Bir ortak ahlak kuralı (Zarar Verme) Önerisi Üzerine

Primum Non Necere, (önce zarar verme) özdeyişi, sağlık alanında eğitim gören tüm öğrencilere okullarda öğretilen biyoetiğin temel ilkelerinden biridir ve tüm dünyada temel bir ilkedir. Bunu ifade etmenin bir başka yolu da şudur: “Mevcut bir sorun söz konusu olduğunda, yarardan çok zarar verme riskine girmektense bir şey yapmamak, hatta hiçbir şey yapmamak daha iyi olabilir.” Sağlık personeline herhangi bir müdahalenin verebileceği olası zararı göz önünde bulundurmalarını hatırlatır. Bariz bir zarar riski taşıyan ancak daha az kesin bir fayda şansı olan bir müdahalenin kullanımı tartışılırken başvurulur. Kötülük yapmama genellikle bunun bir sonucu olan iyilikseverlik ile karşılaştırılır.”1

“Zarar ilkesi”2 ise şöyle tanımlanıyor: “Zarar ilkesi, bireylerin eylemlerinin yalnızca diğer bireylere zarar gelmesini önlemek amacıyla sınırlandırılması gerektiğini savunur. John Stuart Mill bu ilkeyi Özgürlük Üzerine adlı eserinde şöyle ifade etmiştir: “Medeni bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde, onun iradesi dışında, haklı olarak kullanılabilecek tek güç, başkalarına zarar verilmesini önlemektir.”Bunun bir benzeri daha önce Fransa’nın 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Özgürlük, başka hiç kimseye zarar vermeyen her şeyi yapma özgürlüğünden ibarettir; dolayısıyla her insanın doğal haklarını kullanmasının, toplumun diğer üyelerinin de aynı haklardan yararlanmasını sağlayan sınırlar dışında hiçbir sınırı yoktur. Bu sınırlar ancak yasalarla belirlenebilir.” Daha önceki ifadesini Thomas Jefferson’ın 1785 tarihli “Virginia Eyaleti Üzerine Notlar” adlı eserinin 17. sorgusunda (Din) bulmaktadır: Hükümetin meşru yetkileri sadece başkalarına zarar veren eylemleri kapsar.”

Bu iki açıklamanın yazının hemen başında verilmesinin nedeni, genel bir ahlak ilkesi olarak önerilen Zarar Verme’nin bu iki kuralla ilişkili, ama onlarla sınırlı olmadığına işaret etmektir.

Zarar Verme, herhangi bir varlığa (canlı ve cansız) zarar vermemek; bu bağlamda kişinin kendisinin de zarar görmesine izin vermemesi anlamındadır.

Zarar vermek ve yarar sağlamak fiilleri genellikle birbirinden kopuk olarak kullanılabiliyor. Yani kişinin bir diğer varlığa hem zarar vermeyip, üstüne de iyilik yapabileceği ileri sürülebilir. Halbuki, Zarar Verme ilkesiyle vurgulanan özellik, zarar vermeme ve yarar sağlama fiillerinin kopuk değil “birbirini içerleyen içeren” (mutually inclusive) olmalarıdır. Daha açık deyişle, zarar vermeyen bir fiilin aynı anda zaten yarar sağladığı; yarar sağlamanın, zarar vermeme dışında bir yolunun bulunmadığı demektir.

Peki bunun nedeni nedir? Niçin zarar verip vermediğine bakılmaksızın bir iyilik yapılamasın? Örneğin bir kişinin, sırf öyle zevk aldığı için, hiç bir karşılık beklemeden başka insan veya hayvanlara yardımcı olmasında ne gibi bir yanlışlık olabilir?

Bu soruyu cevaplamak için yarar ve zarar terimlerinin tanımlanmasına ihtiyaç var. Fakat bir tanım önerilebilmesi için önce yarar ve/ya zarar’ın “hangi büyük-amaç doğrultusunda” olacağı belirtilmeli. Örneğin, “bir toplum bireylerinin refah düzeylerinin artırılması” ya da “toplumdaki refah dağılımı eşitsizliklerinin giderilmesi” gibi iki farklı amaç doğrultusundaki yarar veya zarar yaratıcı fiiller farklı olacaktır. Hatta, iki amacı birden (refahı ve dağılımını iyileştirmek gibi) gerçekleştirmek de bir başka büyük-amaç da olabilir. Bu amaçların her birine  ya da birden fazlasına  yarar sağlayabilecek (ya da aksine zarar verecek) fiiller mümkündür. Ama üzerinde karar kılınacak büyük-amaç ve onu doğuran “ilk-neden3” öyle olmalıdır ki herkesin, üzerinde uzlaşması mümkün olabilsin. Kısacası “neye” zarar verilmemesi gerekiyor ve de “niçin”?

