“Doğrunun yanında, eğrinin karşısında” ve de çıtanın yeri?

Dindar ve/ya seküler insanlarımızın kendilerini bağlı hissettikleri ahlak ilkeleri içinde herhalde birisi de başlıkta yer alandır[1].

Toplum sorunlarına duyarlı insanlarımızın ne denli çok olduğunun göstergelerinden birisi sosyal medyadır. Çeşitli dernek, vakıf ya da platformlar halinde örgütlenmiş olanların sayısı, ileri ülkelere göre hala geride ise de, birkaç on yıl geçmişle karşılaştırıldığında -internetin de yardımıyla- olağanüstü artmıştır. Bu, inançlardan bağımsız olarak önemli bir ahlak ilkesine bağlı insan sayımızın çokluğunu gösteriyor; çok iyi.

Bir de madalyonun öteki yüzü var: Bu örgütlenmelerin -benim görüş alanım içindekilerin- bir çoğu, adına yakınma ayini diyebileceğim bir tutum içindeler. Son derece birikimli insanlar çeşitli yollarla -şimdilerde çevrimiçi ağırlıklı- bir araya geliyor; nelerin yanlış olduğunu ve bunların düzeltilmesinin şart olduğunu birbirlerine anlatıp sonra da, bu düzeltme işlerini yapmaları gerektiği düşünülenlere saydırıp gönül ferahlığı ile ayrılıyorlar. Ben bunu bir ayine benzetiyorum; ritüelleri var, duaları var, belirli bir terminolojisi var.

İlginç bir olgu daha dikkatimi çekiyor: Kutuplaşma, ötekileştirme toplumumuzun en yaygın eğilimlerinden birisi. Kanımca bu üç ayrı nedenden kaynaklanıyor. Birincisine kasıtsız bölücülük adını taktım; taraftar fanatizmi, yörecilik, din, mezhep, etnik köken bunlardan nispeten masum olanlar, ama yine de birer ötekileştirme aracı.

İkincisi ise kasıtlı bölücülük; belirli bir amaçla yapılıyor, nedenleri muhtelif.

Dikkat çekmek istediğim ise üçüncüsü; sorunları “anlama“, “çözümleme (analiz)” ve “çözme” görevi olup da bunları gerçekleştirme kapasitesi düşük olanlar, bir “karşı” yaratarak, tüm olumsuzlukları ona yüklüyor; böylece görevini yapmış olmanın(!) huzuru ile kendi yandaşlarının desteğini hak ediyor.

Toplum sorunlarından yakınan örgütlenmeler ile, anlama-çözümleme-çözme kapasiteleri düşük olanlar arasında görünmez bir dayanışma var ve birbirlerinden habersiz birbirleri için uygun ortam yaratıyorlar. Bu sürecin bu yolla devam edip olumlu bir sonuç vermesi pek mümkün görünmüyor.

Buna karşı bir çare önerim var: Salt yakınmacı ayin yaklaşımını bir ahlak sorunu olarak ilan edip, çıtayı yukarı bir yere koymak. Ağlaşma, suçlaşma, istirahatleşme üçgenini kırıp, adına holakrasi[2] denilen örgütlenme modelini benimsemek. Doğrudan, önce anlama, ardından analiz ve çözümleme adımlarını atmak. 

Her holakratik örgütlenme bir diğerinden deneyimlerini öğrenip, onun eriştiği düzeyin üzerindeki bir noktaya çıtasını koyarak, yeni bir birlikte var olma paradigması kuralım; tüm kasıtlı bölücüleri safdışı bırakalım.

Ağlaşma, suçlaşma, istirahatleşme oturumlarının yerini Yetkin Akıl Üretim çalışmaları alsın. Peki bu bir ütopya mı? Hayır değil. Bir sonraki yazımda bunun nasıl gerçekleşmekte olduğu üzerinde durmak üzere hoşça kalınız.

16 Aralık 2020


[1]  Dini terminolojideki karşılığı “maslahat” olan sözcüğün karşılığı:  “doğru, düzgün ve kusursuz olma; iyilik, uygunluk, yarayışlılık” gibi mânalar içeren salâh kelimesinden türetilmiş olup “bir şeyin maksada uygun özellikte olması, fesadın zıddı, iyi, uygun, elverişli, yararlı, iyi olana ulaştıran” anlamlarına gelir. bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/maslahat

[2] Holakrasi 21.yüzyılın yönetim modeli olarak görülüyor. Holakrasi hiyerarşinin olmadığı, merkeziyetsiz ve ekiplerin özerklik içinde hareket ettiği bir sistemdir. Her örgütlenme hem özerk bir parça, ama aynı zamanda bir bütünün de parçasıdır. Holakraside kadınlara daha fazla sorumluluk yükleniyor. Holakrasinin ana sütunlarını şeffaflık, ölçülebilirlik ve organizasyonel çeviklik oluşturuyor. https://en.wikipedia.org/wiki/Holacracy

Yorum Gönder