koca banyoda kendini tavana asıp öldürür. Filmin geri kalan kısmında, tamamı birer kasap durumunda olan kadın ve erkek oyuncular, birer seyyar top denilebilecek silahlar marifetiyle yaklaşık 50-60 kişiyi parçalarlar ve film, çalınan paranın, en acımasız bir çiftin elinde kalıp Meksika sınırını aşmalarıyla biter.
Film renkli ve son derece hareketlidir. İnsanların “temel içgüdüleri”nden en az birisine -şiddetin ancak gelişmemiş insanlarda olduğu varsayılırsa- hitap etmektedir. Birçok insan açısından gündelik hayatta pratik(!) yararlar sağlayabilecek beceriler(!) içermektedir.
Bu özellikleriyle film -ve benzerleri- “eğitsel etkenlik” açısından en tepede sayılmak gerekir. Hele hele, TRT’de yayımlanan açık öğretim programlarının sıkıcılığı ve etkisizliği ile karşılaştırılır gibi değildir.
Bunun anlamı, çocuk ve gençler üzerinde kalıcı davranış oluşturmada bu filmlerin olağanüstü etkisidir. Eğitimin amaçlarından birisinin de “kalıcı davranışlar kazandırmak” olduğu düşünülürse, bu yapılana “uzaktan eğitim” denilmesinde hiçbir hata yoktur.
Nitekim, yüzlerce kanalında 24 saat buna benzer filmler oynatan A.B.D.’de, ilkokul çocuklarının gözlerini kırpmadan dizi cinayetler işleyebilmelerinde bu tür filmlerin etkisi açıkça görülmektedir. Bizim de kanal sayımız ve TV bağımlılığımız arttıkça, aynı cinnet düzeylerine erişeceğimizden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Diğer yandan hemen her gün kanallardan birisi, RTÜK kararıyla kapatılır. Ekranlarda görülen gerekçe dikkatle okunursa, gerçekten de tüyler ürpertici etkilerin nerelere uzandığı anlaşılır.
Ama bu gibi ekran karartmaların hiçbir etkisinin olmadığı görülüyor. Şimdi sorulması gereken soru şudur: RTÜK üyeleri içinde -benim tanıdıklarım açısından- son derece aklı başında insanlar var. Onların da bu film -ve benzeri sapıklıklardan- etkilendikleri, bunları önlemek için içlerinin yandığını tahmin etmek güç değil.
Acaba nasıl oluyor da bu üyeler, 40 milyon seyircinin baskı gücünü harekete geçirmek yerine, genelde sevimsiz karşılanan ekran karartma cezalarıyla bu işi önlemeye çalışıyorlar? Sapıklık tacirlerinin de bunu “basın özgürlüğünün ihlali” olarak kullanmasına çanak tutuluyor.
TV kanallarında kimin neden sorumlu olduğunu, onlara nasıl erişileceğini bilen çok az kimse vardır. Acaba, RTÜK elindeki baskı gücünü kullansa ve her program yayınlanırken ekranın bir köşesine bir “iletişim bilgileri köşesi” yerleştirse, telefonu olan telefonla, faksı olan faksla , e-posta kullanan ise bu yolla olumlu ve olumsuz tepkilerini dile getirse, hatta ekrandaki çekim sahnelerinin “ölü bölgeleri” denilebilecek bölgelerinden yararlanarak RTÜK iletişim bilgilerini de koysa, böylece oluşacak baskı çok daha etkin olmaz mı?
Bir alanı düzenlemekten sorumlu her kamu kurumunun ilk (ve belki de tek) yapması gereken, o konuda yaygın bir şikayet sistemini kurmak ve işletmek’ten ibarettir. Nasıl olur da bu düşünülemez?
RTÜK yasasının buna izin verip vermediği konusu belki ileri sürülebilir. Yasaların, nelerin yapılmayacağını düzenleyen kurumlar olarak anlaşılması gerekir. Nelerin yapılacağını yasalarda aramak ancak bizim ülkemize özgü bir tuhaflıktır. Ayrıca da bu kadar TV kanalı içinde herhalde bir tane aklı başında birisi çıkıp, örnek oluşturmak için bunu yapabilir. Bu dahi uzun vadede yaygınlaştırıcı etki yapacaktır.
Bilgi toplumu olma yolunda bunca söz üreten toplumumuzda, bilgilenmenin ve buna dayalı etki üretmenin bu ucuz, kolay ve demokratik yolunu savunabilecek bir sivil toplum kuruluşu acaba çıkar mı?
