-
Nis 16 2012 TRAFİK KATLİAMINI DURDURABİLİRİZ. GELİNİZ BUNU BAŞARALIM!
TRAFİK KATLİAMINI DURDURABİLİRİZ. GELİNİZ BUNU BAŞARALIM!
Gazete ve dergilerde yazı yazmaya başladığımdan bu yana 4 yıl geçti. Bir bilgisayar dergisinde başladığım yazılara şimdi düzenli olarak 4 gazete ve 1 dergide devam ediyorum. Ayrıca da düzenli olmamakla birlikte bazı gazete ve dergilerde konuk yazar olarak fikir pazarlamaya çalışıyorum.
Bu 4 yıl içinde hiç yapmadığım birşey, aynı bir yazıyı iki yere birden vermekti. Bu defa bunu ilk defa (ve muhtemelen son defa) bozuyorum ve aynı yazıyı, bütün bu yayın organlarına birden yolluyor ve konunun önemi nedeniyle hem okurlarımın hem de yayın organı yöneticilerinin beni bağışlayacaklarını umuyorum.
Kelimenin tam anlamıyla bir katliam haline gelen trafik kazalarının (ki büyük çoğunluğu kaza değil, kör kör parmağım gözüne olaylardır) büyük ölçüde önlenmesi için bir öneriyi yetkililerin ve kamuoyunun gündemine getirmek istiyorum. Ayrıca, bu öneriyi, konuyla ilgili olan tüm mercilere de yazılı olarak gönderiyorum.
Trafik kazalarının çeşitli nedenlerinin herbirini ortadan kaldırmaya yönelik bir paket’in tanımlanıp, üst düzey bir yetkilinin (bir devlet bakanı) bunu koordine etmesi, meselenin orta vadeli çözümüdür.
Ama sorun o boyutlara gelmiştir ki, bu orta vadeli programa ek olarak uygulanması gereken ACİL BİR ÖNLEM’e gerek vardır. Bu acil önlem, bir TRAFİK ŞİKAYET SİSTEMİ KURULMASI’dır.
Nitekim, Emniyet Genel Müdürü, “Alo Trafik” adlı bir uygulamayı düşündüklerini gazetelerde ilan etti. Ancak, bunun tam olarak bir ŞİKAYET SİSTEMİ niteliğinde (yaygınlığı, sürekliliği ve sonuçların izlenmesindeki ciddiyeti açılarından) olup olmadığını bilmediğimiz için, ben hem o düşünceyi desteklemek ve hem de olası farklılıklarına dikkat çekmek için önerimi dile getireceğim.
Trafik konusunda bir şikayeti olup da bunu, etkin olabilecek biryerlere duyuramamış herkes iyi bilir ki, hiçbir ilimizde bu tür şikayetlerin iletilip peşinden de sonucunun izlenebileceği basit ama etkin bir sistem yoktur.
(155 Polis İmdat) telefonunun dahi ne denli etkin olduğu gözönüne alınırsa, bir Trafik Şikayet Sistemi’ nin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Her ne kadar hemen her yerde bazı telefon numaraları mevcutsa da :
Bu numaraları çoğu kimse bilmez,
Bu numaralar, 24365 modeli hizmet vermezler (24365modeli, 24 saat ve 365 gün sürekli hizmet demektir)
Bu telefonlara yapılan şikayetlerin ne sonuç verdiğini kimse bilmez,
ve nihayet yapılan şikayetler pek bir işe yaramaz.
İşte bu 4 nedenden dolayı da vatandaş, yardım etmek istemesine rağmen suskun kalmayı yeğler. Yöneticiler de halkın desteğinin azlığından yakınır dururlar.
Önerim, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün trafikle ilgili biriminin merkezde ve her ilçede, kolay hatırlanabilir bir telefon numarası edinmesi ve 24365 modeline göre buralarda birer kişi (ya da bazı saatlerde birer telesekreter) bulundurmasıdır. Trafik konusunda herhangi bir şikayeti bulunanlar bu numaralara başvururlar ve sonuç da yine telefonla kendilerine iletilebilir.
Yapılacak ikinci iş, bir kart sistemi (ya da daha iyisi bir bilgisayar) yardımıyla, araçlar için bir sicil tutulmasıdır. Hele bilgisayar sistemiyle, kısa süre içinde, sürekli kural çiğneyenler ve çiğneme şekilleri hakkında değerli bilgiler edinilecektir .
Ancak bir noktaya dikkat çekmeliyim: kendini kuralların dışında görmeye alışmış insanlarımız (varsa), onlar bu sistemi bozmaya kalkmasınlar ve ilgililer de buna pabuç bırakmasınlar. Sistem ayrıcalıksız uygulansın.
Sistem çok kısa bir süre içinde bu katliamı büyük ölçüde azaltacaktır. Bunu iddia ediyorum ve hatta daha ileri gidiyorum: Toplumun yardımı olmaksızın hiçbir büyük bela ile başa çıkılamaz. Benzer sistemler yoluyla başka bela alanlarında da iyileşmeler derhal görülebilecektir.
Bunun muhbirlik vs ile yakın-uzak bir ilgisi yoktur.
