• 1915 Ermeni Soykırım İddiaları

    1. Sorun Nedir?

    Hangi konuda olursa olsun, bir sorun’un çözülemeyişinin çeşitli nedenlerinin başında muhtemelen “sorunun iyi tanımlanmayışı” geliyor. Buradaki “tanımlanma” kavramı ile kastedilen şudur:

    1.1.  Sorun hangi semptomlarla kendini gösteriyor?

    Çeşitli toplumların parlamentolarında Türkiye’yi veya geçmişini mahkum eden kararlar alınması, aksini iddia etmenin dahi suç olarak ilanı, diplomatlarımıza karşı geçmişte uygulanan terör, yurt dışında yaşayan Türklere karşı baskılar gibi.

    1.2.  Sorunun kök neden(ler)i (root causes) nelerdir?

    Toplum yaşamının çeşitli alanlarında karşılaşılması gayet doğal olan sorunlarını çözmekteki kronik yetersizlikleri nedeniyle giderek büyüyen bir sorun stokunun baskısı altında –tüm kurumlarıyla birlikte- kalan toplumumuz, uluslararası ilişkilerin değişmez vahşi gerçeğinin bir gereği olarak, sahip olduğu ve/ya ürettiği değerlerini, daha yüksek sorun çözebilirliğe sahip toplumlara kaybetmektedir.

    Bu oyunun kurallarına göre, her toplumun kendi mensuplarına daha yüksek yaşam standartları sağlayabilmek için daha fazla “değer”e ihtiyacı vardır. Bu değerlerin bir bölümünü kendi üretirken, mümkün olan azamisini de başka toplumların ürettiği değerleri -çeşitli yollarla- kendi insanlarına transfer etmektedir. Bu sömürü sürecinin başlıca enstrümanı ise, sömürülecek toplumların çözemediği sorunlarının birer koz olarak kullanılmasıdır. 1915 Ermeni olayları bu amaçla kullanılan bir enstrümandır.

    1.3.  Söz konusu sorunun, sorun stokumuzdaki diğer sorunlarla etkileşimi var mı, nasıl?

    Bizi sıkıştıran her sorun’un dönemler itibariyle yarattığı baskılar arttığında, daha güçlü ülkelere mutlaka belirli tavizler vererek geçici olarak rahatlamamız bir rastlantı gibi değerlendirilemez. Bu, uluslararası boyuttta ya da öyle bir boyut kazandırılmış tüm sorunlarımızın dipten bağlantılı olduğu ve hepsinin aynı bir amaca hizmet için rakiplerimizce birer koz olarak kullanıldığının basit bir göstergesidir.

    Gerek 1915 olayları dolayısıyla maruz kaldığımız baskı, gerek ayrılıkçı terör, gerekse İsrail ile yarattığımız sorunun yansımaları, tümü sorun çözme kabiliyeti yetersizliğimizin dışavurumlarıdır. Hepsinin ortak paydası bu yetersizliktir.

    Bu sorulara –özellikle de ikincisine– net cevap veren bir tanımlama yapılmaksızın, ne Ermeni sorunu, ne de diğer sorunlarımız için geliştirilebilecek çözümler amaca hizmet edebilecektir.

    Buna göre, Ermeni İddiaları Sorunu etiketiyle tartışılagelen sorun iyi tanımlanmamıştır ve bu tanım yetersizliğinin dolaylı sonuçları da –en azından- şunlar olmuştur:

    (a)  Amaç hasıl olmamıştır,

    (b)  Sorunun kökleri (roots) yerine dışavurumları ile boğuşulduğu için, hem kökler giderek yeni sorunlar üretmekte, hem de evrim kanunları şu hükmünü icra etmektedir: Doğada beceriksize yaşam hakkı yoktur.

    (c)   Kök sorunlar yerine “Ermeniler” bir sorun gibi görülmeye başlanmış, bu da  “Türk” algısını olumsuz etkilemiştir.

    (d)  Gelişmemiş toplumlar için, “Kısıtlı kaynaklarını iyi tanımlanmamış sorunları çözmek için heba eden toplumlar” şeklinde bir tanım genellikle kullanılıyor. Devletin ve sivil kesimin sınırlı kaynaklarının, iyi tanımlanmamış Hayalet Nedenler (phantom causes) yönünde kullanımı bu tanıma uyar görünüyor.