Barışı, hoşgörüyü, uzlaşmayı savunan, çatışmaları durdurmak, buralara harcanan enerjileri olumlu işlere yönlendirmek isteyen gönüllü kuruluşlar içinde acaba bunu bir proje olarak ele alabilecek bir tanesi yok mudur?
Demokrat olmak, sadece iri sözler söylemek, babacan tavır takınmak, geçmiş ünvanlarıyla övünmekten, birbirine plaketler vermekten mi ibarettir?
Sadece bir TV kanalının, sadece bir RTÜK üyesinin, sadece bir gönüllü kuruluşun, “denetim ancak yaygın şikayet sistemleriyle yapılabilir” ilkesini anlayıp harekete geçmesini beklemek acaba çok şey mi istemektir?
-
Nis 16 2012 “Sorgulan(a)mayan Kalıplar” niçin zararlıdırlar?
“Sorgulan(a)mayan Kalıplar” niçin zararlıdırlar?
Gerek okul gerekse toplumun diğer kesitlerindeki “sorgulanmayan ya da sorgulanamayan (ezber sözcüğünün gerçek anlamı) kalıplar” hakkında son günlerde yaptığımız bir çalışma, önemli bir gerçeği ortaya çıkardı.
Kalıpların kendileri değil sorgulan(a)mamaları zararlıdır!
1994 yılında Ezbere Hayır! kampanyasıyla gündeme gelen ezber kavramı giderek kastedilenden farklı bir anlam kazandı. Öyle ki, sanki belleğe yerleştirilen (ezber) bir kalıbın -ne olursa olsun- zararlı olduğu anlayışı yaygınlaştı. Öğretmenler, ezber yaptırmadıkları konusunu bir övünç aracı olarak kullanmaya başladılar; Milli Eğitim dahi ezbersiz eğitim deyimini kullanmaya başladı.
Bu nedenle bir defa daha, birkaç terimin açıklanarak tanım kargaşasına bir son verilmeye çalışılacak:
Ö Bellemek: Bir bilginin bellek’te (hafıza) tutulması. (örn. önemli telefon numaraları, çarpım tablosu, yabancı dilde sözcükler, formüller vs),
Ö Kalıp: Yaşamda sık kullanıldığı için kolay hatırlamaya yardımcı olmak üzere birer sabit söylem haline getirilmiş söz dizisi (örn. üçgenin iç açılarının toplamı, suyun elektriği iletmediği, paydaları eşit olmayan kesirlerin paydalarını eşitlemek için birbiriyle çarpılacağı, suyun sıfır derecede donduğu vs).
Ö Ezber: 2 ayrı anlamı var..
1. Gerçek anlamı: Sorgulanamazlık, sorgulamaya konu olamayan, dolayısıyla da herhangi bir koşula tabi olmayan, koşulsuz doğru.
2. Anlam kayması yoluyla zaman içinde kazandığı anlam: Bellemek
Ö Ezbere Hayır! projesi, ezber’in bunlardan birincisine (sorgulanamazlığa) yönelik olup, Sorgulanamazlığa Hayır! biçiminde anlaşılmalıdır.
Ö Kalıplar yararlı mı zararlı mı? Kalıplar koşulsuz olarak kullanılırsa zararlı, koşulları hatırda tutularak kullanılırsa yararlıdır. (Örn. “su sıfır derecede donar” kalıbı bu şekilde ileri sürülür ise yanlışa yönlendirebilirken; “tuz içermeyen su, normal basınç koşullarında sıfır derecede donar” şeklinde koşullu olarak belirtilirse daha doğru olur)
Ö Koşulsuz kalıplar niçin zararlıdır? Koşulsuz kalıplar soru sormanın önünü keser. Koşullu kalıplar ise, o koşlların dışında ne olup bittiğini sormayı özendireceği için merakı tahrik eder. Merak ise her şeyin temelidir. (Örn. “Suyu normal basınç koşullarının dışında daha yüksek veya daha düşük sıcaklıklarda dondurmak nasıl mümkün olur? sorusu, koşullu kalıp nedeniyle akla gelir. Bu ise birçok yeniliğin önünü açar)
Ö Koşullar sorgulama yoluyla ortaya çıkarılır: Koşulsuz olarak önümüze konulanr bir kalıp sorgulamaya kapalı olsa da, sorulacak her soru, bu kalıbın daha işlevsel hale gelmesine, bu kalıptan yeni bilgiler üretilebilmesine yol açar.
