-
Eyl 20 2014 Gerçek İslam diye diye!
İslam adına ve hepimizin gözleri önünde sergilenen, gerek söz konusu video (http://bit.ly/10rMSIw), gerekse benzer çok sayıda yayına konu olan yanlışlar “gerçek İslam bu değil” reddiyesi ile durdurulamaz.
Her akıl-fikir düzeyindeki kişinin, 14 asır önceki bir öğretiyi kendince yorumlayıp kendi arzuladığı yolda yorumlaması devam ettiği sürece, her eylem “İslam adına” etiketlenebilir ve bu etiketlere uymayanlar “gerçek İslam” dışı sayılabilir (bkz. IŞİD).
Bu eylemler kafa kesme ve din yoluyla oy toplama arasındaki geniş alandaki herhangi bir eylem olabilir. Gözü olan milyonlarca insan bu alandaki sayısız örneği hergün görmektedir. Bu örneklere karşı “gerçek İslam bu değil” sözünün herhangi bir değeri olabilir mi?
Bu kaos ancak, İslam öğretisinin ayrıntılarının dışına çıkılıp temel ilkelerinin (https://bityl.co/Qksl) ortaya konulması ve o ilkelerin bizzat uygulanmasıyla durdurulabilir.
Aydın kesimimizin bir yanılgısı, bu kaosun dışında kalmanın bir çözüm olarak görülmesi olmuştur. Bu defa bu yanlıştan geriye dönmek, gerçek İslam’ın az sayıda tartışılmaz ilkesini ortaya koyabilecek bir çaba içine girmekle mümkün olabilir.
Görünen o ki, bu yoldaki önerimiz (http://bit.ly/1qsS8D0) kibarca göz ardı edilmiş ve salt propaganda yoluyla “gerçek İslam” sevdirilmeye çalışılmaktadır.
Gerçek İslam bu değilse lütfen gerçek İslamı tanımlayan ve dünyevi yaşamın “barış” (islam) temelli olmasına yardımcı olabilecek 5-6 ilkesini söyleyiniz. Söyleyemiyorsanız lütfen merak ediniz, ama bilgiç tavırlar, kalabalık sözler, sorgulanamaz yasaklar ardına sığınmayınız.
Paul Weston’un yakınmalarını bir saldırı olarak yorumlamak ve ırkçı olduğunu söyleyen bir kişiden nefret ederek rahatlamak mümkündür. Bir diğer seçenek ise, söylediklerinin içinde doğrular olup olmadığına bakmaktır.
Gerek çocuklar gerekse erişkinlerin öğrenme süreçlerinde en etkili yolun, bizzat örnek görmek olduğu herkesçe kabul ediliyor. Gerçek İslam konusunda bir referans oluşturmak için kutsal kitabımızın tümü (tüm ayrıntılarıyla) ortaya konulduğu takdirde –ki bugün yapılan budur- hiç kimsenin bu dinin temellerini anlamak için çaba harcayamayacağını kabul etmek gerekir. Bu defa geriye kalan seçenek, “İslam adına” yapılan kişisel yorumlardır. Herhangi bir TV kanalını açarak bunların örnekleri kolayca görülebilir.
İslam adına söz söyleyecek kişiler –bu kadar çok söz içinde- kuşkusuz bazı doğrular da söyleyebilirler. Ama o doğrular içinde referansı sadece kendileri olan “kendi doğruları”da yer alacaktır. Örneğin, “aydınlığın güneşten gelmediği, güneş ışınlarının dünyadaki gündüze çarpmasından (http://bit.ly/1i2tlSw) oluştuğu” zırvası, Kuran-ı Kerim alet edilerek üretilen bir yorumdur.
Sözün özü şudur ki, İslam adına bu denli yaygın ve her biri de birer tefrik konusu olabilen ve bir kurtarıcıya sığınmak isteyen kitlelerin sarılıp sonra da birbirleriyle çatıştıkları yorumlar ortaya koymak yerine, çok az sayıda temel ilkenin bireysel ve toplumsal yaşamımıza egemen olmasını sağlamak zorundayız. Şu ana kadar böyle bir eğilim görülmedi. Demek ki yeni Weston’lar yolda.
