• Yarınlarda meselâ..

    Gelecekte -olmaz ya- dış ve iç odakların elbirliğiyle mesela Cumhuriyet rejimi ve/ya nüfusun çoğunluğunun bağlı olduğu dini inanç ortadan kaldırılıp, yerine o odakların amaçladıkları bir sömürü düzeni getirilmeye kalkışılsa ne olur?

    Böylesi bir melânet tasavvuru karşısında muhtemelen akla gelebilecek caydırıcılar siyasi partiler, Anayasa Mahkemesi, TSK gibi varlığını “milletin değerlerini ve yaşadığı toprakların bütünlüğünü korumaya adamış kurumlar” ve/ya kişiler olacaktır.

    Toplumun en güçlü kurumlarının bunlar değil “toplumsal kavram dağarcığı” olduğunu hatırlayınca, “eğer …. İse … dir” kavramı[1] uyarınca, caydırıcıların şu hale dönüştüğü anlaşılacaktır: Eğer korunması istenilen bir ideolojinin özünü[2] oluşturan çerçeve çizgileri: (a) net olarak belirlenmiş, (b) bu çizgilerin korunmasını üstlenmiş muhafızları (koruyucular)[3] var ise, milletin değerlerini ve yaşadığı toprakların bütünlüğünü korumaya adamış kurumlar gerekli caydırıcılığı sağlayacaktır.

    Eğer ortadan kaldırılması tasavvur edilen Cumhuriyet ve/ya din’in özünü oluşturan çerçeve çizgileri belirlenmemiş; ayrıca da bu kurumları koruyacak muhafızlar kuvvettten düşmüş, bilimden uzaklaşmış ve seciyesi (ahlâkı) bozulmuş iseler bu durumda Cumhuriyet ve din konularında ne denli övücü sözler söylense, ne denli “kozsuz meydan okumalar[4] yapılsa yıkımlar önlenemez. Ölen bir bedenin çevresinde (hatta hemen içinde) hazır bekleyen bakterilerin derhal harekete geçip bedeni asli unsurlarına (toprak) dönüştürmesine benzer biçimde hangi kurum olursa olsun yokluğa dönüşecektir.

    (Eğer ..ise.. dir) koşullu yargı’sına konu olan çerçeve çizgileri bağlamında şu iki soru akla gelecektir: 

    (1) Çerçeve çizgilerinin belirlenmesi ifadesiyle kast edilen nedir? 

    İdeolojinin özünü ayrıntılardan ayıracak 3 soru çerçeveyi belirler: Soru 1. İdeolojinin (Cumhuriyet ve/ya din) temel varlık nedeni, yani misyonu. Soru 2. O ideoloji yoluyla nereye (hangi ülküye, vizyona) erişilmek istendiği. Soru 3. Bu vizyon yönünde ilerlerken hangi kurallara (öz-değerler) sadık kalınmak zorunda olunduğu.

    (2) Çizgilerin korunmasını sağlayacak muhafızlar kimlerdir?

    İdeolojiler süngere benzetilebilir. Çerçeve çizgilerinin korunmasına hiçbir yararı olmadığı gibi, tam aksine “koruyacakmış” duygusu ve yersiz bir güven yaratarak zarar da veren boş söylemleri, kof övünmeleri, kozsuz meydan okumaları[4] emerek sünger gibi şişer. İdeolojilere en çok zararı veren de bu şişirilmiş kofluk, korunmasızlık olup, bu aldatıcı şişkinliğe bir yandan da “yanlış yarıştırma” ya da “o da bir şey mi etkisi[5] denilebilecek etki eklenir.

    Ben ….. ideolojisinin muhafızlarından biriyim” diyecek çok sayıda kişi ve kurumu duyar gibiyim. Onlara şu iki soruyu sormak isterim: Tam (spesifik olarak)[6] hangi çerçeve çizgilerini koruyorsunuz? Ve Koruma görevini ne pahasına (hangi kozlar ile) yapıyorsunuz?

    Bu iki soru aynı zamanda gerçekten arayış içinde olanları ya da en azından o yola girmeyi içtenlikli arzu edenleri ayırt etmek için işe yarayabilecek bir zihin aracıdır.

    28 Eylül 2024 – Alanya

    [1] http://bit.ly/3ME15vc Sıra No 30

    [2] https://tinaztitiz.com/oz-anlasilmadan-icerik-anlasilamaz/  

    [3]Cumhuriyet fikren, ilmen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister”. M.K.Atatürk, 1933 Öğretmenler Kongresi konuşmasında söylenmiştir. 

