-
May 25 2012 Zengin sorumluluğu için kişisel bir manifesto..
Keşke..
“Babalarımız, büyükbabalarımız, büyük büyükbabalarımız ya da annelerimiz keşke daha daha uyanık olabilseler, bugünlerin geleceğini o zamanlardan görebilseler ve imkanlarını öylece kullanabilselerdi!”
Bu sözleri şimdiden duyabiliyor musunuz?
Zenginlikler nereye?
Kurumlar ya da kişiler belirli bir maddi iriliğe, zenginliğe ulaştıktan sonra enerjilerinin giderek daha büyük bölümünü sadece o zenginliği sürdürmeye harcıyorlar.
İrilik, tek başına belirli zorunluklar üretiyor ve kurum sahiplerini çekip çevirmeye başlıyor. Kurum sahipleri bunun farkına -çoğu zaman- varamıyor; iriliğin ürettiği sorunlar farkındalığı önlüyor.
Farkına varabilenler ise kendilerine dönük mükemmeliyet oyunlarıyla kendilerini avutmaya -kendilerinden kaçmaya- başlıyorlar. Bu yarı-sarhoşluk, yarı-uyanıklık durumuna iğne batıranları ise duymazlıktan geliyor, rahatsız oluyorlar.
İri ama zayıf projeler..
Öte yandan, gönüllü kuruluşlar belirli bir maddi iriliğe erişmiş kişi ve kuruluşların kaynaklarını kullanarak çeşitli projeler üretiyorlar. Kimisi parlak görünüşlü ama içeriği zayıf, kimisi ise toplumun gerçek ihtiyaçlarına yönelik ama ancak “farkında” olanların destekleyebileceği parıltısız projeler. Burada kritik nokta, kişi ve kuruluşların zenginliklerinin hangi tür projelere kanalize olacağıdır.
JFK’nin şu sözü damıtılmış bir bilgelik taşıyor: “İyi başkan, kendisine önerilenler içinde işe yarar olanları farkedebilendir“.
Bu söylem zenginliklerin nasıl kullanılması gerektiğinin de yolunu göstermiyor mu?
Kuşe kağıtlı raporlar göstergedir..
Ülkemizde, başarılı pazarlama kurguları ve halkımızın yarı bilgili halini kullanarak milyon dolarlar toplayabilen ve bunları pahalı kuşe kağıtlara yazılı raporlar üreterek kullanan gönüllü kuruluşların yanısıra, bitki özsuları gibi “bütün organizmayı derinden, yavaş yavaş besleyen” projeler üretip uygulayan kuruluşlar da var.
Serbest Pazar sisteminin altın kuralı “müşteri kıraldır” diyor.
Bu doğrudur, ama ön-koşulları söylenmez ise tam doğru değildir.
Müşteri kıraldır ama..
Eğer müşteri:
- Tüm seçenekler konusunda bilgi sahibi ise ve
- Tüm seçeneklere erişme şansı varsa ve
- Seçeneklerden birisi yönünde koşullandırılmıyor ise
kıraldır.
Gönüllü kuruluşlar da projelerini serbest pazar ilkelerine göre pazarlamalı ve bunda başarılı olanlar kaynaklara erişebilmelidirler. Ama şu koşulla: Eğer zenginlik sahipleri:
- Toplam kaynakların sınırlı olduğunun bilincinde iseler,
- Bu sınırlı kaynakların, tekrarlanabilirliği yüksek projelere tahsisinin getireceği yararları takdir edebiliyor iseler,
- Destek seçeneklerinden bir veya birkaçına sempati, çıkar ilişkisi vbg nedenlerle daha yakın durmuyorlar ise
projeler serbest pazar ilkelerine göre hak ettikleri destekleri bulmalıdırlar.
Dikkat, dikkat..
Bir toplum, çeşitli kaynaklarını kontrolda tutanların akıl ve ahlak düzeyleri kadar yaşamaya layıktır.
Pazar, 26 Aralık 2004
-
Nis 16 2012 Krizler ve anlamsız kalabilen amaçlar!
Herhangi kaynaklı bir kriz yokken, çeşitli amaçlı ama her birisi de toplumun bir ihtiyacı doğrultusunda örgütlenmiş sivil toplum kuruluşları, bu ihtiyaçların çok geriplanlara düşebileceği -doğal, ekonomik, sosyal vd- kriz ortamlarında kendilerini bir anlamsızlık ortamında bulmazlarmı?
Herhangi kaynaklı bir kriz yokken, çeşitli amaçlı ama her birisi de toplumun bir ihtiyacı doğrultusunda örgütlenmiş sivil toplum kuruluşları, bu ihtiyaçların çok geri planlara düşebileceği -doğal, ekonomik, sosyal vd- kriz ortamlarında kendilerini bir anlamsızlık ortamında bulmazlar mı?
Bu tür durumlarda, varlıklarını sürdürebilmek için gereksindikleri kaynakları toplumdan talebederken alabilecekleri “bizim derdimiz ne, sizin amacınız ne!” yanıtını tahmin ederek kendi kendilerini anlamsız bulmazlar mı?
Benzer şekilde, kendine bir “temel varlık nedeni” (öz-niyet, misyon) tanımlamış bireyler de, bu gibi durumlarda kendilerini boşlukta hissetmezler mi?