Ö Peki -sorgulanabilen ya da sorgulamaya kapalı- ezber kalıpların hepsi doğru mudur? Hayır, kalıpların doğruluğu ya da yanlışlığı, koşullu ya da koşulsuz olmanın dışında da sorgulanabilmelidir. Örneğin, “yılanın başı küçükken ezilmelidir” kalıbı muhtemelen “sorunlar büyümeden çözülmelidir” ya da “kötülükler dal budak sarmadan önlenmelidir” anlamında söylenmişse de, zamanla doğanın en yararlı yaratıkları olan yılanların “zararlı oldukları ve her görüldüğü yerde kafalarının ezilmesi gerektiği” gibi son derece vahşiyane ve tabii yanlış bir ifadeye dönüşmüştür.
Görüldüğü gibi bu kalıp da şu sorularla sorgulanabilseydi bu zararlı ve yaygın sonuç ortaya çıkmayabilecekti:
– Yılanlar niçin öldürülmelidir?
– Yılan zararlı ise doğada niye vardır?
– Yılanın faydaları neler olabilir?
– Yılanlar insanlara zarar verir mi?
– Ne zaman zarar verirler?
– Yılan ya da herhangi bir hayvanın zarar vermemesi için ne yapmak gerekir?
– Bir yılanın gözlerine hiç baktınız mı?
– En zararlı hayvan hangisidir? (cevabı basit olsa da sorulması iyi olur)
Sonuç: Ezber kalıpların zararlı oldukları gibi bir kanı doğru değildir. Zararlı olan, herhangi bir yargıyı koşulsuz, mutlak olarak niteleyerek, hakkında soru sormanın önünü kesmektir.
6 Mart 12 Salı
-
Nis 16 2012 Sorgulanamazlık(ezber) için elle tutulur örnekler..
Sorgulanamazlık (ezber) için elle tutulur örnekler..
Bugüne kadar, sorgulamaya kapalılık (sorgulanamazlık, Farsça ezber) konusunda yazıp çizilenlere geriye dönüp bakıldığında ilginç bir şey görünüyor: Ezber’in yol açtığı olumsuzluklar konusunda çeşitli örnekler, çözümlemeler verilirken daima, o yazıları okuyanların zihinlerinde “ezber olmasaydı nasıl olurdu?” sorusunun net cevaplarının bulunduğu -ve bunun bulunmasının da çok doğal sayılmak gerektiği- varsayılmış.
Örneğin, öğretmenler -çoğu zaman acı acı- ezber yaptırdıkları için eleştirilirken, şöyle bir soru’nun cevabını bildikleri varsayılmış: “Peki ezber yerine sorgulama yapalım da neyi nasıl sorgulayacağız?”
Rastladığımız birkaç olay, sadece öğretmenlerin değil birçok kimsede bu konuda bir zihinsel netlik bulunmadığını gösteriyor. Hal böyle olunca da, hemen herkesin ağzında “sorgulamaya dayalı düşünme biçimi” diye bir ifade kalıbı yerleşiyor, ama neyin-nasıl sorgulanacağı da belli olmuyor. İşin tuhafı kimse de çıkıp, bu hemen herkesin fikir birliği içinde olduğu sorgulamaya dayalı düşünme biçimi neyi-nasıl sorgulayacak? diye sormuyor; belki de sorgulama sözcüğü polis ve ilintili kavramları çağrıştırdığı için korkup soramıyor. Diğer bir deyişle sorgulamayı sorgulayamıyor!
X konusundaki ezber sorgulansaydı neler sorulurdu ve de sorulunca ne olurdu?
Aşağıda, rastgele seçilmiş kimi ezber kavramlar, yol açtığı olumsuzluklar, sorgulanma mümkün olabilseydi sorulabilecek sorular ve nihayet o durumda ortaya çıkabilecek olumluluklar örnekleniyor.
Sorgulanmamış (ezber) kalıplar
Sorgulansaydı..
Kalıp
Olumsuz sonuçları
Neler sorulabilirdi?
Olumlu sonuçlar neler olurdu?
Demokrasi, hak ve özgürlükler içinden seçilmiş ezberler…
Demokrasi (D) en iyi rejimdir, aksi savunulamaz.
