Dipnot1’deki adreste[1], bir ülkenin gelişiminde önemli itici güçlerden birisi olan “sorunlarını bilgiyle çözme” alışkanlığının kazanılmasında yardımcı olan kütüphane konusunda ilginç bir yazı var. Yazı içinde, 1822 tarihli bir fotoğraf var. Andrew Carnegie halk kütüphanesinde çekilmiş. Kütüphane alışkanlığı olmayan bir topluma bu alışkanlığı kazandırmak için ne yaptıklarıyla ilgili metinden alınan şu satırlar da ilginç:

Woodbine, Iowa’daki halk kütüphanesi kek kalıplarını ödünç veriyor – insanlar evde her boy ve şekilde kek kalıbı bulundurmazlar, “bu yüzden onları kontrol edip keklerini pişirip geri getirirler” diye açıklıyor Woodbine kütüphane müdürü Rita Bantam. “[Bu] insanların ihtiyaç duyduğu bir hizmeti sunuyor. İnsanları kütüphaneye getiriyor.”

Bu girişi, geçmişte sürekli aklımı kurcalamış bir soruya cevap ararken, bu arayışıma yardımcı olan kızımın verdiği bir web adresinden yaptığım alıntıyla başlamamın nedenini izninizle açıklayayım.

Yıl 1988, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndaki görevim sırasında, çeşitli illere ziyaretler yapıyoruz ve  daima talep edilen bir konu var:  “ilimize / ilçemize bir kütüphane açacak mısınız?” Önceleri bunun halkımızın okumaya duyduğu açlığın bir ifadesi sanarken sonraları pek öyle olmadığı, kütüphane ile birlikte kimi somut yararların (bina kiralama, personel istihdamı vb) öngörüldüğü gerçeğini fark ettik.

Kütüphane binası, asgariden de olsa donatılması (masa, sandalye, dolap vs) için yeterli bütçe yok. Bunun üzerine bir fikir gelişti: Mikrofiş kitaplık!

500 sayfalık bir kitabın mikro fiş kopyası bir mektup zarfının içine sığacak kadar. Üstelik, kitabın mikrofişe çevrilmesi de bakanlığa bağlı Milli Kütüphane’deki bir çevirici yardımıyla mümkün. Mikrofiş okuyucu ise son derece basit bir alet; bir ışık ve mercekten oluşan bir kutu. O günkü ithal maliyeti bile birkaç on dolar mertebesinde; ayrıca yerli yapımı da çok kolay.

Bir ilçede bulunması gereken kütüphanenin kitap sayısı ise 5,000 dolayında. Tabii ki daha az başvurulabilecek olanlar da var; onlar da il merkezindeki kütüphanede olabilir. 5,000 kitabın mikro fişleri ise orta boy bir el çantasına sığabiliyor.

Böylelikle ilçelere değil köylere kadar kütüphane işlevi görebilecek bir hizmet götürülebilir.

Ama önce denemek lazım!

Fikir iyi görünüyor ama halkın nasıl karşılayacağı bilinmez, bir denemek lazım. Deneme için de Ankarada, Esenboğa havaalanı yolu üzerindeki Sarayköy’ü seçtik ve bir grup görevliyle köye gittik. Köyde bir ilkokul var. Öğretmeni, muhtar, birkaç meraklı köylü ve kütüphaneci görevi yapacak bir görevli ile köy odasına oturduk.

Siyasetçilerin bir köye mutlaka ya oy istemek ya da seçime yakın bir zamanda bir “yatırım müjdesi” vermek için gittikleri adet olduğu için, elimizdeki irice çantaya bakıp bunun içinden nasıl bir “yatırım” çıkacağını hesaplamak için merakla izliyorlar.

Neticede niyetimizi anlattık; çantadan yatırım çıkmasa da, köydeki öğrencilerin artık ödevlerini yapmak için Ankara merkezine kadar gitmelerine gerek olmayacağı ve ayrıca da her istedikleri saatte köy odasına gelip istediği kitabı okuyabileceğini öğrenince çok sevindiler.