Ruhsal bozukluklarını, gelişmemiş, baskı altına alınmış duygularını milletin canı ile ödetmek isteyen geri zekalılara karşı sessiz kalmak fazilet değil korkaklıktır. Korkak toplumlar ise her türlü belaya müstahaktırlar.
Şimdi, bu sistemi derhal kuramamanın iki izahı kalmaktadır: Ya mevcut katliamın farkında değiliz ya da korkak ve beceriksiz. İsteyen istediğini beğensin!
-
Nis 16 2012 TRAFİK CANAVARININ TAM ŞEKLİ!
TRAFİK CANAVARININ TAM ŞEKLİ!
Gazetelerin pazar eklerinde ya da çocuk dergilerinde rastlanan, “noktaları birleştirin bakalım ne çıkacak?” türünden bulmacaları bilirsiniz. Bir sürü karışık noktayı, numara sırasına göre birleştirdikçe, baştan hiç tahmin edilemeyecek şekiller ortaya çıkar. Tek yapılması gereken, sırayı şaşırmadan, sıkılıp bırakmadan noktaları birleştirmektir.
İşte bu yöntemle, yıllardır yüzbinlerce insanımızı öldüren, milyonlarca insanımızı sakat bırakan, onca mal kaybına yol açan “trafik canavarı”nın tam şeklini çıkarmak mümkün olmaktadır. Her ne kadar yol boylarındaki panolarda canavarın resimleri yer alıyorsa da, bu resimlerin söylentilere dayalı birer tasvir olduğu, canavarın gerçek şeklini yansıtmadığı unutulmamalıdır. Bu yeni yöntemle ise neredeyse aslına tam uygun bir görüntü elde edilebilecektir.
Yıllardır canavar diye bir şeyin olmadığını ve de olamayacağını iddia eden her kim varsa bu şekli çerçeveletip evlerine asmaları, bir daha da diğer canavarlar (enflasyon, terör, gönüllü bağış, medya, kollu canavar ve diğerleri) için ileri geri konuşmamaları tavsiye olunur.
Şimdi tek yapacağınız, aşağıdaki sayılara karşı gelen noktaları sırayla -bu çok önemlidir, lütfen sıra atlamayınız- birleştirmekten ibarettir. İşte size canavarın gerçek şeklini oluşturan noktalar:
-
Yollarda meydana geldiği ve taraflardan biri daima bir araç olduğu için, olaylara “trafik kazası” adını vermekte bir sakınca görmeyen, kaza ile cinayet arasında fark gözetmeyen herkes,
-
Okullarda, nedenini bilmediği binlerce kalıbı kafalara sokmayı eğitim sanan, bunu yıllarca yapmakla övünen, ama yaşam için gereken en basit fizik kurallarının öğrenilmesini sağlayamayan öğretmenler,
-
Eğitimle ilgisi olmayan bu beyhude işe kafa yormayan ya da yoramayan ama illa ki eğitimi yönlendirme iddiası taşıyan bürokrat ve politikacılar,
-
Saygının çeşitli türleri olup bunların hepsinin de aynı kökten türediğinin, bunlardan birinin de trafikte araç kullanılırken ortaya çıkan “başkalarının mal ve canına saygı” göstermek olduğunun farkında olmayan yaratıklar,
-
Bu yaratıklarla başa çıkabilmenin dünyada bilinen en etkin yolunun, herkesin gördüğü eğrilikleri şikayet etmesi ve şikayetinin sonuçlarını izlemesi olduğunun farkında olmayan trafik ilgilileri,
-
Şikayet etmenin kabadayılığa yakışmadığını savunan, ama gerçekte bunu korktuğu için yapamayan ve demokrasiye layık olmayanlar,
-
Aracının camına çeşitli kuruluşların amblemlerini yapıştırıp bunları başkalarının haklarını çiğnemek için kullananlar,
-
Trafikle ilgili örgüt kurup, bunu polislerle içli dışlı olmak için kullanan sahtekarlar,
-
Karayollarını işaretlemeyen, taşaronlarına güvenlik önlemi aldıramayan TCK ilgilileri,
-
Sürücü hatalarının trafik teröründeki payının farkında olmayıp hala kavşak tasarımlarıyla açıklamaya çalışan üniversitelerde çalışanlar,
-
Bu ve benzeri sorunların, mutlaka bir kurtarıcı tarafından çözülmesini bekleye bekleye ömür dolduranlar,
-
Kendisinin bir hiç olduğunu, bu dünyaya güdülmek üzere geldiğini sananlar,
-
Bu işlere ayıracak zamanı olmayan, zamanını sadece para kazanmak için harcayıp, kazandığı parasını tekrar para kazanmaya harcayanlar,
-
Bu konuda yapılan uyarıları kulak arkasına atanlar,
-
Hurda araçlara rüşvet karşılığında sağlam raporu verenler, bunları görüp bir şey demeyen polisler, bu polisleri bilip sesini çıkarmayan amirler,
-
Sorunları anlama ve buna göre çözüm geliştirme durumunda olup da “sorun çözme aletleri çantası” bomboş olanlar,
-
Bilimsel, ticari, yönetsel vs tafrasından yanına yanaşılmayan, koca dağlara doğurta doğurta fare doğurtan, “trafik sorunları çözülmelidir” cinsinden incileri, soruna katkı diye ortaya atanlar,
-
Değerlerimiz içinde bulunan, “başkası yapmasın ben de yapmam”, “sana ne” gibi virüslerin yok edilmeden de sorunun çözüleceğini uman saflar.