    2. Gerçekler nelerdir?

    İçine insan öğesinin girdiği olaylar için doğrular çok olsa da, gerçekler (truths) genelde tektir. 1915 Ermeni olaylarında “gerçekler” nelerdir? Tartışan kesimler “gerçekler” üzerinde uzlaşamadığı takdirde, herhangi bir çözüm söz konusu olamaz.

    Diğer yandan, gerçekleri belgeleyebilecek tüm kanıtlar da mevcut olamayacağına göre, en azından mevcut olanların saklanmadan ortaya çıkarılması en yalın ihtiyaçtır. Tarafımızdan yapılan tüm savunmalarda  o yılların idarelerini  “tamamen hatasız” olarak göstermemiz akıllıca bir yöntem olmadığı gibi; yapılmış hataların hiç bir şekilde soykırım olarak tanımlanamayacağı da bir “gerçek”tir.

    Ortada, -çeşitli kesimlerce- gerçekleri temsil ettiği savunulan olgular vardır; fakat, başta Ermeni arşivlerii olmak üzere, birçok önemli ülkenin arşivleri -pratik olarak- henüz kapalıdır. Sağlam bir strateji ise ancak gerçekler üzerine kurulabilir.

    Gerçeklerin tam ve eksiksiz olarak bilinmesine engel olabilecek önemli bir faktör, duygusal ve/ya milliyetçi bakış açılarıyla ifade edilen argümanlardır. İçinde bir tane duygusal öğe içeren bin kanıtlık bir savunma, sadece bu birisi nedeniyle çürütülmeye adaydır. Halbuki, gerek akademik kesimde, gerek devlet katında ve gerekse sivil toplum kesiminde kurum ve bireyler içinde son derece birikimli bilgi kaynaklarımız mevcuttur.

    1915 olayları sırasında yaşamlarını kaybedenlerin tamamının, “vatandaşı olduğu devleti arkadan hançerleyen işbirlikçiler” olmadığı gerçeği, (3)ncü maddede önerilen “sağlam zemin” yoluyla karşılanıp, “üzüntü” beyan edilmesi doğaldır.

    Benzer şekilde, bu çatışmalarda yaşamlarını kaybeden diğer Osmanlı vatandaşlarının da unutturulmaması önem taşıyor.  Onların da, adı soykırım değil ama bir katliam olarak belirli bir tarih itibariyle anılmaları gerçekçi bir tutum olur.

    3. Sağlam zemin (rock bottom) nedir?

    Osmanlı Devleti’nin tüm tartışmaların ötesinde ve üstünde, tüm suçlamaları boşa çıkarabileceği zemin kanımca şudur: Saldırılara karşı kendimizi koruma yolunda (preemptive actions dahil) tüm önlemleri almak hakkımızdır ve bunu tartışmayız. Bu hakkın, bir ülkenin toprakları çok yönlü saldırı altındayken mevcut  kargaşa ortamında kullanımından doğan sonuçlardan üzüntü duymamız insani bir duygudur, fakat pişmanlık değildir. Benzer her kalkışma halinde benzer önlemleri almaktan kaçınmayız.

    4. Çözüm önerileri

    4.1.  Unutulmaması gereken ilkeler:

    4.1.1.    Değer iletişimi ilkesi uyarınca az söz.

    4.1.2.    Övünmekten ve yermekten uzak durmak.

    4.1.3.    Kök-nedenlere dayanmayan eylem yapmamak.

    4.1.4.    Gerçekçi ve amaç odaklı olmak, sınırlı kaynakları israf etmemek.

    4.1.5.    Şimdi ve burada türü çözümler ihmal edilmese de, yarın ve ötede türü çözümlere ağırlık vermek.

    4.1.6.     Her sorun, anlamak ve çözmek için özel bir “dil”; her dil ise “o soruna özgü kavramlargerektirir. Mevcut dili kullanarak bugünkünden daha etkili çözümler bulunamayabilir.

    4.1.7.    Ve nihayet: T.Roosevelt’in ünlü “Yumuşak konuş, ama elinde iri bir sopa bulundur; daha ileri gidersin” ilkesinin, bu hayalet (phantom) sorun’un çözümü olduğunun hiç unutulmaması. Türkiye gerçekte haksız olduğu için değil, güçsüz olduğu için bu baskılara maruz kalmaktadır.

