Bir Delta Yok Edilebilir mi ya da Nasıl?
Böyle bir arzu niçin akla gelir, gelse bile mümkün olabilecek bir arzu mudur? Eğer jeoloji bilimine konu olan deltalar söz konusu ise belki bir çılgın projeci dışında kimsenin aklına gelmeyeceğinden eminim. Yok öyle değil de “deltaların oluşum süreçlerine benzer bir yolla oluşan sosyal sorunlara benzetim” yoluyla çözüm aranması söz konusu ise pekala işe yarar bir arzudur.
Deltaların nasıl oluştuğuna ilişkin coğrafya dersinden aklımızda kalanlar ve internette yazanlar oluşum sürecini şöyle özetliyor: Yerkürenin çeşitli yerlerindeki çeşitli büyüklükteki kayalar sıcaklık değişimleri, yer hareketleri, rüzgar ve özellikle de akarsuların aşındırmaları sonucunda giderek küçülüp yer çekimi etkisiyle alt kotlara doğru hareket eder. Bu hareketlenme uzun (jeolojik süreçler için de uzun) süreler boyunca devam ederek deniz kıyılarında son bulur. Eğer kıyı okyanus gibi şiddetli dalga hareketlerine açık değilse oralarda toplanıp deltaları oluşturur.
Sosyal sorunlara benzerlik bu oluşum süreci açısındandır. Belki bir fark birinin milyonlarca yıl, diğerinin ise yüzyıllar boyunca sürmüş olmasıdır. İkisi arasındaki şaşırtıcı benzerlik ise, makrodan mikroya değişimlerin şaşmaz birlikteliğidir.
Kayaçlar, yer hareketleri (yani makro) sonucunda büyük parçalara ayrılıp, ardından gelen daha küçük yerleşme hareketleri, onları izleyen su ve rüzgar aşındırmaları (mikro) sonucunda deltayı oluşturuyor.
Sosyal deltalar da (böyle bir isim takalım) aynen bu şekilde oluşuyor. Büyük yer hareketlerine benzer “dünya savaşları”, onları izleyen bölgesel / yerel savaşlar / iç savaşlar, iklim temelli göçler, ideolojik salgınlar, teknolojik değişimler, sömürü politikaları, kıtalan kaynaklar nedeniyle oluşan değer transferleri1, giderek bozulan gelir dağılımı, insan odaklı yaşam felsefesinin tedricen yol açtığı sorunlar sonunda giderek yükselen aldırmazlık eşiği ve yıkıcı bencillik2 salgını.
Sosyal delta o denli kapsayıcı genişlikte ki, nereye bakılsa orada farklı bir “sorun manzarası” görülebiliyor ve insanlar “esas sorunun orası” olduğuna emin hale geliyor. Hepsi de bir ölçüde haklılar, ama “bir ölçüde”; çünkü sorun bunların tümünden oluşuyor.
Şimdi N’apıcaz?
Benzetme yoluyla yapılan bu sorun tanımlaması çok ümit kırıcı. Sorunları, baktığı yerle sınırlı sayan insanlar durumun böyle olmadığını fark edince ümitleri kırılmaz mı? O devasa deltaya (yani her yere yayılmış sorunlara) bakanlar, umdukları gibi “üzerine gidildiğinde yok edilebilecek” bir sorun olmadığını, parçalarının bile “büyük kitlelerin uzlaşı içinde ve uzun süreler boyunca emek harcayarak çözülebileceğini” anlayınca ne yaparlar? Cevap bellidir: “Elle gelen düğün bayram” olarak kısaltılmış ve “madem bu durum herkesi kapsıyor, o halde razı olmaktan başka çare yok; unut rahat et” anlamındaki atasözü bu tür durumlar için söylenmiş olsa gerekir.
Bu anlayış aslında saklı olarak bir kabule dayanıyor: Ya bütün bu sosyal delta’nın –onlarca hatta yüzlerce yıl önce başlayıp bugünlere kadar süregelen– oluşumunun başlangıcındaki sorunsuzluk ortamına dönülecek ya da kadere teslim olunacaktır. Yani ya öyle ya böyle, ara durum yok!
Bir ipucu!
Bu -sokaktaki insanın konforuna çok uygun- gri tonları reddeden kabul sosyal delta’nın oluşum nedenlerinden birisidir. Deltanın oluşum süreci boyunca -içinde bulunulan bu an da dahil- her an, otur ya da koş seçeneklerinin dışında yapılabilecekler vardır. Örneğin, “geri döndürülemez sonuçlar yaratabilecek oluşumların ilk işaretleri alındığında harekete geç; geri döndürülebilir sonuçları kabullenip bir eylem için yararlan” gibi konfor bozucu karmaşıklıkta bir seçim pekala mümkündür.
Daha kısa ifadeyle, “gerçekçi olmayan beklentilerin rahatlatıcılığı, giderek büyüyecek çözümsüzlüklerin yaratıcısıdır”. Sokaktaki insanın çoğu beklentileri gerçek dışıdır.
Bu yaklaşımı günümüz Türkiye’sinin sorunlar deltasına uygulamaya çalıştığımızda durum nedir?