Bunlar, canavarın resminin ana çizgilerini ortaya çıkarmaya yeterlidir. Ana şekil bir defa belirdi mi sonrası kolaydır. İçini doldurmak için daha onlarca nokta bulunabilir.
Şimdi bir de canavarın gözünün bulunduğu noktanın işaretlenmesi gerekir. Ondan sonra şekil eksiksiz tamamdır: “Bir sorunu, bütünlüğünü kaybetmeden bileşenleriyle göremeyen, ama görmek zorunda olanlar”.
-
-
Nis 16 2012 TRAFİK CANAVARI
TRAFİK CANAVARI
Medyanın her organında hiç değişmeyen bir haber türü ve bu haberlerin bir veriliş biçimi var: trafik canavarı’nın iş başında olduğu!
Özellikle TV spikerlerine dikkat edilirse, örneğin trajik bir kitlesel ölüm haberini dahi verirken hafifçe gülen yüzlerinin, bu trafik canavarından söz ederken birdenbire ciddileştiği yakalanacaktır.
Çok küçük yaşlarda TV izlemeye başlayan milyonlarca çocuğun, günde üç öğün sözü edilen bu “canavar”ın varlığından giderek emin olmaları, bunu yaşamın bir olgusu olarak kabul ettiklerinden kuşku yoktur. Aralarında bu işin bir canavar işi olmadığını anlayabilenler ya da anne babaları tarafından uyarılarak bunun haber organlarının densizliği olduğunu bilenler olsa dahi, başka alanlarda da canavarlar bulunduğunu gözümüze baka baka söyleyen güvenilir kişilerin çokluğu, çocuklardaki bu kuşkuyu giderecektir.
Küçük yaşlarda bu tür bir beyin yıkamayla yetişen bir genç, ne denli uyanık ne denli iyi eğitim görürse görsün, her istenmeyen olgunun mutlaka “o şeyin canavarı” tarafından meydana getirildiğine inanacaktır. Enflasyon canavarı, terör canavarı, kollu canavar vs gibi.
Bu canavar merakının pek öyle bir sözgelimi olduğunu sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı, bunlar söylenir geçilir, canavarın kolu, bacağının ayrıntılı tanımlarına girişilmezdi.
Örneğin, “enflasyon, yedi başlı bir canavar olup..” gibisinden bilimsel içerikli tanımlar en yetkili sayılan ağızlardan yapıldığına göre, bu canavar işi pek öyle hafife alınabilecek bir konu değildir.
Toplum bilimciler bu işin tarihi, kültürel ve sosyolojik nedenlerini incelemeli, hangi bilinç altı korkuların “canavar” biçiminde sembolize edildiğini bulmalı ve sonra da toplu terapi seanslarıyla bunu giderip toplumu rahatlatmanın çaresini bulmalıdırlar.
Hatta bu işi daha da ciddiye almalı ve mesela “Canavarlar ve Canavarlıkla Mücadele Daire Başkanlığı” -ki ileride ödenek bulunabilirse Bakanlık dahi yapılabilir- kurmak gerekir diye düşünüyorum.
Benim çok kısıtlı sosyolojik bilgim, bu canavar tutkusunun, birbiriyle ilişkili iki kaynaktan geldiğini göstermektedir. Birinci kaynak, çocukluğumuzda bol bol okuyup büyüyünce de dinleye dinleye yaşlandığımız masallar olup, orada her başa çıkılamaz belanın yedi başlı, on kollu, ateş dilli bir canavara benzetilmesi geleneği vardır.
Bu masalların çok etkisinde kalan yöneticilerimiz, sorunlarla nasıl başa çıkılabileceğini genellikle bilmedikleri için bu idol’ü icadederek hem kendilerini hem de vatandaşları rahatlatabilecek bir açıklama bulmuşlardır. (Bilindiği gibi, açıklanamayan sorunlar deliliğe yol açmakta olup, insanlar her sorun için mutlaka bir açıklama bulmak eğilimindedirler)..
İkinci neden ise, bu tür canavarlarla daima olağanüstü güçlere sahip prenslerin (ve prenseslerin) başa çıkabildiği, onun dışındakilerin yapabileceği tek şeyin öyle bir prens (veya prenses) beklemekten ibaret olduğudur.
Elinde tuttuğu okunup üflenmiş kılıcını, canavarın can alıcı bir noktasına -ama dikkat sadece bir noktasına- batıran masal kahramanlarını bekleyen insanları, kollektif akıl kullanarak belalarla başa çıkmak yerine, kurtarıcılar (babalar, analar, bacılar) beklerler ve de beklerler.