    4.2.  Yukarıdaki tanımlamalar ve bu ilkelere dayalı olarak geliştirilebilecek çözümler, kişi ve kurumların imkan ve kabiliyetleriyle orantılı olarak değişik olabilir; olmasında da yaratıcılık açısından yarar vardır.

    4.3.  Çok sayıda, irili ufaklı, az ya da çok etkili / yetkin kişi ve kuruluş bu konularda çalışıyor. Net bir gözlem, bunlar arasında sinerji üretebilecek bir işbirliğinin pek az olduğu, çoğunun birbirini “beceriksizlik” ile küçümsediği / aşağıladığı / suçladığı’dır.

    Bu eğilimin net sonuçlarından birisi, etki-tepki kaçınılmazlığı nedeniyle küçümsenen / aşağılanan / suçlananların da diğerlerine karşı benzer tutumlar içine girmeleridir. Bu akıllıca bir yöntem değildir ve Sorun Çözme Kabiliyeti yetersizliğinin bileşenlerinden birisidir. İşe yarar işbirlikleri geliştirebilmek için bu tutumdan vazgeçme konusunda bir girişim yararlı olacaktır.

    4.4.  Değinilen bu irili ufaklı “mücadele odakları” arasında arzulanan sinerjinin oluşamamasının kanımca başlıca iki nedeni var:

    4.4.1.    Birbirlerinden haberleri yok ve/ya yukarıda açıklanan dışlama eğilimleri.

    Çözüm 1: Bir iletişim ağı geliştirilmesi ve herkesin birbirini eylemleri hakkında kısaca bilgilendirmesi.

    Çözüm 2: Dışlayıcı tutumların farkına varılması (bkz 4.1.2)

    4.4.2.    Her birimiz, toplum sorunları konusunda kuşkusuz duyarlıyız. Duyarlıklarımızı, seçtiğimiz sorunların çözümleri yolunda zaman, çaba, para vb kaynaklarımızı kullanarak gösteriyoruz.

    Bir gözlemim şöyle: Seçtiğimiz sorunlara o denli yoğunlaşıyoruz ki, zaman içinde kendimizden birer parça haline gelebiliyor. Kuşkusuz bu çok iyi. Ama bir de madalyonun öbür yüzü var: Farklı sorunlara yoğunlaşanlar arasında sinerji pek olamıyor. Bu sorunların köklerine inildikçe, bileşenler arasında büyük olasılıkla kimi aynılıklar ortaya çıkacaktır. Bu ise sinerji üretimi için bir engel olsa da, aynı zamanda önemli bir fırsat da olabilir.

    Bu durumda tek ihtiyaç, üzerinde çalıştığımız sorunların kök-bileşenleri hakkında iletişim kurmaktan ibaret gibi görünüyor.

    Bu yolda bir başlangıç için, Ermeni iddiaları konusunda çalışan tüm kişi ve kuruluşlara aşağıdaki sıralamaya benzer (içerikleri farklı olabilir) bir tanımlama yapmaları yolunda bir çağrımı iletmek isterim.

