Bugüne kadar üstüne alınmayanlar:: Artık alının!

İnsanlık tarihi boyunca kitleleri yönetmek için kullanılagelmiş en etkin araçlardan birisi cennet ve cehennem kavramlarıdır. Her araç gibi onun da “daha etkin” olduğu sınırlar vardır. Okur-yazar kesimde –genelde- bu iki kavram yerini ahlaki değerlere bırakmaya başlar.

Çocukluğundan beri kızgın yağ kazanları, alev alev yanan fırınları ile koşullandırılıp, kendisine ezberletilen  doğru-iyi-güzeller konusunda beyinleri yıkanmış olan kişiler için bir yanlış yapmış olmak ne ise, bu kavramlardan kendini bir biçimde kurtarabilmiş insanlarda da, “gelecek nesillerin gözünde suçlu duruma düşmek” sanki eşdeğer bir korkutuculuğa  sahiptir.

Sevgili Çetin Altan’ın “Lanetliler Bahçesi” fikri gerçekleşir mi bilinmez. İnsanlık suçu işlemiş kişilerin  heykellerinin yer aldığı bir bahçe için gereken  büyüklükte bir yer bulunabilse her halde olur. Ama zaten tarih de bir bakıma hem lanetliler hem de minnet duyulacaklar bahçeleri değil midir!

Kendi şaşmaz yasalarına göre işleyen evrenin bir parçası  olan insanlarımızı, onları milyonlarca yıllık kaza-beladan bugünlere salimen getiren özelliği olan müthiş öğrenme yeteneğine boş verip, nehir  ve padişah adları, meydan savaşı  tarihleri, sevilecek ve nefret edilecekler listeleri gibi saçmalıkları “ezbere belleten” ve bunu da kutsal bir işmişçesine toplumun eleştiri alanının dışında bir tabu gibi tutabilmiş olan  eğitim sınıfının tarih içinde hangi bahçede yer alacağı  artık konuşulmalıdır.

Adına eğitim diyerek her sorunun çözümü olarak ortaya sürülen  panzehirin ne olduğunu artık kalıpları kırarak sorgulayabilmeliyiz. İstendik bilgi ve becerilerin kazandırılması olan öğretim ile istendik tutum ve davranışların kazandırılması  olarak anlamlandırılan eğitim tanımı içindeki “istendik” ve “kazandırılması” hangi ideolojide olursa olsun kimse tarafından sorgulanmadı.

En aklı başında olanlar dahi, insanların kendi başlarına bir şey öğrenemeyeceklerini, öğrenirlerse de onların zararlı şeyler olacağını, bu yüzden de “istendik” bilgi, beceri, tutum ve davranışların toplum –ve onun adına devlet- tarafından  belirlenmesini tartışmasız kabul ediyorlar. Belirlenen bu içeriğin çocuk ve gençler başta olmak üzere eğitilecek olanlara, bir şekilde öğretilmesi gerektiğinde de tam bir fikir birliği var.

Kendilerini, dışlarındaki tüm canlılardan üstün gören –ki ne akıl almaz bir salaklıktır- bu insanlar, tüm diğer canlıların üstün öğrenme yeteneklerini görüp kabul ediyor, ama kendisinin öğrenme konusunda onlardan aşağı olamayacağını  idrak edemeyerek hemcinsleri için bir “jenosit” uyguluyor: Zihinsel jenosit!

Öğretmenlik başta olmak üzere eğitim sınıfı  bugüne kadar hakkında hiç konuşulamayacak alanlardan birisi olarak geldi. Eğitimdeki sorunlar da, bu alana gerekli önemin verilmeyişiyle açıklandı.  Bu alandaki  meslek mensuplarının yaşam sorunları olduğu, bunların düzeltilmesi için tüm toplumun görevli olduğu doğrudur. Hatta, diğer meslek dallarına gösterilmesi gereken özenden daha fazlasının gösterilmesi  gerektiği de doğrudur.

Ama bu, eğitim sınıfının uygulamakta olduğu zihinsel soykırımın gerekçesi olamaz. Yaşam sorunları  olan kesimler, bunların karşılığını, evrenin, hiçbir canlıdan esirgemeden eşit –ama farklı biçimlerde- dağıttığı öğrenme yeteneğini, yaratıcılığını köreltip yok ederek  tazmin ettiremezler. Zihinsel soykırım budur. Bunun, kimin emriyle yapıldığı, bu yapılmazsa müfettişlerin aleyhte rapor yazıp yazmayacakları  ya da birbirlerinin yazdıkları kitaplarda böyle yapılmasının yazılı olduğu gibi ayrıntılar, bu büyük trajediyi değiştiremez. 

Bunları üzerlerine almaları gerekenler, geri kalmış yörelerimizde geçim savaşı veren, evini geçindirmek için ikinci ya da üçüncü iş yapan öğretmenler değildir. Onlar söz konusu bile değildir.

Bu insanlık suçunun sanıkları, çocuklarımızın ve velilerin gönüllü olarak onayladıkları biçimde ve de toplumun geri kalan kesimlerinin  hayranlık duyduğu en pahalı  okullarda bu işleri yapan, tüm eğitim sınıfına ve de devlete örnek olan  eğitimcilerdir. 

