Biz aptal mıyız?
Lütfen okuyunuz
Cumhuriyet Bilim ve Teknik eki’nin 21 Mayıs 2005 sayısında, Orhan Bursalı’nın “Gündem” başlıklı yazısını, bilim ve teknikle herhangi bir düzeyde ilgilenen herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum.
Yazıyı okumamış veya okuma imkânı bulamayabilecekler için, en önemli birkaç saptamasını aşağıya alıyorum:
“…..ülkemizde siyaset-iktidar-bilim ilişkilerinde yeterli iletişimin olmaması ve sinerjinin kurulamaması, bilime “ele geçirilmesi ve yandaşlanması gereken kurum” olarak bakılabilmesi ve bu bakışın resmen hayata geçirilebilmesi, tek taraflı bir olay değil. Madalyonun öte yanında bilimin ve bilim kurumlarının güçsüzlüğü var”
“……Güç, kaynağını eylemden, üretimden, başarıdan, katma değer yaratmaktan ve giderek tek başına varolmayı başarmaktan alır. Burada konumuz Türkiye Bilimi olduğuna göre, bu kıstaslar ışığında bakarsak, bilimimiz büyük ve etkili bir güç olamamıştır…..katma değeri, ülke ölçeğinde, siyasal ve toplumsal düzlemde, önemli ve büyük farkındalık yaratabilecek düzeyde değildir, olamamıştır.”
“….Bilim, hep siyasetin gözüne bakmıştır: Para ver, bir şeyler yapalım!. Siyasetin tavrı da bugüne kadar ne yaptın ki para verelim biçiminde olmuştur”
“…Siyasetçimizin, bilim politikalarının yaratıcılığı ve üreticiliği konusunda bir bakışı ve benimsemesi olamadığından, bilimi kalkınmada ve yönetim başarısında bir araç olarak kullanma zorunluğu hissettirebilecek durum ve yetenekte olamamıştır…”
“..Tersinden bakalım: bilim üretken olsaydı, toplumda katma değeri gözle görülür düzeyde bulunsaydı, tarihi, zaferlerle, başarılarla dolu olsaydı büyük bir kurumsal güç inşa etmiş olurdu”
“..O halde, sayısal ve niteliksiz bilimsel yayın artışlarıyla bilimin ülkemizde bir güç haline getirilebileceği inançlarının, ülkemizde bilimi daha uzun süre politikacının ayakları altında süründürülesinden kurtarılabileceğini mi sanmalıyız?”
Yasak soru
Bilim ve onun aracı teknoloji (BT) konusunda her gün onlarca yerde onlarca tartışma yapılıyor ve BT’nin nasıl gelişeceğinin yolları araştırılıyor; bu iyi ama hiç olmazsa bir kişinin çıkıp şu soruyu sorması gerekmez mi: Gözümüzün önünde ve gözlenebilir bir kısa süre içinde birçok ülke BT’yi gelişmelerinde somut birer araç olarak kullandılar; bunun nasıl yapılacağını Politika Belgeleri haline getirip dünyaya ilân ettiler; dolayısıyla şimdi kalkıp da bu bilinenleri tekrar tekrar birbirimize -bir icatmış gibi- tekrarlamak yerine, ezberlerimizi bir kenara bırakıp bizzat bilimin araçlarını kullanarak ülkemizdeki bu verimsiz sürecin niçin böyle olduğunu sorgulamıyoruz?
Doğrulanmamış yargılarımız soru olamaz
Sorgulamak ile kastettiğim, özlemlerimizi, kızgınlıklarımızı, doğrulanmamış yargılarımızı soru -ve ardından da cevap- formlarına büründürmek değildir. Tüm doğru bildiklerimizden kuşkulanmaya hazır biçimdeki bir sorgulamayı kastediyorum (https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=181). Aksi halde, “böyle böyle yaparsanız şöyle şöyle olur” gibisinden ucuz kalıplarla vakit öldürürüz.
Bu yazı üzerinde düşünelim, tekrar düşünelim
Orhan Bursalı’nın bu yazısı üzerinde düşünmeli, “biz zaten” ile başlayabilecek cevapları, o cevapların sahipleriyle -oyalanmaları için- bir kenara bırakabilmeliyiz. Çözüm, bu acayip sarmalın nedenlerini korkmadan sorglamaya bağlıdır.
İnsanlar eşit değildir, acaba biz de..
İnsanların -ve onlardan oluşan kavimlerin- eşit olmadıklarını biliyoruz. Eşitlik sadece insan hakları açısından söz konusudur. Uzun ve kısa boylular, kadın ve erkekler, şişmanlar ve zayıflar somut anlamda eşit değillerdir. Peki acaba bizleri bu denli akıl -ve onun artikülasyon aracı olan bilim- dışı bir sürecin içine itmiş ve orada tutan neden(ler) nelerdir?
Yoksa biz aptal mıyız?
Akraba evlilikleri mi, beslenme mi, genetik veya kültürel kod mu, negatif sosyolojik döngüler mi, Liebig yasası uyarınca (https://bit.ly/3ujNEso) önemsiz sayılabilecek bir şeyler mi, dış etkenler mi yoksa hepsi birlikte bir dizge içinde mi? Ya da doğrudan: “Biz aptal mıyız?”
https://www.tinaztitiz.com/yazi.php?id=647 adresinde bulabileceğiniz bir yazıma bu bağlamda tekrar rücu ediyor, boş vakit bulabilenlerinizin cevaplamasını rica ediyorum.
Cumartesi, 21 Mayıs 2005