    1. Ermeni soykırım iddiaları sorunu için:
      Adlandırma: Ermeni soykırım iddialarıyla haksız suçlanma
      Tanımlama: Çeşitli alanlardaki pazarlık güçlerini artırmak amacıyla koz konseptini kullanagelen ülkelerin, Sorun Çözme Kabiliyeti düşük toplumlardan birisi olan Türkiye’ye karşı, Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni kalkışmasına karşı aldığı önlemlerin kaçınılmaz sonuçlarını kasıtlı olarak istismar etmeleri ve bu yolla ihtiyaçları olan “değerleri” kendi toplumlarına transfer etmeleri.
    2. “Sorun”un kökleri[1] (roots) içinden en önemli iki tanesi (öncelik sırasına göre): Toplumumuzun Sorun Çözme Kabiliyetinin düşüklüğüne yol açan çeşitli kök-sorunlardan en önemli ikisi:
      • Koz konsepti hakkında sistemik bir anlayışın, toplumun aydın tavırlı kesimlerinde yerleşmemişliği. Bunun bir sonucu olarak da, uluslararası ilişkilerdeki en etkili aracın koz yönetimi olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesi.
      • Birbirine sıkıca bağlı (Türkçe diline hakimiyet) ve (doğru[2] düşünme) konularındaki yetersizlik sonucunda ortaya çıkan:
        • Uzun, birbirini tekrarlayıcı ve yer yer nakzedici, tanımsız kavramlara dayalı, süslü, duygusal, şiddetli,  fakat az değer taşıyan ifadeler yoluyla iletişim,
        • En azından önemli kavramların tanımlarındaki belirsizliklerin bir sorun olarak sayılmayışı,
        • Türkçe diline yetersiz hakimiyetin bir türevi olarak sayılabilecek yabancı dil hakimiyeti yetersizliği.
        • Bir soruna yol açtığı düşünülen nedenler ve bunlara ilişkin çözümlerin, kritik düşünme[3] yoluyla ağırlıklandırılamayışı nedeniyle yararlı ama etkisiz[4] çözümlere öncelik verilip kaynakların verimsiz kullanımına yol açılması.
      • “Sorun”un çözümü yolunda uyguladığımız ve/ya uygulanmasının yararlı / gerekli olabilecek iki çözüm.
        1. Koz konseptinin etkili kesimlerin kavram dağarcığına tanıtılabilmesi konusunda bugüne kadar harcanan çabaların yeterli olmadığı açıktır.  Buna göre:
          • Önemli sorunlar (Ermeni iddiaları gibi) konusunda çalışan kişi ve kurumlara koz konseptinin tanıtılması,
          • Gizliliği sağlanmak kaydıyla, bu konuda çalışan kişi ve kurumları internet ortamında bir araya getirerek GoogleDrive yoluyla bir beyin fırtınası yapılıp, bir koz veri tabanı oluşturulması
          • Ermeni soykırım iddiaları konusunda yabancılar üzerinde en etkili kesimlerin başında, Ermeni iddialarını destekleyen Türk akademisyen, sanatçı, tarihçi vb kişiler geliyor. Koz konseptinin bu kişiler üzerinde kullanılarak daha makul hale getirilmelerine çalışılması.
          • Gerek Ermeni iddiaları gerekse diğer uluslararası boyutlu sorunlarda dikkati çeken ortak bir nokta, sürekli biçimde “dış mihraklar yakınması”dır. Dış mihrakların var olduğu ve daima var olacağı, bunlardan yakınmanın yerçekiminden yakınmakla eşdeğer olduğu, aslolanın dış mihrakların iştihasını kabartacak düzeyde zafiyet içinde olmamak gerektiği, bunun da yolunun Sorun Çözme Kabiliyetini güçlendirmek olduğu; bunun içinse SÇK’ni zayıflatan nedenlerin anlaşılmasına çalışıp gidermek olduğu yolunda çeşitli yollarla bilinç oluşturulması.
        2. Dil ve ifade bağlamında:
          • Sorun tanımlamanın, çözümün en önemli bileşeni olduğu; doğru tanımlanmamış sorunların çözülemeyeceği konusunda, Ermeni iddiaları bağlamında çalışan kişi ve kuruluşlara iletide bulunulması; bu yolda makale yazılması, konferanslarda kullanılması.
          • Ermeni iddiaları konusunda tanımı yapılmamış kimi kavramlar bulunabileceği varsayımıyla, bu yolda bir ortak kavram seti tanımlanması önerilir. Örneğin, çeşitli kişilerin ağzından soykırım, kırım, katliam, cinayet, insanlık suçu, savaş suçu gibi kavramlar duyuluyor. Bunların tanımlanması önerilir.
          • Orta ve uzun vadeli, ama tüm sorunlarımızın çözümünde daima ilk sıralarda yer alan yabancı dil yetmezliği konusunda:
            • Yabancı dil öğretimindeki olağanüstü başarısızlık, uzun yıllardır harcanan çaba ve paralara karşın çözülememiş; çözülmek bir yana tanımlanamamıştır dahi. Bu yolda bir task force oluşturulması önerilir.
            • BNGV tarafından yürütülmekte bulunan Beyaz Nokta Soruları başlıklı Soru Konferansları dizisine dahil olarak, Türkçe dersi içeriğinin ayrı bir ders olmanın yanısıra tüm derslerin dokuları içine yerleştirilmesi önündeki engeller analiz edilebilir. Bu analiz sonuçları MEB’na “pazarlanabilir”.
          • Kısa ifade becerisinin öneminin anlatımı ve bu becerinin yaygınlaştırılması.
          • Rasyonel ve kritik düşünme becerilerinin yaygınlaştırılması ve bu yolda BNGV’ninYaygın ve Yerleşik Ezber Kalıplarının Sorgulanması Projesinin daha ilgi çeker hale getirilmesi. Bu bağlamda, Ermeni iddialarıyla ilgili yaygın ve yerleşik kalıplar üretilip sorgulanması.

