Dostlara mektup
Değerli dostlar,
Uzun süredir zihinlerimizi meşgul ettiğinden emin olduğum bir konuda düşüncelerimi paylaşmak istiyordum. Bugün okuduğum, toplumun büyük bölümünü kaygılandıran “niteliksizlik” hakkındaki bir yazının son cümlesi beni bu satırları yazmaya itti.
O cümle şöyle: “Kaynaklarımızın tahsisindeki politikalar değişmedikçe bu sorunun çözümü için ne fikir üretsek nafile”.
Ben bu yargının, toplumumuzun büyük çoğunluğunca paylaşıldığından eminim. Bu güvenimin dayanağı ise toplumu oluşturan ortalama insanımızın -elinde, otoritenin kendisine verdiği bir güç yok ise- kendini “nafile” saydığı gerçeğidir.
Daha açık ifadeyle “ortalama” insanımız, ne egemen (tercihlerini kendi yapan) bir “cumhur” ne de demokrat (kendini yöneten) “birey” olup; bu iki anahtar alandaki iradesini seçimden seçime kendisine yapılacak vaatler karşılığında ayrı bir sınıfa (siyasetçi) devretmiş, kendini “nafile” kılmıştır.
Yukardaki o son cümledeki “politikalar”, siyasetçi sınıfının uygun göreceği, nafile toplum çoğunluğunun ise en çok önerilerde bulunabileceğine işaret ediyor. Gerçekten de, eğer siyasetçi uygun görüp politikalarını değiştirmezse, boyuna fikir üretmenin ne anlamı olabilir?
Üzerine bu kadar söz ürettiğimiz o son cümle -eğer şöyle düzenlenirse- aslında çıkış yolunu da içeriyor: “Eğer sorunlarımızın en alt katmanında yatan virüsün, bireylerin işlevsizleştirilmesi olduğu fark edilmezse, çözümler için ne fikir üretsek nafile”.
Ya da şöyle düzenlendiğinde bir ışık doğuyor: “Dönüştürücü sosyal tohumlar yoluyla her bireyin önce kendini, paralel olarak da çevresini değiştirerek sorunların çözülebilmesi ve böylece bir yandan da bireyin tekrar cumhur ve demokrat olması mümkündür”.
Burada kısırlık ve doğurganlık arasındaki çizgiyi “fikir üretimi” deyimi çiziyor. Eğer fikir üretimi, bildiklerimiz, bildiğimizi sandıklarımız ve inandıklarımız ile sınırlı ise gerçekten de çözüm bulma ümidi zayıftır. Çıkış yolu ise bunların dışında olup o da bildiklerimiz, öyle sandıklarımız ve de inandıklarımızın dışında çözümler olduğuna içtenlikle inanmaktır.
Bu üçlü sınırlayıcılar bir yandan da yaşamlarımız için birer konfor alanı yaratıyor. O alanda anılarımız anlam kazanıyor, müktesebatımız bugün için değer kazanıyor. Bir an için düşünsenize, altmışlı yaşlara kadar onca umur, şan şöhret görmüş bir kişinin birdenbire bir lise öğrencisi konumuna indirgendiğini. Tekrar -üstelik de yeni ve meydan okuyucu koşullar altında- yeni bilgiler, alışkanlıklar, değerler edinip kendilerimize birer yeni evren tasavvuru üretmek zorunda kaldığımızı.
Hele, dün savunduklarımızın terslerini savunmak zorunda kaldığımızı. Bu zor katlanılabilir bir durum değil mi? Bunun yerine geçmiş üzerine kurulu bir konfor alanı -yalan da olsa- çok işe yarar değil mi?
Yeni arayışlar nafile değildir. Çözümlerin bitmiş gibi göründüğü yerde bu hatırlanmalıdır. Çözümsüzlükler varsayımlarımızın birer sonucudur.
30 Temmuz 2019 Salı
Yerellik.
Evet, kısırlık ile doğurganlık arasındaki sınırın en geçirgen olduğu ortam yerellik.
Apartmanın, komşuların, yaşlılarınız, engellileriniz mahallen, parkın, kaldırımın, her gün yanından geçtiğin ağaçlar, çalılar, sokak hayvanları, otopark alanları, çocuklarınızın okuduğu okul, mini market, mütevazi kasap, sağlık sisteminin ilk ayağı mahalle sağlık ocağı, ana caddedeki trafik, yaya geçitleri…
Buralar için yeni arayışlara yatkın değişiklikleri kendinde uyarıp çevrende tetikleyebilmek için o dar, bildik ve ağırlıkla her şeyi “sizin” olan küçük dünya, tohumlamak ve yeşertmek için en iyi ortam.
A.Einstein Benzer şartlar hep ayni sonuçları doğurur “Kaynaklarımızın tahsisindeki politikalar değişmedikçe bu sorunun çözümü için ne fikir üretsek nafile” görüşü ile uyumlu .
Öte yandan Rönesans aydınlanmasından sonra Avrupa insanının din uğruna bir birini boğazladığı bir dönemde yaşanmıştır .O dönemde Montaigne Kendi iç dünyasına dönerek çözümü yine kendinden başlayarak insanda aramıştır. Bu yaklaşımda sizin bakış açınızla uyumlu .
Sonuç olarak önce kendimizden başlayarak çevremizdeki halkaları büyütmek gerekir düşüncesi bence de uygun. Saygıyla .
Sorunu dışımızda görmek yerine kendimizi sorgulayarak demokrat olmak için arınmalıyız.Karşı çıkmamızı, eleştirimizi engelleyen korkudan, bilgisizlikten ,sorgusuz kabullerimizden düşünce tembelliğinden kurtulmalıyız.Bir veya bir kaç kişiyi umut görmek yerine cumhuru umut görmeyi tercih etmeliyiz.