Tüm kurumların işleyişi demokratik ilkelere uygun olmalıdır.–
Genellikle
“seçim ” kavramıyla özdeş ve
seçmenlere herhangi bir sorumluluk yüklemeyen, bir düzen olarak anlaşılıyor.–
Cumhuriyet
ve D farkı
belirsizleşiyor.–
D’nin
eleştirilemez bir idare biçimi olduğu yaygın kanısı, sistemi geliştirici
soruların sorulmasını tabu kılar.–
D tüm
koşullar altında (örn. savaşta, kaos durumlarında, ortalama eğitim düzeyinin
yetersiz olduğu hallerde gibi) en iyi rejim midir? Evet ise niçin, hayır ise
başka seçenek(ler) var mıdır, olabilir mi?–
Her şeyin
bir kalitesi söz konusu ise demokrasinin
de kalitesi var
mıdır? Tek tip midir yoksa çeşitleri mi vardır? Bunu ölçülendirebilecek
göstergeler var mıdır?–
İnsan nitelik dokusu ile D kalitesi arasındaki ilişki nasıldır?–
D’nin de
tüm sorun çözme araçları gibi uygulanabilirlik sınırları ve koşulları olduğu,
o sınırların dışına çıkıldığında sorun çözen değil sorun üreten bir araç
haline geldiği anlaşılır ve uygun koşulların yaratılmasına daha çok dikkat
edilirdi. Böylece, her on yılda bir -bir şekilde- kesintiye uğramasının önüne
geçilebilirdi.–
M.Ö. 6ncı
yy’a kadar giden (antik Yunan) D uygulamalarının, binlerce yıllık
uygulamalarla evrensel normlara kavuştuğu; buna rağmen hala tek tip D’den söz
edilemediği; D kalitesinin değerlendirilmesinde vazgeçilmez ölçütlerin
başında “özgürlüklerin sınırlarının
başkalarının başka özgürlüklerinin sınırları olduğu” ilkesinin geldiği
anlaşılabilirdi.–
Zihinsel yetkinlik, bilgi-beceri
yetkinliği, ruhsal sağlık ve ahlaki (evrensel) normların bütünü olarak anlaşılan insan niteliği yetersiz
olduğund, D’nin işlemeyeceği anlaşılırdı. Bu durumda, D’yi korumanın ancak
insan nitelik dokusunu geliştirmekle mümkün olabileceği ortaya çıkardı.“Hak ve özgürlükler” deyimi
Sorumluluklarla dengelenmemiş hak ve özgürlüklerle,
sürdürülebilir bir yönetim sistemi oluşturulamaz.–
Sorulabilecek
en basit soru, “bu değirmenin suyu
nereden gelecek?”tir.–
Bu
sorulduğunda yurttaşların ne gibi sorumlulukları bulunduğu konusu gündeme
gelir ve hak-özgürlük-sorumluluk arasında bir dengenin bulunması gerektiği
ortaya çıkardı. Demokrasinin çeşitli tanımlarından birisi de “sorumlu
yurttaşlar rejimi” olabilir.Kuvvetler ayrılığı
–
Yasama,
yürütme ve yargının birbirine müdahale edemeyecek özerk alanlara sahip olduğu varsayımı, bu üç erkin birbirini
denetleyip dengeleme gereğini unutturur.–
Üç erk tek
elden kontrol edilebilir.–
Bu
deyimdeki “ayrılık” kavramı ile yabancı dildeki check and balance (denetle
dengele) deyimi arasında ne ilişki vardır?–
Üç erkin
birbiri üzerinde etkileri var mıdır, yoksa tamamen özerk midirler?–
Bu yolla
üç erkin birbirini nasıl denetleyerek herhangi birisinin kontrol dışına
çıkmasının nasıl engelleneceği belirlenmiş olurdu.–
Böylece
hiç bir erkin tam bağımsız olmadığı, üç erk arasında dengeli bir “karşılıklı bağımlılık” bulunduğu
bilinir ve her erk attığı adımları bunu daima dikkate alarak atardı.Sorun çözme kültürü içinden seçilmiş ezberler…
Her şeyin başı eğitimdir (eğitim şart!)
–
Sorunlara
çözüm aranırken, herhangi bir kök-sorun
araması yapılmaksızın, ilk akla gelen o konuda bir eğitim uygulamak geliyor.