    5. Son birkaç söz..

    Kanımca bu uzun soluklu bir mücadeledir. Soykırım iddialarını bir koz olarak kullanan hiçbir toplum, kozu tüketerek etkisini sıfırlamak istemeyecektir. Nitekim John Kerry son beyanatında, kendisine yöneltilen “niçin soykırımı tanımıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevapta, “o durumda stratejik ortağımızı gücendiririz” ifadesini kullanarak, iddiaların bir koz olarak kullanıldığını itiraf etmiştir.

    Burada açıklamaya çalıştığım yaklaşım, yıllardır sergilediğimiz “soykırım yapmadığımızın kanıtlanması” yaklaşımına  terstir. Çünkü o yolla sağlanabilecek kazanç cüzidir; hatta, “soykırım yapmadığımız” yolundaki her eylemimiz, konunun aleyhimize gelişmesine yol açıyor dahi denilebilir.

    Sorunun çözümü –bence-, özellikle Batı dünyasını karşımıza alacak meydan okumalardan uzak durmak ve kaybedildiği takdirde Batı’nın çıkarlarının tehlikeye düşeceği bir konumu muhafaza etmektir.

    Zamanında bizi sırtımızdan hançerleyen Araplara yaranmak amacıyla çağdaş dünyaya sırtımızı dönmek yerine, başta rasyonel ve kritik düşünme becerisi olmak üzere, Sorun Çözme Kabiliyetimizi artırmak ve onun somut aracı olan kozlarımızı güçlendirmek, pek heyecan vermese de güvenli olan yoldur.

    Winston Churchill’e atfen anlatılan ve bulanık süs havuzuna düşen yüzüğünü bulmak için paçalarını sıvayıp havuza girdikten sonra ünlü piposunun deliğini parmağıyla kapayıp, tütün haznesiyle havuz suyunu boşaltmasına karşı, onu seyreden dostlarının biraz alaycı tavırla söyledikleri “Bay Churchill, bu şekilde havuzu boşaltmak biraz(!) uzun zaman almaz mı?” sözüne karşı verdiği cevap, bizim için de geçerlidir: “Doğru ama bu yol daha güvenlidir!”.

    Türkiye, önemli sorunlarını çözmede “güvenli” yolları seçmelidir.

    7 Mayıs 2014 Çarşamba

     



    [1] Söz konusu sorun’a yol açtığı düşünülen bileşenler

    [2] (Doğru düşünme) terimiyle, Rasyonel (nedensel) Düşünme ve Kritik (eleştirel) Düşünme bileşenleri kastediliyor.

    [3] Kritik düşünme deyimindeki kritik sözcüğü Grekçe krisis = eleme anlamındadır.

    [4] Genelde yararlı, fakat belirli bir çözüm açısından etkisi çok sınırlı çözümler kastediliyor.

  • İslâm dininin “temel ilkeleri” nelerdir? (Rev 3)

    (Bu yazının bundan önceki hali Rev 1 ve Rev 2’dir.

    Bu iki yazı  http://bit.ly/1pEt1Nx ve http://wp.me/s2t6mi-6830 adreslerindedir..

    Rev 2’ye eklenen bölümler, kırmızı italik, Rev 3’e eklenenler ise yeşil italik fontlarla  gösterilmiştir)

    Yazının başlığındaki soru hemen iman’ın altı veya İslâm’ın beş şartını akla getiriyor değil mi? Bu şartlar, Müslüman sayılmak ve iman sahibi sayılmak için yerine getirilmesi gerekenler olup, “temel ilkeler” deyimiyle anlatılmak istenilen ise bu değildir. Temel ilkeler şu üç sorunun cevaplarıdır:

    (1) Nereye varılmak istendiği (yani vizyonu[1]),

    (2) Oraya niçin varılmak istendiği (yani misyonu),

    (3) Misyonu nedeniyle vizyonunun tanımladığı yere, hangi ilkelere uyularak yürünmesi gerektiği (yani değerleri).