Bu yolla sorunları açıklamak rahatına alışmış bir toplumda hangi sorunun hangi nedenlerden kaynaklandığını, bunlar arasındaki bağlantıların ne olduğunu, dolayısıyla hangi kaynak sorunlar çözülürse hangi sorunların kısmen ya da tamamen çözüleceğini düşünebilen insanlar çıkmasına, çıksa da dinlenmesine imkan var mıdır?
İş bununla bitmemektedir. Çünkü toplumun karşılaştığı kaza belanın tümünün o alanlara özgü canavarlara yüklenmesine imkan yoktur. Örneğin trafik, terör, kumar canavarları ile idare edilirken mesela bir sel baskını olsa, bu felaketin bu görevlilere yüklenmesi imkanı yoktur. Hem insanlar inanmaz hem canavarlar itiraz ederler.
“Enflasyon canavarı dün filanca yeri sel altında bırakmıştır” gibisinden bir haberi kimse ciddiye almaz ve tüm canavarlar hakkında kuşku doğar. Nitekim çok Tanrılı dinlerin iflas etmesinin nedeni de bu gelişi güzel olayların gelişi güzel Tanrılara yüklenmesinden doğmuş, uyanık kişiler bu aldatmacanın farkına varmışlardır.
İşte bu nedenle, birçok kaza belanın da o alanla ilgili canavara değil, doğrudan doğruya Tanrıya yüklenmesi usulü geliştirilmiştir.
Böylece açıklamasız kalan bir sorun kalmamakta, her sorun ya o alanla ilgili canavar ya da bizzat Tanrı tarafından yaratılmış olmaktadır. Bu durumda insanlara düşen görev de ya canavara lanet okumak ya da boyun eğmektir.
İşte canavar merakımızın altında yatan nedenler ve sorunlarımızı, onların nedenlerini arayarak çözemeyişimizin nedeni budur. Yeni canavarlar doğdukça daha çok gözlem yapıp daha iyi açıklamalar bulacağız. Bulacağız yoksa delirebiliriz..
Pazartesi, 31 Temmuz 1995
-
Nis 16 2012 TAKSİ PLAKALARI SERBEST OLMALI AMA….
TAKSİ PLAKALARI SERBEST OLMALI AMA….
Büyük kentlerin hemen hepsinde uygulanan ve taksi sayılarının, yol kapasitelerinin üstüne çıkması tehlikesine karşı bir önlem olarak kullanılan “taksi plakası sınırlaması” uygulaması, kasdini aşan bir uygulamadır.
İşsizliğin ve herhangi aranan bir beceriye sahip olmayan insan sayısının yüksek olduğu ülkelerde benzer uygulamalar yapıldığı bilinmektedir.
Plaka sınırlamasının boyutları, alternatif taşıma sistemlerinin varlığı, nüfus, gelir düzeyi gibi faktörlere bağlıdır. Bütün bu değişkenlikler saklı kalmak kaydıyla, ülkemizde uygulanan sınırlamaların gereğinden çok fazla olduğu, bunun kabul edilemez bir haksız rekabet oluşturduğu, astronomik fiyatlara satılan plakaların bir “plaka mafyası” yarattığı, bunun, “şoför esnafının geleceklerinin sigortası” vs gibi bir konuyla yakın ya da uzak bir ilgisinin bulunmadığı cümle alem tarafından bilinmektedir.
“Plakalardaki sınırlamalar kaldırılırsa taksi sayısı ne kadar artar?” sorusunun bir- iki ayrı cevabı vardır:
-
Yurt içinde üretilmekte bulunan, dört teker ve bir direksiyondan ibaret, rekabet gücü düşük arabalar, çok sayıdaki işsiz, kuralsız trafik sistemi ve şoförlerden hemen hemen hiçbir bilgi-beceri ve davranış beklenmediği dikkate alınırsa, plakaların serbest bırakıldığı ay içinde taksi sayısının 10-15’e katlanacağını tahmin etmek güç değildir.
-
Taksi olarak kullanılacak arabalardan istenilen özellikler çağdaş düzeye yükseltilir, buna paralel olarak şöforlerden de harita ve plan okumak, 50 kelime civarında yabancı dil bilmek, belirli davranış normlarını benimsemiş olmak gibi bilgi-beceri ve davranışlar istenilirse taksi sayısı yukardaki kadar artmaz.
-
Buna ek olarak trafik şikayet sistemi oluşturulur, puan sistemiyle ehliyet iptaline gidilir, araçların peryodik bakımları izlenir ve bakımsız araçlar da trafikten men edilirse, taksi sayısı, ilk seçeneği göre daha artmak bir yana, bugünkünden daha aza iner. Belki bu koşullara uygun araba ve şoför ithal etmek gerekebilir.
Plakaların bu üç seçenek altında serbestleştirilmesi yalnız yeni iş alanları açmakla kalmayacak, plaka mafyası ortadan kalkacak ve bu mafyanın elinde birikip de nerelere aktığı belli olmayan (ya da pek belli olan) fonlar kesilecektir.
-
-
Nis 16 2012 TAFRA VE YAKA-PAÇA!
TAFRA VE YAKA-PAÇA!
Osmanlıca kökenli tafra “yukarıya sıçramak” anlamından çok “yukarıdan bakmak” anlamında kullanılıyor.