Ertesi gün bu ziyaret basında yer bulunca ilk tepkiler gelmeye başladı: Bir üniversitenin kütüphanecilik bölümünden bir kişiye mikrofiş kitaplık fikri sorulunca, “peki, çocuklar uyumadan önce kitap yerine yatakta mikrofiş mi okuyacaklar?” gibi son derece mantıklı 🙂 bir tepki gelince, gerisini tahmin etmek güç olmadı. Birkaç köşe yazarı da devletin bu yolla vatandaşını kitap okuma bahanesiyle fişleyeceğini filan da yazdılar ama pek tutmadı.

Bundan sonraki denemeler biraz daha büyük ölçekli olarak Ankaranın büyük mahallelerinde yapıldı ve genellikle aranan kitapların mikro fişlerine ağırlık verilerek düzenlemeler yapıldı. 1989 ortasında bakanlıktan ayrılınca da çocuklar artık kağıt kitaplarını yataklarında okumaya başladılar.

Bu anektodu anlatma nedenim, toplumumuzun okur-yazar bölümünde kitap ve kütüphaneye yüklenen işlevin nasıl anlaşıldığına ışık tutmaktı.

Bugün olsa bu fikri nasıl satardım tam emin değilim, ama mikro ve fiş sözcüklerini kesinlikle kullanmazdım; ikisi de kuşku uyandırıcı sözcükler 🙂

En temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük yaşayan 1800’lü yılların ABD’sinde kütüphane konusuna niçin bu denli önem verildiğini anlamama yol açan olaylardan birisi de, Beijing’teki ulusal kütüphaneye inanılmaz yoğunluktaki giriş-çıkışı (ve kullanımı) görmemdi. Bu gözlemden sonra  Ankara’daki Milli Kütüphaneyi 7/24 sloganıyla halkın kullanımına açıp, “hiç kimse gelmese dahi 24 saat açık kalacak” ve “hiçbir giriş belgesi sorulmayacak”deyince doğan, “Milli kütüphaneyi yolgeçen hanına çevirdiler” tepkilerini hatırlıyorum.

Şimdi işin temelindeki fikri daha iyi anlıyorum: Halkın, tüm yaşam tercihlerini kendinin yapması demek olan cumhuriyetin[2] ve o tercihlerin uygulamasını da yine kendinin yapması demek olan demokrasinin rejim olarak seçilmesi halinde temel yapı taşı “birey”dir. Çünkü birey de tanım olarak “tercihlerini kendi yapan” anlamındadır[3].

Bir diğer deyişle -hangi bayrak altında yaşayacağından, hangi inancı / inançsızlığı benimseyeceğine kadar tüm- yaşam tercihlerini kimseye ihale etmeden kendi özgür aklıyla kararlaştıramayan bir toplum ne cumhuriyeti ne de demokrasiyi seçebilir.

Buna göre, devlet olmanın ön koşulu da ortaya çıkmaktadır: Kişilerin birey olabilmeleri için ihtiyaç duyacakları tüm bilgi ve becerileri kendi kendilerine kazanabilmeleri için gereken bilgilenme merkezlerini (yani kütüphaneler) oluşturmak ve oralarda hizmet verecek kişileri (yani kütüphaneciler) atamak.

Bir diğer deyişle kütüphaneler kitap depoları ya da okumadıklarımızı bağışladığımız(!) başımızdan atabileceğimiz kağıt hurdalıkları değildir. Bir kitap, çörek yapmaktan sağlığını korumaya, dil öğrenmekten hobi edinmeye kadar herhangi bir alandaki “taleplerini” nasıl karşılayabileceğine ilişkin yol gösteren birer kılavuzdur. Basım ortamı ise kil tablet, kağıt, mikrofiş ya da çip (yonga) olabilir.

Ayrıca, kitap ve kütüphaneci (bugün için insan yarınlarda ise YZ olabilir) ayrılmaz bir bütündür.

