“Korkmama Özgürlüğü” ya da “Korkusuzluk Hakkı”
https://twitter.com/i/status/1752037204753293776 adresinde “korku” konusunda kısa bir video var. Korkmama’nın yararlarını ya da tersinden okunursa korku’nun zararlarını kader kavramına bağlı olarak işliyor; kısacası “korkunun ecele faydası yok” diyor.
Bir de “korkmama özgürlüğü” (bkz. https://kavrammutfagi.com/kavram/korkmama-ozgurlugu) kavramı var ki o, “korksanız da korkmasanız da zaten öleceksiniz; bari bir de korku çekmeyin”den bütünüyle farklı; hükumetlerin belki de tek varlık nedenini anlatıyor.
Halen BM’e bağlı 193 bağımsız ülkenin hükumetleri sınıflandırıldığında başlıca 6 küme var: Demokrasiler, Otoriter Rejimler, Melez Rejimler, Monarşiler, Komünist Rejimler, Teokrasiler.
Bunlar da kendi içlerinde alt kümelere ayrılabiliyor. Örneğin demokrasiler kendi arasında 6’ya, onlar da kendi aralarında 12 alt kümeye bölünebiliyor. Demokrasi dışındakileri de hesaba katarsak yüzlerce kümenin doğacağı belli.
Birbirinden farklı bu kadar rejim -yerine getirip getirmedikleri ayrı mesele- halklarına tek ortak vaatle iş başına geliyorlar: “Biz hangi nedenle olursa olsun sizin bir şeylerden korkup endişe içinde yaşamamanız için çalışacağız; yani size bir “korkusuzluk iklimi” vaat ediyoruz”. Daha da açık olarak vaadimiz, “şu listedeki 207 korku türlerinden sizleri uzak tutacağız” (https://ggle.io/4SzZ).
Korku ve korkmama meselesinin genel yönleri böyle. Türkiye özeline gelince, hemen her bakımdan çeşitlilik içeren toplumumuzun hakim rengi “korku”dur. 85 milyonluk nüfusun hiçbir şeyden korkusu olmayan birkaç bin dolayındakiler hariç tutulursa geri kalanların her birinin şu listedeki 80 korkudan en az birkaçına sahip oldukları kolayca tahmin edilebilir (https://bityl.co/OJ68). Buna göre toplumumuzun genel haline “Korku Toplumu” denilmesi abartı sayılmamalıdır.
Bu durumda Korkmama Özgürlüğü farklı bir anlam kazanıyor. Korkudan, özellikle de “korkunun bir yönetim aracı olarak kullanılmasından” kaynaklanan türünden masun olmak en önemli hak olarak ortaya çıkıyor.
İlginç olan nokta, siyaset kurumundan beklentileri “ekonomik sıkıntılardan kurtarılmak”tan ibaret insanımız, korkularından kurtulmayı bir siyasi talep haline getirmemiştir. Bunun olası bir nedeni, kavram dağarcığında bulunmayışı ise, diğer nedeni ise korku kavramını korkaklık; korkusuzluk kavramını ise cesaret kavramıyla özdeş saymasıdır ki bu da yine kavramlarla, onların tanımsızlığı ile ilgilidir.
Halbuki stratejik düşünceye dayalı bir tutum, başlangıçta daha pasif veya temkinli görünse bile, aslında uzun vadeli başarıya ulaşma hedefine dayanan bir cesaret türü olabilir. Bu yaklaşım, özellikle belirsiz ve değişken durumlarla karşı karşıya kalındığında, sabır, disiplin ve stratejik planlama gerektirir. Stratejik cesaret, genelde büyük resmi görebilme ve uzun vadeli hedeflere ulaşmak için gerekli adımları atma yeteneği ile karakterizedir. Konfor alanı dışına çıkma korkusu olarak karakterize edilebilecek korkaklık ise diğer tür korkulardan farklıdır (https://bityl.co/OJ8L) ve aşağılayıcı bir kavramdır.
Halen ülkemizde 141 siyasi parti ve toplam 127,000 STK mevcut olsa da -bildiğimiz kadarıyla- Korkmama Özgürlüğü’nü savunan sadece bir (rakamla 1) vakıf bulunuyor. O halde -eğer korkularla bu denli iç içe yaşamaktan mutlu değil isek- bu kavramı tüm siyasi partilerin, tüm STK’ların kavram dağarcıklarına ve talep manifestolarına yerleştirmeye çalışmak zorundayız.
22 Şubat 2024
#KorkmamaOzgurlugu
Yüzyıllardır yaşanılan deneyimler korku unsurunu yönetimin doğal bir hakkı olarak algılıyor ve bu konuda bir talebi olmuyor.
Bunun yanısıra son 20 yıldır yapılan bir çok toplumsal ankete bakıldığı zaman en önemli sorunların ekonomi,terrör konularında yoğunlaşması söz konusu. Özgürlük ve demokrasi talepleri genellikle ilk 10’a son sıralardan giriyor.