Telgrafı Atatürk gibi kullanmak!
“Atatürk gibi düşün” uzunca süredir bir deyim olarak dilimize yerleşti; ama kimse, onun “nasıl” düşündüğünü değil, doğan sonuçların ne denli mükemmel olduğunu değişik üsluplarda anlatageldiler. Bütün bu farklı ağız ve kalemlerin anlatılarındaki ortak özellik çok (ama çok) büyük çoğunluğunun “nasıl düşündüğü” hakkında bir ipucu vermemesidir.
Bütün bunlardan ister istemez çıkarılabilecek bir sonuç, “düşünme” sözcüğüyle bir zihinsel sürecin değil, yaratıcılık da dahil, anlama, ifade etme, eylemi planlama ve gerçekleştirme adımlarının tümünün kast edilerek bir belirsizlik içinde paketlendiğidir. Böylece Atatürkçü Düşünce, herkesin meşrebince anlamlandırdığı ya da hiçbir anlam yüklemeden gelişigüzel kullandığı bir deyim haline dönüşmüştür.
2022 yılının başlarında, ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) genel başkanlığına aday olan bir arkadaşıma ne gibi bir destek sağlayabileceğimi düşünürken, ADD’nin web sitesine[1] bakmak aklıma geldi. Öyle ya Atatürk’ün nasıl düşündüğünü öğrenmek için en iyi kaynak burası olmalı.
Bunun üzerine kısa bir Düşünce Notu[2] hazırlayarak arkadaşımın başkanlık konusundaki küçük de olsa bir avantaj elde edebileceği argümanımı kendisine sundum: Atatürk, gelişmiş bir toplumun vazgeçilmez yapı taşları olan Nedensel ve Eleştirel (rasyonel ve kritik) düşünme ile yaratıcı düşünme’yi, yerine ve zamanına göre diğer seçkin nitelikleri ile birleştirerek sıradışı başarılara imza atmış bir kişidir.
Gelişkin toplumlar bu düşünme biçimini örgün ve yaygın eğitim sistemleri yoluyla başat kültürleri haline getirmişler; biz ise Atatürk’ün en büyük arzularından birisi olan bu kültürü özümsemek yerine Atatürkçü Düşünme gibi ayrı bir isimlendirmeyle “Atatürk’ü sevenlerin yaşam biçimi” olarak ilan etmişiz.
Böylece ideolojik olarak Atatürk’e karşı olanlar aynı zamanda nedensel, eleştirel ve yaratıcı düşünmeyi Atatürk ile özdeşleştirip dışlamış durumdalar. Bugünün dünyasında niçin dışlandığımızı, medeniyetin bir ölçüsü haline gelmiş bulunan rasyonel, kritik ve yaratıcı düşünceyi reddetmiş durumumuzla açıklamak mümkündür.
Atatürk’ün düşünme araçları
Yaşam tercihlerini başkalarına ihale etmemiş “birey”ler[3] düşünmek için birkaç şeye ihtiyaç duyar: Sağlam bir biyolojik organa (beyin), zihne yerleşmiş bazı temel bilgilere, problemler güçleştikçe gerekecek ek bilgileri edinebilme yöntemlerine ve en önemlisi, bu üç kaynağa sahip başkalarıyla kurulabilecek etkileşim ağlarına.
Bunlardan sonuncusu için Atatürk’ün geliştirdiği araçlar bugün dahi tam anlaşılamamış, anlaşılmak bir yana bir kesim tarafından aşağılama amaçlı kullanılır olmuştur. Ünlü müzakere sofraları etkileşimin en net örneklerindendir.[4]
Güç sorunlar karşısında daha yetkin akıllar üretebilmenin zorunlu bir aracı olan “mesafelerin engelleyiciliğini aşarak, farklı düşüncelerin etkileşimine ortam yaratmak” için Atatürk’ün kullandığı araçlardan birisi de telgraf olmuştur. Bugün Atatürk’ün çeşitli yönleriyle ilgili zengin bir külliyat varsa da, genelde bilim ve teknoloji, özelde ise “yurt çapında bir iletişim ağı oluşturmasının” aracı olarak beceriyle kullandığı telgrafla ilgili fazla bir bilgi -en azından bu satırların yazarında- yoktur.[5]
Kurtuluş Savaşı’nın en karışık ortamlarında en gizli iletişimlerin yapıldığı bu ortamda, Mustafa Kemal’in telgraftan nasıl yararlandığı; gerek kendisinin gerekse iletişimlerin diğer taraflarının ne gibi donanım ve becerilere[6] sahip olduğu günümüz açısından önemlidir. Kısıtlı da olsa bazı kaynaklardan, Mustafa Kemal’in tüm faaliyetlerini yurt çapındaki telgraf ve daha da önemlisi telgrafhane mensupları ağlarından yararlanarak yürüttüğünü okuyabiliyoruz.[7]
Günümüze gelince!