Kendimiz de dahil varlıkların “niçin”, “hangi amaca hizmet için” var oldukları / edildiklerini bilmiyoruz, belki de hiç bilemeyeceğiz. Michio Kaku4 bütün yaşamın, beynin bir yanılsaması olabileceğini ileri sürse de, bütün bu sonsuz büyük algısı yaratan evrenin,  gri beyin hücreleri arasındaki pico-amper5 mertebesinde elektrik akımlarından ibaret olduğu dışında pek bir şey bilmiyoruz. Bu nedenle de neye ve niçin zarar verilmeyeceği konusunda mutlak bir yargı mümkün görünmüyor. Tek bilebildiğimiz, “canlılık” denilen sihirli mekanizmanın, mutasyon6 denilen muhteşem olgu ile birleşerek sonsuz sayıda canlıyı döngüsel bir bütünlük içinde üretmekte olduğu ya da öyle göründüğüdür. Bu döngüsel süreç ise kendini Tazmin Yasası denilebilecek bir kural uyarınca sürdürüyor: 

“Bildiğimiz ve henüz varlığından haberdar olmadığımız tüm canlı ve cansızlar, bir bağlantılı bütün olarak, o bütüne uyum göster(e)meyenleri içinden atıp yenilerini üreterek yeni dengeler oluşturur. Bu süreçte, bütünün herhangi bir öğesinin görmezden gelinebilecek her hakkı, o varlıkla etkileşim halindeki diğerlerince yeni bir denge kurulana kadar diğer varlıklardan -orantısız da olabilecek ölçülerde- tazmin edilir.”

Neye ve de niçin zarar verilmemesi gereken nokta, Tazmin Yasası uyarınca işleyen bu döngüsel sürecin işleyişinin kesintiye uğratılmamasında, insan türünün oldukça yüksek beyin-kitle indeksi nedeniyle daha yüksek sorumluluk sahibi olduğu düşünülse de, bilişsel yeti açısından daha önemli olduğu görülen “beyin zarındaki sinir sayısı” açısından insandan daha zeki görünen hayvanlar da mevcuttur7. Ama onların sorumlulukları kendilerine ait olacağı için, insan türü açısından zarar verme öğesi üzerinde durmak daha anlamlı görünüyor.

Zarar verme ölçütü..

Üzerinde geniş bir uzlaşı kurma peşinde olduğumuz büyük-amaç, varlıklar bütününün sürdürülebilirliğine zarar vermemek olduğuna göre, bunun ölçüsü “her şeyin sürdürülebilirliğini etkileyen entropi kavramı” olabilir..  

Yaşam bir “negatif entropi=ödünç enerji”, yaşam faaliyetleri ise “pozitif entropi=harcanan enerjiler8” olarak tanımlandıklarında, yaşam boyu faaliyetlerimizin giderek yaşam enerjisini azalttığı söylenebilir9. Buna göre, enerji eşdeğeri olan her eylemin yaşamdan küçük birer parça kopardığı; en büyük “yarar=iyilik”in, yaşam enerjisini en az harcayacak -böylece de sürdürülebilirliği uzatacak- eylemler olduğu görülecektir.

Bir şey entropiyi artırıyorsa, geri dönülmez biçimde en geniş anlamda doğaya zarar vermektedir. Yarar kavramı da yine bu kavramla tanımlanabilir ve “bir şey entropiyi artırmıyor ise yararlıdır” şeklinde tanımlanabilir. Dikkat edilirse yarar kavramı, inclusive olarak yine “zarara yol açmama” yoluyla tanımlanmaktadır.

Yarar ve Zarar’ın yaşamdaki karşılıkları

Yaşam pratiğinde yarar kavramı karşılığında (iyilik), zarar karşılığında ise (kötülük) terimleri daha çok kullanılıyor. Peki, bu kavramların yerli yerinde uygulanması ve böylece iyilik zannederken kötülük (ya da aksi) yapmak tuzaklarından korunmak nasıl olacak? Her defasında entropi kavramlarına mı başvurulacak?

