OKUL SİSTEMİNİN EN SAKINCALI YANI!

Geleneksel okul sistemine yöneltilen birçok eleştiri var. Toptancılık anlayışı içinde bireysel özellikleri yeterince dikkate almayışı, öğrenme yeteneğini göz ardı edip öğretme esaslı oluşu ve ders denilen ve yaşamın soyut bir modeli olan bir araç yoluyla derslerin işlenmesi eleştirileri bunlardan yalnızca üçü -ve de bütününün reddedilmesine kadar gidebilecek üçü- dür.

Bu üçüncüsü, özellikle bizim üzerinde daha dikkatle durmamız gereken bir noktadır. Yani, yaşamın kendini, onu iyice unutturacak ve ancak çok yüksek soyutlama becerisi kazanabilmiş erişkinlerce tekrar bir araya getirilerek anlaşılabilecek derecede parçalayarak “dersler” haline getirmek, ilkel çağlardan bugünlere erişebilmiş bir garabettir.

17-18 Ekim tarihlerinde İstanbul’da bir seminer veren Prof. James J. Asher’in seminer sırasında verdiği bir örnek, derslerin gerçekleri nasıl çarpıtıp saçmalaştırdığını göstermesi bakımından ilginçtir. Ortaokul öğrencilerine cebir öğretmek için seçilen problem şudur: Ohio’lu bisiklet tamircisi olan Wright kardeşler (uçağın mucitleri), bir gün dükkandaki 2 ve 3 tekerlekli bisikletleri saymak isterler. Kardeşlerden birisi yalnızca pedalları sayar 18 sayısını bulurken, diğer kardeş tekerlekleri sayar ve toplam 46 sayısını belirler. Acaba dükkanda kaç adet 2 ve kaç adet de 3 tekerlekli bisiklet vardır?

Buna benzer problemler, bizim orta ve lise kitaplarımızda bol miktarda mevcuttur.

Ancak unutulan nokta, bu problemin saçmalığının göz ardı edilip, çocukların aptal yerine konulmasıdır. Doğrudan 2 ve 3 tekerlekli bisikletleri saymak varken hiç kimse pedal ve tekerleri ayrı ayrı sayıp sonra da 2 bilinmeyenli denklem kurarak 10 adet 3 ve 8 adet de 2 tekerlekli bisiklet olduğu sonucuna varmayı düşünmez.

Çocukları ilgilendireceği düşünülen bu akılsızca problem formülasyonu aslında, çok farklı anlama gelmektedir: Çocukları çok az tanıdığımızı ve eğitim yaklaşımlarımızın onları gerçekten de aptallaştırdığının farkında olmadığımızı!

Tüm fizik, kimya, matematik kitaplarındaki problemleri inceleyiniz. Şu iki kategoriden birine mutlaka girerler: ya hiç bir açıklaması olmayan problemler, ya da bisiklet probleminde olduğu gibi aptalca düzenlenmiş olanlar.

Bu yaklaşımın muhakkak ki bir nedeni vardır: O da, öğrenmenin tek yöntemi olarak, değişik problem türlerinden olabildiğince fazla örneği “tekrarlayarak” farklı bir probleme rastlama olasılığını olabildiğince azaltmaktır.

Bu tekrarlama işini iyi yapan ve de niçin tekrarlama gerektiğini sormayan öğrencilere “çalışkan” deniliyor ve bir fizik, kimya ya da matematik problemini çabucak çözebilen bu çocuklarda da “fen kafası” olduğu söyleniyor. Bu çocuklarımız derslerde sık sık sorular sorarak, değişik görüntülü (ama kökü aynı) problemleri nasıl çözeceklerini öğrenmeye çalıştıklarında, bu da “ezberin olmadığının kanıtı” olarak gösterilir.

İşte, bu kadar tekrar için anlamlı problem tasarımlamak zor olacağı için de mecburen gerçek yaşamda rastlanması mümkün olmayan problemler ortaya atılır.

Derslerin gerçek yaşamla birleşmesi ancak tekrarın ortadan kalkması ile mümkündür. Bu ise karmaşık problemleri -tekrarladığından ötürü- çözebilen kişilere değil, çocuklarımızın çok basit gerçekleri iyi anlamış olmalarına bağlıdır.

Diferansiyel denklem çözebilen, ama gerçek problemlerle karşılaştığında birinci derece denklem bile kuramayan üniversite mezunları yerine, bayağı kesirlerin çarpım kuralının niçin öyle olduğunu bilen çocuklara ihtiyacımız var.

Dersleri birbirinden kopararak vaziyeti kurtarmak (programı zamanında yetiştirmek) yerine, onları anlamlı senaryolar içine yerleştirebilen öğretmenlere, bu yapılmadığı takdirde neler olabildiğini ve de olabileceğini görebilen eğitim yöneticilerine (her düzeyde) ve elite ihtiyacımız var.

Yorum Gönder