Bu uzunca girişin nedeni, 100 yıl öncesinin günümüze kıyasla ilkel denilebilecek teknik imkanlarını sonuna kadar kullanarak, her yerleşim yerinde birer Çoban Ateşi yakıp bağımsızlığımızı savunabilmiş insanımızın, bugün benzer ateşleri yakarak özgürlüklerimizi savunmak için niçin bir araya gelemediklerine bir ışık tutabilmektir.
Kanımızca bunun nedenlerini anlamak için çok derinlere değil, 100 yıl öncesinin koşullarında, gazeteci Brown’un sözünü ettiği “aynı anda, birbirinden uzaktaki insanları bir aradaymış gibi müzakere ortamına getirebilen” teknolojiyi, bugünün daha eğitimli olduğu düşünülen insanlarımızın bir türlü beceremeyişlerine eğilmek gerekiyor. Bu bir hipotez değil defalarca denenmiş ve her defasında benzer sonuçlar alınarak kanıtlanmıştır.
1994 yılında kurulan Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı[8], 23 yıl sonra 2017’de “mesafeleri ve zaman farklılıklarını aşarak[9] kişileri internet üzerinden müzakere yaparak daha yetkin akıllar oluşturma amacıyla[10]” bir dijital çoban ateşi yakmıştı. Daha sonra bu teknolojiyi kullanarak -ama daima az sayıda ve hep zorlamayla- yapılan Birleşik Akıl Ağı® çalışmaları[11] bugünlere geldi. Ama 100 yıl önceki Cumhuriyetimizin kurucu babalarının oluşturabildiği telgraf ağının bugünkü teknolojik benzerini hakkıyla kullanabilecek beceri yaygınlığına bir türlü erişemedik. Nüfusumuzun ortalamasına göre daha iyice gelirli, ortalamaya göre daha uzun eğitim görmüş, ortalamaya göre dünya ile daha çok temasta, ortalamaya göre sorunlardan daha çok şikayetçiyiz; ama Brown’un hayranlıkla bahsettiği ağı oluşturup işletebilecek becerilere sahip yeterli insan sayısına sahip değiliz; yüzleşilmesi gereken acı gerçek böyledir.
Sosyal medyada sık sık Çoban Ateşleri oluşturmanın gereğinden söz edilir. Ama en azından bir telgraf şebekesine de artık sahip olmadığımız, günün teknolojisinin de ancak WAp mesajlaşma dersini bitirebildiğimiz için, bu ateşlerin yüzyüze olmasından başka çare yoktur ama ona da imkan yoktur.
Bu yazının ne genişlikte bir çevreye yayılacağını bilmiyorum. Ama olur da yayılabilir ve BAA Manifestosunda hayal edilenler gibi kişilerin ellerine geçerse, niçin bir The Vienna Circle[12] benzeri “Anadolu Çoban Ateşi Ağı” oluşmasın.
11 Temmuz 2023
Tınaz Titiz
[1] Bkz. https://www.add.org.tr/
[2] Bkz. Düşünce Notu. https://bit.ly/2YfjLvb
[3] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/birey
[4] Harbiyeden strateji hocası ve zamanın (1931) Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet beyi eleştirdiği için sofradan kalkması istenilen Dr. Reşit Galip’in “burası milletin sofrasıdır, milletin işlerini konuşuyoruz; burada oturmak sizin kadar benim de hakkımdır” itirazı üzerine Atatürk’ün sofrayı terk etmesi tam bir etkileşim örneği değil midir.
[5] ChatGPT ile yapılan bir sorgulamada elde edilen bilgiler için bkz. https://bit.ly/3rhBfWh
[6] Savaşın ortasında, bir mesajın orada ve hemen iletimi için bazı donanım ve becerilere ihtiyaç olduğu belli olduğuna göre, geniş bir kitlenin bu donanım ve becerileri edinmiş olması tahmin edilebilir.