Televizyonların haber programlarında sıksık rastlanan ve trafik kazası ya da benzeri olaylarda henüz ölmemiş kişilere uygulanan “hastaneye yetiştirme” çabaları sırasında hasta ya da yaralının sakat kalmasına ya da morga kaldırılmasına yol açan tutma ve taşıma eylemlerine ise “yaka-paça” denilebilir ve bu eylemin “tafra” deyimiyle sözlük açısından bir ilişkisi bulunmamaktadır.
Bu iki deyim bizim insanlarımız tarafından ilişkiye sokulmakta ve her “yaka-paça”nın söz konusu olduğu durumda “tafra” da orada bulunmaktadır.
Bir trafik kazasında yaralananlara yardım etmeye çalışan insanların ve özellikle de resmi görevlilerin, bir hastaneye getirilen yaralının olmayacak yerlerinden “yaka-paça” taşımaya çalışan sağlık görevlilerinin, zaman zaman kaza yapan uçaklardan yolcu tahliye etmeye çalışan görevlilerin ortak yanları hep tafralarıdır. Eğitimsiz ve tafralı!
Birçok eksiğimiz söz konusu olduğunda bir karış dille ücretinin ya da ödeneğin yetersizliğini öne süren insanlarımıza sormak gerekir. Yaralı insanları taşımanın eğitimi de ücretinizin düşüklüğü ya da ödenek yokluğu ile mi ilgilidir?
Kendi reklamını yaptırmak için televizyonlara her fırsatta çıkanlar acaba 1-2 ay süreyle bu konuyu işleyip halkı bilinçlendiremezler mi?
Birçok yaralının, yara-beresinden değil kendisine bilgisizce yardım etmeye çalışanların yaka-paça tutuşlarından öldüğünü ya da sakat kaldığını insanlarımıza anlatmanın bütçesi neredeyse sıfırdır.
Yangın söndürmek için gerekli organizasyonu kurmak yerine kalabalıkla birlikte koşuşturanların, kaza anında uçakların nasıl tahliye edileceğinin öğretimini yaptırmak yerine bizzat bavul taşıyanların, görevlerinin bunlar olmadığını, bunları yapacak insanları eğitmek ve o sistemleri kurmak olduğunu acaba ne zaman idrak edebilecekler, kamuoyu da bu tür yanlışlara ne zaman pirim vermekten vazgeçecek?
Pazar, 18 Eylül 1994
-
Nis 16 2012 “SORUMLU SÜRÜCÜ”
“SORUMLU SÜRÜCÜ”
Sürekli olarak birşeylerden yakınıp sonra da birilerini suçlamak en kolay rahatlama yolu olsa gerektir. Adına “trafik canavarı” denile denile çoğu kimsenin varlığına artık inanmaya başladığı nedenler dizisinden oluşan sorun alanı, bu sakinleştiricinin en çok kullanıldığı daldır.
Birçok doğruyu, hatta doğrudan doğruya trafik katliamlarına yol açan kök nedenleri sıralamak, bununla da yetinmeyip yetkililere yol göstermek, şekilde de görüldüğü gibi bir işe yaramamaktadır.
İşe yaramayışının bir nedeni, sorunlara kök-türev ilişkisi içinde bakılarak hangi kök sorun(lar)ın hangi türev(ler)i ürettiğinin ve de üretebileceğinin -ki bunlar da henüz ortaya çıkmamış potansiyel sorunlardır- görülemeyişidir. Yani doğrudan doğruya, genelde toplumumuzun özelde de politikacı-bürokrat-danışman kesiminin düşünme biçimiyle ilgilidir.
Sorun kaynaklarını anlamaya, sonra da onları ortadan kaldırmaya değil, doğrudan sorunun yarattığı sıkıntıları gidermeye yönelik düşünme biçimi, denilebilir ki ulusça en büyük sorunumuzdur. Ama bunu da kısa süre içinde değiştirmeye imkan yoktur.
Buna göre, trafik anarşisiyle başa çıkabilmek için, sürekli olarak …meli/..malı ile biten öneriler üretmek yerine, devlete dayalı olmayan örgütlenmelere gitmek tek çözüm yolu olarak görünmektedir.
Bu tür örgütlenmelerden birisi şu olabilir: Son derece somut bir ya da iki konuda taahhütte bulunmayı kabul eden ve bunu, aracının görünür bir yerine koyacağı bir yapışan (stiker) ile ilan eden sürücüleri örgütlemek!
Örneğin,
“Emniyet Şeridini Kullanmıyorum!”
“Başkalarının Önünü Kesmiyorum!”
“Kuyruklarda Sıramı Bekliyorum!”
“Bakımsız Araçla Yola Çıkmıyorum!”
“Alkollü Araç Kullanmıyorum!”
gibi taahhütlerin her birini ayrı ayrı yapışanlarla aracında ilan etmeyi kabul eden sürücüleri organize etmek, yapışanları bastırıp dağıtmak, bu taahhütte bulunacak olanların aksine tutumlarının bildirilebileceği telefon numaraları oluşturmak, bu gibi durumlarda bu yapışanları kullanabilme hakkını geriye almak, bir sivil girişim olarak mükemmel bir örnektir.
