-
Eyl 23 2024 Öz anlaşılmadan içerik anlaşılamaz!
Sokakta bir kişi durdurup “hangi yol daha kısadır lütfen söyler misiniz?” dese, bu sorunun en az on ayrı ve birbirinden ilgisiz konu açısından sorulmuş olması mümkündür. Bu nedenle de bu haliyle bu soru sıfır bit enformasyon içerir ve cevaplanma ihtimali çok azdır. Böylesi bir soruya karşılık, “siz ne yapmak istiyorsunuz?” sorusu, aranan öz’ün ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Örneğin şu cevapların herbiri birer öz sayılır: “Aksaray’a gitmek istiyorum” veya “Bankadan kredi çekmek istiyorum” ya da “sokak hayvanı sahiplenmek istiyorum” gibi.
Bu basit örnekten hareketle şu genelleme yapılabilir: Bir soru ya da sorun konusunda cevap arayışının ilk adımı, o soru/sorunu ayırt edici bir bağlam içine yerleştirici en az bir ipucunun belirtilmesidir. Böylece beliren bağlama “öz” denilebilir; öz tek başına herhangi bir enformasyon içermeyen bir içeriği “bilgi” haline getirir.
Din istismarı konusu bu kural açısından irdelendiğinde şikayetçi olunan çeşitli bağlamlar ortaya çıkar. Değişik korkulara (cehennem ateşi, sonsuz azap vb) ya da çeşitli çıkarlara (huriler, şarap ırmakları vb) dayalı düz yurttaş inancının kullanılarak (istismar anlamında kötüye kullanma) çıkar sağlanması şikayetlerin genel ifadesidir.
Bu şikayetlerden din kurumunun gözden düşürüldüğü sonucunu çıkaran, din istismarına karışmamış mütedeyyin kesimin savunusu ise “gerçek İslam bu değildir” biçimindedir. Bu savunmanın anlam taşıyabilmesi için cevaplanması gereken soru ise “peki gerçek İslam nedir?” şeklinde formüle edilebilir.
Bu durumda, yukarıdaki genelleme uyarınca, soru’nun ayırt edici bir bağlam içine yerleştirilmesi için sorulması gereken, öz belirleyici asgari soru(lar) şunlar olabilir:
- Genelde din, özelde İslam niçin vardır (temel varlık nedeni, misyon, öz-niyet)?
- Din / İslam yoluyla nereye (ülkü) varılmak amaçlanıyor?
- Varılmak istenilen yere erişme sürecinde uyulması zorunlu kurallar nelerdir?
Bu sorulara ister dindar, ister dinsiz, isterse din istismarcısı olsun herkesin mutlaka cevapları vardır. Bunların hepsinin aynı cevaplarda buluşması beklenemese de en azından dindarların ortak ya da birbiriyle uyuşabilir cevaplarının olması beklenir. Halbuki bir ezber kalıbı olarak bellenen ve sorgulanamaz kabul edilen bir anlayış, “dinin sorgulanabilir bir kavram olmadığı”dır[1].
Bu varsayıma kanıt olarak gösterilen ise, dinin özü ile ilgisi olmayan, “insanların -belki de tüm canlıların- zaman zaman kozmik bilinç denilen gizeme ait öznel duyumsamaları”dır. Din istismarının bu öznel duyumsamaları kendi varlık nedeni sayıp, yanlışlanabilirlik tehdidinden korunaklı (dokunulmaz) bir alan yaratmasının altında bu yanılgı (ve/ya kandırmaca) yatıyor.
Bu durumda bir dine mensup olduğunu iddia edenlerin bu üç soruyu cevaplamaları beklenir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, özellikle din istismarcıların sıklıkla başvurduğu, “şu ritüeli (söylem, eylem vs) yerine getirirseniz, başkaca bir şeye gerek kalmadan “bizden” (din mensubu) sayılırsınız” kalıbıdır. (Son günlerde yayılan “bir kişi babasının kafasını kesip, içine şarap doldurup içse ve sonra da yakınlarıyla zina etse bile dinden çıkmış sayılmaz” mealindeki iğrenç söylem bu kalıba örnektir).