Bu ise hem okul müfredatlarının kaldırılamayacak -dolayısıyla da ancak anlamadan
bellenerek kaldırılabilecek- şekilde kalabalık hale gelmesine; hem de eğitimin
işe yaramazlığı konusunda bir genel kanı oluşmasına yol açar.–
Eğitim’in
ideolojik indoktrinasyon olarak anlaşılması halinde, sorun çözen değil sorun
yaratan bir araca dönüşür.–
Sorgulama,
düzeltici önlemler alabilmenin yolu olduğuna göre eğitime yüklenen bu
sorgulanamazlık rütbesi, geliştirilmesine de engel olur.–
Eğitimden
“en temel” beklenti ne olmalı?–
Çözümü
eğitime bağlı olmayan sorunlar var mıdır?–
Eğitim
düzeyi arttıkça derinleşen sorunlar olabilir mi, nasıl?–
En önemli
becerileri, okul, öğretmen, ders kitabı olmaksızın edindiğimize göre, o
becerileri edinirken mevcut olan yöntemi uygulayarak başka şeyleri de
öğrenemez miyiz?–
Hepsinin
aynı beklentiye sahip olduğu varsayılan kesimlerin farklı beklentilere sahip
oldukları görülür ve bunlardan hangisine yönelmenin doğru olacağı tartışılır
ve bir eğitim vizyonu üzerinde uzlaşılabilirdi.–
Hangi
sorunların ya da sorunların hangi bileşenlerinin eğitimle çözülebileceği konusunda
bir uyanma sağlardı.–
İnsan nitelik dokusu‘nun
eğitim boyutu dışında kalan diğer boyutlarında yetmezlikler varsa, bu durumda
eğitimin rolü negatife dönebilir. (Eski bir Çin atasözü: “Kaplanın kanatları olsaydı yapabileceği
kötülüklerin sınırı olmazdı“)–
Bu soruya
cevap ararken muhtemelen “Zengin
Öğrenme Ortamı” (ZÖO) adı
verilen kavramla karşılaşılacaktı. Yürüme, konuşma vb becerileri, bu
becerileri kullanan kişilerle birlikte ve de en önemlisi o becerilerin
sağlayacağı yararları yakından gözleyip ikna olarak düşe kalka, zahmetlice
yürümeyi öğrendik. Henüz eğitim sistemimiz içine girmemiş ZÖO kavramı, eğitim
kavramı sorgulanamaz hale gelmeyip bu soru sorulabilmiş olsaydı belki de çok
önceleri sistemimiz içine girmiş olacaktı.Yasaklar kötüdür, ilkeldir (“yasaklar yasaklanmalı” söylemi)
Herhangi bir kurumun sorumlu olduğu
görevleri yerine getirebilmesinde yararlanacağı araçlar paletinde yasaklar da
dahil çok sayıda araç bulunmalıdır. Yasakların bu şekilde sistem dışına
itilmesi, seyrek de olsa kullanımı gereken bu aracı başvurulamaz kılar.–
Yasaklara
başvurmada kullanılabilecek yol gösterici bir ilke var mıdır, nedir?–
Yasaklar kötüdür sloganı nedeniyle çözemediğimiz sorunlarımız var mıdır?–
Örneğin, “Canlı -insan ve hayvan- yaşamını geri
döndürülemez biçimde riske edebilecek kaçınılabilir eylemler doğrudan
yasaklanmalı; bunun dışındaki durumlarda daha yumuşak, eğitici, uyarıcı
önlemler kullanılmalı” gibisinden bir ilke gerek kural koyucuların
gerekse uygulayıcıların işlerini kolaylaştırabilirdi. Böylelikle, mesela
çocukları uyuşturucuya alıştırarak kazanç sağlamayı amaçlamış çetelerin
faaliyetlerine sıfır tolerans gösterilmiş olacaktır.–
Çözemediğimiz
(kronik) sorunları (veya sorun bileşenlerini) bu soru ile filtre ederek
bazılarını çözmek mümkün olabilirdi.Kadına şiddete hayır..
–
Kadına
şiddet (KŞ) olgusunun kendi başına var olabilen, soyutlanmış bir olgu olduğu,
devlet isterse bunu önleyebileceği gibi gerçekdışı anlayışa yol açar.–
KŞ
olgusunun kültürel ve ekonomik boyutları göz ardı edilerek bu slogana ümit
bağlanır.–
Doğrudan
KŞ olgusuna yönelik önlemler sonuç vermedikçe daha şiddetli önlemler alınır.