Cumartesi 20 Eylül 2014
-
Haz 11 2014 -
Mar 11 2014 İslâm dininin “temel ilkeleri” nelerdir? (Rev2)
İslâm dininin “temel ilkeleri” nelerdir? (Rev 2)
(Bu yazının bundan önceki hali Rev 1 olup, http://bit.ly/1pEt1Nx adresindedir.
Rev 2’ye eklenen bölümler, kırmızı italik fontla gösterilmiştir)
Bu soru hemen iman’ın altı veya İslâm’ın beş şartını akla getiriyor değil mi?
Bu şartlar, Müslüman sayılmak ve iman sahibi sayılmak için yerine getirilmesi gerekenler olup, “temel ilkeler” deyimiyle anlatılmak istenilen ise bu değildir.
Temel ilkeler şu üç sorunun cevaplarıdır:
(1) Nereye varılmak istendiği (yani vizyonu[1]),
(2) Oraya niçin varılmak istendiği (yani misyonu),
(3) Misyonu nedeniyle vizyonunun tanımladığı yere, hangi ilkelere uyularak yürünmesi gerektiği (yani değerleri).
Görüleceği üzere, ne İslâm’ın şartları ne de iman’ın şartları, bu soruların cevapları değildir. Halbuki “imanlı” ve “Müslüman” sayılmak isteyen birisinin öncelikle bilmek istediği, bu üç sorunun cevapları olmalıdır.
Bu sorulara kısa, anlamlı ve kapsayıcı cevaplar verilmesi kuşkusuz iyidir. Ama bir başka yol da, dinin temel kaynağı olan kutsal kitabı referans vererek, herkesin kendi anlayışına göre, gerek bu gerekse diğer soruların cevaplarını kendisinin oluşturmasıdır.
Bir üçüncü yol ise insanların kendi anlayışlarına göre istedikleri inanç yaklaşımını seçmeleri, o yaklaşım içinde sorularını kendilerinin seçmeleri ve yanıtlarını kendilerinin aramalarıdır.
Özgür iradeli bireylerin[2] çoğunluğu oluşturduğu bir toplumda şüphesiz bu üçüncü yol en iyisi olarak görünüyor. Kültürel yapısı nedeniyle nüfusunun çoğunluğunun Müslümanlığı seçtiği ya da seçtiğinin varsayıldığı bir toplumda ise birinci yolun tercih edilmesi daha akılcı olabilir.
Ama, “kutsal kitabı referans vererek, herkesin kendi anlayışına göre, gerek bu gerekse diğer soruların cevaplarını kendisinin oluşturması” olarak tanımlanan ikinci yolun, herkesin ayrı bir yol (tarikat) oluşturmasına yol açması kaçınılmaz gibidir.
Hele, İslâm dini için öngörülmemiş ruhban sınıfının da –farklı isimler altında- devreye girip kendi Müslümanlık yorumunun benimsenmesini çeşitli yollarla (propaganda, özendirme, yasa yoluyla zorlama gibi) sağlamaya girişmesi; bir bölüm benimseticinin daha da ileri gidip, farklı yorumları şiddet yoluyla bertaraf etmesi halinde, barış ve mutluluk getirmesi beklenen bir öğretinin bir kaos üretme aracına dönüşmesi neredeyse kesindir.
Bu bakış açısı altında üç soru tekrar gözden geçirilirse:
(1) Nereye varılmak istendiği; yani, Müslümanlığı seçen bir kimse, seçmemiş olandan farklı olarak hangi büyük amaca erişmek ister?
(2) Oraya niçin varılmak istendiği; yani o amaç(lar)a erişme isteğinin temelinde hangi öz-niyet vardır?
(3) Bu öz-niyet ile söz konusu amaç(lar)a erişme yolunda yürürken, yani yaşamı içinde, hangi ilkelere sadık kalınmalıdır?
Bu soruların cevaplarının İslâmın kutsal kitabının içinde bulunduğu ya da diğer ifadeler yoluyla ortaya koyulabileceği, din bilginlerinin bunları bildiği ileri sürülebilir. Hattâ belki, bu soruların önemli olmadığı, olsaydı şimdiye kadar birilerinin merak edip ortaya koyacağı da iddia edilebilir.
Ama şu bir gerçektir ki, belirli bir kesim hariç tutulsa dahi, çoğu kimse bu soruların cevapları konusunda birbiriyle uzlaşmaz yanıtlar veriyor. Bu durumda, bir dinin birleştiricilik ve barış amaçları zarar görmez mi?
