-
Nis 16 2012 Hayvanlar !
Her nerede insan yaşamını kolaylaştıran bir şey varsa oraya dikkatle bakılmalıdır. Bu kolaylıkların bir bölümü -hepsi değilse de-, bir yandan yaşamı kolaylaştırırken bir yandan da bozarlar.
Teknolojik araçların çoğu böyledir. Otomobil, hayatı kolaylaştırır ama hem çevrenin bozulmasına hem de insanın hareketsizleşmesine yol açar.
Çeşitli spreyler içine konan gazlar da böyledir. Ucuz bir biçimde püskürtme işini sağlar ama diğer yandan ozon tabakasını deler.
Yaşam kolaylaştırıcılar yalnız teknik araç, gereçler değildir. Bazı kavramsal ögeler de yaşamı kolaylaştırırlar.
Örneğin eğitimde uygulanan ezber (kişinin, mevcut diğer bilgileriyle ilişki kurulmaksızın bellekte tutma), öğrenci, öğretmen, ebeveynin işlerini çok kolaylaştırır. Başarısız öğrenciye öğretmen ya da ana babasınca yapılan tek yol gösterme, “daha iyi çalış” tır ve bunun asıl anlamı “daha iyi ezberle“dir. Gerçekten de başarısız çocuklar bu yolla başarılı hale gelebilmektedirler. Ezber böylece birçok kişinin yaşamını kolaylaştırırken bir yandan da onların yaratıcılıklarını öldürür.
İşte bu tür kavramsal kolaylaştırıcılardan birisi de “sınıflandırma“dır.
Bilimin gelişmesinde önemli rol oynayan sınıflandırmanın dayanağı, “birbirine benzer şeyleri bir araya koymak, daha az benzeyenleri üst-guruplar, daha çok benzeyenleri ise alt-guruplar içinde toplamak”tır. Böylece örneğin, “insanlar” bir gurup olmuş, “canlılar” bir üst-gurup, “derisi sarı olanlar” ise bir alt-gurup altında toplanmıştır.
Çeşitli konularda yapılan sayısız gözlem, ancak bu yolla ait olduğu guruba sokulabilmiş ve o guruba ait önceki bilgilerle ilişkilendirilebilmiştir.
Sınıflandırmanın güçlü bir alet olduğu bellidir. Ama tüm güçlü aletlerin sakıncasını da içinde barındırmaktadır: Yanlış kullanıldığında zarar vermek!
İnsanların çok azı sınıflandırma aracını doğru kullanmıştır. Çoğunluk, sınıflandırmayı, “kendinden başkasını yok sayma” gerekçesi olarak kullanmış ve halen de kullanmaktadır.
Karadenizli’ler (ya da bir alt-gurup olarak Rize’liler), Türk’ler, Kürt’ler, Fenerbahçeli’ler, Mülkiyeli’ler ya da Doğruyol’cu ya da Anap’lılar büyükçe bir bölümü -hepsi dememek için- böyle bir anlayış sonucu guruplaşmışlar, kendi dışındakileri yok sayma kolaylaştırıcılığının etkisine kapılmışlardır.
Türkiye yalnız Galatasaraylı’lar dan ya da Trabzonlu’lar dan ya da İ.T.Ü.’lüler den ibaret olsaydı, eldeki “imkanlar”ın dağıtımı ne kadar kolay olurdu (ve de olmaktadır).
Sınıflamanın kötüye kullanımının en ahmakça, en canice uygulaması ise insan-hayvan ayrımında ortaya çıkar. Sadece dış görünüşünün farklı olması nedeniyle, ölümden işkenceye dek tüm ahlaksızlıkların reva görüldüğü hayvanlar ile insan denilen tür arasında yapılan ayrımı anlamsız kılabilecek ölçüde büyük benzerlikler vardır.
İnsan ve hayvanlardan oluşan kümeyi mutlaka sınıflandırmak gerekiyorsa, mesela, “büyük sisteme uyum gösterenler” ile “büyük sistemi tahribe çalışan ahmaklar -ki aralarında hayvanlar da olabilir” biçiminde bölmek çok daha yararlı olurdu.
HABİTAT-II nedeniyle yapılan hazırlıklar çerçevesinde sokak hayvanları öldürülüyor.
Bu iş, zannedilebileceği gibi geri zekalı birkaç belediye başkanının bireysel katliamı değildir. Bu emri yerine getiren itlaf ekipleri, sanki tüm görevlerini yapıyorlarmışçasına bu katil eylemini de zevkle yapmaktadırlar. Buna rağmen bu, onların işi de değildir.
Hatta, bu cinayetlerde en az sorumluluk, geri zekalı başkanları ile itlaf ekiplerinindir. Çünkü onlar aklen eksiktirler.
