Parçadan Bütüne mi, Bütünden Parçaya mı ya da?
Son söyleneceği baştan söylemek gerekirse: Cumhuriyet rejiminin kökleşmeyip en azından kırılgan hale gelmiş olması, 1946 Kahire Anlaşması ve ekleri[1] ya da emperyalizmin sömürgen tutumu nedeniyle değildir.
Aksine, rejimin tabanda yeterli karşılığının yaratılamayışı (başlangıçta da yeterli güçte bir “toplayıcı çekirdek”[2] bulunmayışı) nedeniyledir. Nitekim 1927 yılında Türk Ocakları Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bizzat Atatürk ve daha sonra İsmet İnönü bu yolda ifadelerde bulunmuştur[3].
Varlığını sürdürüp sürdürememe arasındaki ince ve ölümcül çizgide yapılan Kurtuluş Savaşı sırası ve sonrasında, son derece yetersiz bir insan nitelik dokusu üzerine kurulmak zorunda kalınan Cumhuriyet’in temelini oluşturan bu dokunun iyileştirilmesi için girişilen olağanüstü çabalara rağmen, oluşabilen yüksek nitelikli insan temeli[4], o temelin üstüne inşa olunan kurumları taşıyacak güce erişememiştir.
Daha açık bir ifadeyle, oluşan temelin Sorun Çözme Kabiliyeti[5], geri kalan nüfusun nitelik dokusunun geriye döndürücü etkisine direnebilecek güçte olamamıştır. Nitekim çok daha sonraki tarihlerdeki çabaların dahi o güce erişmeyi sağlamaktan uzak olduğu açıktır[6].
Bugün geldiğimiz noktada Cumhuriyet’imizin kırılganlığı sorununun, tümdengelim veya tümevarım yaklaşımlarından ancak ve yalnız birinin (o ya da öbürü) benimsenebileceği tartışılıyor. Hemen her konudaki ..den yana ve ..ye karşı (either or) yaklaşımı bu konuda da bir açmaz yaratıyor.
Tümdengelim (Bütünden Parçaya) yaklaşımına göre önce en üst kurumsal yapı oluşacak, o kurum alt yapıyı kuracaktır. Tam bize göre bir ihale yöntemi; birileri yapacak biz de işimize bakacağız.
Diğer uçta ise tümevarım (Parçadan Bütüne) yaklaşımı var ki tam bir iğneyle kuyu kazmak.
Bu ikisinin aynı anda olamayacağı inancı -aynen bir dini inanç gibi- ise sorgulamaya kapalı; ya biri ya öbürü.
Gerçek ise iki yaklaşımın birlikte inşaına dayanıyor. Kurtuluş Savaşı sırasında başlayan ve o ölüm kalım sürecinde dahi özen gösterilen -ama süre, çevrel koşullar, özellikle de toplum çoğunluğunun kapsanmasındaki güçlükler ve süreci baltalayan iç ve dış etkenler nedeniyle sürdürülemeyen- birlikte inşa ilkesi bugün dahi anlaşılmamış durumda.
Parcadan bütüne (PB) elementleri, yani sosyal tohumlar[7] sosyal toprağa ekilerek bir temel oluşturulurken, o temelin taşıyabileceği bütünden parçaya (BP) kurumlar inşa edilmeli; aynen, bir kabuklu deniz canlısının vuva inşaı gibi. Katman üstüne daha geniş katmanlar inşa olurken, alt katmanlar tedricen terk edilmeli.
Birdenbire nihai kabuğu inşa etmeyi deniz canlıları hedeflemiyorlar, milyon yıllık evrimlerinde tek hamlede ürettikleri kabukları kaybede kaybede bunu öğrenmişler; biz de öğreneceğiz.
Bugün yaşadığımız süreç aslında, Cumhuriyet inşa sürecine katılmamış kesimlerin parçadan bütüne inşa süreçleri olup, o kesimlerin acilcilerinin oluşturduğu BP kurumu tutunamamış görünüyor. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem arayışları bunun işareti sayılabilir.
Bundan sonra artık iki kesim de kendi PB temellerini inşa etmeye çalışırken, o temellerin taşıyabilecekleri BP kurumlarını da inşa etmeye çalışacaklardır.
Ancak, bu süreç boyunca, küresel (doğal ve yapay) oluşumlar da kendi PB ve BP inşa süreçlerini yürütecekler. İki farklı inşaat zaman zaman birbirini desteklerken zaman zaman birbirine karşı gelecek.
Bu karmaşık ilişkiler yüksek ses, özgüven gösterisi vb yollarla yönetilemeyeceğine göre, Rolls&Royce’un ünlü ilkesini uygulayan kazanacaktır: “Her gürültü bir yanlış tasarım işaretidir”.
23 Ekim 2021
[1] Bkz. http://www.akintarih.com/turktarihi/cumhuriyetdonemi/abd.htm
[2] Toplayıcı Çekirdek deyimiyle kastedilen, çevresinde Cumhuriyet rejiminin temel değeri olan “birey egemenliği”nin örgülenip giderek yaygınlaşabileceği asgari bir çekim gücüne sahip büyüklükte bir kitledir.
[3] Kemalizm’in sadece ”şekil” değil, özellikle ”zihniyet” meselesi olduğunu 23 Nisan 1927’de Ankara’da toplanan Türk Ocakları delegelerine Atatürk’ün söylediği bu sözlerden anlamak mümkündür:
”Arkadaşlar, inkılaplar henüz yenidir: dedikleri gibi kökleşip benimsendiği hakkındaki kanaatlerimiz, ancak ileride karşılaşacağımız hadiselerle gerçekleşecektir. Fakat, şimdi şuna emin olmalısınız ki, bugün başına şapka giymiş, sakalını bıyığını traş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanlarımızın çoğunun kafalarının içindeki zihniyet hala sarıklı ve sakallıdır.”
İsmet GİRİTLİ, Bir Ulusal Modernleşme İdeolojisi Olarak Atatürkçülük, Ankara, 2004.
[4] M.K. Atatürk’ün “Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli (karakterli) muhafızlar ister” sözü tam olarak nitelik dokusu kavramını tarif ediyor.
[5] Bkz. https://www.kavrammutfagi.com/kavram/sorun-cozme-kabiliyeti
[6] Bkz. https://tinaztitiz.com/2012/05/25/irtica-ile-mucadelede-strateji-arayislari-2/
[7] Bkz. “Bir Dönüştürücü: Sosyal Tohumlama – https://ggle.io/3iBq”
Tınaz bey, yaşam koşullarının dinamikliği bütün canlılar gibi insan için de daima diri ve yapıcı devinim içinde olmayı gerektiriyor.
PB-BP arasında gidip gelebilme diriliği, “Birileri yapsın ben de yararlanıyım” yollu genellikle sıcak iklim insanlarında gözlenen davranış kalıbı ile ne yazık ki, örtüşmüyor. Soğuk iklim kuşaklarında yeşeren medeniyetlerin küresel ısınmaya paralel nispeten soğuk iklim kuşakları toplumlarında ortaya çıkması, ilginç. Ancak Kuzey Yarımküre (KY)’de gözlenen bu gelişmenin Güney Yarımkürede Ekvatordan güneye inildikçe KY’deki kadar net gözlenmiyor oluşu, iklim etkisine başka faktörlerin de eşlik ettiğini düşündürüyor.
Kaleminize dağlık. Kutlarım.
Yorumlarınıza sağlık Necati bey, çok teşekkürler.
Çok istifade ettim Teşekkür Ederi.