GECEKONDULAR, HALI SAHALAR, KURAN KURSLARI VE MENZİL BİR ŞEYLER DİYOR !
Konut sorunu, toplumumuzun en eski meselelerinden birisidir. Nüfus artışı üzerine binen kırdan kente göç olgusu, konut sorununu bir “gecekondu ile mücadele” sorununa çevirmiştir. Her gün bir semtte gecekondu yıkmak isteyenlerle buna direnenlerin çatışma haberlerini okumaktayız.
Konut sorunu ile ilgili kamu kurumlarının yetkilileri, çeşitli yöntemlerle sorunu çözmeye çalışırlar. Hemen her türlü çare -birisi hariç- uygulanır ve iyi niyetlerle çaba harcanır. Uygulanmak istenen çözümler değişik olmasına karşın bir ortak yanı vardır: vatandaşa hazır konut -hem de her türlü konforu yerinde- anahtarı vermek ! Ancak, mevcut kaynaklar çok az sayıdaki talihli vatandaşa yetebildiği için genel ihtiyaç karşılanamaz.
Başka bir konu, insanlarımızın spor yapma ihtiyaçlarıdır. Her ne kadar “Dünya’da spor, ahrette sağlık!” gibi bir atasözümüz yoksa da, sporun ne denli önemli bir gereksinim olduğu çoğumuzca malumdur.
Bu konuyla da ilgili birçok kurum ve yetkili mevcut olup onlar da vatandaşın bu ihtiyacını karşılayabilmek için samimi çaba harcarlar. Bu alandaki çabalar da aynen konut konusunda olduğu gibi “çeşitli” olmasına karşın ortak yanı, devasa spor salonları, stadyumlar (bilhassa olimpiyat köyleri) inşa etmeye çalışmak gibi, insanların gerçek ihtiyaçlarına cevap veremeyen yaklaşımlar olmasıdır.
Bir diğer konu, insanımızın hayatını kazanabileceği, diğer gereksinimlerini kazanabileceği bilgi ve becerilerin kazanılması sorunudur.
Bu konu devletimizin en önemli konusu olup bununla ilgili kurumların (ve yetkililerin) sayısı ise diğer sorunlarla uğraşanlarla karşılaştırılamayacak kadar çoktur. Onlar da çeşitli yollarla samimi çaba harcamaktadırlar.
Eğitim konusunda uygulanan yöntemler de “çeşitli” olmasına rağmen, onların da bir ortak yanı vardır: insanlarımızın gerçek ihtiyaçlarına cevap verememek!
Bu, birbiriyle ilgisiz üç konuda idareler genellikle vatandaşın gerçek ihtiyaçlarına cevap veremezken acaba vatandaşlar kendi kendilerine neler yapmaktadırlar?
Vatandaş, kendi sınırlı bilgisiyle, ama tüm kaynaklarını seferber ederek gecekondu inşa etmekte; son derece uygunsuz yerlerde, son derece uygunsuz saatlerde (mesela gece yarısı) ve son derece uygunsuz hava koşullarında (yağmur, kar altında ya da smog içinde) spor yapmak üzere halı sahalar oluşturmakta; bilgi-beceri kazanmaktan ümidini kesmiş durumda hiç olmazsa ölülerinin ardından bir-iki dua edebilsin diye çocuklarını mahalle aralarındaki kuran kursları’na göndermektedir.
Bu üç örnek, insanlarımızın kendi kendilerine yaşadıklarını, kendilerine yardımcı olsun diye oluşturdukları, vergileriyle finanse ettikleri devletin, bu yolda gereken ortamları hazırlayıcı katkılarının ne denli yetersiz olduğunu göstermektedir.
Bu işte bir yanlışlık vardır. Konut sorununu çözmek isteyenler, modelleri içine mutlaka gecekondu sisteminin girdilerini katmalıdırlar. Spor konusunun yetkilileri halı sahalarda gece yarıları duman ve yağmur-kar altında top koşturanları daha dikkatle incelemelidirler. Eğitim konusunun sorumluluğunu taşıyanlar, insanlarımızın mahalle aralarında, ceplerinden para vererek oluşturdukları kursları ıska geçmemelidirler.