Dahası, hiçbir şey yapmadan durmak dahi insanın iç sistemlerinin -yaşamını sürdürebilmek için- enerji ihtiyacı olduğuna göre yine de entropiyi artıracaktır. Ayrıca, tüm türlerin -görünürdeki- amacı türlerinin sürdürülebilirliğini sağlamak, ama bunu başka türlerin benzer amaçlarını kesintiye uğratmadan yerine getirmek olduğuna (yani öyle göründüğüne) göre, beslenmek, seçilimde geri düşmemek için rekabet etmek gibi zorunlu işlevler nedeniyle sürekli olarak entropiyi artıracaktır. Dolayısıyla entropi artırıcı eylemlerden kaçınmak değil, gerekli işlevlerini minimum entropi artışıyla gerçekleştirmek zorundadır.

Bu noktada birkaç bileşenli bir kişisel bir sorumluluk ortaya çıkıyor. Birinci bileşen, doğal işleyişi anlama yolunda çaba harcaması; bu karmaşık süreçten istifade ederek vesayet oluşturma ya da en azından insanları zapt-ü rapta almak isteyenlerin emellerine râm olmadan anlayışını geliştirebilmesi; bu yolda ucuz açıklamalardan (siyasal ve dini ideolojiler gibi) kendini koruyabilmesidir.

İkinci bileşen ise, en kolay görünüşlü yol olan “bir şey yapmamak”tan kendini koruyarak, “başka varlıkların haklarını gözeterek kendi türünün sürdürülebilirliğini sağlamak”tır. Bunun mutlak doğru olmayabileceğini, ama şimdilik de olsa bilebildiklerimizin ancak bu sağlamlıkta bir başlangıcı benimseyip, giderek “daha çok anlama” yolunda entropi artırmaya (=çaba harcamak) yeteceğini söyleyebiliriz.

Zarar verme” tamam, peki “yarar sağla” ne olacak?

Buraya kadarki akıl yürütme (çabası) zarar verme ilkesinin aynı zamanda yarar da sağladığını gösteriyor. Her eylemin “işleyişi daha iyi anlama” ve “türlerin sürdürülmesini sağlama” gibi iki bileşen açısından denetim altında tutulması sağlam bir yol olarak görünüyor.

Peki, bu amaçların biri veya ikisine birden “yarar sağlama” yoluyla katkıda bulunmak mümkün olamaz mı? Yani illa ki hareket noktası bir “zarar olasılığından kaçınmak” mı olmalıdır?

Anahtar 1: “Anlamadığın şeyi yapma

Gerçek yaşantılarımızda birçok şeyi, yukarıdaki iki amaç filtresinden geçirip “geçer” oluru aldığımız için değil, öyle alıştığımız için, doğrunun öyle olduğunu düşündüğümüz için, güvendiğimiz birisi öyle yaptığı için (taklit) ya da öylesine yaparız.

Doğanın işleyişini anlamak temel varoluş amaçlarından birisi olarak göründüğüne göre, eylemlerimizi henüz gerçekleştirmeden önce şu süzgeçten geçirip, “girişmek üzere olduğum bu eylemim, doğal işleyişi anlama amacına hizmet ediyor mu; yoksa alışkanlık, ezber, koşullanmışlık, çıkar beklentisi gibi bir amaçla mı yapmayı düşünüyorum?” şeklinde bir sorgulamadan geçirmek, niçin yaptığımızı anlamadığımız alışkanlıkların tuzağına düşmekten koruyabilir.

Anahtar 2: “Entropi artışı kaçınılmaz, o halde amaca en çok hizmet edecek eylemi seç”

Kendini açıklayan bu anahtar kullanımı açısından oldukça kolaydır. İnsanlar genellikle çabuk sonuç verecek, buna karşılık da sınırlı bir yarar sağlayabilecek eylemleri seçmek eğiliminde olabilirler. Bu anahtar bu tür bir yanılgıdan koruyabilir. Bu bağlamda unutulmaması gereken bir motto şu olabilir: “Eğer iki mümkün seçenekten birisi, amaçlara diğerinden daha çok hizmet ediyorsa diğerini seçmek sadece az yararlı değil, aynı zamanda yanlıştır”.

