-
Nis 16 2012 Sorun çözme yeteneğimiz ve Kürt sorunu !
Sorun nedir?
Bu soru yanılıtıcı olabilir. Bir sorun’un ne olduğu ile o sorun’un dışavurumlarının birbirinden tamamen farklı olduğunu herkes bilir. Ama, sorun’un ne olduğunu tanımlamak yerine, onun semptomlarını sıralamak çok daha kolay ve de somut olduğu için çoğu zaman sorunu tanımlamak yerine dışavurumlarından örnekler verilir. Örneğin “trafik sorunu“nu tanımlamak yerine, “her yıl bir savaştaki kadar insanın ölümüne yol açan olaylar” tanımlaması çok daha doyurucu değil midir?
Doyurucudur da kime göre?
Sokaktaki insan uzun açıklamalardan, birbirine girift bağlantılı açıklamalardan hoşlanmaz. Ona mutlaka beş duyusundan en az birisine (mümkünse dokunma duyusuna) hitap eden bir kanıt göstermek gerekir. “Aha bak, kamyon sollamış o da otobüsün altına girmiş on kişi de gördüğün gibi ölmüş!” kadar net bir açıklama idealdir. Ama sorunu gerçekten anlamak isteyen kişiler için böylesine bir kanlı-canlı örnek pek az şey ifade eder. Çünkü bu tür tanımlamalar insan sayısı kadardır ve hepsi de alabildiğince özneldir. Örneğin, Kürt sorunu olarak dile getirilen ve “terör ve teröre destek olabilecek eylemler“, “ayrılma tehdidi“, “iç savaş çıkarma tehdidi“, “dış tehditle mücadele için tasarımlanan silahlı kuvvetlerimizin işlevinin değişip kendi yurttaşlarının çoğunlukta olduğu bir karışımla mücadele etmesi“, “çok sayıda yurttaşımızın ne kendi dillerini ne de ana dillerini tam bilememeleri ve bunun yarattığı kültürel sorunlar“, “her Kürt kökenlinin potansiyel ayrılıkçı sayılma eğiliminin yarattığı haksızlığa uğramışlık psikolojisi” gibi semptomların hiç birisi tek başına sorunu tanımlayamıyor. Nitekim medyadaki tartışmaların her birisinde ayrı argümanlar üzerinde durularak yapılan Kürt sorunu tanımları da bu tanım kargaşasına işaret ediyor. Bu durum net olarak şunu gösteriyor: İnanılması güçtür ama Kürt sorunu tanımlanmış bir sorun değildir! Bunun başlıca doğal sonucu, soruna paydaş olanların her birisinin ayrı tanımlar yapması ve o tanımlar uyarınca “önlemler” almasıdır. Yani basit Türkçe ile karmaşa!
Sorun tanımlamak bir tekniği gerektirir!
Teknoloji genellikle bu tür olgular için kullanılan bir sözcük değil; fiziki nesneler ya da onlarla ilgili süreçler için kullanılıyor. Ama eğer, örneğin kumu cama çevirme süreci için teknoloji kavramı kullanılabiliyorsa, bir sorunu semptomlarından ayırarak tanımlayabilme süreci için de kullanılmalıdır. O halde teknoloji transfer edelim gitsin! Bir zamanlar ünlü bir sanayicimiz, Türkiye’nin teknoloji üretmekteki zaafiyetine karşı “parayı bastırır teknolojiyi alırsın” derdi. Kendisinin de hazır bulunduğu bir konferansta, teknoloji transferinin futbolcu transferine benzemediği, para vererek alınabilen teknolojinin ancak rekabet gücü düşük teknolojiler olacağı, zaten böyle olmaması halinde de teknoloji üreten ülkelerin bunu sürdüremeyeceği, sürdürebilmeleri için kurnaz ama saf uluslara ihtiyaç olduğunu anlatmıştım. Gerçi futbolcu transferlerinin de aynen böyle olduğu sonradan anlaşıldı. Milyon dolarlık ayaklar, güneşli ve rahat bir emeklilik ülkesine akın edip geliyorlar. Onları birer teknoloji olarak transfer edenler ve -özellikle de- transferlerine aracılık edenler çok memnunlar; tek kusurları işe yaramamaları. Aynen “para bastırılıp transfer edilen teknolojiler” gibi. Sorun tanımlama olarak adlandırdığımız teknoloji aslında Sorun Çözme Yeteneği [1] adı verilebilecek daha üst ve bir dizi teknolojiden ibaret bir kültürdür.
Kültür -kolay- transfer edilebilir mi?