Kısacası, kamu yönetiminin herhangi bir noktasında rol almış ve de rol almaya istekli olanlar, sistem kurma konusundaki bu olağanüstü beceriksizliklerini görmek, bunu kabul etmek ve sonra da bunu gidermek zorundadırlar.
İnsanlarımızın kendi göbeklerini kendilerinin kesmeleri ne yazık ki yalnızca bu üç alana özgü değildir. Adaletlerini kendileri dağıtmakta (kan davası), alacaklarını kendileri tahsil etmekte (çek-senet mafyası), ombudsman sistemlerini kendileri işletmekte (gazetelerin “gelirsem ağzını yırtarım” köşeleri) ve daha da ilginci kendi yasalarını kendileri yapmaktadırlar.
Bu, devletin fiili olarak devre dışı edilmesidir. Devlet güçlüdür gibi sözlere artık kimse inanmamaktadır.
Kendini aydın olarak niteleyen, bu toplumun en pahalı yatırımları olan insanlarımıza düşen, bu gidişi seyretmek olamaz. Devleti yeniden yapılandırmak, artık kahvelere kadar girmiş bir laftır, ama şimdilik sadece laftır.
Aklı ve erdemi kendine tek yol gösterici edinmemiş, siyaseti kendine, yakınlarına ve yandaşlarına çıkar sağlama yolu olarak gören insanlarla yeniden yapılanma söz konusu olamaz.
Artık, “gelecek seçimde nasıl tekrar seçilirim” düşüncelerinin zamanı geçmiş, bir daha seçilinse de bir işe yaramayabilecek noktalara doğru gidilmektedir.
Aklın başa toplanması gereken bir zaman var ise o zaman işte bu zamandır.
Yukardaki yazı (başlıktaki “Menzil” hariç) Eylül 1994’te PARANTEZ adlı dergiye yazılmıştı.
Bu defa, 29 yıl sonra, Menzil adlı “örgüt”ün, -Cumhurbaşkanımızın “ülkemizin manevi rehberi olarak nitelediği“ liderinin vefatı nedeniyle, defnedileceği Adıyaman, Kahta ilçesi Menzil köyünde 3 milyon (#yazıylaüçmilyon#) kişinin katıldığı bir “vak’a” meydana geldi.
Olay -adet olduğu üzere- kamuoyunda iki ayrı türde yorumlandı: Ülkemizin manevi rehberinin kaybı sonunda “tövbe yetkisinin” üç oğul arasında nasıl paylaşılacağı ve laikliği anayasasına yerleştirmiş bir toplumda tarikatların bu denli güçlenmesinin kabul edilemezliği.
Geçmişten bir anekdot..
Yıl 2013. 19 Mayıs’ın yaklaştığı günlerde bayramın nasıl kutlanacağı konuşuluyor. Beyaz Nokta Vakfı[1] içinde bu konu görüşülürken, gençliğe armağan edilen bu bayramın amacına uygun bir eğitim girişimi önerisi geldi: Yüksek öğrenimini tamamlamış ya da tamamlamak üzere son sınıfı okuyan gençlere bazı anahtar beceriler kazandırılması. Örneğin,
– doğru sorular sorma,
– kendi yaşam alanının sınırlarını keşfetme,
– kendine amaç belirleme,
– bu alanının ortalama üstü özelliklerinden yararlanma ve/ya ortalama altı olanları geliştirmeye yönelik Kendini Değiştirme Planları yapıp, bunları birer etik güvence yoluyla -kendilerinin seçeceği- taahhütlere bağlama gibi.
Fakat bir sorun şuydu: Ücretsiz olacağı (zaten gençlerin ücret ödeme imkanları yok) ilan edilecek bu iki tam günlük seminerlere doğacak ilgi sonunda, 30 kişilik kapasitesi olan vakıf merkezinin nasıl yeterli olacağı.
