Sözcükler tüm çatışmaların nedenidir

Bu ara bir kitap okuyorum: “İcadedilmiş Dillerin Topraklarında”[1]. Her an –belki birçok kişinin- kendi yüklediği ve gerek anlamı gerekse yerindeliği hakkında bir kuşkusu olmadan rastgele kullandığı sözcüklerin döne dolaşa ne anlamlar kazanıp nelere yol açtığını konu eden bir kitap.

Yazar, sözcüklerin ve kullanımlarının rastgeleleğinin farkında olan mucit ruhlu kimi insanların tarih boyunca ne akıl almaz çalışmalar yaptığını ele almış. Bu kişiler farklı yer ve zamanlarda yaşamış da olsalar, hemen hepsinin ortak hareket noktası “anlatılmak istenen anlama pek dolaylı ve de keyfi olarak işaret edebilen sözcüklere dayalı diller yerine, evrensel olarak herkesçe aynı anlamlara gelecek –matematik gibi- bir sistematik icat etmek” olmuş[2].

Bu alıntıları iletmemin nedeni, kitapta adı geçen mucitlerden birisine ait “Sözcükler tüm çatışmaların nedenidir” ifadesinin, gözlemlediğim bir konuya nasıl yansıdığını paylaşmak.

Allah’ın emirleri

Dindarlık (sofu – Ateist) skalasının neresinde olunursa olunsun “Allah emri” ifadesi çok sık kullanılır. Özellikle dini tartışmalarda sıkça, “Allah filan ayette şöyle emrediyor” ifadesi bir kalıptır.  Daha kızışmış tartışmalarda Allah neredeyse üçüncü bir şahıs olarak tartışmaya katılır ve çoğunlukla da o’nun adına “isteseydi öyle değil böyle emrederdi” biçiminde ahkam kesilir.

Burada mesele neyin doğru neyin yanlış olduğu değil, saklı içerik[3] yöntemiyle verilen “Allah, emirler veren; bunlara uyulmadığı zaman da cezalandıran çok çok yetkili birisidir” mesajıdır. Nitekim halk aklı bu tanıma uygun bir sıfat da bulmuş ve “Allah baba” deyimini dolaşıma sokmuştur. Halkın çoğunluğunun –özellikle de geçmiş çağlarda- en yakınındaki biraz da olsa benzer yetkilere sahip kişi olarak “baba”yı bilmesinin bu deyimde payı büyük olsa gerekir.

Ne zararı var?

Bu masum benzetmenin sonuçları tahmin edilebileceklerden daha ciddi olmuş olabilir. Birisi, duyularımızın boyutları ve onlardan gelen bilgileri işleyebilen zihinsel yetilerimizle sınırlı algılama kapasitelerimizi aşabilen boyutlara sahip Allah kavramının birkaç boyuta indirgenmesidir.

Böylece algı alanımız içine indirilen Allah, kızdırılmamaya çalışılan, ara sıra yapılacak yaramazlıkları bir baba sevecenliği ile görmezden gelen, kendisiyle kıyasıya pazarlık edilebilen, rüşvete (adak gibi) açık, çok tekrarlanan isteklerden (dua) sıkılıp istekleri yerine getiren ve daha kurnazların kötülükleri fatura edebildikleri, bulunduğu yeri (gökyüzü) bile belli hale gelmiş oluyor.

Neler istediği, nelere kızdığı, ne cezalar vereceği de listelenmiş ve insanlara gönderilmiştir. Böylece merakın önü kapanmış, neyin niçin olduğu yolundaki yaşam sevinci kaynağı, emirler listesinin ezberlenmesine indirgenmiştir.

Olası ciddi sonuçların bir diğeri, insanlar arasında yaratılan büyük uçurumdur. Bir bölüm insan, böyle bir benzetmenin saçma olduğunun farkında, algı sınırlarının farkında ve onu sürekli genişletme çabası içinde. Diğeri ise işine geldiği gibi pazarlıklar girişebildiği “birisini” bulmuş.

Varoluşunu düzenleyen, görünür hale gelmiş (giderek gelişen bilim) ve henüz görünmez durumdaki (giderek bilimin aydınlattığı dinin kurucu ilkelerinin) tanımladığı büyük sistemin, etrafa emirler yağdıran bir varlık olmadığını; o sistemin sadece, insanların tutum ve davranışlarına karşı, bir bölümünü keşfettiğimiz, bir bölümünü de keşfetme çabası içinde olduğumuz kurallara –ki bunların hepsinin algı kapasitemiz içinde olmaması da mümkündür- göre “sistem cevapları” olduğunun bilincinde olanlarla, sistemle pazarlık ilişkisi içinde olanların oluşturduğu iki kesim.

