AR-GE kimlerin işidir?

Bizim işimiz değildir!

Genelde toplumumuzun özelde üretim sektörlerimizin rekabet güçleri geleceğimizin belirlenmesinde giderek daha belirleyici olmaya başladığından, bu konulardaki düşünce üretimi de paralel olarak artmaya başladı; bu son derece iyi.

Hangi konulara öncelik verileceği, hangi ileri teknolojilerin benimseneceği, hangi AR-GE araçlarının kullanımı gerektiği, ne gibi teşvikler olması gerektiği gibi konularda tartışmalar yapılıp farklı fikirler gündeme getiriliyor. Bu da çok iyi.

İlginç olan, bütün bu farklılıklar içinde, tüm tartışmaların akademisyenlerin çevresinde dönüp durması ve konunun paydaşları arasındaki şu kesin mutabakat: AR-GE bilim kurumlarının ve bilim insanlarının işidir; bizim için ne gerekiyorsa onlar yaparlar, yapmalıdırlar ve bunun fiyatı neyse onu da devlet ödemelidir.

Niçin?

Çünkü iş dünyası olarak biz AR-GE yapabilecek güce sahip değiliz; bin türlü sorunla uğraşırken bir de AR-GE ile uğraşamayız. Önümüze vizyon çizen, AR-GE politikalarını belirleyen, bunların siyasi iktidarlara göre değişmesini önleyip bir devlet politikası (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=284) haline getiren devlete ihtiyaç var.

Bu ne ilginç bir gelenektir!

Rekabet gücü kazandırabilecek karşılaştırmalı bir üstünlüğü başlangıçta bulunmayan, üstüne üstlük daha sonra da bu gücü kazanabilmek için bir vizyonu bulunmayan kişi ve kuruluşların, başkalarının (yani devletin) önlerine koyacağı vizyon ve teşviklere güvenerek boyundan büyük işlere girip sonra da sürekli yakınmak, devleti suçlamak ne ilginç bir gelenektir.

Peki onu yapmayalım bunu yapmayalım, ne yapalım? Hemen hemen girdiğimiz hiçbir alanda rekabet gücümüz yok. O halde hiçbir şey yapmayalım mı? Bizim de iş adamı, iş kadını olmaya hakkımız yok mu?

Bir hakaret(!)..”Avrupa’nın manavı olun”

Bir zamanlar böyle bir öneri yapılmıştı: “Siz bu sanayi işini bırakın Avrupa’nın manavı olun“. Yer yerinden oynamıştı. Bizi manavlığa layık (aslında müstahak denilmek isteniliyordu) görenler kalkınmamızı istemeyenlerdi. Mutlaka bacalı sanayi sahibi olacak, biz de makine -hatta makine yapan makine- yapacaktık. Nitekim 1960 darbesi ardından ilk yaptığımız sanayi hamlesi  otomobil yapmak idi.

Fakat ne manavlık olarak sembolize edilen tarım ve tarımsal ticaretin, ne de otomobil üretiminin katma değerini AR-GE yoluyla artırabildik.

İki soru: AR-GE tek katlı mıdır ve bu katlar kimlerin işidir?

Söylene söylene sanki yalnızca bir kalemden ibaretmiş gibi anlaşılan AR-GE gerçekte -her biri diğerleriyle irtibatlı- çeşitli katların üstüste bindirilmesinden oluşmuş bir “etkileşimli süreçler kümesi” olarak anlaşılmalıdır.

Sivri ucu altta, ters bir koni boyunca yerleşmiş katmanları düşününüz. En üstte en geniş katman, altlara indikçe daralıyor, fakat etkileşim nedeniyle üst katmanlardakileri de etkiliyor. En altta ise en dar alanlı ama tüm katmanları etkileyebilen katman bulunuyor.

Tek kişiden ibaret bir küçük işletmede “ürettiğim mal ve/ya hizmeti daha iyi ve ucuza nasıl yaparım?” sorusu bu çok katlı kümenin en üstteki katmanıdır. Tüm diğer süreç katmanları bu katmanın altında yapılanacaktır. Bu tepedeki katman kuruluşların bireysel sorumlulukları altındadır.

Bu katman ne devlete, ne bilim kurumuna ne de danışmanlara bırakılabilir. Kimden ne hizmet alınırsa alınsın AR-GE sorumluluğu -devredilemez biçimde- işletme sahibinindir.

Hangi konularda AR-GE yapılacaktır?

Bu sorumluluk doğrudan iş sahibine aittir. İşinin hangi bölümüyle ilgili AR-GE yapılacağına işin sahibinden başka kim karar verebilir? İş sahibi bu konuda çeşitli danışmanlıklar alabilir ama nihai karar kendisinindir. Dolayısıyla bu açıdan AR-GE de devletin ya da bilim insanlarının işleri değildir.

AR-GE nasıl yapılacaktır?