    Görüleceği üzere, ne İslâm’ın şartları ne de iman’ın şartları, bu soruların cevapları değildir. Halbuki “imanlı” ve “Müslüman” sayılmak isteyen birisinin öncelikle bilmek istediği, bu üç sorunun cevapları olmalıdır.

    Bu sorulara kısa, anlamlı ve kapsayıcı cevaplar verilmesi kuşkusuz iyidir. Ama bir başka yol da, dinin temel kaynağı olan kutsal kitabı referans vererek, herkesin kendi anlayışına göre, gerek bu gerekse diğer soruların cevaplarını kendisinin oluşturmasıdır.

    Bir üçüncü yol ise insanların kendi anlayışlarına göre istedikleri inanç yaklaşımını seçmeleri, o yaklaşım içinde sorularını kendilerinin seçmeleri ve yanıtlarını kendilerinin aramalarıdır.

    Özgür iradeli bireylerin[2] çoğunluğu oluşturduğu bir toplumda şüphesiz bu üçüncü yol en iyisi olarak görünüyor. Kültürel yapısı nedeniyle nüfusunun çoğunluğunun Müslümanlığı seçtiği ya da seçtiğinin varsayıldığı bir toplumda ise birinci yolun tercih edilmesi daha akılcı olabilir.

    Ama, “kutsal kitabı referans vererek, herkesin kendi anlayışına göre, gerek bu gerekse diğer soruların cevaplarını kendisinin oluşturması” olarak tanımlanan ikinci yolun, herkesin ayrı bir yol (tarikat) oluşturmasına yol açması kaçınılmaz gibidir.

    Hele, İslâm dini için öngörülmemiş ruhban sınıfının da –farklı isimler altında- devreye girip kendi Müslümanlık yorumunun benimsenmesini çeşitli yollarla (propaganda, özendirme, yasa yoluyla zorlama gibi) sağlamaya girişmesi; bir bölüm benimseticinin daha da ileri gidip, farklı yorumları şiddet yoluyla bertaraf etmesi halinde, barış ve mutluluk getirmesi beklenen bir öğretinin bir kaos üretme aracına dönüşmesi neredeyse kesindir.

    Bu bakış açısı altında başlangıçtaki üç soru tekrar gözden geçirilirse:

    (1) Nereye varılmak istendiği; yani, Müslümanlığı seçen bir kimse, seçmemiş olandan farklı olarak hangi büyük amaca erişmek ister?

    (2) Oraya niçin varılmak istendiği; yani o amaç(lar)a erişme isteğinin temelinde hangi öz-niyet vardır?

    (3) Bu öz-niyet ile söz konusu amaç(lar)a erişme yolunda yürürken, yani yaşamı içinde, hangi ilkelere sadık kalınmalıdır?

    Bu soruların cevaplarının İslâmın kutsal kitabının içinde bulunduğu ya da diğer ifadeler yoluyla ortaya koyulabileceği, din bilginlerinin bunları bildiği ileri sürülebilir. Hattâ belki, bu soruların önemli olmadığı, olsaydı şimdiye kadar birilerinin merak edip ortaya koyacağı da iddia edilebilir.

    Ama şu bir gerçektir ki, belirli bir kesim hariç tutulsa dahi, çoğu kimse bu soruların cevapları konusunda birbiriyle uzlaşmaz yanıtlar veriyor. Bu durumda, bir dinin birleştiricilik ve barış amaçları zarar görmez mi?

    Bu sorular ve cevapları konusunda kuşkusuz herkesin bazı düşünceleri olabilir. Örneğin:

    (1)  Bu 3 sorudan birincisi için bir cevap önerisi şu olabilir (mi?): İslâm dini aracılığıyla varılmak istenen nokta, tüm evrenin oluşum ve işleyişinin anlaşılmasıdır.

    (Böylesi bir amacın varlığına kanıt olarak, Kuran metni içinde ısrarlı şekilde ve akıl işletme, idrak, sezgi gibi çeşitli araçlar yoluyla evrenin bir ve bütün olduğunun anlaşılmasının önerilmesi gösterilebilir.)