Günlerdir süren bu rezilliğe karşı bir satır yazmayan, bir kelime söylemeyen köşe yazar ve konuşurları, her ağzını açışta doğa lafını ağzından düşürmeyen iş adamları, bürokratlar, politikacılar, sözüm ona devlet adamları ve kadınları esas suçludurlar.
Onlar, hayvanları ayrı bir “sınıf” olarak öldürülmeye müstahak gören, “büyük sistemi tahribe çalışan ahmaklar” sınıfının asıl üyeleridir.
Sokak hayvanlarını kuduz nedeniyle öldürdüklerini söyleyip, “öldürmeyip de kuduzun yayılmasına göz mü yumalım?” diyenler, yapmadıkları görevlerinin faturasını şark kurnazlığıyla başkalarına yıkmaya çalışan ilkel yaratıklardır.
Kuduz tehlikelidir, ama sizler daha tehlikelisiniz. Sizlerin “canlılar sınıfı”ndan tecrit edilmeniz, tedavi altına alınmanız gerekir.
Bu yazı, tüm milletvekillerine, bakanlara, başbakana, cumhurbaşkanına, büyükşehir belediye başkanına, doğa ile ilgili örgütlerin başkanlarına ve etkili olabilecek kişilere ayrıca fakslanmıştır.
Eğer bu kişilerden de bir ses çıkmaz, bu cinayetler durdurulmazsa, bunun ne anlama geleceğini ayrıca yorumlamaya, özellikle sınıflandırma açısından gerek kalmayacaktır.
14 Nisan 1996, Pazar
-
Nis 16 2012 Belediye başkanlarımıza açık mektup!
Saygıdeğer Başkanım,
Zaman zaman sizlere yazmış olduğum mektuplara karşı gösterdiğiniz duyarlığa şükranlarımı sunarken, bir konudaki düşüncemi sizlere iletmek istiyorum. Bu konu, yıllardır tüm belediyelerimizde süren çağdışı bir uygulama olan, “başıboş hayvanların itlafı” sorunudur.
Başıboş hayvanların kuduz ve diğer hastalıklar açısından bir risk grubu oluşturduğu doğrudur. Ancak, bu grubun yarattığı riskten bin kat daha fazlasını yaratan ve içiçe yaşamaya alıştığımız, hijyen kurallarına uymayan yiyecek üretimi ve satışı, kanserojen olduğu bilinen kimyasallarla karıştırılan yiyeceklerin serbestçe satılabilmesi gibi etkenler, hergün ve sessizce onlarca kişiyi hasta etmekte, öldürmektedir. Kuduz vakalarının sayısı ise bununla karşılaştırılamayacak kadar azdır.
Hal böyle iken, doğanın o harika yaratıklarını öldürmek, acaba “canlıya saygı” kavramıyla bağdaşır mı?
Birlikte yaşamak zorunda olduğumuz, ayrılmaz parçamız olduğunu idrak etmek durumunda olduğumuz hayvanları öldürerek riski ortadan kaldırmak isteyenler, daha büyük riskleri azaltmak için onlara neden olanları da öldürmeyi düşünmekte midirler?
Çocuklarımızın ve hayvanlara karşı duyarlı olanlarımızın gözleri önünde hayvanları öldürmekten çekinmeyenlerden, bir insan olarak utanıyorum.
Bu olayın, bugüne kadar sizin dikkatinizi çekmediğinden kesinlikle eminim. Aksi halde buna kesin olarak karşı çıkıp önleyeceğinizi biliyorum.
Bildiğiniz gibi, sokak hayvanlarının başıboş ve hızla çoğalmalarına karşı üç tür önlem bulunmaktadır:
- Başıboş kedi ve köpeklerin kısırlaştırılmaları,
- Onların kolayca beslenmelerine ve dolayısıyla sayılarının artmasına, başka canlıların da (fare vb) üremelerine ortam hazırlayan çöplük ve benzeri nedenlerin ortadan kaldırılması,
- Özellikle çocuk sahibi ailelerin en az birer hayvan edinmelerinin özendirilmesi.
Medeni ülkelerde hayvan itlafı metodu uzun yıllardır terkedilmiş, onun yerine bu yöntemler benimsenmiştir.
Sayın başkanım,
Sizin, bir kampanyanın önderliğini yapacağınıza, “kısırlaştırma” ve “hayvan edindirme” konusunda ilk adımları atacağınıza inanıyorum.
Mektubumu okumaya ayırdığınız zaman için size teşekkür ediyorum ve sizin ağzınızdan şunları duymak istediğimi belirtmek istiyorum: “Hayvanlar bizim dostlarımızdır. Biz dostlarımızı öldüremeyiz!”
Selam ve sevgilerimle,
Tınaz Titiz
24 Mayıs 2000