Sonuç

Dünya düzenini etkileyen -çoğu da bütünü değil parçalarını önceleyen- onlarca etken var. Böylece, her insan topluluğu -kabile ya da devlet- kendi içinde de ayrıca alt gruplara bölünerek, daralan dünyaları için “yaşam amaçları” ve o amaçlara göre de “ahlak ölçüleri” oluşturuyorlar; ve çatışmaların başladığı yer, farklı ahlakların birbirine değdiği bu ara kesitlerde ortaya çıkıyor10. Çatışmaların soğuyup barışık yaşayabilme ise farklı ahlakların birbirini değiştirip yeni ahlakların ortaya çıkmasıyla mümkün olabiliyor.

Bu bölünme ve çatışmalar, farklı toplumlar arasında olabileceği gibi, çoğu zaman aynı bir toplumdaki farklı ahlak ölçülerine (ve kültürlere) sahip kesimler arasında da olabilir.

Türk toplumu, kendi içinde entellektüel düzeyde tartışarak, başlangıçta değinilen bir büyük-amaç tanımlayamadığı için, çeşitli alt grupların kendi “dava”ları doğrultusunda daha sınırlı büyük-amaçlar tanımlamışlar ve böylece çok parçalı bir toplum yapısı ortaya çıkmış; buna paralel olarak da bu parçalılıktan yararlanmak amacına sahip iç ve dış aktörler türemiştir.

14 Mayıs 2023 seçimlerine, bu aktörler arasındaki mücadele olarak bakılması ve meselenin salt bir oy mücadelesi olmadığı, ahlaki bölünmenin (ve ona iştirak eden kültürel bölünmenin) karşılaştığı ve birbirini yok etme mücadelesi olduğu görülmelidir.

Çözüm, taraflardan birisinin diğerine galebe çalması ile değil, iki ahlaki ölçünün daha yalın bir ahlak kodunda birleşmesi; onun dışındaki farklılıklarını kısmen koruyup kısmen değişerek yeni bir toplum düzeni oluşmasındadır. “Zarar Verme” şeklinde önerilen ahlak ilkesinin amacı, bu yeni toplum düzenine bir ilmek oluşturmaktan ibarettir.

Tınaz Titiz

25 Mayıs 2023


[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Primum_non_nocere bağlantısından alınmıştır.

[2] https://en.wikipedia.org/wiki/Harm_principle bağlantısından alınmıştır.

[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Unmoved_mover#First_cause

[4] https://bityl.co/Irmh 

[5] 1 pico-amper = 10-12 amper 

[6] https://en.wikipedia.org/wiki/Mutation 

[7] Örneğin Afrika Fili’nin beyin zarındaki 256 milyar sinir hücresine karşılık insanın beyin zarındaki sinir hücresi sayısı 16.3 milyardır (bkz. Evrim Ağacı’nın ilgili makalesi)

[8] Burada enerji olarak ifade edilen şey aslında “herşey” (para, çaba, zaman, beceri, kabiliyet vd) olarak anlaşılmalıdır. Bkz. https://tinaztitiz.com/her-sey-enerjidir/ ve https://tinaztitiz.com/if-gte-vml-1/ 

[9] Bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Entropy_and_life 

[10] Bkz. https://tinaztitiz.com/uc-parcali-toplum-surdurulebilirlik-beka-ve-bir-model-onerisi/

6 Yorumlar

  1. Tınaz bey kaleminize sağlık.Yazdıklarınız bende önemsediğim bazı çağrışımlara yol açtı.

    Türk toplumunun sorunu kendi belirlemediği, çocukluğundan beri ezberleyerek tekrarladığı Ülkü’sünün farklı amaçlara alet edilerek işlevsiz bırakılmasında yatıyor. Ülkemizin Ortak Iyi’si yok dediğimde birisi, Atatürk belirlemiştir ama itibar edilmiyor diye cevap vermişti.