Farklı kültürlere sahip insan toplulukları arasında kültür değişmeleri olduğunu, bunun bazen iyiye bazen olumsuza doğru aktığını biliyoruz. Aynı bir ulusun içinde ya da farklı uluslar arasında çeşitli konularda kültürel akımlar olabilmektedir. Bu akımların yön ve şiddetini, ardındaki ekonomik itme gücü (ve onun da ardındaki güç türleri) belirliyor. O halde, bir toplum içinde birilerinin farkına varıp da “bizim bu kültüre (yani yüksek sorun çözme yeteneği kültürüne) ihtiyacımız var” demesi bir kültür akımının doğmasına yetmiyor. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu ya da cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki bu tür “kültür reformu” girişimlerinin genelde başarılı olamayışının nedeni budur[2]. O halde, yüksek sorun çözme yeteneği ihtiyacımızın yaygınlaşması zorunluğunu bir an için kenara bırakıp, önemli bir sorunumuzu iyi tanımlayabilmek için o kültürün bir tekniğini -ağızdan dolma tüfek gibi- kullanmaktan başka bir çare kalmıyor. Sorunu tanımladıktan sonra nelerin nasıl yapılacağı konusunda yine yüksek sorun çözme yeteneği kültürüne ihtiyaç olacağının altını çizmekte yarar var.
Bir sorun tanımlama tekniği: “İstendik ve istenmediklerin netleştirilmesi“
Genelde sorunlarımıza, özelde ise Kürt sorununa bakıldığında görünen, talep olarak ortaya koyulan argümanların -bilinçli ve/ya bilinçsizce- buğulu ifadeleridir. Örneğin “dilini konuşabilmek” açık gibi görünmesine karşın buğulu bir ifadedir. İfadenin bir ucu, “kendimi ifade etmem gereken yerlerde ana dilimi özgürce kullanmak, bu amaçla da dilimi öğrenmek istiyorum” iken, diğer ucu “devletin ana dilini benimsemiyorum” gibisinden bir net başkaldırıya kadar uzanıyor. Benzer şekilde özerklik talebi de beyazdan siyaha kadar uzanabilecek bir belirsizlik şerididir. Yerel yönetim bağlamında bilinen özerklik tanımından, bir coğrafi bölgenin doğal kaynaklarının da özerk idare tarafından tasarrufuna kadar uzanabilir. Diğer yandan, “milletiyle bölünmez bütünlük” gibi bir deyim örneğin bir edebi eserde anlamlı olabilirken, böylesi bir sorun çözme ortamında yine herkesin kendi meşrebine göre anlam yüklemesine yol açar. Bu ve benzeri belirsizlikler, her niyet sahibinin, üzerine kendi niyetlerini bindirebileceği birer taşıyıcı olduğu için iç ve dış kaynaklı manipülasyonlara da son derece açıktır. İşte bu durumda, taleplerin -gerekirse çok sayıda, basit ama net ifadeli [3]– “istendik ve istenmedikler“e dönüştürülmesi bu buğulu ortamı büyük ölçüde ortadan kaldırır.
Sorunu tanımlamayı kimler istemez?
Cevap kolaydır: Her kim ki bu buğulu ortam içinde, içine niyetlerini gizleyebileceği ve de zamanı geldikçe yavaş yavaş -alıştıra alıştıra- ortaya çıkaracağı ifadelerle taleplerini dile getiriyor ya da o talep sahiplerini savunuyor ise onlar tabii ki bu taşıyıcı ortamın netleşmesini istemezler. Örneğin “siyasi çözüm” olarak ifade edilen ama sahiplerinin israrla tanımlamaktan çekinip, yuvarlak laf kalabalığı ile geçiştirdikleri “talep” bu tanımlama isteksizliğine bir örnektir. Yazılı ve görsel medyada sık sık rastladığımız, buğulu talep ifadelerine bir de böyle bakılmalıdır. Bu durumda Kürt sorunu nedir? Bir soruna ait şikayetleri, talepleri, semptomlarını alt alta sıralayıp, sonra da bunları bağırarak tehditler eşliğinde dile getirerek sorun tanımlanamaz. Toplumumuzu oluşturan çeşitli kesimler ve bireyler, Kürt Sorunu konusunda birçok yakınma, talep ve çözüm önerisinden oluşan bir küme ile karşı karşıyadırlar ama sorunun ne olduğunu ancak herkes kendi kendine tanımlamaktadır. Ortaklaşa tanımlanmamış bir sorun çözülebilir mi? Bu garip bir durumdur ama Kürt sorunundaki durum tam olarak budur. Hatta buradaki “ortaklaşa” kavramının zımnen içerdiği “paydaşlar”ın kimler oldukları dahi tam olarak belirlenmemiştir; sadece tahminler vardır. “Bu Sevr’in yeni tür dayatmasıdır“, “kafamıza çuval geçirenlerin niyetleridir“, “Şark meselesinin uzantısıdır“, “İmralı’daki böyle istiyor” vb gibi. Peki sorun nasıl tanımlanacak? Bir sorunu çözmenin onlarca yolu olabilir. Ama çözememenin tek ortak nedeni, sourunun varlığının kabul edilmeyişidir. Şu kabul edilmelidir ki, Kürt sorunu ile yatıp kalkanlar dahi, en önemli sorunun, Kürt Sorunu’nun tanımlanmayışını bir sorun -hem de en önemlisi- olarak görmemektedirler. İlk adım, bunun tam anlaşılması olmalıdır. İşin en az yarısı budur. İkinci adım, birilerinin -kimler olursa olsun- ortaya, adına Çalışma Listesi denilebilecek (müsvedde, geçici) bir “istendik / istenmedikler” listesi koymasıdır. Tabii ki değer iletişimi[4] ilkesine uygun hazırlanmak kaydıyla.