    (2)  İkinci sorudaki, “niçin bu amaç” içinse şöylesi bir yanıt verilebilir (mi?): Tüm varlıkları –tabii ki insanları da- kavrayan evrenin oluşum ve işleyişi anlaşıldığı takdirde, onunla uyum halinde (teslim olarak) yaşamak için.

    (3)  Üçüncü soru içinse şu maksim (adayları) yeterli kapsayıcılıkta sayılabilir (mi?)

    Aday 1.    Tüm varlıkların bir bütün olduğu (vahdet-i vücûd)

    “Varlıkların bütünlüğü”nden evren anlaşılabiliyor.

    Aşağıdaki birkaç örneğin, bu maksim adayının türevleri olduğu söylenebilir:

    1. Akıl ve sezgi’nin bütünlüğü
    2. Gerçekliklerin (verity) bütünlüğü (uni-verity » bilim dallarının bütünlüğü)
    3. İnsanların, kavimlerin, çeşitli görüş sahiplerinin bütünlükleri
    4. Varlıkların (insan, hayvan, bitki, have, su, taş, toprak vd) bütünlüğü
    5. Bölünmeye, bütünlüğü bozulmaya konu olabilecek her şey.

    Aday 2.    Kul (tüm varlıklar) hakkı’na saygı (bkz. http://bit.ly/1n5Ujv2 “kul” maddesi)

    Varlıkların haklarına saygı kavramıyla kast edilen ise, o varlıkların oluşturduğu büyük bütünün işleyişine uyum göstermek (teslim olmak) anlaşılabiliyor.

    Aday 3.    Tahkiki iman (sorgulamaya dayalı iman) (bkz. http://bit.ly/1cjenHc)

    Tahkiki iman’ın niçin gerekli olduğu, birinci sorudaki amaç bağlamında daha iyi anlaşılıyor. Söz konusu “anlaşılma” ancak tahkik (sorgulama) yoluyla mümkündür.

    Bu üç maksim adayı yeterince doğurgan görünüyor. Bununla beraber, kapsanmamış olabilecek başkaca alanları içerebilecek maksim(ler) bulunmadığı anlamına gelmez.

    Güvenle söylenebilecek olansa, temel ilkeleri belirlenmemiş bir İslâm’ın, dirlik kaynağı olma işlevini yerine getiremeyeceğidir.

    Böylece, yukarıdaki 3 soru ile şunlar kolay kavranabilir hale geliyor:

    (1)  Tüm varlıkların bir bütün ve bir olduğu,

    (2)  Her varlığa doğal olarak düşen görevin o bütünün işleyişiyle uyum içinde (teslim) olmak gerektiği,

    (3)  Bunun için de bütünün işleyişinin anlaşılması gerektiği,

    (4)  Anlamak için de akıl ve sezgi yoluyla sorgulamak (tahkik) gerektiği,

    (5)  Bu “anlaşılma süreci” tek adımlık olamayacağına göre, tahkikin sürekliliğinin zorunlu oluşu.

    Bütün bunlar yerine “Allah” (Arapça al+ilâh) kavramının, bir sözcükle –ister istemez- cismaniliğe indirgenmiş olmasının, O’nu kavramayı ne kadar güçleştirdiğine ayrıca işaret edilmelidir.

    Tamamen akıl yolu ile kavranabilecek ve her türlü inanç (ve inançsızlık) sistemince en azından ret edilmeyebilecek yukarıda açıklanmaya çalışılan 3 sorulu yaklaşım yerine, bu denli güç anlaşılabilir hale getirilmiş olması, ayrıca “anlaşılmaya çalışlması” gereken bir çelişki değil midir?

    11 Mart 2014 Salı

     1 Nisan 2014 Salı

    6 Mayıs 2014 Salı

     

     



    [1] Vizyon, misyon ve değerler için daha anlamlı karşılıklar olarak sırasıyla “Büyük ve İddialı Sonuç”, “öz-niyet” ve “öz-değerler” terimleri kullanılmaktadır. (bkz. Harvard Business Review, Reprint 96501, “Building Your Company’s Vision”, Collins & Porras, 1996)

    [2] “Birey” tanımı için bakınız: http://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_kavram