O film’e tepkiler hakkında..
A.B.D.de yaşayan karışık geçmişli, porno film yapımcısı Nakoula Basseley Nakoula (55) adlı bir kişinin, Hz. Muhammet ve İslam’ı aşağılayan –yaklaşık 1 yıl evvel çekildiği belirtilen- filmin bir özeti internete düşünce önce Libya ve Mısır, sonra da diğer İslam ülkelerinde şiddet yüklü protestolar başladı ve Libya’daki A.B.D. büyükelçisi dahil 4 kişi öldürüldü.
Olay 3 gün önce meydana geldi. Bugüne kadar geçen süre içinde gazete ve TV yorumlarında –çeşitli şekillerde de olsa özü tıpatıp aynı- şu iki grup yorum çıktı, çıkmaya da devam ediyor: (1) “Herhangi bir dine hakaret edilemez”, (2) “Şiddet hoş görülemez”. Bu iki argümanın hangisinin başa koyularak dile getirildiği, böylelikle bir saklı içerik mesaj verildiği de ayrı mesele.
Belki ana akım medyaya yansımamış kasaba ölçekli medyada, “etme bulma dünyası, Kaddafiyi parçalarsan bu da karşılığı olur, elinize sağlık koçum” mealinde yorumlar vardır, ama benim gözüme çarpmadı.
İki tesbit..
Görüntülerinden çıkardığım kadarıyla, protesto edenlerin büyük çoğunluğunun filmi seyretmediği –aslında ihtiyaç da duymadığı- belli. Ayrı bir tesbitim de şu: Her şeyin üzerinde değer verdiği, kılına zarar görmesini istemediği bir kişi ve onun tebliği ettiği dinin aşağılanması halinde ilk insani tepkinin derin bir üzüntü –ve üzüntünün çeşitli biçimlerde dışa vurumu-, ancak sonrasında bunun bir fiziki tepkinin olması beklenir. Protestocuların hiç birisinde böyle bir üzüntü görünmüyor.
“Neye tepki verildiğinin önemi olmadığı” odak noktası alınırsa, bu odak çevresinde tüm dünyada ve bu arada Türkiye’de sıklıkla olaylar oluyor. Film protestosu bunlardan sadece birisidir.
Bu müthiş bir koz’dur..
Bu yolla, bir kişi / bir servis / bir cemaat çok kolaylıkla büyük kesimleri harekete geçirebilir, yaktırıp yıktırabilir, sonra da durdurup bir süre sonra –herhangi bir nedenle- birbirlerini kırdırabilir ya da beğenmediği kesimleri ortadan kaldırabilir. Henüz bu esneklik ve yıkıcılıkta bir silah yapılmamıştır.
Bu silahın en önemli özelliği, şiddetle yok edilmeye çalışıldığı sürece “kin birikimi” yoluyla daha başa çıkılamaz hale gelmesidir. 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısından sonra Irak ve Afganistan’da öldürülen milyonlardan sonra, “o silah”ın daha keskinleşmiş olmasının nedeni budur.
Ama bunun için uygun insan malzemesi gerekir..
Sorgulamayı, kuşkulanmayı, kanıt aramayı ve bütün bu eleklerden geçebilen fikirleri dahi mutlak doğru / iyi / güzel olarak nitelememeyi, düşünme biçiminin ana ilkesi olarak benimsemiş bir insana, “git şu eylemi yap” deseniz ne olur? Olacak olan, en azından birkaç yüz soru ile karşılaşmanız ve onlara verebileceğiniz cevapların her biri için de bir o kadar yeni sorunun tepenize yağmasıdır. Kısacası bu tür insanları böyle eylemlere yönlendiremezsiniz.
Buradan, sürü formundaki eylemler için gereken insan malzemesinin başat karakteristiği ortaya çıkıyor: Soru sormayacak, itiraz etmeyecek, sadece denileni yapacak –hayatı pahasına dahi olsa-.
Bunlar ne kadar erken koşullandırılırsa başarı da o denli büyük olur. İntihar bombacılarının küçük çocuklardan devşirilmesinin nedeni budur; yani “tek doğrululuk”.