[7] E.Tümgnl, Ahmet Yavuz’dan alınan şu kaynakta, Amerikalı istihbaratçı gazeteci Brown, Chicago Daily News gazetesine gönderdiği bir telgrafta şu bilgileri aktarıyor: ““Bu geceki kadar iyi işleyen bir telgraf şebekesi ömrümde görmedim. Yarım saat içinde Erzurum, Musul, Diyarbakır, Samsun, Trabzon, Ankara, Malatya, Harput, Konya ve Bursa hepsi birbiriyle haberleşme halindeydiler. Bütün bu yerlere ulaşan telin bir ucunda Mustafa Kemal oturuyor, öbür ucunda da bu şehir ve kasabaların askeri kumandanlarıyla mülki idare amirleri bulunuyordu.
Durum olduğu gibi kendilerine anlatıldı. Ve bir tek istisnayla bütün Anadolu, Mustafa Kemal’e kendi dilediği gibi hareket etmesi ve işin sonuna kadar gitmesini emretti. Yalnız Konya, şehirde İtalyan birlikleri bulunduğundan tarafsız kalmak zorunda olduğu cevabını verdi.*” (*) Lord Kinross, Atatürk, Sh.234”
[8] Bkz. www.BeyazNokta.org.tr
[9] Coğrafya ve zamandan bağımsız müzakere ortamı için bkz. https://tinaztitiz.com/wp-content/uploads/2012/05/Networked_SK.ppsx
[10] Birleşik Akıl Ağı’nın manifestosu için bkz. https://bit.ly/3HoYMZE
[11] Bkz. www.BirlesikAkilAgi.com
[12] “Aklın Askıya Alındığı Zamanlarda Doğru Düşünme” (The Vienna Circle) bkz. Exact Thinking in Demented Times- https://bit.ly/3BmdQ7d
Bir diğer sorun da, bir bakıma gelişmiş çağın, dünyanın bütününe hızla yayılmasının verdiği büyüden yararlanarak bir illüzyon yaratması, hak etmediği, haddinden fazla takdirle bireylerin önemini, kararını, kimliğini, az da olsa potansiyel yaratıcılığını körektmesidir. Bu aşırı süratli iletişim insan beyninin kapasitesinin üzerindeki gerekli gereksiz çeşitlilikte ve sayıda ve bireyin talep edip etmemesine bakmadan yaygın “topçu salvolarıyla” her ülkedeki aydın olmaya, iyi eğitim almaya çalışan beyinleri tıpkı cephedeki gibi yumuşatmaktadır. Bilgi baskısı altında kalan tek kişi, tek ilgi alanına, tek göreve, tek yapıya sahip olduğu için paralize olmakta, eli ayağına dolaşmaktadır. Aslında birer “eğitim”, “yol gösterici eğitim” aracı ve subliminal mesajlı haberler, raporlamalar, “onaylanmış”, bilinçaltından gizli ve derin işgal korkusu veren, izin almadan fütursuzca her yere bulaşan yabancı dildeki ithal analizler ve onun yerli türevleri, bireyleri derinden ürkütmekte, kendi coğrafyasına, tarihine bağlı özgüvenli evrensel bilimsel düşünce temelli demokratik kişilik geliştirmesine engel olmaktadır. Birey farkında olmasa da, subliminal alt beyni dışarıdan, belki bilimsel düşüncenin yeşerdiği yerlerden gelen “sakın bilimsel düşünme!” komutlarını bilinç düzeyine çıkarmakta ve ülkemizdeki ve benzer ülkelerdeki yurtdışında en nitelikli eğitim almış bilim insanlarını bile Taş Devrine, pasifizmin (edilgenliğin, sorumsuzluğun, yani kendi özgün sorumluluğunu keşfedememenin) cennetine doğru geriye sürüklemektedir. Bu yetersizlik önyargısı ve saplantısının pozitif bilimin, Aydınlanma ve Rönesans’ın başladığı, felsefi düşüncenin alınan kararlarda egemen olduğu batıdan gelmesi hazindir. Bu sorunun, ortak eksikliğimizin birkaç kişi dışında psikiyatrlarımız, sosyal psikologlarımız, eğirimcilerimiz, sosyologlarımız, kitle iletişim bilimcilerimizce farkedilmemesi, incelenmemesi de hazindir.
ylmzhstrk38@gmail.com
https://tinaztitiz.com/telgrafi-ataturk-gibi-kullanmak/