19 Aralık 2021


[1] https://www.npr.org/2013/08/01/207272849/how-andrew-carnegie-turned-his-fortune-into-a-library-legacy

[2] https://tinaztitiz.com/2012/05/25/egemenlik-kimindir-ve-kim-kullanir/

[3] https://www.wikiwand.com/tr/Bireycilik

3 Yorumlar

  1. Kütüphane aynı zamanda hoş bir ortamdır da.. oraya girenin teneffüs edeceği hava dışarıdakinden farklı, bir yığın fısıltı dolaşır havada. Ne aradığını bilen birisi kitabını raftan alıp oturacağı sakin sakin okuyabileceği bir mekandır. Kitapla bilgiyle tanıştıracağımız kişi için sanırım çok farklı his ve düşünceleri de uyandıracak bir ibadethane gibidir. Oraları çocukluklarından itibaren insanlara sevdirmenin bir yolu bulunması iyidir.

    Bülent Şenver bey’in Herkese Kitap Vakfı bu yolda başarılı bir Hizmet.

    1. Necati bey yorumunuza teşekkür ederim. Kütüphanenin onlarca yararı olduğuna ben de şahidim. (https://tinaztitiz.com/2012/05/25/bir-bardak-ne-islere-yarar/ adresinde bir örnek) Ben ise, temel varlık nedenine (birey yetiştirme öz niyeti) işaret etmek amacındaydım.

      (19 Mart 2023 itibariyle bir anektod ilavesi): Milli Kütüphane’nin 7/24 açık kalması (yol geçen hanı yapma teşviki) ve MK Müdürlüğüne bu işi hakkıyla yapabilecek bir öğretmen danışmanımı (Şahika Ünal) atamam, zamanın Kütüphaneciler Derneği Başkanı’na çok dokunmuş olmalı ki; 1989 yılında görevden ayrıldığım gün (tesadüfen Kütüphanecilik Haftası ilk günü), bir konuşma yapmam için davet ettiler. Çok sayıda genç kütüphanecilik öğrencisi de toplantıda. Dernek başkanı (birkaç bin yaşındaydı galiba) beni davet konuşmasında, Kültür Bakanının ayrılışının, nihayet özlenen sessiz,vakur görünüşlü, elini kolunu sallayan insanların değil, kravatlı fotoğraflı MK Giriş kartıyla girilebilen MK’ye geri dönüşünden duyduğu sevinci belirtince salondaki gençler de alkışla onaylarını belirtmişlerdi. “Kütüphane” kavramının oturduğu (ve pek kalkmak istemediği) yerinin anlaşılması açısından paylaşmak istedim.

      1. Tınaz bey, yorumlara ilave ve/ya cevap yazıldığında önceki yorumcunun bu gelişmelerden haberdar edildiği seçeneklerin yaratılmadığı günlere rastlamış olmalı; sizin değerli katkınızı yeni okuyabildim.

        Birey oluşumu, çok kaynaktan beslenerek gelişiyor. Kütüphaneler o bağlamda ikinci, üçüncü seviyede katkı yapacak kaynaklardan. Ne var ki, onu da birinci besleyici kaynaktan ayrı tutmak olanaksız. Kitaplar, yazarları başta olmak üzere Kütüphaneye girecek duruma gelinceye kadar verilen emeklerin ürünü. Ve o emekler saygı değer.

        Dijital dünyada okunanlar da yazarların ve yansıtanların emeklerinden oluşuyor. Emek kutsal bir değer olarak kalsın isteniyorsa kitapların raflarına dizildiği kütüphanelere hep ihtiyaç olacak diye düşünüyorum.

        Bir İlkokulda yeni açılan kütüphanede birinci sınıf öğrencilerinin dergileri karıştırırkenki heyecanlarını izlerken kütüphanelerin başka nelere yaradığını hissettim ve bu kanaatim kesinleşti…

Leave A Reply Cevabı iptal et