Bu model, çeşitli sivil toplum kuruluşlarınca uygulanabilir. Bir kuruluş alkolsüz araç kullanma konusunu, bir diğeri güvenlik şeridi kullanmama işini organize edebilir ve her kuruluş, bunları ihlal eden sürücülerin bildirilebileceği ortak bir telefon numarası verebilir.
“Gönüllü, somut bir taahhüt ve onun denetimi” olarak özetlenebilecek olan bu “SORUMLU SÜRÜCÜ” sistemi yalnız sivil toplum kuruluşlarınca değil, ticari kuruluşlarca da -ve hatta reklam amacıyla- oluşturulabilir. A sanayi topluluğu bir taahhüt sistemini, B topluluğu ise kendince önemli saydığı bir başka taahhüdü sistemleştirebilir.
Çeşitli ihlalleri yapanların bir bölümünün bu toplumsal baskı nedeniyle kötü huylarından vazgeçmeleri beklenir. Bir bölümü ise bu defa daha bariz olarak ortaya çıkacaktır. Çünkü, genellikle bir ihlal hemen çoğunluk tarafından benimsenmekte ve kısa süre içinde ayıplanmayı ortadan kaldıracak kadar çok taraftar bulmaktadır. Bu gibi durumlarda ihlalleri yapanların kendilerini savunmaları kolaylaşmaktadır: “N’apim herkes yapıyor!”..
Başlamak ve de şimdi başlamak için iyi bir nokta değil mi?
-
Nis 16 2012 KIRMIZI PLAKA VE FIRFIRLI MAVİ LAMBA!
KIRMIZI PLAKA VE FIRFIRLI MAVİ LAMBA!
Kırmızı plaka deyip hafife almayın çeşit çeşidi var. Pirinç çerçeveli kırmızı zemin üzerine yine pirinç rakamlısı, beyaz zemin üzerinde kırmızı çerçeveli ve rakamlısı, birincisi gibi olup da rakamların yanında TBMM yazanı, ikincisi gibi olup da başka harfler de bulunanı vs vs.
Bunların hepsine kırmızı plaka denilmesine rağmen hepsinin prestij puanı aynı değildir. Zemin ne kadar kırmızı, rakamlar ne kadar pirinç ise aracın içinde (sağ arkada) oturan da o denli prestijlidir.
Bu prestij araç içindeki diğerlerine de (sol arkada okula giden çocuğu, sol öndeki şoföre ve sağ öndeki korunmaya da- yanlışlıkla koruma deniyor-) bulaşır.
Hatta hanımların misafir günlerinde oturuş sırası, oturanın eşinin plakasının kırmızı ve pirinç içeriğine göre olur. Hal hatır sorarken önce bol kırmızılı ve pirinçli hanım, daha az kırmızılı ve pirinçsiz hanıma babacan pardon anacan tavırla hitap eder. Tersi ayıptır.
Kırmızı ve pirinç’in çok sayıda kombinezonunu yapmak mümkün olmadığı ve prestij sıralamasına girmek isteyenlerin sayısı da çok olduğundan şoförlerimizin yaratıcı zekası yeni bir çare geliştirmiştir.
Fırfırlı mavi lamba !. Hatta denilebilir ki fırfırlı mavi lamba, kırmızı plakadan daha etkilidir. Çünkü fırfırlı mavi lambalı aracın içinde ne olduğu belli değildir. Dükkandan fırfırlı mavi lamba alıp aracına takan bir uyanık olabileceği gibi, büyük ama tanınmak istenmeyen bir büyük insan da olabilir.
Ayrıca kırmızı plaka’nın trafikte görüş sahası dışında bir etkisi olmazken, fırfırlı mavi lambalı aracın “ne olur ne olmaz başıma iş açmayayım” gerekçesiyle etkisi büyüktür.
Fırfırlı mavi lamba taşımanın bir sonucu, polis vs.nin çevirip niçin fırfırlı mavi lamba taşıdığını sorması ihtimalidir.
Bir uyanık kişi bunun çaresini bulmuş, ihtiyacı olanlara hemen ileteyim.
Böyle bir soruyu sorana işaret parmağını “yaklaş, beriye gel, kulağını uzat” anlamında oynatıp kulağına “öğrenmemen senin için daha iyi olur!” deniliyor.
Kırmızı plaka ve fırfırlı mavi lamba konusunun giderek yaygınlaşması, aile bütünlükleri başta olmak üzere birçok sosyal ve teknik sorunu da beraberinde getirmiştir.
Yeni evlilerin bile beyaz zemin üzerine kırmızıyla MUTLUYUZ yazdırması, müsteşar ve rektör aileleri arasında bir huzursuzluğa yol açabilir.
Bence trafik yasasına bir madde ilave ederek olur olmaz kişilerin kırmızı plaka ve fırfırlı mavi lamba takması yasaklanmalı ve aracın ruhsatına da bunları takıp takamayacağı işlenmeli. Böylece toplumumuzun aile bütünlüğü korunmuş olacaktır.
-
Nis 16 2012 İÇİMİZDEKİ CANAVAR!
İÇİMİZDEKİ CANAVAR!