Örneğin bir savaş patlak verdiğinde ya da bir deprem afeti sonrası, “kendini sanat yoluyla geliştirmeye” vakfetmiş bir kişinin durumu -en azından- ilginç değil midir?
Kriz ortamlarında STK’lar!
Buna göre, toplam olarak onbinlerle ölçülebilecek sayıda yurttaşın oluşturduğu yaklaşık 70,000 dernek ve yaklaşık 9,000 vakıf için şu kritik soru’nun cevaplanması gerekiyor: Kuruluş amacımdan farklı ihtiyaçlar dayatan kriz ortamında, hem kuruluş amaçlarıma hem de yeni ortaya çıkan ihtiyaçlara cevap verebilecek konumlanma nasıl olmalıdır?
İnsanoğlu kolaycıdır!
İnsanların çoğu, bir sorun ile karşılaştığında olabildiğince çabuk ve kolay biçimde kurtulmak ister. Kriz ortamında bu daha da baskın olabilir. Bu nedenle de “hemen” çözüm getirmeyeceğini düşündüğü girişimlerin ne içinde bulunmak ne de destek vermek ister. İlk aşılması gereken güçlük budur.
Aynı derecede önemli ikinci güçlük, kriz sorunlarının aslında birer “hayalet sorun” (phantom) (http://tinyurl.com/ctuuof) olduğunun atlanıp, ardındaki kök nedenlere yönelmesi gereken çözüm önerilerinin “ilgisiz” sanılmasıdır. Örneğin, “işsizlik” adı verilen ve tam bir hayalet olan sorun’un köklerinin her birinin içindeki “öğrenme” olgusunun “ilgisiz” sayılması gibi (http://tinyurl.com/aj8w9u).
Ve üçüncü neden de, kök nedenlere yönelse dahi, gereken çözümleri üretebilecek Sorun Çözme Kabiliyetinin (SÇK) yetersiz olabilmesidir (http://tinyurl.com/c38f33).
Bu üç neden birleşerek, bir STK’nu yönlenmesi gereken yolun dışına, hayalet sorunlarla boğuşmaya itebilir. Halbuki bu tür sorunların en önemli özellikleri “çözülemezlikleri ve çözmeye israr edenleri, enerjilerini tükettirerek öldürdükleri”dir.
Çok büyük kaynaklar tüketmelerine karşın, eğildikleri alanlarda övünmekten başka katma değer yaratamayan, yaratamadığı gibi yaratabilecek olanların da kaynaklarını tüketen STK’ların durumları budur.
SÇK geliştirmeye çalışmak: Yapılabilecek ve de yapılması gereken en önemli iş!
Bir STK normal koşullarda hangi alanı ana uğraşı olarak seçerse seçsin, kriz koşullarında o alanla ilgili SÇK’ni geliştirmeye çalışmak en akıllıca tutum olur. Çünkü, kriz ortamlarından olumsuz etkilenenlerin hemen tamamı SÇK düşük birey ve kurumlardır.
Toplumun bütününün ya da bir kesiminin SÇK’ni geliştirmeye, sorun çözme araçları dağarcığına yeni ve etkili araçlar eklemeye çalışmak hem kriz ortamında hem de olağan koşullarda yarar sağlayacaktır.
Ama bir sorun var!
SÇK’nin geliştirilmesine yönelik girişimler, STK’nın ayakta durması için gereken kaynakları sağlamak durumunda olanlara çekici -hatta gerçekçi- görünmeyebilir. İşte bu gerçek bir sorundur. Bir toplumda kaynakları ellerinde tutanlar karmaşık görünüşlü bu mekanizmayı farketmemişlerse o durumda kale içerden fethedilmiş duruma düşülebilir.
Ama her durumda yine de yapılacak bir şeyler vardır, olmalıdır…
Toplumun tümü ya da bir kesiminin SÇK’nin geliştirilmesi için kullanılabilecek yol sorun çözme araçları dağarcığına yeni aletler koymak olduğuna göre burada bir esneklik vardır.
Bir STK’yı oluşturan ve destekleyecek olanların tercihleri dikkate alınarak şu 2 araç türünün uygun bileşimleri birlikte kullanılmalıdır: 1. Kullanıldığında somut sonuçları görülebilecek araçlar, 2. Sonuçları ancak uzun vadede ve değişik yararlar biçiminde ortaya çıkabilecek araçlar
Hekimlerin genelde benimsedikleri tedavi usulü de aşağı yukarı böyledir. Bir yandan, hastalığın rahatsız edici semptomlarını giderip zaman kazandıran ve hekime güven duyulmasını sağlayan ilaçlar; diğer yandan da kök nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik ilaç bileşiminin kullanımı.
STK bu iki bileşenin ağırlıklarını iyi ayarlayabildiği ve STK katılımcısı ile destekçilerinin profilleri de bu ağırlıklarla uyumlu olabildiği takdirde, en ağır kriz durumlarında bile işe yarayabilecek sonuçlar alınabilir.
Bütün bunlara karşın hasta (yani sorun) kurtulmazsa (yani çözülmezse) n’olacak?
Onun yanıtını da yine hekimler veriyor: Ameliyat çok başarılıydı, ama hastayı kaybettik!
Şubat 24, 2009