“Kültürel işlevler nasıl bozuluyor?” tam anlaşılmadan sorunlar çözülemez
Hangi ölçekte –bireysel, kurumsal, toplumsal– olursa olsun sorunların çoğunun, onları çevreleyen Sorun İklimleri’nde üreyebildiğini, böylece üreyen sorunların kendi aralarında bileşikler yaparak –hatta o bileşiklerle de birleşerek çoğaldıklarını– gözlemliyoruz. Bu üreme sürecini daha iyi anlayabilmek için maddeler kimyası’na benzetme yaparak Sorun Kimyası[1]gibi bir terim de kullanılabilir.
Üreyen sorunlarca bozuma uğratılan yaşam alanlarının (kültürel işlevler alanı)[2] kendini onarabilmesine yardımcı olabilecek tohumlar[3] yoluyla onarılabilmesi mümkündür.
Ama -akıllarınıza ihtiyaç gösteren- bir durum var!
Sorun Kimyası uyarınca üremekte olan Sorun Salkımı’nın nerelerine hangi tohum(lar) ekilerek o bölgelerin kendilerini onarmasına yardım edilebilmesi için, sorun üreme sürecini tam olarak anlamak gerekiyor. Bir anlamda, tedavi edilmek istenilen hücre reseptörlerinin kabul edebileceği tohum fikirlerinin seçilmesi ya da mevcut tohum stokumuzda yok ise üretilebilmesi gerekiyor
Cevap bekleyen soru, herhangi bir kültürel işlevi bozarak –mesela herhangi bir fikri sorgulamayı kendi kendine yasaklayarak- o fikir dışındaki tüm fikirleri yanlış-kötü-çirkin[4] olarak niteleyen sebep nedir?
Acaba, herhangi bir anda –çocuklukta istem dışı, erişkinlikte isteyerek ve/ya koşullandırma, propaganda vb. ile– öğrendiğimiz bir kavram, herhangi bir tatminkar cevap bul(a)madığımız soru(lar)a cevap vererek, o sorular ve cevaplar arasında sağlam bir bağ oluşturup böylece oluşan zihinsel konfor alanı girişini bir süzgeç gibi kapatarak, kendisi ve bağlantı kurduğu diğer kavramlarla uyuşmayan tüm fikirlerin girişini önleyerek bir fanatizm ortamı mı oluşturuyor?
Birey, kurum ve/ya toplumun, sorularına cevap bulma telaşının farkında olan ve kendilerine özgü çeşitli doğru-iyi-güzel ideoloji sahipleri bu aciliyeti kullanırken, asıl görev sahiplerinin –aile, aydın kesim– bilgisizlik / bilinçsizliklerinin sonucu olan aymazlık acaba bu sürecin birincil dürtüsü olabilir mi?
Böylesi bir durum oluştuğunda, nasihat, “kendi doğrularımız, iyilerimiz, güzellerimiz”e çekebilecek argümanlar, ödüler, tehditler, aşağılamalar, alaylar üretmemiz hiçbir işe yaramayacak; belki de giderek kutuplaşmaları derinleştirecektir.
Bu süzgeç(ler)i teşhis edemediğimiz, reseptörlerinin neleri-nasıl kabul edeceğini bulamadığımız ve bundan sonra da uygun tohumlar yoluyla işlevlerin kendilerini iyileştirmelerine izin vermediğimiz sürece tüm çabalarımız şu üç sonuçtan en az birkaçını verebilir:
(1) Sorun Kimyası uyarınca üreme süreci (hızlanarak) sürecek ve stok giderek büyüyecektir,
(2) Bu mekaniği anlamadan girişilecek her çözme çabası yeni sorunlar oluşturacağı için stokun -kefir gibi- büyümesine yol açacaktır ve
(3) Zaman olumsuza işleyeceği için çözme çabalarımız -mağdurların bilinçsiz şikayet ve yol göstermeleri(!) altında giderek zorlaşacaktır.
Birey, kurum ve de toplumun, sorunlardan yakınması ve bunların “kendi dışındaki birileri” tarafından çözülmesini istemesi doğal bir tepkidir. Ama en az bunun kadar doğal olan bir diğer şey, birey ve kurumların bizzat içinde yer almadığı çözüm süreçlerinin zaman ve enerji kaybından başka bir işe yaramayacağıdır.
Aradığımız cevabı -biraz uzunca da olsa- açıklayabildiğimi sanıyorum.
8 Ocak 2019
[1] Bkz. Sorun Kimyası (https://goo.gl/eaoKEL)
[2] Çalışmak, öğrenmek, eğlenmek, sevmek, ibadet etmek, affetmek, unutmak, sorgulamak, risk almak, tartışmak, kavga etmek, dövüşmek, feragat etmek, yardım etmek gibi yüzlerce kültürel işlev, bir bütün olarak kültürel işlevler alanını oluşturuyor
[3] Tohum: Yaşam alanlarımızın (eğitim, aile, iş, eğlence, öğrenme, ibadet, inanç, gönüllülük ve benzer) bir veya daha çoğunda, tek kişilerce dahi ortaya atılıp uygulanarak küçük ölçekli olumlu farklar yaratabilen; ama bir araya geldiğinde daha gözlenebilir bir dönüşüme yol açabilecek davranışlardır.
[4]Doğru-yanlış (akıl alanı), iyi- kötü (ahlak alanı, güzel-çirkin ise (estetik alanı)na ait terimler olmak üzere.