Yanlış olarak trafik kazası denilen ve kaza tanımına uymayan olayları tek nedene, onu da içimizdeki canavarlara bağlayan yetkililerimiz, dahiyane bir buluşla caddelere panolar koyup “içinizdeki canavarı durdurun”, “trafik canavarı olmayın” gibi fevkalade yüksek düşünce ürünü sloganlarla canavarları kontrol altına almayı düşünmüş bulunmaktadırlar.
Bu olayı bir örnek olarak kullanıp, bir toplu hastalığımızı görmek -hatta çaresini de görmek- mümkündür. Bu hastalık, sorunların nedenlerini ve o nedenlerin nedenlerini sormamak, bunun yerine kafalarımıza yerleştirilmiş bulunan kalıplardan en uygun görünen birisini kullanarak sorunu çözmeye kalkışmaktır.
İşin acı yanı, bu kalıplar o denli hayatı kolaylaştırıcıdır ki, alışmamış insanlara bir işkence gibi gelen “düşünmek” yükünü ortadan kaldırdığı için bu virüsü kapmış bir kişi en iyi okullara girip çıksa dahi bu enfeksiyondan kurtulamamaktadır.
Bu kalıplar, okul-aile-çevre üçlüsü’nce doğru-iyi-güzel olarak kararlaştırılan her ne varsa onlardır ve zaten olaylarda nedensellik arayamayışımızın nedenlerinden başlıcası da bu yaklaşımdır. “Biz sizin için düşünür, sizin için her ne doğru, iyi ve güzelse ona karar veririz. Siz düşünmemeli, neden sormamalısınız. Sorarsanız aklınıza zararlı şeyler üşüşür” yaklaşımı, “kul vatandaş”ın nasıl üretildiğinin formülüdür.
Örnek olay olarak alınan “içimizdeki canavar” işine gelince: Trafik anarşisi (en iyi deyim budur) tek nedenli değildir. Ayrıca, hiçbir sorunun da tek nedenli olmadığı, işi sorun çözmek olanların ilk bilmesi gereken bilgidir.
Bu nedenlerden birisinin de -en önemlisi olup olmadığı tartışmalı olsada-, sürücülerin akıldışı eğilimler içine düşmeleri (canavarlık hali) ve istenmeyen sonuçlara yol açmaları olduğu doğrudur. İşte, yukarıda değinilen toplu hastalığın tipik belirtisi tam bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Sorunlara nedensellik yoluyla yaklaşan bir kişinin bu noktada sorması beklenen soru şudur; “pekiyi, sürücüler bu akıldışı eğilimlere (canavarlık) niçin kapılmaktadır? Tüm Türk’lerin içinde, başka milletlerde bulunmayan birer canavar mı vardır?”
Bu soru sorulunca, cevaplayacak olan ister istemez belli bir cevaba gelmek zorunda kalacaktır. Bu cevap da şu olacaktır: Yalnız Türklere özgü canavarlar olamaz. Tüm insanlarda öfke, hınç almak, cezalandırmak gibi hisler vardır. Bunu bilen medeni toplumlar, bu hislerin canavara dönüşmemesi için sistemler kurarlar, medeni olmayanlar ise herkesin kendi hıncını almasına, herkesin kendi adalet anlayışını uygulamasına yani birer “canavar” olmasına ses çıkar(a)mazlar.
Bir Trafik Şikayet Sistemi, insanların ilkel öç alma duygularının medeni bir davranışa dönüşmesini sağlar. Bir başka deyimle bizim başımıza dert olan “canavarlık”, akıllı yöneticilerin elinde bir avantaja dönüşür.
Otoyolda en sol şeritten seyreden bir kamyona karşı “canavar”ca davranıştan başka yapacak birşeyi bulunmayan insanımız, bir şikayet sistemi bulunsaydı içinden keyifle düşünür ve biraz sonra bu kamyonun hakettiği cezayı göreceğini bilirdi. Böylece , onbinlerce gönüllü trafik denetçisi devreye girmiş olur, kimse kolay kolay hatalı hareket etmeye cesaret edemezdi.
Tabii ki bu şikayet sisteminin, “154 Alo Trafik” ile yalnız isim benzerliği vardır.(İsteyenler deneyip öyle olduğunu görebilirler.)
Başedemediği her soruna bir canavar adı takan insanımız (enflasyon canavarı, terör canavarı, kollu canavar (kumar) gibi), aslında kendi beceriksizliği ile karşı karşıyadır ve ona “canavar” demektedir.
Haksız da değildir, çünkü en korkunç canavar, insanın kendi yetersizlikleridir.
Pazartesi, 23 Mayıs 1994
-
Nis 16 2012 DEVLET NASIL REZİL EDİLİR?
DEVLET NASIL REZİL EDİLİR? İŞTE BÖYLE !
Kamyonların cumartesi günleri trafiğe çıkma yasağı 15 gün uygulandıktan sonra kaldırılıyor.
Yasağın konulması birinci yanlış, kaldırılması ise ikinci yanlış olmuş ve iki yanlıştan bir doğru çıkmamış, ikisinin toplamı kadar bir “kocaman yanlış” doğmuştur.