Bu defa başka sorunlar doğmaya başlar.–
KŞ,
kökleri ve başka sorunlarla ilişkileri tam anlaşılmadan “kurcalama”
yoluyla çözülemez.–
KŞ başka
sorunlarla ilişiği bulunmayan kendi üzerine kapalı bir sorun mudur?–
Erkeklere,
çocuklara, hayvanlara şiddet de var mıdır? Ne boyuttadır ve niçin fazlaca gündeme
gelmemektedir?–
Töreler
ile şiddetin ilişkisi nedir?–
Dini
inançların, kadını ikinci sınıf gören biçimde “yorumlanması”nın sebepleri
nelerdir, nasıl giderilebilir?–
Medyadaki
şiddet içeren diziler, filmler
genel bir şiddet eğilimine ne ölçüde katkı yapıyor? Bu konuda hangi
araştırmalar kimlerce yapılabilir? Başka ülkelerde benzer konulu
çalışmalardan nasıl yararlanılabilir?–
Çocuk
yetiştirme kültürümüz ile genelde şiddet ve özelde KŞ arasında bağ var mıdır?–
Burada
sıralanan ve sıralanmamakla birlikte akla gelebilecek sorulara verilecek
cevapları içeren bir “Şiddetin Köklerinin Ortadan Kaldırılması” konulu bir
Politika Belgesi nasıl hazırlanabilir ve nasıl bir yöntemle uygulamaya
sokulabilir?–
Bu soruya
verilecek cevap, hangi alanlardaki sorunların birleşerek KŞ olgusunu ortaya
çıkardığını netleştirirdi.–
Böylece bu
alanlardaki şiddetin çok daha yaygın olduğu anlaşılır ve şiddet bir bütün
olarak mercek altına alınırdı?–
Törelerin
yaptırım araçlarının doğrudan doğruya şiddete dayalı olduğu ve toplumun
yaklaşık %60’ının törelere bağlı olduğu görülür ve töre hukuku yerine
evrensel hukukun geçirilmesi yoluna gidilirdi.–
Bu tür
yanlış yorumların yalnızca KŞ konusunda değil bambaşka alanlarda da ortaya
çıktığı anlaşılarak o alanlarda da düzelmelere yol açılır.–
Şiddetin
her topluma özgü nedenleri olabileceği gibi ortak nedenleri de olabilir ve
bunların bir bölümü toplum gündemine hiç gelmemiş olabilir. Bu yolla şiddetin
kaynaklarına doğru gerçekçi bir yaklaşım yapılmış olur.–
Çocuklarımızı
daha iyi yetiştirebilecek ipuçları edinilir.–
Böylesi
bir politika belgesinin paydaşları tahmin edilebileceği gibi son derece
yaygındır. Bu yaygınlıktaki bir paydaş ağının uyumlu eylemlerini
sağlayabilecek bir yöntem, sadece bu alanlarda değil başka alanlarda da işe
yarayacaktır.Okul müfredatları içinden seçilmiş ezberler…
Bir üçgenin iç açılarının toplamı 180
derecedir.–
Öğrenci
-eğri yüzeyler üzerindekiler de dahil- tüm üçgenlerin bu kurala uyduğunu sanabilir.–
Konu
sadece üçgenlerle sınırlı kalmayıp, belirli koşullar altında geçerli olan tüm
doğruları mutlak doğru olarak
kabule kadar gidebilir.–
Açıları
toplamı 180’den farklı bir üçgen olabilir mi? Nasıl?–
Açıları
toplamı 180 derece olan üçgenler ancak düzlem üzerine çizili olanlar
olduğuna, düzlem ise ancak hipotetik olarak mevcut olup gerçek yaşamda
karşılığı pek güç bulunabilecek bir yüzey olduğuna göre, çeşitli yüzeyler
üzerine çizili üçgenlerin açılarının toplamları da 180 olmayacaktır.
Öğrenciler böylelikle tüm doğruların “belirli koşullar altında” doğru
olacağını, koşulsuz doğrular ileri sürüldüğünde kuşkulanmak gerektiğini
anlayabileceklerdir. Kuşku ise bilimin temelidir. Böylelikle, bir üçgenin iç
açılarının sorgulanması yoluyla bilimsel düşünmenin yerleşmesine katkı
yapılabilirdi.Sınavlarda kopyaya karşı gözetim
–
Herkes
potansiyel hırsız olarak varsayılır.–
Kendine ve
başkalarına güvenmeyen insanlar yetiştirilir.–
Herhangi
bir kanıt olmadan da başkalarını kolayca suçlayabilen insan tipi ortaya çıkar.–
Gözetim
kopya çekenlere karşı bir önlem olduğuna ve herkes de kopya çekmeyeceğine
göre, kopya çekmeyenlere haksızlık yapılmaktadır. Bu haksızlığı önlemenin
yolu var mıdır? Nasıl?–
Sınavlarda
ancak kopya çekerek başarı sağlayanlar gözetime de karşı çareler
bulacaklarına göre gözetim ne işe yarıyor?–
Bu soru
doğrudan Onur
Sistemi adı verilen gözetimsiz sınava
götürürdü.–
Bu
soruyla, öğrenciler arasında kopyaya karşı bir sosyal baskı ortamı oluşturmanın
gözetimden daha etkili olacağı anlaşılırdı.Bütüncül tarih yerine kronoloji öğretimi
–
Her biri
farklı nedenlerle ortaya çıktığı için birbiriyle ilişkisi bulunmayan olayları
tarih sırasına göre öğrenmek, gerçekte ne olup bittiğini anlamamaya yol açar.
