“Emperyalizm”in başlıca kök-nedeni: Ezber geleneği!

İnternet’ten gelen ve bir akademisyenin yazdığı belirtilen “A.B.D.nin Karanlık Tarihi” başlıklı bir yazı, kuzey Amerika topraklarının ele geçirilişinden başlayıp Suriye, IŞİD meselesine kadarki geçmişte A.B.D.nin oynadığı çoğu zalimce rolleri popüler bir dille anlatıyor.

Benzer yazı, anlatı, kitap, internet mesajları vb. birikimleri zihnimde bir araya getirince ilginç bir nokta dikkatimi çekti. Bunların neredeyse tamamında anlatılanlar –bir bölümü dayanaksız, duygusal, kişilerin kendilerinden menkul olsa da- çoğu toplumsal sorunların kaynağı olarak “emperyalizm”i gösteriyor.

Birikimleri gözden geçirince ikinci dikkatimi çeken ise, her sorunun getirilip emperyalizm’e, çözümlerinin de emperyalizm ile mücadele’ye dayandırılması ve katiyetle bir adım daha ileri gidilmeyip bu meşum olgunun sorgulanmaz (ezber[1]) oluşu, zihnimde emperyalizm = Tanrı eşitliğinin oluşmasına sürükledi.

Madem ki kavram olarak Tanrı da kendinin nedeni ve sonucudur, öncülü yoktur, bu kadar insan ağızbirliği etmişçesine emperyalizmi nihai suçlu gösterdiğine göre, onun da tanrısal bir niteliği var demektir.

Emperyalizm, üstünde yatılacak yastık olamaz!

Bir zamanlar bir meslek ağabeyim, yaptığımız hataları geçiştirmek için özür dileme enstrümanını keşfettiğimizi görünce, “özür, üstünde yatılacak bir yastık değildir; önce, tekrarlamamayı güvence altına alacaksınız sonra da bir cila olarak özür dileyebilirsiniz” demişti. Emperyalizm de her melanetin ihale edileceği, sonra da yapılanların yapılmaya devam edilip sonuçlarının yine aynı yere fatura edileceği bir yastık olamaz. Eğer bu bir uyanıklık değilse –ki çoğu kimsenin bu amaçla kullandığını düşünüyorum- mutlaka bir aymazlık boyutu vardır.

Aslında biraz düşünülürse, tamamen soyut bir kavramı suçlu ilan edip savaş açmanın, bedava kahramanlık için çok da uygun bir araç olduğu görülecektir.

Önce adlandırmayı doğru yapalım: Sömürü!

Emperyalizme fatura edilen ne varsa “sömürü” kavramıyla açıklanabilir. Sömürü ise son derece somuttur ve “değer transferi” denilen olgunun ta kendisidir.

–     Maslow ihtiyaçlar piramidinin her basamağındaki kişiler, bir üst ihtiyaç basamağına tırmanmak ister. Ender haller haricinde bu eğilim insan türünün ortak bir özelliğidir denilebilir.

–     Herhangi bir –somut ya da soyut- ihtiyacın giderilmesi, mutlaka bir enerji harcamayı gerektirir. Çünkü her şey:

  1. Ya doğrudan bir enerji (güneş),
  2. Ya güneş yoluyla doğrudan üretilenler (bitki, odun, kömür, petrol, gaz, madenler),
  3. Ya bu ilk ikisi kullanılarak elde edilmiş daha karmaşık bileşik ürünler (bina, alet, makine),
  4. Ya da bunların tümü kullanılarak üretilmiş daha karmaşık ürünler (bilgi, beceri, ar-ge)

dir[2]. Bunların tümüne bir ad vermek gerekirse en uygun isim “değer”dir[3].

–     Maslow’un her ihtiyaç basamağı, bir alt basamaktakinden daha fazla enerji (ve/ya türevine) ihtiyaç gösterir. Örneğin, üzeri ağaç dallarıyla kaplı bir barınak sahibi insanlar, üstü akmayan –mesela kamış paketlerinden yapılmış- çatıya sahip barınağı nispeten daha kolay elde ederken, vahşi hayvanlara karşı daha korunaklı taş duvarlı bir ev yapmak daha fazla enerji gerektirir.

–     Toplumlar, yukarda sıralanan 4 kategorideki enerji (ve türevleri) kaynaklarına bütünüyle sahip değillerdir. Çünkü, sahip oldukları enerji ve türevleri arttıkça, o toplumdaki insanlar da daha üst ihtiyaç basamaklarına tırmanmak istemekte, kendilerini yönetenlerin üzerinde başa çıkılamaz bir baskı kurmaktadırlar.

–     Bu baskıların kaçınılmaz iki sonucundan birisi, bir toplumu oluşturan çeşitli kesimler arasında, söz konusu enerji ve türevlerinin birbirilerinden transferi çatışmalarıdır. Sınıf çatışmalarının, toplum içi sömürülerin başlıca nedeni budur.

Diğer sonuç ise, ihtiyaç duyulan enerji ve türevlerinin, başka toplumlardan ya barışçıl yollarla (ticaret gibi) ya daha az barışçıl yollarla (sömürü yoluyla) ya da zorla (işgaller, savaşlar yoluyla) transfer edilmesidir[4].

