Damsız girilmez!

Koyu renk takım elbise şarttır”, “hariçten yiyecek içecek getirmek yasaktır[1]” gibi uyarıları, üzerinde pek ciddiyetle durulmayacak kalıplar olarak görebiliriz; ama her biri birer “özgürlük alanı belirteci”dir ve kullanılmadıklarında çeşitli istenmedik sonuçlara yol açabilirler.

Örneğin başlıktaki uyarı, yanında bir kadın olmadan söz konusu mekana girecek bir erkeğin arıza çıkarma ihtimalinin biraz daha yüksek olduğunu belirten bir istatistik felsefenin veciz ifadesi iken; takım elbise uyarısı da takım elbise giyenlerin arıza çıkarmayacağını değil, diğer davetlilerle eşit arıza potansiyeline sahip olacağını duyurur.

Şaka bir yana, herhangi bir öğretinin (örn İslam, Budizm, sosyalizm ya da çay bahçesine giriş kuralları) ne olup ne olmadığı, köşe taşları ile işaretleyip açıkça ilan edilmezse, herkes kendi tasavvurlarını, tutkularını, niyetlerini o alan içine yerleştirebilir. Bu durumda o alan hakkında bilgi sahibi kişilere düşen görev köşe taşlarını bilinir, görünür ve herkesçe benzer şekilde yorumlanabilecek netliğe kavuşturmaktır.

Benzer durum, demokrasi, cumhuriyet, çağdaş eğitim vb. öğretiler için de aynen geçerlidir.

Sözü getirmek istediğim yer, İslam dininin çeşitli amaçlarla istismarıdır. İslam’ın -ve aslında tüm inanç sistemlerinin- temel amacının, “daha az sorunlu bir dünyevi yaşam için, köşe taşları ile işaretlenmiş bir etik alanı tanımlamak ve bu alan içinde yaşamayı özendirmek için de ya öteki dünya nimetleri olarak bir dizi teolojik sembolik vaatte bulunmak” ya da bu Dünya için daha iyi bir yaşam vaat etmek gibi bir hareket noktası dindar ve/ya seküler kişiler için kabul edilebilir görünüyor.

Buna göre, ilk yapılması gereken, dini öğretilerin yüzlerce yıl içinde binlerce niyet sahibinin yorumları ile anlaşılmaz hale getirilip öz ile ilgili olmayan ayrıntılar manzumesine dönüştürülmesine göz yummak yerine, tam aksi yönde hareket edip, o öğretinin içindeki özlerin ortaya çıkarılması değil midir?

Tam bu noktada kritik soru şu olabilir: İyi de hırsızın -yani dini öğretileri istismar edenlerin- hiç mi kabahati yok?

Tabii ki istismarcılar kusurludur, suçludur, günahkardır; ama onlar bir ölçüde mazurdurlar. Çünkü ya cahildirler, ya farkında değildirler ya da bunu bilerek yapabilecek ortamları bulmuşlardır. Ama gerçek suçlular aranıyorsa o alanı istismar edenlerden çok, istismara zemin hazırlayan tüm kişi ve kurumlara bakmak gerekmez mi?

Şimdi din istismarından yakınanlara baktıkça şu soruyu sormadan edemiyorum: Sizler gerçekten samimi misiniz? Bir süre, bu muhataralı durumun kendi kendine düzeleceğini sanmış ya da İslam öğretisinin özlerinin “zaten” Kuran içinde var olduğunu, isteyenlerin bunları bulabileceğini düşünmüş olabilirsiniz.

Hiç akletmez misiniz” ki bir yanlışı gören o konuda düzeltici yönde bir eylemin sorumlusu olur? Hiç şikayet edip kendi dışındakileri suçlayarak bir sorun çözene rastladınız mı? Bu yolla sorumluluğunuzu başkalarından gizleyebilirsiniz, ya kendinizden?

İslam’ın kurucu ilkelerini merak edenler Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar yerlerinden kalkmadan -teknolojinin imkanlarıyla- bu konuda bilgilerini paylaşıp ortaya az sayıda “özgürlük alanı belirteci”nin çıkmasını sağlayabilirler.

Bu ilkelerin iman veya ibadet ilkeleri olmadığını, dünyevi yaşam için “iyi ahlakın köşe taşları” olacağını ve -sürpriz gibi olacak ama- seküler dünya görüşü için de aynı ilkelerin geçerli olacağını belirtmek ayrıca gerekir mi bilemedim[2].

17 Nisan 2019 (Rev. 23.04.19)

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=QFnmX2VPrXU

[2] Söz konusu ilkeler için salt örnek amacıyla verilmiş ilkeler için http://bit.ly/2MVahyO adresinde; seküler ve dini ilke benzerlikleri için ise http://wp.me/p2t6mi-1Y2 adresinde örnek verilmiştir.

Yorum Gönder