Bu ise tarihin amacı olan “geçmişten
öğrenip geleceği şekillendirmek” temel amacına hizmet etmez.–
Tarih
sırasıyla meydana geldiği öğrenilen her olay için: Bu niçin olmuştur sorusunun sorulması yeterlidir.–
Bu soru,
her olayın ardında onu güden bir dizi etkenin olduğunu ve bu etkenlerin az
sayıda (askerlik, diplomasi, keşifler,
icatlar, sanat, bilim, iklim değişiklikleri, göçler gibi) olduğunun
anlaşılmasına yol açacaktır.İnsanın doğaya egemen olup medeniyet kurduğu
–
Ekosistem
içindeki (canlı ve cansız) tüm varlıkların ancak birbirlerinin varlığına
saygı göstererek hayatta kalabileceği büyük gerçeğini ıskalar.–
İnsan’ın,
diğer canlılar, bitkiler, taş-toprak, hava-su gibi bileşenler içindeki yeri
nedir?–
“Doğanın bir parçasının doğanın bütününe egemen
olmasında” bir tutarsızlık var mıdır?–
İnsan’ın
besin zincirinin tepesinde olması nedeniyle “üstün varlık” sayılmasının,
kendisine vermiş olduğu bir paye olduğu; besin zincirinin tepesinde
olabilmesinin, besin zincirini besleyen bütünü (doğa) tahrip etmek pahasına
sürdürdüğü; buna göre -kendi varlığını sürdürme açısından dahi- riskli bir
konumda olduğunu anlayabili ve tutum ve davranışlarını buna göre
düzenleyebilirdi.–
Bu soru
yoluyla, doğaya egemen olmanın değil, onun tüm bileşenleriyle uyumlu yaşamanın
övünç kaynağı olabileceğini idrak ederdi.En iyi öğrenmenin tekrar yoluyla koşullandırarak sağlanabildiği..
–
Öğrenme ile beyine kazıma
farkı belirsizleşir.–
Canlıların
en değerli yeteneği olan “ihtiyaçlarını
zahmetsizce öğrenebilmek” körelir.–
Bireyin
yaşam hakkına eşdeğer sayılabilecek koşullanmama hakkı çiğnenir; bilgilenme
hakkı elinden alınmış olur.–
Tekrar
sürecinde beyinde ne olmaktadır? Tekrar yoluyla beyine kazınmış bir bilginin
isteyerek unutması (unlearning)
gerektiğinde bu kalıcı bağlantı ne gibi sakıncalar yaratabilir?–
Koşullanmaksızın
öğrenmek mümkün müdür?–
Bir defada
tekrarsız öğrenme (zero-trial-learning) mümkün müdür?–
Öğrenme ve tekrar arasında
bir bağlantı olduğu görünüyor. Ancak bu tekrarın sayısı, şiddeti, aralıkları
vb karakteristikleri bilinmeden yapılacak tekrarların zararlı olması da
kuvvetle olasıdır. Kişilerin kendi kontrollarında yapılabilecek tekrarların,
dışımızdakilerce -belli niyetlerle- yapılabilecek tekrarlardan (örn.
reklamlar, ideolojik indoktrinasyon gibi) ayrılması mümkün olabilirdi.–
Koşullandırma, herhangi bir bilginin diğer olası
seçenekleri sorgulama ihtiyacı duyulamayacak şekilde belleklere
yerleştirilmesidir. Bunun başlıca yollarından birisi “tekrar” yöntemidir.Kişinin,
yaşamın kendisine sunduğu çeşitli seçenekleri göremeyecek şekilde kör
edilmemesi için, koşullanmama hakkı bireyin yaşam hakkına eşit bir özenle
korunmalıdır.–
Bu heyecan
verici tekniğin öğrenilmesi mümkün olabilirdi.Siyaset alanından seçilmiş ezberler..