    Bireyin yaşamına yön veren bütün değerlerimi, ahlaki ilkelerini, tanımlayıp sahiplenmesi ve bunları millet olmanın, ülkenin yurttaşı olmanın olmazsa olmazları sayılan toplumun Anayasasında ifadesini bulan ve eğitim sistemiyle yaşatılan kültürünün temel bileşenine (ülküsüne-Ortak İyisine) yaklaştırmasıyla çok parçalılığın önü alınabilir. Bu ise sorgulayarak öğrenmekle, ona olanak sağlayan eğitim sistemiyle mümkün görünüyor.

      1. Haklısınız. O nedenle Ortak İyi tanımı Anayasal bir kavram olarak çerçevelenmeyi, geniş katılımla üzerinde uzlaşılacak bir çalışma ürünü olmayı gerektiriyor. Aslolan böyle bir ihtiyacın varlığında ortak kanaatin oluşması; sonra tanımlama süreci başlatılır. “Bölünmüş yaşamaktan mutluyuz; hatta “bölünsek daha iyi”” diyenler/dedirtenlere boyun eğiliyorsa yapılacak şey daha geniş kapsamlı olmak zorunda.
        Bölünmek en kötü iyi olsa gerek:-))

  2. Aşağıda, Prof. Şafak Ural’ın (safakural@safakural.com) (ŞU) yorumu ve TT notları yer alıyor:
     
    ŞU- Öncelikle ayartıcı (seductive😊) bir yazı olmuş. Bazı görüşlerinizi daha da geliştirmek bazılarını irdelemek çok iyi olacaktır sanıyorum. Evrimin bence en önemli özelliklerinden birisi ereksel (teleolojik) olması erekselliğin olduğu yerde tesadüfe yer kalmaz. Eğer orta blr yol bulunmak istenirse “kaotik ereksellik” denilebilir (mi?!) Eğer ereksellik var ise zarar vermek de zorunlu (ve olumlu) bir koşul oluyor.  Nitekim bir kurdun sürüden bir koyunu yemesi evet bir zarar ama sürünün sağlıklı olması için de gerekli. Çünkü hasta koyun bu sayede sürüye hastalık bulaştırmadan  telef oluyor. Son olarak [birbirini içerleyen” (mutually inclusive) deyiminde “mutual olmak” karşılıklılıklığa vurgu yapıyor. “birbirini” deyimi bunu tam vermiyor gibi. Exculisive, dışta bırakmak ise,  inclusive içine almak olur. Belki “içiçe geçmiş” veya  “karşılıklı olarak birbirini gerektiren” demek daha mı uygun olur,  bilemedim.
     
    TT- Değerli hocam çok teşekkürler, her işaretiniz yazıyı daha az yanlışlı olmaya götürür nitelikte. Ilgili yerlerini buna göre düzenleyeceğim. Mesajınızdan alıntılanan paragraflara (aşağıda) kısa notlar yazdım:
      
    ŞU- Evrimin bence en önemli özelliklerinden birisi ereksel (teleolojik) olması erekselliğin olduğu yerde tesadüfe yer kalmaz. Eğer orta blr yol bulunmak istenirse “kaotik ereksellik” denilebilir (mi?!) Eğer ereksellik var ise zarar vermek de zorunlu (ve olumlu) bir koşul oluyor.  Nitekim bir kurdun sürüden bir koyunu yemesi evet bir zarar ama sürünün sağlıklı olması için de gerekli. Çünkü hasta koyun bu sayede sürüye hastalık bulaştırmadan  telef oluyor.
     
    TT- Burada izninizle birkaç noktaya işaret etmek isterim: birisi evrim’in, ne olduğunu bilmediğimiz ilk nedenin sonuçlarından birisi olması. Dolayısıyla, açıklamaya evrimle başlayamayız. Hatta evrime yol açan da “türün sürdürülebilirliği”. Onun nedenini ise yine bilmiyoruz. Burada “bilmiyoruz” noktasını bir eksiklik olarak değil, “hiçliğin her şeyi oluşturma potansiyeli de taşıyabilirliği” gibi almak doğru olmaz (mı?).
     
    ŞU- Evrimi evrensel ölçekte düşünmek gerekir saniyorum. Ilk patlamadan (big bang) itibaren olup bitenler hep ayni pencereden, evrim penceresinden görülebilir. Bu noktada eski evren görüşlerinin gizli (hidden) kabullerinin düşüncemizi çarpitmiş olduğunu söylemek gerek. Evrimin, “ne olduğunu bilmediğimiz ilk nedenin sonuçlarindan birisi” olarak yorumlamak için  bu eski düşünsel alişkanliklar dişinda bir gerekçemizin olduğunu sanmiyorum. Belki evrimi mevcut kilan bir plandan sözetmek mümkün olabilir ama ilk neden bence gerekli değil.
     