Esas merakım şudur..
Bu kolayca varılabilecek sonuca herkesin –sorgulamayan sürüler hariç- kolayca varması mümkündür, hatta kesindir. Peki nasıl oluyor da ulusal ya da uluslararası terörizm mücadelelerinde tek kelimeyle dahi bu “sorgulamayan insan tipi” ve onun kavramsal temelini oluşturan “sorgulanamazlık” hiç gündeme gelmiyor.
Hadi diyelim bir kısım insan mazurdur..
Trafikteki zebrada bekleyen, sadece dost ahbap toplantılarında esip gürleyen, ağlaşmaktan başka bir iş yapmayan yazarların yazılarını ileterek, Atatürk anıları ileterek kendini ve çevresini kandırdığını düşünenler mazurdur.
Türkiye’ye tuzaklar kurulduğunu, buna karşı uyanıp “bir şeyler yapılması gerektiğini” büyük bir celâdetle savunanlar da mazurdur.
“Sorgulamayan insan tipi”nin en güçlü silah olabileceğini, onu eline geçirenin herşeyi –ama herşeyi- yapabileceğini, çıkarları nedeniyle dile getirmeyenler de mazurdur.
Bunları düşünemeyenler de mazurdur.
İri ünvanları nedeniyle kendi doğruları dışında fikirleri kabullenemeyenler de mazurdur.
Bir kişi arıyorum..
Bu mazur kişi ve kesimlerin dışında, kamuoyunu veya onun küçük bir bölümünü etkileme kapasitesine sahip 1 (bir) kişi yokmudur ki, sorgulanamazlık virüsünün ve onun enfeksiyona yol açmış formu olan “soru sormayan, sorgulamayan insan tipi”nin sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yok edilmesi gereken bir hastalık olduğunu farketmiş olsun ve bunun gereğini dostlar alış-verişte görsün yollu değil içtenlikli olarak yerine getirerek ilerisi için düzgün tohumlar atsın.
16 Eylül 2012 Pazar
Tınaz bey, ben varım:-)))
Şükran hanım sizlerin de yardımıyla bu konuyu sadece Türkiye’nin değil dünyanın gündemine taşıyabilmeliyiz. Bir süre önce İktisat ve Toplum Dergisi, UNDP Başkanı Helen Clark ile bir söyleşi yaptı ve dergide yayımladı. Söyleşinin mesajı şuydu: Eğer tüm dünyadaki kalkınma çabalarının tam kalbine eğer “sorun çözebilirliği” yerleştirebilirsek başarılı olabiliriz.
Ben de bunun üzerine Bn. Clark’a bir mektup yazarak, Beyaz Nokta® Gelişim Vakfı’nın bu amaçla kurulan bir vakıf olduğunu, kendileriyle bu yolda işbirliği yapmak arzusunda bulunduğumuzu ilettim.
12 Ağustos 2012’de gelen cevapta, UNDP Türkiye masası şefinin bizimle bu konuyu görüşmeye hazır olduğu belirtiliyor. Şimdi, mektubumu ve gelen cevabı BN web sitesinde yayımlayıp, gönüllülerimizin girişimlerine açacağım. Ben varım diyebilenler için mükemmel bir başlangıç noktası olabileceğini umuyorum.
Bu vesileyle selam ve sevgiler. Tınaz Titiz
Tınaz bey, değerli açıklamalarınız için çok teşekkür ederim. “Eğer tüm dünyadaki kalkınma çabalarının tam kalbine eğer “sorun çözebilirliği” yerleştirebilirsek başarılı olabiliriz düşüncenize gönülden katılıyorum. Kendi deneyimlerimle de katkıda bulunarak içtenlikle çabalayacağımdan emin olunuz.
“Farklılıkların ayrılmaz bütünlüğünü anlayabilen” ve kendi mutluluğunu bütünün mutluluğunda bulabileceğini görebilen bir dünya için çabalamak düşüncesi benim için yaşamı çok değerli kılıyor.
Sevgi ve saygılarımla,
A.Şükran Demiralp
Yıl 2015: “Mazur” insan sayısı giderek artıyor mu?