Siyasi Partiler’in (SP) asli işlevi halkın
sorunlarını çözmektir.–
Halkın
kendi sorunlarını çözdüğü rejimin adı “demokrasi”dir. Bu ezber, demokrasinin
en temel dayanağını reddeder.– SP,
halkın, sorunlarını (STK, sendika, vakıf, platform, meslek örgütü, üst
örgütlenmeler vbg yolu ile) çözebilmesi için sahip olmaları gereken özgürlük ortamını sağlamak ve
taleplerinin uygulamalarını yine halkın istekleri doğrultusunda denetlemekle
görevlidirler. Bu ezber, bu asli görevin yapılmayışına yol açar.– Halkın
sorunlarını halk adına çözme girişimleri kolayca çeşitli türde istismarlara
yol açabilir.–
Halkın
sorunlarını kendisi mi yoksa SP mi çözecek?–
Sorunları
halk adına SP çözecek ise, halk bazı yetkilerini (yani hak ve özgürlüklerini)
SP’e devretmelidir. Bunun otokratik rejimlerden farkı nedir?–
Birden
fazla SP, aynı anda halkın sorunlarını çözme yarışına girerse bundan
doğabilecek sakıncalar neler olur?–
Bu soru
sorulsaydı, SP daha anlamlı bir role (halkın sorunlarını çözmesi için uygun
ortam yaratmak) çekilebilirdi. Ülkemizde peryodik olarak sorunların çözülemez
duruma gelip sonra da darbelerin gerçekleşmesinde, SP’in kendilerini
konumlandırdıkları bu “halk adına sorun çözme” rolünün payı vardır. Halk bir
yandan da giderek sorun çözme kabiliyeti düşük bir duruma gelir.–
Bu soru,
demokrasinin anlamının daha iyi kavranmasına, hak ve özgürlüklerine daha
sarılmasına yol açacaktı.–
Halkın
bugün siyasetten soğumuş, siyasetçileri aşağılar durumda olmasının altındaki
kök nedenlerin başında, SP’in bu “halk adına sorun çözme” adını taşıyan,
aslında ise etkisiz ve istismara açık kabul yatmaktadır. Bu soru, siyasetin
de saygınlığına katkıda bulunacaktı.TBMM çalışmalarında muhalefet partilerinin
önergeleri reddedilir; bunun aksi “gol yemek”tir.Muhalefet önerilerinin kategorik olarak
reddi, olası katkıların göz ardı edilmesine, muhalefetin kendini dikkate
aldıracağı daha rahatsız edici yollar aramasına yol açar.–
İktidar
partilerine mensup milletvekilleri, muhalefetten gelen önerilerden bazılarını
kabul etmenin niçin bu denli zafiyet sayıldığını kendi kendilerine ve grup
yöneticilerine sorabililirlerdi.–
İktidar ve
muhalefet arasındaki ilişkiler, duygusal planda galip gelme düzeyinden akli
düzeyde daha anlamlı bir rekabete dönüşebilirdi.–
Uzlaşı
kültürünün gelişmesine katkı sağlanırdı.Hayvanlarla ilgili seçilmiş ezberler…..
Hayvanların duyguları yoktur; İnsanlar
hayvanlardan daha akıllıdır; Hayvanlar insanlar için var edilmişlerdir…vs–
İnsan söz
konusu olduğunda son derece sevecen, nazik olabilen insanlar, bu ezber
nedeniyle hayvanlara her türlü kötü muameleyi yapabiliyor.–
Hayvan
deneylerini savunanlar, bunların insanların iyiliği için yapıldığını öne
sürerek kendilerini haklı
çıkarırken bir argüman olarak da yine bu ezberi kullanıyorlar.–
Hemen
hemen tüm ezber kalıplarını sorgulamada kullanılabilecek anahtar soru burada
da kullanılabilirdi: Hayvanlara bu
kadar zalimane davranmayı haklı gösteren bu yargılarınızın doğruluğundan
nasıl emin olabiliyorsunuz?–
Kulaktan
dolma, doğruluğu konusunda akla, bilime uyan herhangi bir kanıtın bulunmadığı
bu tür kalıpların, başka canlılar ve varlıkların (taş, toprak, hava, su gibi)
var olma haklarını gasbetmemize yol açtığını; bunun da dönerek kendi
yaşamlarımızın sürdürülebilirliğini tehlikeye attığını idrak edebilir ve ona
göre davranırdık.17 Şubat 12 Cuma