İstendik ve istenmedikler için geçerlik testi…
Listeye girecek her ifade, ancak ve yalnız “bir” şeyi ifade etmeli ve herkesçe aynı anlaşılabilmelidir. Bunun için çeşitli testler geliştirilebilir. Paydaşların üzerinde anlaşabileceği bir test en doğrusudur; ama örnek olması için şöyle birkaç test de önerilebilir:
- Rastgele 10 kişinin yaklaşık olarak aynı şeyi anlaması,
- İstendik veya istenmedik ifade için “bu niçin önemlidir?” sorusuna verilebilecek cevap, temel insan haklarından birisi ile buluşmalı.
- Doğrudan buluşamadığı takdirde verilecek cevap için tekrar “bu niçin önemlidir?” sorusu sorulmalı.
Bu çevrim üç kere döndükten sonra hala bir temel insan hakkına net olarak ulaşamamışsa listeden çıkarılmalı ya da -eğer israr ediliyorsa- yeniden ve farklı biçimde ifade edilmeli.
Listeyi kimler hazırlayacak?
Bu listeyi kimin hazırlayacağı değil, kimlerin ne katkılar yapacağı önemlidir. Soruna paydaş olabileceği düşünülen kimler varsa (birey ya da kurum) katılarak listeye eklemeler yapılması özendirilmelidir. Tekraren belirtilmelidir ki, listeye ekleme yapmak isteyenler muhakkak sorundan etkilenmeli ya da sorunu etkileyebilmeli, yani gerçekçi bir temsil kabiliyeti olmalıdır. Listedeki kimi istendik / istenmediklere katılmayanlar da kendi tercihlerini yazabilirler. Böylece, bir bölümü birbiriyle çelişen çok sayıda istendik / istenmedik içeren bir liste ortaya çıkacaktır. Bu haliyle doğrudan sorunun çözümünü sağlamaz ama iyi bir “ilk adım”dır. Bundan sonraki adım eliminasyon adımıdır. Kritik adım burasıdır. Elemeyi yapacak paydaşlar (sorundan etkilenen ve sorunu etkileyenler) üzerinde mutlak bir uzlaşı bulunmak zorundadır. Ayrıca bu uzlaşının taktik nedenlerle ileri sürülen göstermelik bir uzlaşı olmaması, tüm paydaşların bu konuda ikna olmaları gerekir. Eleme adım adım yapılır. Şöyle bir sırayla yapılacak bir eleme, sorun’un giderek daha belirginleşmesine (yani tanımlı hale gelmesine) götürecektir:
- İşe yaramayacağı (etkisizliği, önemsizliği vb) belli olanlar elenir,
- Paydaşlardan herhangi birisinin, temel değerleri ve ilkeleri nedeniyle kesin olarak reddecekleri elenir,
Bu iki adımdan geri kalanlar, üzerinde çalışılarak gruplanmaya ve sorunu tanımlayacak hale getirilmeye çalışılır. Böylece tanımlanan sorun mutlaka çözülebilir mi? Çözülüp çözülmeyeceği bilinemez, ama en azından sorun’un ne olduğu tam olarak belli olur.
31 Mayıs 2009
[1] https://tinaztitiz.com/3124/sorun-cozme-kabiliyeti-yukselebilir-mi/
[2]
[3]
[4]