Bu sorular ve cevapları konusunda kuşkusuz herkesin bazı düşünceleri olabilir.
Bu 3 sorudan birincisi için bir cevap önerisi şu olabilir (mi?): İslâm dini aracılığıyla varılmak istenen nokta, tüm evrenin oluşum ve işleyişinin anlaşılmasıdır.
(Böylesi bir amacın varlığına kanıt olarak, Kuran metni içinde ısrarlı şekilde ve akıl işletme, idrak, sezgi gibi çeşitli araçlar yoluyla evrenin bir ve bütün olduğunun anlaşılmasının önerilmesi gösterilebilir.)
İkinci soru olarak ortaya koyulan, “niçin bu amaç” sorusuna ise şöylesi bir yanıt verilebilir (mi?): Tüm varlıkları –tabii ki insanları da- kavrayan evrenin oluşum ve işleyişi anlaşıldığı takdirde, onunla uyum halinde (teslim olarak) yaşamak için.
Örneğin, Üçüncü soru’nun yanıtları bağlamında ise aşağıdaki maksim (adayları) yeterli kapsayıcılıkta sayılabilir (mi?):
Aday 1. Tüm varlıkların bir bütün olduğu (vahdet-i vücûd)
“Varlıkların bütünlüğü”nden evren anlaşılabiliyor.
Aday 2. Kul (tüm varlıklar) hakkı’na saygı (bkz. http://bit.ly/1n5Ujv2 “kul” maddesi)
Varlıkların haklarına saygı kavramıyla kast edilen ise, o varlıkların oluşturduğu büyük bütünün işleyişine uyum göstermek (teslim olmak) anlaşılabiliyor.
Aday 3. Tahkiki iman (sorgulamaya dayalı iman) (bkz. http://bit.ly/1cjenHc)
Tahkiki iman’ın niçin gerekli olduğu, birinci sorudaki amaç bağlamında daha iyi anlaşılıyor. Söz konusu “anlaşılma” ancak tahkik (sorgulama) yoluyla mümkündür.
Bu üç maksim adayı yeterince doğurgan görünüyor. Bununla beraber, kapsanmamış olabilecek başkaca alanları içerebilecek maksim(ler) bulunmadığı anlamına gelmez.
Güvenle söylenebilecek olansa, temel ilkeleri belirlenmemiş bir İslâm’ın, birlik ve dirlik kaynağı olma işlevini yerine getiremeyeceğidir.
İşaret edilmesi gereken bir nokta da, yukarıdaki 3 soru ile şunlar kolay kavranabilir hale geliyor:
(1) Tüm varlıkların bir bütün ve bir olduğu,
(2) Her varlığa doğal olarak düşen görevin o bütünün işleyişiyle uyum içinde (teslim) olmak gerektiği,
(3) Bunun için de bütünün işleyişinin anlaşılması gerektiği,
(4) Anlamak için de akıl ve sezgi yoluyla sorgulamak (tahkik) gerektiği,
(5) Bu “anlaşılma süreci” tek adımlık olamayacağına göre, tahkikin sürekliliğinin zorunlu oluşu.
“Allah” (Arapça al+ilâh) kavramının, ancak sorgulamadan kabul edilebilir bir forma dönüştürülmüş olmasının, O’nu kavramayı ne kadar güçleştirdiğine işaret edilmelidir.
Tamamen akıl yolu ile kavranabilecek ve her türlü inanç (ve inançsızlık) sistemince en azından ret edilmeyebilecek bu yaklaşım yerine, bu denli güç anlaşılabilir hale getirilmiş olması, ayrıca “anlaşılmaya çalışlması” gereken bir çelişki değil midir?
11 Mart 2014 Salı
2 Nisan 2014 Salı
[1] Vizyon, misyon ve değerler için daha anlamlı karşılıklar olarak sırasıyla “Büyük ve İddialı Sonuç”, “öz-niyet” ve “öz-değerler” terimleri kullanılmaktadır. (bkz. Harvard Business Review, Reprint 96501, “Building Your Company’s Vision”, Collins & Porras, 1996)
[2] “Birey” tanımı için bakınız: http://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_kavram