    TT- Diğeri, ise “erekselliğin olduğu yerde tesadüfe yer kalmaz” yargısı. Nitekim kaotik ereksellik ifadesi rastgeleliği ifade ediyor. Sürü içinde 1 tane zayıf var ve başkaca bir tehdit yok ise zayıfın seçilmesinde tesadüf olmaz. Ama eğer birden fazla zayıf var ve ilk bakışta hangisinin en zayıf olduğu anlaşılamıyor ya da anlaşılabilmesi için harcanacak süre avcıyı tehlikeye sokuyor ise bu defa rastgele birisini de seçebilir.
     
    ŞU- Ereksellik, bir plan üzerine gerçekleşmiş ise tekilin bu noktada bir rolü kalmiyor. Yani sürü içinde zayif olan herhangi bir tekil artik ereksel özellikteki genel planin işleyiş kurallarina elbette uymayacaktir. Ereksel kaotiklik de burada işe karişmaktadir. Kaotik olmak, tekil açisinda öngörülebilir olmayan bir düzenlilik olarak düşünülebilir. Kaos fiziği de bunu söylüyor.
     
    TT- Bir diğer nokta ise, erekselliğin zorunluluğu (olumlu sıfatını hem fazla hem de yanlış anlamaya yol açabilir sanırım) kabul ediyorum ve zaten anahtar 2 olarak da şöyle bir ifade kullanıyorum: “entropi artışı kaçınılmaz, o halde amaca en çok hizmet edecek eylemi seç”.
     
    ŞU- Entropi ile ereksellik ilişkisi işi içinden çikilamaz hale getirebilir.
     
    TT- Bunlara göre, ahlak ilkesinin “zarar verme” olarak kısaltılması, ama açılımında “zarar vermek kaçınılmaz ise amaca en çok hizmet edeni seç” şeklinde bir ifade kullanımı mümkündür.
     
    Şu- zarar verme” ifadesi iki karşit anlami beraberinde getiriyor. Hem bir emir olarak hem de bir eylemin nitelemesi olarak, sanirim bu noktanin da dikkate alinmasi uygun olur.
     
    ŞU- Son olarak [birbirini içerleyen” (mutually inclusive) deyiminde “mutual olmak” karşılıklılıklığa vurgu yapıyor. “birbirini” deyimi bunu tam vermiyor gibi. Exculisive, dışta bırakmak ise,  inclusive içine almak olur. Belki “içiçe geçmiş” veya  “karşılıklı olarak birbirini gerektiren” demek daha mı uygun olur,  bilemedim.)
     
    TT- Haklısınız “içerleyen” gibi olmayan bir sözcük yerine “birbirini içeren” demek daha doğru olabilir.
     
    ŞU- Birbirini karşilikli gerektiren de olabilir (mi?)
     
    TT- Birbirini ve karşılıklı sözcükleri tekrar gibi olacağı için izninizle “birbirini içeren” olarak değiştiriyorum.

  3. Değerli Bakanım,
    Sayın Tınaz TİTİZ Beyefendi,

    Yazınızı çok beğendim, elinize gönlünüze sağlık sizi sürekli ürettiğiniz için ve Türkçe hayata dair katma değerli eserler bırakıp
    ölümsüz olcağınız için yürekten tebrik ediyorum ve ülkemiz adına insanlık adına teşekkür ediyorum.
    Şu akademisyen olarak ve dekan olarak çalışıyorum, görüşmemiş ya da görüşemiyor olsak da her yarıyıl yüzlerce öğrenciye Termodinamik ve diğer meslek dersleri veriyorum.
    Bazen akademisyenlere bazen dee öğrencilere eserlerinizden ve fikirlerinizden bahsederek geniş ve çok sayıda yayılmasını
    sağladığımı bilmenizi isterim.
    Sevgi Saygılarımla
    Prof. Dr.-Ing. Ahmet CAN
    İstanbul Rumeli Üniversitesi
    Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanı
    Termodinamik Bilim Dalı Öğretim Üyesi

Leave A Reply Cevabı iptal et