Kuzey Suriye’de, Türkiye’nin çıkarları açısından en doğru seçim olan “komşularının toprak bütünlüklerine saygı gösterip onlardan da mütekabilini beklemek” politikasını terk edip, İsrail’i koruma amaçlı bir Kürt devleti kurmayı önlemek amacıyla harekete geçerek dostumuzu düşmana çevirmek yerine, yarınlarda Türkiye’deki Kürt kökenli’lerin Türkiye’den ayrılmasını engellemek üzere, etnik veya başka açılardan kendini farklı sayanların “T.C.Yurttaşı” olmaktan gurur duymalarını sağlamaya çalışmak delta oluşumunu yavaşlatacak bir tutumdur.
Çeşitli ülkelerdeki Müslüman toplulukları bir ümmet federasyonu altında toplama niyetini finanse etmek üzere, Türkiyenin varlıklarını geri döndürülemez biçimde kapalı kapılar arkasında satmak yerine, bütün Müslüman ülkelere örnek olabilecek bir inanç çeşitliliği altında Türkiye Cumhuriyetini güçlendirmek de delta oluşumunu yavaşlatır.
Mevcut gidiş, daha gizli-kapaklı (intricate) planlar yapabilme zekaları yüksek toplumların -Lozan’da yüzümüze açıkça da söylenen- uzun vadeli politikalarına uygun olabilir. Toplumumuzun yarıya yakını da farkında olarak (keşke Yunan işgal etseydi) ya da olmadan bu politikalara destek verebilir.
Bu sosyal deltanın ilk halinde yola çıkan M.Kemal Atatürk ve arkadaşları, olağanüstü bir beceriyle delta oluşumuna en büyük desteği sağlayan büyük kaya kopuşlarını (Sevr) durdurdular ve Cumhuriyet devrimleri yoluyla durumu konsolide ettiler.
Ama bugünlere gelirken, gelişen dünyanın hız ve karmaşıklığına ayak uydurabilecek “yetkin akılları” üretemedik, üretmek bir yana önemsemedik.
Buradan dönüş var mı?
Hayır ve evet!
Hayır. Perşembenin gelişi Çarşambadan bellidir tekerlemesi (istatistik) hayır diyor. Bir kısım insanımız “Dünya hızlı bir dönüşüm içinde; sürekli olarak her gün yeniden kuruluyor. Bir gün yeni kurulacak dünyada Türkiye de parlak yerini alır” görüşünde. Bu görüş büyük ölçüde doğru, yalnız küçük bir farkla. Yeni kurulmakta olan dünyalarda yeni ve parlak yer alacak toplumların niteliklerine ne yazık ki -övünmenin dışında- sahip değiliz3.
Evet. Henüz etkileşim içinde bir gevşek ağ içine getirememiş olsak da insan varlığımız içinde etkili bir ağ oluşturabilecek ve bu deltayı görünür kılıp, akıl dışı beklentiler rüyasından sıyrılabilecek sağduyuya sahip yeter sayıda insanımız vardır.
Geri döndürülemez kayıplarımızı (toprak ve stratejik varlık satışları gibi) bir dönemin çılgınlıkları sayıp sineye çekerek, elde kalanı yine “üzerinde yaşamaktan herkesin gurur duyacağı” hale getirebiliriz. Bunun için ihtiyaçlarımız bellidir: Hamasete, suçlaşmaya, istirahate son ve sosyal tohumlama4 yoluyla sosyal delta oluşumunu yavaşlatmak.
Tınaz Titiz
31.08.2023
(1) Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/deger-transferi
(2) Bkz. https://bit.ly/3xwfyTF
(3) Bu konuda yapılan bir eBeyin Fırtınasında Türkiye’nin yeri tartışılmıştır. Bkz. https://bit.ly/3OLXlK6
(4)Sosyal Tohumlama ve beklentiler için bkz. https://bit.ly/3n59niW
Bulunduğumuz durumu doğru tanımlar ve nereye varmak/neyi başarmak istediğimizi somutlaştırabilirsek ondan sonrası nasıl ve kimlerle sorularının cevaplarını bulmak olacaktır. Doğayı düzenli ve sürdürülebilir yapan algoritmasındaki akıl-sezgi birlikteliğine dayalı bütünlüktür. Yazıda verilen örnek gibi tarihten bilinen Büyük İskenderin kördüğümü çözüşü gibi durumu kökünden değiştirecek yeni bir durum -strateji- yaratabilmek gerekiyor.Uzun vadeli klasik yollar geçersiz görünüyor; Sıçrama yaptıracak arayış için akılları bileştirmek üzere toplanalım.
“”elde kalanı yine “üzerinde yaşamaktan herkesin gurur duyacağı” hale getirebiliriz.””
İlk aklıma gelen “Boğazlar” oldu. Yeni olarak sosyal medyada dolaşan şu video çok güzel bir örnek olarak göründü bana.
https://share.icloud.com/photos/039bdFm8l5OHIsvsdSaEAsAHw
Eİ için yapılmış ama boğazın güzelliğine doyum olmuyor. 16 milyonun da öne çıkartılması çok akıllıca olmuş 👍👍👍👏👏.
Elinize aklınıza sağlık Tınaz bey.
Kurtuluşun araçlarından birinin “sosyal tohumlama yoluyla” sosyal delta oluşumunu yavaşlatmak olduğuna şüphe yok ama bir de Tusinami gerçeği var ki kopmuş geliyor..