–     Bir toplum ortalama olarak ihtiyaçlar piramidinde ne kadar yukarılara tırmanmış ise (kalkınmış, gelişmiş) ise, daha üstlere tırmanmak için toplumdaki arzu o kadar fazla, bu ek tırmanışa karşılık gelen enerji ve dolayısıyla da transfer etmek ihtiyacında olacağı enerji ve türevi o kadar büyük olacaktır. Bu ise, barışçıl-az barışçıl-saldırgan araçların tümünün birden sonuna kadar kullanılması demektir. Nitekim bugün fiilen olan da budur.

–     Buradaki kritik kavram, her iki halde de geçerli olan yöntemin “değer transferi” olduğudur. İnsanlığın ilk çağlarından bugüne kadar çatışmaların büyük çoğunluğunun nedeni “değer transferi” olgusudur.

–     Bu mekanizmayı anlamaya çalışmak yerine, emperyalizm, kapitalizm gibi “değer transferi” yöntemlerinden ya da bu yöntemleri kullanan X, Y, Z gibi ülkelerden yakınmak, ilkel kabilelerin gök gürültüsüne karşı keçi kurban etmeleri kadar etkilidir. Yapılması gereken “sorgulamak yoluyla anlamak” ve “gereğini yapmak”tır.

İkinci adım: Sömürmek için sömürülecek birileri lazım!

Böylece açıklanan “sömürü” olgusu kendi kendinin sebebi (Tanrı gibi) değildir; tam aksine bir neden dolayısıyla ortaya çıkar ve sonrasında da o neden ile birlikte sürekli olarak birbirlerini üretirler (yumurta ve tavuk arasındaki döngüsellik gibi).

“O neden” sorun çözme kabiliyeti yetersizliğidir!

Her bakımdan birbirine eşit güçte iki kişi arasında sömürü olamaz; aralarında potansiyel farkı yoktur. Aynen aynı yükseklikteki iki havuzdan birbirlerine su akımı olamayacağı gibi.

Bu potansiyel eşitliği bozabilecek herhangi bir neden (akıl, bilgi, kurnazlık, acımasızlık, biat, ahlaksızlık, ezber, yaratıcılık vb farkı) dolayısıyla taraflardan birisinin, karşılaştığı sorunları çözmedeki yetersizliği derhal bir “sömürüye açık alan” yaratır. Sömürüye açık alan bir iştah açıcı gibidir ve o ana kadar sorunsuz –hatta dost- birlikte yaşayan iki kişiden göreceli olarak daha yüksek sorun çözebilirliğe sahip olanın sömürme iştahını tahrik eder; teknik olarak, arada bir potansiyel farkı oluşur.

Bir kural olarak bir kişi ya da bir toplumun çözemediği her sorun, çevresindekiler için birer sömürüye açık alandır. Bu alan, düşük potansiyelli olanın sömürülmesine yol açarken, yüksek potansiyelli olanlar arasında da bir paylaşım kavgasına yol açar. Sevr’e giden yol boyunca bunu bizim kadar somut yaşayan toplum galiba yoktur.

Bu süreç kin, nefret, beddua, öbür dünyada hesaplaşma vs ile ilgisi olmayan, yer çekimi, rüzgar oluşumu gibi doğal bir olgudur. Tek çaresi ise önce ne olduğunu, niye olduğunu sorgulamak, sonra da yol açan nedenlere karşı araç geliştirmektir.

O da ne: Ezber sorgulamayı imkansız kılıyor!

Ezber, sosyal laboratuvarlarda üretilmiş bir virüs ya da kendiliğinden ortaya çıkmış bir mutant olabilir, bunun bir önemi yok; çünkü sonuç değişmiyor. Değişmiyor ve okul dahil tüm kurumların dokuları içine yerleşiyor ve sadece kendisine belletilenleri, söylenenleri yapıp, sonra da ortaya çıkan sonuçlardan yakınıp küfür, kahır, nefret, göğüs yumruklama, övünme, öbür dünyaya havale gibi işe yaramaz –ama enerji tükettirerek doğru işler yapmayı imkansızlaştıran- yollardan medet uman bir zavallılar topluluğu haline getiriyor.

Evet emperyalizm, ezber’in ta kendisidir!

Ezber, toplumumuzun sorgulama (dolayısıyla anlama, anlamayı önemseme) yetisini yok eden bir hastalıktır ve sürekli olarak sorun çözebilirlik potansiyelini azaltıp, sömürüye açık alan yaratmaktadır.

İnanmayanlar, http://www.beyaznokta.org.tr/oku.php?id=67 adresindeki bildirgeyi 5 yıl içinde niçin sadece 621 kişinin imzaladığına, her ay siteyi ziyaret eden 50,000e yakın kişinin niçin bu konuya aldırmadığına bakıp şaşabilirler.

18 Temmuz 2015

 

[1] Farsça “kalpten” (ez: kalp, yürek, göğüs , ber: -den eki), by heart (İng), par coeur (Fr), Sorgulanmazlık, sorgulanamazlık (Tür)

[2] Bkz. http://wp.me/p2t6mi-1vI, http://bit.ly/1taV5J3

[3] Bkz. http://bit.ly/1xa9iuL

[4] Bkz. http://wp.me/p2t6mi-1Dd

2 Yorumlar

  1. Herhalde; tekrarlaya tekrarlaya ancak, “ezber” = “zihinsel soykırım” denklemini, insanlara ezberleteceğiz!:))

Yorum Gönder