    [4] https://kavrammutfagi.com/kavram/kozsuz-meydan-okuma 

    [5] https://tinaztitiz.com/o-da-bir-sey-mi-etkisi/ 

    [6] http://bit.ly/3ME15vc Sıra No 180

  • “O da bir şey mi etkisi”

    Bir köpeğin insanı değil, insanın köpeği ısırması haberdir”, haber peşinde yaşamını sürdüren kesimin (eskiden sadece gazetecilerdi) altın kuralıydı. Şimdilerde herkesin kendi başına bireysel gazete çıkarıp radyo ya da TV istasyonu kurabilme teknik imkanları doğunca büyük bir iş alanı açıldı.

    Böylece aracısız ya da aracılı- yayın yapabilen herkes bu yolla para kazanabiliyor, kendini tanıtabiliyor ve/ya bunların türevlerinden yararlanabiliyor.

    Fakat bir sorun var: Bu iş kolunun ham maddesi “haber” olduğuna ve haber de sonsuz ölçüde mevcut olmadığına, hatta mevcut olanlara da herkes talip olmadığına göre, dikkat çekip başka haber satıcıların önüne geçmek için yeni yollar bulmak gerek. Bunun bilinen yollarından biri, TVlerde sıkça altyazı olarak geçen “son dakika” etiketli haberler olup, temel niteliği rakiplerine göre “o da bir şey mi” denilecek şaşırtıcılıkta olduğunun iddia edilmesidir. 

    Bu tür haberlerin ne ölçüde doğru olduğunu denetleyecek yaygın bir mekanizma ancak ceza yasaları olduğuna göre bu engeli aşmanın bir yolu, analiz adı altındaki “varsayım ve tahmin”ler olup bunun ön koşulu da bir unvan sahibi tarafından yapılmış olmasıdır. Bir belediyede memur olarak çalışan bir kişinin de varsayım ve tahminde bulunmasını engelleyebilecek bir yasa yoksa da böylesi bir analize kimse zaman ayırıp dinlemez, okumaz.

    Bir yandan da varsayım ve tahmin”lerin kişileri yeterince korkutması; ama korkunun da hemen yarın gerçekleşebilir türden olmaması gerekir. Aksi halde izleyenlerin geri dönüp hani n’oldu diye sorması tehlikesi vardır. Bu nedenle, (milletin bir an evvel uyanması gibisinden) gerçekleşmesi güç bir koşula bağlamak gerekir.

    Buraya kadar sıralananların cezai ya da ahlaki bir yanı pek olmasa da hiç umulmayan bir yan etkisi vardır: Kamuoyunun tepki eşiğini yükseltip, tepki üretebileceği olayların giderek daha kabul edilemez düzeylere yükselmesine yardımcı olunması. Daha düz Türkçe ile, bir melanet planlayıcısı var ve melanet hazırlığı içindeyse, önündeki engellerden biri, olası kamuoyu tepkilerinden korunma veya tepkilerin yumuşatılmasıdır. Söz konusu varsayım ve tahmine dayalı analizler bu yumuşatmayı melanet planlayıcısı yerine gerçekleştirmiş olur.

    28 Eylül – Alanya

  • Öz anlaşılmadan içerik anlaşılamaz!

    Sokakta bir kişi durdurup “hangi yol daha kısadır lütfen söyler misiniz?” dese, bu sorunun en az on ayrı ve birbirinden ilgisiz konu açısından sorulmuş olması mümkündür. Bu nedenle de bu haliyle bu soru sıfır bit enformasyon içerir ve cevaplanma ihtimali çok azdır. Böylesi bir soruya karşılık, “siz ne yapmak istiyorsunuz?” sorusu, aranan öz’ün ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Örneğin şu cevapların herbiri birer öz sayılır: “Aksaray’a gitmek istiyorum” veya “Bankadan kredi çekmek istiyorum” ya da “sokak hayvanı sahiplenmek istiyorum” gibi.

    Bu basit örnekten hareketle şu genelleme yapılabilir: Bir soru ya da sorun konusunda cevap arayışının ilk adımı, o soru/sorunu ayırt edici bir bağlam içine yerleştirici en az bir ipucunun belirtilmesidir. Böylece beliren bağlama “öz” denilebilir; öz tek başına herhangi bir enformasyon içermeyen bir içeriği “bilgi” haline getirir.

    Din istismarı konusu bu kural açısından irdelendiğinde şikayetçi olunan çeşitli bağlamlar ortaya çıkar. Değişik korkulara (cehennem ateşi, sonsuz azap vb) ya da çeşitli çıkarlara (huriler, şarap ırmakları vb) dayalı düz yurttaş inancının kullanılarak (istismar anlamında kötüye kullanma) çıkar sağlanması şikayetlerin genel ifadesidir.