Keşke mesele burada bitse..

Tanımlanan bu iki kesimden ikincisi yalnız Allah ile değil, her şeyle pazarlık halinde ve her birisi tarafından orantısız biçimde cezalandırılmaktadır.

Sürekli atan sigortaya giderek daha kalın tel saran elektrikçi, demir tozunun bile patlayabileceğinin bilincinde olmayan işletme müdürü, ancak yüksek katma değer üreterek ayakta kalınabileceğini bilmeden ihracat hedefi koyan, bununla da övünen ihracatçı, T-shirt üretip cep telefonu tüketmek isteyen yurttaş ve daha binlercesi, çeşitli sistemlerle –sistem kurallarının dışına çıkma konusunda- sürekli tek yanlı bir pazarlık halindedir. Halbuki o sistemlerin hangi tutum ve davranışlara hangi “cevapları” üreteceği bellidir. Yani aslında kişiler kendi kendileriyle pazarlık etmekte ve her defasında kendilerini cezalandırmaktadırlar.

Allah adı verilen büyük sistemin hangi durum karşısında ne cevap üreteceği de milyarlarca yıldır bellidir. Allah cisimleştirilip emirler veren, bazı hallerde beklendik emirleri vermeyen, bunun da nedeninin önerilen rüşvetler olduğu gibi bir anlayışa, bu konularda kendi kendini görevlendirmiş kişilerce itilen milyonlarca insan, o büyük sistemin işleyişinin temel ilkelerini anlamaya değil, ayrıntının ayrıntısı konularda çekişmeye tutuşmuş durumdadırlar, hem de bu konularda okumuş yazmış insanların gözetiminde.

Anlamaya çalışmak en büyük ibadet olabilir..

Tanrı, Allah, büyük sistem her ne ad konulursa konulsun, –hangi tutum ve davranışlarımıza karşı ne cevaplar ürettiğini- anlamaya çalışmak, bilime de dine de en büyük saygı ve ibadettir denilebilir. Bir masum görünüşlü Tanrı “emirleri” sözcük yanlışının, toplumların ayrışmasına ve onların en değerli nitelikleri olan meraklarını öldürmek ve paralel olarak da Tanrı’nın “emirlerini yorumlamakla kendini görevlendirmiş” insanların türemelerine ve de istismarına destek olmak anlamına geldiğini artık idrak zamanı gelmedi mi?

10 Kasım 2017

[1] Arika Okrent, “In the Land of Invented Languages”, Spiegel&Grau, New York, 2009

[2] Bazı özel amaçla dillere örnekler: Emoji, Heterogram (linguistics), Icon (computing), Lexigram, List of symbols, List of writing systems, Logotype, Therblig, Traffic sign

[3]bkz. https://tinaztitiz.com/dosyalar/SMUH_Profesyonel_Hizmetleri/Ortak_Kavram_Tabani.doc Sayfa 34

9 Yorumlar

  1. TINAZ BEY
    Yazılarınızı okumaya özen gösteren birisiyim
    benim tam da anlatmak istediğim fakat başarılı olamadığım mükemmel bir yazı
    Dinde asıl anlatılmak istenen kavram terimleri çarpıtarak bugüne getirmişler açıp bakalım kurandaki terimlerin bugünkü karşılıkları daima yeryüzünde birisine muhtaç edilecek düzeye indirgenmiş yani Allah’a ulaşabilmek için daima yeryüzünde birisini seçmek gerektiği algısı çünkü Allah daima hep korkutucu korkunç gösterilmiş yapılamayan olmayan her şey Allah tarafından olduğu oluşturulmuş yani kısaca tek suçlu Allah gösterilmiş ayrıca bunlara göre sen Allah’tan bir şey isteyemezsin sadece isterse Allah verir algısı yaratılmış aslında Allah(Kuran) bunun tam tersini söylüyor fakat böyle olursa o zaman bunlara gerek kalmayacak yani tam bir sömürü düzeni (Napolyon’un ünlü sözü ) bu algıyı yıkmak için yetkili kişilerin Kuran’ı aslına uygun meal etmeleri çok önemli ben hiç bir şekilde arapça bilmeme rağmen günümüz koşullarında Kuran’ı yorumlayabiliyorken neden diyanet veya sivil kuruluşlar buna yönelmez
    iyi çalışmalar dilerim
    CELİLAY OYLU