Bu  felaket farkedilmelidir. Bu zihinsel dondurma işleminin, ihtiyacımız olan ve aslında bol miktarda mevcut olan yaratıcı insanları  birer hareketli ceset haline getiren  kök neden olduğu farkedilmelidir. Eğitim, böyle bir şey olamaz. Bu denli  insana saygı duymayan, onu küçümseyen, aşağılayan bir süreci kim yaparsa yapsın, bugüne kadar kendini yüce sayarak ne kadar korunmuş olursa olsun, lanetliler bahçesine gitmekten kurtulamaz. Kurtulmanın tek çaresi yine kendini farkedip bu yanlıştan geriye dönmektir.

Birbirini aşağılamak için diğer canlı türlerinin adlarını kullanan insanlarımız, onların öğrenme yeteneklerinden daha aşağı olmadıklarını idrak edebilmelidirler.

Eğitimin yeniden yapılanması  herkesin ağzına sakız olmuştur. Ama bu yapılanmanın, mevcut paradigmaları  savunanlarca gerçekleştirilemeyeceğini görebilmeliyiz.

Şunları  birer ilke olarak kapılarına yazmayan okullara çocuk ve gençlerimizi göndermeyeceğimiz gibi bir toplumsal bilinçlenme, o yeniden yapılanmanın gerçek işareti olacaktır:

İnsan –bütün diğer varlıklar gibi- üstün bir öğrenme yeteneğine sahiptir. Kendi eğitsel gereksinimlerini saptama ve onları –kendi özelliklerine göre- öğrenme konusunda Tanrısal bir yeteneği ve gücü vardır. Bunu dışlamak, görmezden gelmek, en büyük günah, en büyük ayıp, en büyük saygısızlıktır.

Eğitim, bilgi edinme süreci  değildir. Bilgi edinme, her yer ve zamanda yapılabilir. 

Eğitim, kendini farketmek sürecidir. Kendi fiziksel, zihinsel ve ruhsal yeterlik ve yetersizliklerini, bunların sınırlarını farketmek  ve bunlara göre tüm eğitsel kaynakları –ki tüm evren- kullanabilmektir. Dünya’yı, ders aracı olan yapay küreden; insan vücudunu iskelet resminden, arşimet kanununu  laboratuvardaki uyduruk modelden, iyi ahlakı ise kitaptan, hem de “öğretme” yoluyla “ezbere belleten” bir yerin adı herhangi bir şey olabilir, ama okul olamaz.

Çocuk ve gençler başta olmak üzere herkesin –ve tüm varlıkların- en başta saygı gösterilmeleri gereken  özellikleri, doğuştan sahip oldukları merakları ve öğrenme ustalıklarıdır. Birbirine sıkıca bağlı olan bu iki yetenek aynı ölçüde de kolayca bozulabilirdir.  Eğitim adı altında yapılan her türlü girişim bu iki özelliğe dikkat etmelidir. 

Tekrar yoluyla zihinlere kazıma, geleneksel bir belletme yoludur ve eğitimcilerin  çok kullandıkları, başkalarının da zararının farkında olmadıkları bir yoldur. Bu bir zihinsel travmadır. Elinde tebeşirle tahtada sürekli  problem çözen, bir dolu benzer problemi de ödev olarak verip artık yeni bir problemle karşılaşma olasılığı kalmayana kadar problem ezberletip belleten, sonra da bunları sınavlarda tekrarlayarak yüksek puan alan maktulleri sayesinde ünlenen öğretmenlerden korunulmalıdır. 

Yeni Okul, bu tür saygısızlıklar konusunda bilinçlenmiş “öğrenme ortakları”nın –öğretmenin yeni adı bu olmalıdır- bulunduğu ve öğrenmek isteyen çocuk, genç ve diğer öğrenme ortaklarına –onlar da sürekli öğrenmelidirler-  yardımcı olduğu yerin adı  olmalıdır.

Koşullandırma, tekrar yoluyla belletme,  karşısındakilerde herhangi bir yolla güven yaratıp ondan gelecekler için kuşkusuzluk yaratma, kendi ideolojisini bu ve benzeri yollarla aşılama, insanlık suçudur ve lanetliler bahçesine giriş nedenidir.

Eğitim sınıfı  kendini sorgulamaya başlamalı, geleneksel yanlıştan dönmenin bir yolunu bulmalıdır.

1999 (KEDİ Sayı 105)

3 Yorumlar

  1. Keşke çok önce okusaymışım bunu. Ama, acaba çocuğumun kolej sınavlarına hazırlandığı dönemde okusaymışım bir şey değişecek miydi? Sanırım benim annemin ve babamın bunu okuması gerekirmiş…

  2. Yine çok verimli harika bir yazı.Biz eğitimciler sadece kişileri değil tüm dünyayı değiştirebilecek bir güce sahip olduğumuzu kabul etmediğimiz müddetçe, kişisel çıkarlar gözetildigi müddetçe yol alınamaz.Öncelikle eğitimcilerin bu toplumun aydınlarının tüm bunları değiştirebilecegine inandıracak felsefeye ihtiyaç var.saygı, minnet ve teşekkürlerle…

Yorum Gönder