    Bu şikayetlerden din kurumunun gözden düşürüldüğü sonucunu çıkaran, din istismarına karışmamış mütedeyyin kesimin savunusu ise “gerçek İslam bu değildir” biçimindedir. Bu savunmanın anlam taşıyabilmesi için cevaplanması gereken soru ise “peki gerçek İslam nedir?” şeklinde formüle edilebilir.

    Bu durumda, yukarıdaki genelleme uyarınca, soru’nun ayırt edici bir bağlam içine yerleştirilmesi için sorulması gereken, öz belirleyici asgari soru(lar) şunlar olabilir:

    1. Genelde din, özelde İslam niçin vardır (temel varlık nedeni, misyon, öz-niyet)?
    2. Din / İslam yoluyla nereye (ülkü) varılmak amaçlanıyor?
    3. Varılmak istenilen yere erişme sürecinde uyulması zorunlu kurallar nelerdir?

    Bu sorulara ister dindar, ister dinsiz, isterse din istismarcısı olsun herkesin mutlaka cevapları vardır. Bunların hepsinin aynı cevaplarda buluşması beklenemese de en azından dindarların ortak  ya da birbiriyle uyuşabilir cevaplarının olması beklenir. Halbuki bir ezber kalıbı olarak bellenen ve sorgulanamaz kabul edilen bir anlayış, “dinin sorgulanabilir bir kavram olmadığı”dır[1]

    Bu varsayıma kanıt olarak gösterilen ise, dinin özü ile ilgisi olmayan, “insanların -belki de tüm canlıların- zaman zaman kozmik bilinç denilen gizeme ait öznel duyumsamaları”dır. Din istismarının bu öznel duyumsamaları kendi varlık nedeni sayıp, yanlışlanabilirlik tehdidinden korunaklı (dokunulmaz) bir alan yaratmasının  altında bu yanılgı (ve/ya kandırmaca) yatıyor.

    Bu durumda bir dine mensup olduğunu iddia edenlerin bu üç soruyu cevaplamaları beklenir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, özellikle din istismarcıların sıklıkla başvurduğu, “şu ritüeli (söylem, eylem vs) yerine getirirseniz, başkaca bir şeye gerek kalmadan “bizden” (din mensubu) sayılırsınız” kalıbıdır. (Son günlerde yayılan “bir kişi babasının kafasını kesip, içine şarap doldurup içse ve sonra da yakınlarıyla zina etse bile dinden çıkmış sayılmaz” mealindeki iğrenç söylem bu kalıba örnektir).

    Bütün bunlardan çıkarılabilecek sonuçlardan birisi de, üzerinde tartışılan sorunların (din istismarı gibi) özlerinin ortaya koyulmadan anlaşılamayacağı, dolayısıyla da çözüm geliştirmenin mümkün olamayacağıdır.

    Can alıcı soru: Özü belirlesek bile nasıl yaygınlaştırılacak?

    Bu soru aynı zamanda “sorun çözücünün açmazı” denilebilecek bir konuyu gündeme getiriyor. Açmazlar genellikle kuşku uyandırmayacak şekilde paketlenirler. Buradaki kuşku giderici ise “yaygınlaştırma” sözcüğündedir. Öyle ya faydalı[2] bir şeyin faydasını artırmak için en akılcı yol yaymak olduğuna göre olabildiğince yaymanın yolları aranıp bulunmalıdır. 

    Din konusu –vecd, sezgi vb öznel duyumsamalar dışındaki özler- sorgulama dokunulmazlığından kurtarılmadan kişi sayısı kadar farklı duyumsamalar olacağı için kalabalıklar bir yana, ikinci bir kişiye dahi yaymak söz konusu olamayabilir. Öznel duyumsamalar ise kozmik bilinç gizeminin -şimdilik- kişiye özel alanı olarak dokunulmazlığını koruyacaktır. 

    Farklı dinleri ya da mezhepleri benimseyen kişi ve kesimler açısından da durum, yine özlerin sorgulanıp öznel duyguların ise kişiye özel bırakılmasından ibarettir.

    Bu akıl yürütme yoluyla varılacak nokta, hangi özleri benimserse benimsesin her dindarın, kişiye özel duygu alanı dışındaki özleri sorgulamaktan kaçınmaması zorunluğudur. Bu zorunluk, toplu yaşamın ahlaki ihtiyaçlarından kaynaklanır. Zorunluğun diğer -ve daha önemli- dayanağı, istismarcıların en önemli dayanak olarak kullandıkları “sorgulama dokunulmazlığı” zırhının kaldırılması ihtiyacıdır. İlginç olan nokta ise, samimi dindarın özleri (maksim, kurucu ilke) sorgulamaktan uzak durmasının, hiç istemeden istismarcıya uygun ortam yaratması gerçeğidir.