AR-GE konisini oluşturan her bir AR-GE katmanı da kendi içinde katmanlardan ibarettir. Bir işletmenin AR-GE katmanının içinde bizzat işletme sahibi, yöneticileri ve çalışanları (kapıdaki güvenlik görevlileri dahil) yer almalıdır. “İşimi daha iyi ve ucuza nasıl yapabilirim?” sorusu herkesin sorusudur ve AR-GE’nin en temel sorusudur. Bu soruyu sormak herkesin devredilemez görevidir. Kesinlikle devlete, üniversiteye, bilim kuruluşlarına bırakılamaz. Onlardan danışmanlık alınabilir, ama sorumluluğu onlara bırakılamaz.

İşletmenin AR-GE katmanları içinde doğrudan bilim kurumları ve bilim insanlarının uzmanlık alanına girenler de olacaktır. Onların eğitimleri, uzmanlıkları budur. İşletme sahiplerinin, çalışanlarının ve devletin bu konudaki rolleri sıfıra yakındır. İşletmenin sorumluluğu bu tür AR-GE çalışmalarını finanse etmektir.

Birden fazla işletmeyi ilgilendiren AR-GE kimin işidir?

Co-operative research (yardımlaşmalı araştırma), aynı türde AR-GE ihtiyacı olan işletmelerin sorunudur. Bu da sektörel örgütler eliyle yaptırılır; sorumluluk müteselsil olarak sektör örgütünün ve işletmenindir. Devletin bu konudaki katkısı -tüm iş hayatının çıkarlarını gözeten kurumların önerileriyle- bazı özendirmeler şeklinde olabilir. Fakat kesinlikle neyin nasıl araştırılacağını belirlemek, hele hele onlar adına AR-GE yapmak değildir.

Sektör örgütleri ilgilenmez ise!

Bu tür ortak konulardaki AR-GE faaliyetlerini sektör örgütleri üstlenmez ve bir de bunların devletin işi olduğunu savunmaya başlarsa ne olur? Demokratik sistemlerde bu tür savunular halkın temsilcilerince üstlenilir ve gerçekten de devletin işi haline -şekil 1-A’da görüldüğü gibi(!)- getirilir.

Büyük ölçekli AR-GE’ye kim karar verir, kim finanse eder, kim yapar, kim denetler?

Daha alt katmanlardaki AR-GE ihtiyaçları giderek işletmelerin AR-GE ihtiyaçlarından uzaklaşır ve bir çeşit temel araştırma niteliğine bürünür. Bu tür araştırmaların bir bölümü büyük sektör örgütlerince, silahlı kuvvetlerce ya da devlet kurumlarınca kararlaştırılır. Kararların alınmasında akademik ve bilim kurumlarının danışmanlıklarından yararlanılabilir, ama karar bu kurumların yönetimlerinindir. Finansmanını da bu kurumlar sağlarlar.

Büyük ölçekli AR-GE’yi yapacak olanlar akademik ve bilimsel kurumlardır.

Denetim ise karar sorumluluğunu taşıyan ve finansmanını sağlayan kurumlarca yapılır. Bu konudaki olası bir yanılgı “bilimsel özerklik” kavramının burada kullanılmasıdır. Bilimsel özerklik, AR-GE uygulamalarının başladığı yerde başlayıp bittiği yerde sona erer.

Hangi konuda AR-GE yapılacağı ya da sağlanan finansmanın hesabının verilmesi (accountability) bilimsel özerklikle ilgili değildir. Bilimsel özerklik bilimsel çalışmaların sadece bilim kurallarına göre yapılması, hiçbir idari, siyasi, dini, ideolojik tercihe göre şekillenmemesi anlamına gelir.

Sonuç

AR-GE konularının karardan denetime kadar tümüyle bilim insanlarının işi sayılması ve bunun dışındaki kesimlerin daima “talep kurumu” konumunda beklemeleri geleneği önümüzdeki dönemde yaşamsal önem kazanacaktır.

Bu gelenek değişmeksizin, toplumumuzun üretmekte olduğu katma değerler, tüketme arzusunda olduğu katma değere yetişemeyecek, aradaki fark -aynen bugün olduğu gibi- yasa ve ahlak dışı yollardan finanse edilmeye devam edilecektir.

Türkiye’de AR-GE’ye verilen tüm teşvikler kaldırılmalı, bu kaynaklar, AR-GE’nin -daha da doğrusu yüksek katma değer üretmenin- varlığımızı sürdürebilmenin tek yolu olduğu bilincinin geliştirilmesine harcanmalıdır.

AR-GE bütünüyle akademik ve bilim kurumlarına ihale edilmiştir. Bu ihale iptal edilmeli, herkes, vazgeçilmez işlevlerinin başında şu sorunun geldiğini iş yerinin, evinin ve yatağının başına asmalıdır: işimi daha iyi ve ucuza nasıl yaparım?

Pazartesi, Şubat 20, 2006

Yorum Gönder