Kamyonların trafikten yasaklanması birkaç yönden yanlıştı. Birincisi, anayasanın seyahat özgürlüğüne karşı bir uygulamaydı.
İkincisi ise, trafik katliamının kaynaktaki nedeninin kamyonların trafiğe çıkması değil, trafiğe çıkan kamyonların kurallara uymaması olduğunun anlaşılmayışıdır.
Bu ikisi arasındaki farka dikkat edilmez ve aynı mantık kullanılırsa, bireylerin yüzde doksan dokuz faaliyetlerini yasaklamak gerekir. Çünkü insanımız hemen hiçbir alanda kurallara uymamaktadır.
Esas yasaklanması gereken “kurallara uymamayı” bir yana bırakıp, kurala uysun ya da uymasın tüm sürücülerin hareketlerini yasaklamak inanılmaz bir aczin ifadesidir. Devlet kuralları uygulatamamakta, bunun yerine işi kökünden halletmekte (!) dir.
Ancak, koyduğu bu ikinci yasağa da uyanlar yine eskiden olduğu gibi kurallara uyan saygılı sürücülerdir. Kurallara uymayıp trafiği bir katliama dönüştürenler yine yollardadır. İnanmayanlar, trafik polisleriyle adım başı pazarlık yapan sürücüleri görmelidirler.
İşin bu perdesi bile büyük bir ayıptır. İkinci perde ise daha bir acayiptir.
Yasağın kaldırılma gerekçesi, yasağın yanlışlığının anlaşılıp geri dönülmesi olsaydı, bu basit bir zavallılık olarak değerlendirilebilirdi. Hayır gerekçe bu değildir. “Şoför esnafından gelen tepkiler” ( Türkçesi oy kaybı korkusudur) üzerine yasak kaldırılıyor.
Siyasetin bu denli çirkin, devletin bu denli güçsüz hale nasıl geldiğini gösteren bu örnekten alınması gereken çok ders vardır.
-
Nis 16 2012 BU D
BU DENLİ AZ AKIL YALNIZ TRAFİĞE Mİ ÖZGÜDÜR?
Son söylenebileceği peşinen söyleyeyim ki hayır. Bu denli az akıl yalnızca trafiğe özgü olmayıp, toplum yaşamımızın hemen her kesimine gayet adaletle dağılmıştır. Ancak ne var ki diğer alanlardaki akıldışılıklar hemen sonuç vermemekte, ayrıca da trafikte olduğu gibi ölümle sonuçlanmamaktadır. Trafik bu bakımdan özel bir alandır ve bu alanda yapılan ahmaklıkların bedeli candır.
Trafik anarşisi konusunda düşünce beyan eden kimle konuşulsa ilk dile getirilen neden, insanlarımızın eğitim düzeylerinin düşüklüğüdür. En büyük güç olarak köyündeki beygirini görmüş olan insanımızın altına en küçüğü 100 beygir olan kamyonları verdiğinizde olacak olan bellidir.
Ama ne yazık ki sorun bu denli basit değildir. Şimdi size anlatacağım olay, kasketini eğri giyen, köyünde Cambridge olmadığı için doktora yapamamış vatandaşımız tarafından değil, cakasından yanına yanaşılmayan her lafına eğitimiyle ilgili bir hatırlatma yaparak başlamayı adet edinmiş seçkin aydınlarımızca bilerek, planlanarak yapılmıştır ve belki de her gün bir yerlerde yapılmaktadır.
Yer: Afyon-Dinar karayolu Tarih: 27-31 Temmuz 1994 arası
Bu güzergah üzerinde yaklaşık 20 kilometre kadar bir bölüm bütünüyle mıcır kaplanmış ve üzerinde yoğun bir trafik akıyor.
Yolu bu halde bırakanlar kadar akıl ve izan eksiği olan bir kısım sürücü de birbirlerini sollayarak havada uçuşan çakıl taşlarına yol açıyor ve bu taşlar araçların camlarında patlıyor.
Yol üzerinde güvenli olarak yapılabilecek azami hız 30-35 kilometre olmasına karşın, her iki yöndeki akımın ortalama hızı 80-90 kilometre. Bu akımın dışında kalanlar, karşıdan ve arkasından gelip geçenler nedeniyle 2-3 katı daha fazla riske muhatap. Yani ölümlerden ölüm beğenin!
Herhalde Dünya’da karayolları üzerinde inşaat yapılırken alınan bin türlü önlem vardır. Ama kara cahil bir insan dahi en az bir iki tanesini düşünebilir.
Bu basit görünüşlü olay, trafik katliamı içindeki bileşenlerden birisinin akıl eksiği, diğerinin ise vatandaşa tepeden bakıp “yolunuzu yapıyoruz ya, biraz telefat verseniz ne olacak” şeklindeki düşünce olduğunu göstermektedir.
Eğittiği insanının bu denli toplumuna ilgisiz, mesleğine ilgisiz olduğu bir başka toplum var mıdır bilmiyorum. Ama bu şunu gösteriyor ki Türkiye’nin sorunu insanının nitelik sorunudur, ama özellikle de okumuş yazmış kesimin nitelik sorunudur.
Pazar, 07 Ağustos 1994