    Açıklanması yararlı bir nokta da, özlerin dışındaki öznel alandaki duyumsamaların, kişinin zaman içinde genişleyen bilinci nedeniyle farklılaşmasıdır. Bu son derece sağlıklı süreç bir spiral gibi giderek genişleyecektir [3]. Tahkiki imân bu şekilde anlaşıldığı takdirde kişinin sürekli tekâmülü için bir araç olacaktır.

    Son bir soru ise, özün sorgulanması sürecinde hepsi de anlamlı cevaplara ulaşılırsa -ki mümkündür- bu durumda dolaşımda çok sayıda dinin ortaya çıkma olasılığıdır. İnsanlık birikimleri buna iki cevap bulmuştur: (1) Anlamlı cevapları bütünleştirici üst kavramlar üretmek, (2) Dünyevi yaşamın kurallarını bütünüyle nesnel gerçeklere oturtmak; ne denli anlamlı olursa olsun öznel kavramlara dayalı ortak yaşam kuralları -özellikle de kamu yönetiminde- koymamak.

    Anayasalar her toplumda önemlidir. Varlığını sürdürmek isteyenler her toplumda anayasalarına bağlılığı koruyabilmiş olanlardır. Ama eğer sadece tek maddeden ibaret bir anayasa olacaksa herhalde o da dini ya da herhangi bir dogmatik ideolojiye dayalı kural koymamak denilebilir.

    23 Eylül 2024, Alanya

    [1] Bkz. https://tinaztitiz.com/dinde-sorgulama-olmaz-mi/ 

    [2] Her nerede (fayda) sözcüğü geçse şu denetleyici soruyu sorarak, “o faydanın ne pahasına” olduğunu anlamaya çalışmak doğru olur. Çoğu zaman bir fayda daha büyük bir zarar pahasına olabilir. Bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/etkili–effective–ozgecilik–digerkamlik–altruism-  ve https://tinaztitiz.com/bir-ortak-ahlak-kurali-zarar-verme-onerisi-uzerine-2/ 

    [3] Bkz. https://drive.google.com/file/d/13bfFQJhD0UZ8WAObS79EzyWpqg2Cx69Y/view?usp=sharing 

  • Düşünme ve Kavramlar

    Düşünceleri ifade amacıyla kullanılan sözel, görsel, eylemsel vd diller eğer kavramlar olmasaydı hiç bilgi taşıyamaz, akıl denilen yeti de ortaya çıkamayabilirdi.. Muhtemelen, akıl kavramına “kavrama gücü” denilmesi ve bu gücü hayata geçirme aracının da diller olmasının nedeni budur.

    Gerek insan gerek diğer varlıkların en basit evet-hayır ya da var-yok iletileri (1/0) düşünce ve sanat dünyasının ürünlerini oluşturmak için kavramlar şeklinde bir araya geliyor. 

    Ve aynı zamanda varlıkların yaşamlarındaki tüm çabalarının yöneldiği, “sorun çözme” ya da “karmaşıklık yönetimi” denilen bir eylem alanını da dolduruyor. Tam burada sorunlar, kavramlar ve diller arasında heyecan verici bir ilişki göze çarpıyor: Sorunları anlamak, onun için de düşünebilmek için kavramlara ihtiyaç olduğu!

    Bir adım daha ileri giderek şu da söylenebilir: Sorunların zorluk (karmaşıklık) düzeyi arttıkça daha yeni kavramlara ihtiyaç var. Buradan, Sorun Çözme girişimlerinin altın kuralı denilebilecek bir kural ortaya çıkıyor: Her sorun, anlaşılmasını ve o yolla çözülebilmesini kolaylaştırabilecek kavramların geliştirilmesini gerektirir. Farklı bir söyleyiş ise şöyle olabilir: Bir sorun çözülemiyor ise, muhtemelen anlaşılmasını kolaylaştırabilecek kavramlar mevcut değildir.

    Yaşamımın önemli bir bölümünü harcadığım toplum sorunlarının anlaşılması yolundaki çabalar sırasında yararlandığım ve kimilerinin de doğuşuna tanıklık etmiş bir kişi olarak biraz iddialı görünse de şunu söyleyebilirim: Toplumlar kavram dağarcıklarının zenginliği ve bunun paylaşımındaki yaygınlık nispetinde varlıklarını sürdürebilir ve de gelişebilirler!

    21 Eylül 2024 – Alanya