Bütün bunlardan çıkarılabilecek sonuçlardan birisi de, üzerinde tartışılan sorunların (din istismarı gibi) özlerinin ortaya koyulmadan anlaşılamayacağı, dolayısıyla da çözüm geliştirmenin mümkün olamayacağıdır.
Can alıcı soru: Özü belirlesek bile nasıl yaygınlaştırılacak?
Bu soru aynı zamanda “sorun çözücünün açmazı” denilebilecek bir konuyu gündeme getiriyor. Açmazlar genellikle kuşku uyandırmayacak şekilde paketlenirler. Buradaki kuşku giderici ise “yaygınlaştırma” sözcüğündedir. Öyle ya faydalı[2] bir şeyin faydasını artırmak için en akılcı yol yaymak olduğuna göre olabildiğince yaymanın yolları aranıp bulunmalıdır.
Din konusu –vecd, sezgi vb öznel duyumsamalar dışındaki özler- sorgulama dokunulmazlığından kurtarılmadan kişi sayısı kadar farklı duyumsamalar olacağı için kalabalıklar bir yana, ikinci bir kişiye dahi yaymak söz konusu olamayabilir. Öznel duyumsamalar ise kozmik bilinç gizeminin -şimdilik- kişiye özel alanı olarak dokunulmazlığını koruyacaktır.
Farklı dinleri ya da mezhepleri benimseyen kişi ve kesimler açısından da durum, yine özlerin sorgulanıp öznel duyguların ise kişiye özel bırakılmasından ibarettir.
Bu akıl yürütme yoluyla varılacak nokta, hangi özleri benimserse benimsesin her dindarın, kişiye özel duygu alanı dışındaki özleri sorgulamaktan kaçınmaması zorunluğudur. Bu zorunluk, toplu yaşamın ahlaki ihtiyaçlarından kaynaklanır. Zorunluğun diğer -ve daha önemli- dayanağı, istismarcıların en önemli dayanak olarak kullandıkları “sorgulama dokunulmazlığı” zırhının kaldırılması ihtiyacıdır. İlginç olan nokta ise, samimi dindarın özleri (maksim, kurucu ilke) sorgulamaktan uzak durmasının, hiç istemeden istismarcıya uygun ortam yaratması gerçeğidir.
Açıklanması yararlı bir nokta da, özlerin dışındaki öznel alandaki duyumsamaların, kişinin zaman içinde genişleyen bilinci nedeniyle farklılaşmasıdır. Bu son derece sağlıklı süreç bir spiral gibi giderek genişleyecektir [3]. Tahkiki imân bu şekilde anlaşıldığı takdirde kişinin sürekli tekâmülü için bir araç olacaktır.
Son bir soru ise, özün sorgulanması sürecinde hepsi de anlamlı cevaplara ulaşılırsa -ki mümkündür- bu durumda dolaşımda çok sayıda dinin ortaya çıkma olasılığıdır. İnsanlık birikimleri buna iki cevap bulmuştur: (1) Anlamlı cevapları bütünleştirici üst kavramlar üretmek, (2) Dünyevi yaşamın kurallarını bütünüyle nesnel gerçeklere oturtmak; ne denli anlamlı olursa olsun öznel kavramlara dayalı ortak yaşam kuralları -özellikle de kamu yönetiminde- koymamak.
Anayasalar her toplumda önemlidir. Varlığını sürdürmek isteyenler her toplumda anayasalarına bağlılığı koruyabilmiş olanlardır. Ama eğer sadece tek maddeden ibaret bir anayasa olacaksa herhalde o da dini ya da herhangi bir dogmatik ideolojiye dayalı kural koymamak denilebilir.
23 Eylül 2024, Alanya
[1] Bkz. https://tinaztitiz.com/dinde-sorgulama-olmaz-mi/
[2] Her nerede (fayda) sözcüğü geçse şu denetleyici soruyu sorarak, “o faydanın ne pahasına” olduğunu anlamaya çalışmak doğru olur. Çoğu zaman bir fayda daha büyük bir zarar pahasına olabilir. Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/etkili–effective–ozgecilik–digerkamlik–altruism- ve https://tinaztitiz.com/bir-ortak-ahlak-kurali-zarar-verme-onerisi-uzerine-2/
[3] Bkz. https://drive.google.com/file/d/13bfFQJhD0UZ8WAObS79EzyWpqg2Cx69Y/view?usp=sharing