Kısa süre içinde yaratıcı bir çare -övünmek gibi olmasın ama tarafımdan- bulundu: Şöyle bir duyuru metni: “Bu seminer 31 Aralık yılbaşı gecesi saat 02’de Ankara Dikmen tepelerinde açık havada yapılacak olsa yine katılırım diyenler arasından kura ile seçim yapılacak, aylık 30ar kişilik kontenjanlarla adalet sağlanacaktır”.
Duyuru, Ankara’daki üniversitelere tek tek erişilip, ilan tahtalarına asılarak ilk seminer ilan edildi. Gençlerin alternatif eğitimler arasındaki boğulmuşluğunun bir sonucu olarak ilk seminer vakıf çalışanlarının lisede okuyan yeğeni, vakıf ofisinin bulunduğu apartman görevlisinin çocukları, ve biraz eksikle başladı.
Sonraki eğitimlerde biraz caydırıcı olan şartlar gevşetilerek, ama yine benzer güçlüklerle karşılaşılarak KiGeP (Kişisel Gelişim Platformu)[2] adıyla devam edildi. Ama net olan ortak gözlem, zar zor seminere katılanlar içerikten son derece memnundular.
Daha sonraları, İzmir Beyaz Nokta Derneği[3] aynı seminerleri ayda bir defa olmak üzere Konak Belediyesi desteğinde (duyuru ve katılım sorunu olmadan) Hızlı Dönüşüm Kampı[4] (HDK) adı altında iki yıl kadar sürdürdü.
Demem o ki:
Menzil haberlerindeki Tövbe Yetkisi, kişinin kendini değerlendirip, olumsuz yönlerini onaracağına yönelik, aslında (şeyhe bağlılık dışında) somut bir yanı olmayan kuru bir sözden ibaret; ama milyonlarca insan tarafından -bir ihtiyaç olduğu nedenle- kabul görüyor.
KiGeP / HDK seminerlerinin aynı amaca yönelik somut içeriklerinin yaygınlaşamayışı ise gecekondu, halı saha ve Kuran kurslarıyla aynı kategoriye ait.
Üzerinde düşünmeye ve bir özdeğerlendirme yapmaya değmez mi?
Tınaz Titiz
15 Temmuz 2023
[1] O tarihte, vakfın adına henüz “gelişim” sözcüğü eklenmemiş, Beyaz Nokta adını duyanların çoğu, Beyaz Baston ve Altı Nokta (ikisi de görme özürlülerle ilgili olduğu için) vakfı, görme engellilikle ilgili bir diğer kuruluş sanıyordu.
[2] Bkz. https://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_kigep
[3] Bkz. https://www.beyaznokta.org.tr/derneklerimiz
[4] Bkz. https://www.beyaznokta.org.tr/projelerimiz_hizli_donusum_kamplari
Değerli yazınıza notum şudur Tınaz bey,
“Tövbe Yetkisi, …… milyonlarca insan tarafından -bir ihtiyaç olduğu nedenle- kabul görüyor.” ifadenizdeki ihtiyaç milyonlarca insan tarafından nasıl oluyor da ihtiyaç gibi görülüyor?
Bana göre işin sırrı buna ihtiyaç duymaları için:
(1) Bu dünyadan daha önemli olduğu söylenen ölüm sonrası hayatta ödüllendirileceği umudu, fakir zengin olunması fark etmiyor.
(2) Bu dünyada korunup kollanılacağı bir dayanışma zırhı içinde yer almanın güvenine sahip olmak, fakir zengin olunması fark etmiyor.
(3) Bu ikisinin uygulanabilmesi için din çemberi içerisinde sorgulama yeteneğinde uzak bir eğitimin, biat kültürünün kazandırılması
Bayram Bey’in yorumuna bir madde de ben ekleyebilir miyim?
“Tövbe Yetkisi, …… milyonlarca insan tarafından -bir ihtiyaç olduğu nedenle” kabul görmesine bir neden de milyonlarca insanın günah/suç işlediğini bizzat gayet iyi bilmesine karşın “inşallah bu Tövbe ile bu günahlarımın cezasından kurtulurum” düşüncesi 🙃 ve yargı erkinin çalışmaması.