    1. Sayın Oylu,
      Mesajınıza ve yazılarıma ilginize teşekkür ederim.
      Son bölümdeki “neden diyanet veya sivil kuruluşlar buna yönelmez” sorusuna cevap vermek oldukça güç. Belki şöyle bir açıklama olabilir: Yüzyılların da birikimleri altında oluşmuş toplumsal kültürümüz, hükümlerin -özellikle de dini kaynaklı hükümlerin- sorgulanmasını tabu kılmıştır. Din ve inanç eş anlamlı sayılır hale gelmiş ve inançların sorgulamaya kapalı olduğu (Farsça Ezber = yürekten) en güven duyulması gereken ağızlardan tekrarlana tekrarlana bu tabu kemikleşmiştir.
      https://tinaztitiz.com/?p=7356 adresinde bu konuda bir yazım vardı.

      Benzetmek gibi olmasın ama, İslami ruhban sınıfı(!) bu tabuyu siyasi, ticari, akademik, ideolojik vd sömürü aracı yapan kesimlerle ilişkilerinde bir kalkan olarak kullanmış ve elan da kullanıyor. Bu konularda düşünce üretilmesini kendi inhisarında sanan bu kesimler için sorgulama kapısının açılması, bu kalkanın delinmesi demektir. Sanırım sözünü ettiğiniz kesimlerin susmuşluğunun bir nedeni bu olabilir.
      Selam ve sevgiyle.

      1. sayın Titiz
        Ben de Diyanet ve tarikatlardan bir şey beklemiyorum sizin de çok güzel ifade ettiğiniz gibi dini ticarete dökmüşlerden bu beklenemez fakat Atatürk’ün 1900’lu yılların başındaki cesaretini gösterecek sivil aydın kitlemiz nerede ?
        Mehmet akif’in gerçeği görerek kaçtığı ve yapabildiği kadar taslağının, Ekmelettin Ailesi tarafından yakıldığı, Elmalılı’nın da gücünün yetmediği yerden birilerinin bu işi alması gerekir bu yapılmadıkça her geçen gün Kuran’dan daha da uzaklaşılır ve bu zümrenin esiri olunur
        Bu sivil aydın kitlesinde siz ve sizin gibilerin öncülük etmesi çok önemli.
        iyi günler dileklerimle.

  2. Tınaz bey,
    Elinize sağlık.
    Neden çoğunluk hep pazarlıklar ve onun araçları(rüşvet vs) peşindedir? her kesimde en büyük ortak ezber burada.
    Herhangi evrensel sorunlarımızın çözümü hepimizin birlikte alacağı en büyük ortak ödül değil mi?
    Çocukluktan baş(latı)lıyor “ödül” bağımlılığı 🙁
    Saygılarımla,

  3. Çok güzel kurgulamış ve ifade etmişsiniz. Dil ile ilgili kitabın bilgileri için de teşekkür ederim. Saygılarımla. Mehmet Demiralp.

  4. Şahane bir analiz ve tolumsal özeleştiri. Kültür değişmeleri zaman alır. Ülkemizde daha fazla zaman alıyor. Sorunumuz hem yoksulluktur, hem çağdaş değerlerden yoksulluktur. Bu nedenle, kültür değişmelerin çok daha yavaş ve kimi zaman da yozlaşmış olarak yaşıyoruz. Demokrasimizin aşırı sığlığı ve bozulmuş sağlığı da bu meseleden ileri geliyor. Çıkışı büsbütün güçleştiren temel etken de kanımca budur.

    Yazı için teşekkür ediyorum.

    1. Sevgili Nuri bey gönülgücü artırıcı ifadelerinize çok teşekkür ederim.
      Kültür değişmeleri sizin de açıkça belirttiğiniz gibi maaalesef uzun süreler alıyor. Ne var ki bu konu da doğa ile pazarlık edebilecek konumda olmadığımız için olabildiğince süratle harekete geçip, olabildiğince geniş kitleleri harekete geçirebilmemiz gerekiyor. Bu da ancak sizler gibi kanaat önderi dostlarımızın katkılarıyla mümkün olabilecek.
      Tekrar teşekkür ve selamlar.

Leave A Reply Cevabı iptal et